İnsan Kemalinin Tecellileri - 6

SuskunDervis

Kayıtlı Üye
HAKKA KARŞI İNATÇI OLMAK

5- Şu halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret.

6- Çünkü gerçekten onlar, bunu oldukça uzak gör*mektedirler.

7- Biz ise, onu pek yakın görmekteyiz.

8- Gökyüzünün erimiş maden gibi, olacağı gün,

9- Dağlarda (etrafa uçuşmuş) rengârenk yün gibi olacak.

10-(Böyle bir günde) Hiç bir yakın dost, bir yakın dostu sormaz.

11-Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu günahkâr, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;

12-Kendi eşini ve kardeşini,

13-Ve onu barındıran aşiretini (soyunun hepsini) de,

14-Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa.

İlk iki kısa ayette Kur'an-ı Kerim insanın Hakka karşı inatçı tutumuna işaret buyurdu. Oda "isteklinin azabı istemedeki aceleciliğidir..."

Ben o hadiseyi açıklarken şu ayeti de naklettim.

“Bir vakit de Ey Allah! Eğer bu, senin tarafından gelmiş hak bir kitap ise, hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize daha acıklı bir azab ver” demişlerdir." (Enfal Suresi. 32)

Müfessirlerden bazısına göre bu ayet ile o olaylar arasında bir bağ vardır. Hatta bu ayetin o olaylara işaret ettiğini söylemişlerdir. Bir kısım insanlar ellerini açıp şöyle dua ediyorlar; "Ya Rabbi! Şayet şu Kuran hak ise ve senden gelme ise, bize gökten bir taş gönder ki, bizim artık tahammülümüz yoktur." Bu çok feci bir sözdür. Bizlere şunu öğretiyor, "bir vakit insanlar hakka karşı inatlaşırsa "Hakkı görmektense ölmek iyidir" dedirtiyor.

Bizler de bazı vakitler bilinen şu sözleri söylüyoruz, "falan gerçek veya falan olay beynime iğne gibi saplandı." Yani "hak olduğunu anladığım an, beynime iğne gibi saplandı.''

Üzerinde bahsedilmeğe değer başka güzel bir cümle daha vardır; (Hak acıdır) cümlesi. Oysaki hakkın acı olmasının hiçte anlamı yoktur. Aksine "batıl" acı olmalıdır. "Acılığın" bir yönden bir şeyin keyfiyeti oluşu gerçektir. Tat alma duyusu onu hissediyor. Fakat şuna da dikkat etmeliyiz ki tat alma duyusu bazı zamanlar yanılgıya düşebiliyor, örneğin; acıyı tatlı ve tatlıyı da acı olarak algılayabilir.

İnsan, hakkın zıt yönünde hareket ettiği zaman hak insan için acı olur. İşte o vakit hak onunla zıtlaşır. Varlığı ve duygularıyla hakka karşı zıtlaşma bulur.

Herhangi bir şahıs ile bir mal üzerinde görüş ayrılığına düştüğünüzü farz ediniz, ihtilafınızı halletmek için Kâdı'nın yanına gidiyorsunuz, orada sizin için iki durum söz konusudur:

1- Ya siz gerçekten hak talep bir insansınız, araştırıcısınız, o malın size mi yoksa diğerine mi ait oldu*ğunu öğrenmek istiyorsunuz. Böyle bir durumda kadı her ne şekil hükmederse siz ona razı kalırsınız. Şayet, "mal size ait değil" derse, siz, "Allah razı olsun, kadı beni rahatlattı" ve eğer, "hak sizindir" derse, yine ona "çok teşekkür ederim, beni rahatlattınız" dersiniz.

2- Şayet hakkın sizin ile ilgili olup olmadığına dikkat etmez iseniz, bütün çabanız “kâdı'nın sizin lehinize” hüküm vermesi olur. Şayet bu durumda kadı sizin iste*ğiniz dışında hüküm verirse, işte o zaman siz hakkın karşısına geçersiniz, ona zıt düşersiniz.

Anlaşılıyor ki; hakkın acı oluşu insanın durumuna bağlıdır. Eğer insan yücelik bulursa ve gerçek imana sahip olursa, hiç bir surette hak onun için acı olmaz.

Kendi zahirlerimizi hak ehline nispet vermeyle, hak ehli olduğumuzu zannediyoruz, örneğin ismimizi "Ali" koymakla, Ali (r.a) gibi Ehl-i hak olduğumuzu düşünüyoruz. Oysaki Ali'nin Ali oluşu (Ali hak iledir, hak da Ali ile) oluşuyla alakalıdır.

Hak Ali iledir. Hak Ali'den ayrılmaz, çünkü Ali haktan ayrılmıyor. Böyle değil ki; Ali haktan kaçsın ve hak da Ali'nin ardından koşsun. Ali hak iledir, çünkü hak da Ali'yle beraberdir.

Acaba Hz. Ali (r.a) gibi bir insan için de (Hak acıdır) sözü geçerli midir? Yoksa onun için hak, her tatlıdan daha tatlı değil midir? Şu "acılık", insanın kendindendir, ne ki hakkın kendisi acıdır!.. Defalarca şu konuyu söyledik ki, Kur'an'ın beşerden taraf sergilediği en güzel tablo, beşerin hak ile mücanip (zıt) olduğu yerlerdir. Yani hak ve hakikat onun muhalif yönünde yer almıştır. Böyle bir yönde yerini aldığı için de her zaman ona acı olmuştur.

Bazı vakitler hak ve hakikat insan için o kadar acı oluyor ve o kadar acı oluyor ki; o insanın yaşayıp da onu görmesi mümkün olamaz. "Hak bu ise, yaşayıp da onu germek istemiyorum" der. Böylece de öylesine bir hadde varmış olur ki, onun hakkı arayan fıtratı, kendisi için bir azab oluverir.

İnsan niçin kendini öldürmeye razı oluyor? Niçin azabın gelip onu helak etmesine rızayet gösteriyor? Buradan anlaşılıyor ki, hayat ve yaşantı kendisi için o kadar acı ve dert verici oluyor ki, artık tahammül gücü kalmıyor. Şimdi aynı insanın öldükten sonra ki halini tahayyül ediniz.

Âlimler, insanoğlunu dünya hayatı içerisinde bulunduğu müddetçe manevi lezzeti olduğu gibi tadamadığına inanmaktadırlar. Başka bir deyişle, "(insanın) kendi (nefsine) vücuduna olan dikkati, kendisi için bir tehdit oluşturmaktadır.

İnsan, gereği gibi manevi zevkleri idrak edebilmesi için, kendini "kendiyle uğraşma" bağından kurtarmalıdır. Ve yine bilginlerimiz inanıyorlar ki, ancak insan öldükten sonra "ruhunun bedenine bağlanma isteğinden" kendini kurtararak kendine dönmesi mümkün olacaktır. Dünyada eğer manevi yönden değerli bir şeyler kazan*mışsa, kendine döndükten (öldükten) sonra, dünyada iken tatması mümkün olmayan lezzetleri tadacaktır. Eğer dünyada iken içinde bir takım kıskançlıklar, kinler, kibirlilikler, inatlar ve şirkler toplamış ise, dünyada hissetmesi imkânsız olan acılan hissedecektir.

Burada şöyle bir fikir oluşuyor, şöyle ki; bu dünyada, nefsin beden ile meşgul olmasından dolayı, acı ve lezzetleri olduğu gibi duyması mümkün değildir. Şimdi inat ve kıskançlıkta hayli bir mesafe kat eden bir adamı düşününüz. Bu dünyadan -ve gerçekte de kendisinden- kaçmak istiyor. Mutlaka böyle bir insanın öbür dünyadaki azabı yüz misli olacaktır. Bu insan, kendinden kaçmayı isteyerek, ölmek ile rahata kavuşacağını zannediyor, oysaki azabının yeniden başlayacağını bilmiyor. Bu nedenledir ki, sizinde bildiğiniz gibi Kur'an-ı Kerim, kıya met ve berzah âleminde, bu gibi şahıslar için bir kısın azapları beyan etmektedir. Fakat bunları bizim tasavvur etmemiz mümkün değildir. Gerçek olanı da budur ve bundan başkası da olamaz.

Murtaza Mutahhari
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst