İNSAN HAKLARI DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ
İnsan hakları düşüncesinin gelişimi çok eskidir. Ancak biz burada sadece yakın tarihten bahsedeceğiz.
Yirminci Yüzyılda insan hakları alanında en önemli gelişme, bireyin ulusal hukuk öznesi olmasının yanında, uluslararası hukuk öznesi durumuna gelmesidir.
1945 yılında imzalanan ve yürürlüğe sokulan Birleşmiş Milletler Andlaşması, insan haklarının korunması açısından önemli kurallar içermektedir. Bu andlaşma Türkiye tarafından 1946 yılında 4801 sayılı yasa ile onaylanmıştır.
Andlaşmanın başlangıcında, insanın ana haklarına, şahsın haysiyet ve değerine, erkek ve kadınlar için olduğu gibi, büyük ve küçük milletler için de hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilân etmeğe, Birleşmiş Milletler Halkının azmetmiş olduğu belirtilmiştir. Andlaşmanın 1. maddesinde, Birleşmiş Milletlerin amaçları arasında, "ırk, cins, dil veya din farkı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve ana hürriyetlerine karşı saygıyı" geliştirmek yer aldığı gibi, Andlaşmanın 13. maddesine göre "herkesin insan haklarından ve ana hürriyetlerinden faydalanmasını kolaylaştırmak" için önlemler almak da Birleşmiş Milletler Genel Kurulun görevleri arasında sayılmıştır.
Hemen belirtelim ki, Birleşmiş Milletlerin kurulmasından bu yana, "insan hakları" uluslararası hukukun ana kavramlarından biri olmuştur.
Birleşmiş Milletler Andlaşmasını imzalayan devletler, Andlaşmada öngörülen amaçların gerçekleştirilmesi, insanlığa ve insan haklarına yapılagelen saldırıların önlenmesi amacı ile tüm halk ve ulusların benimseyeceği kuralların saptanması için, yeni bir çaba içine girmişlerdir. Bunun sonucu olarak da 10 Aralık 1948 de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kabul edilmiştir.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ya da Bildirisi, insan hakları ve temel özgürlükler açısından geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu bildiri, yalnız kişisel ve siyasal hakları içermekle kalmamış, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara da bünyesinde yer vermiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, insan haklarının uluslararası düzeyde korunmasına yönelik evrensel nitelikte önemli bir uluslararası belgedir. Bu bildiri, uluslararası hukuk bakımından bir andlaşma ya da bir sözleşme değildir. Bildiri, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca kabul edilmiş bir öneridir; insan hakları alanında gidilecek yönü, ulaşılması gereken amacı gösteren bir ideali yansıtmaktadır.
Birleşmiş Milletler örgütünce, insan haklarının ve özgürlüklerin, üye devletlerin iç hukukunda da uygulanabilir bir nitelik kazanabilmeleri için, bir çok temel sözleşmeler hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Bunlar arasında, Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve Ek protokolü, Her Türlü Irk Ayrımcılığının Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, İşkence ve Diğer Zalimane Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme gibi Sözleşmeler yer alır.
Birleşmiş Milletler tarafından 19.12.1966 da kabul edilen ve Türkiye tarafından da imzalanmış ve onaylanmış olan Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin çeşitli maddelerine serpiştirilmiş bulunan ceza muhakemesi ile ilgili insan hakları genel olarak 5 grupta toplanabilir: 1) Eşitlik (m. 2/1, 3, 23/4, 26), 2) Hayat hakkı ve kişi dokunulmazlığı (m. 6, 7), 3) Kişi güvenliği (m. 9-11, 14-16, 24), 4) Kişi hürriyeti (m. 8, 12, 13, 17-23, 27), 5) Kamu hayatına katılma hakkı (m. 25).
Öte yandan Türkiye İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesini 1988 de yürürlüğe koymuştur. Sözleşme 1. m.si ile işkencenin tanımı genişletilmekte; 15. m.si ile de, işkence ile elde edilen delillerin, işkenceci aleyhinde yapılan hariç, hiç bir muhakemede kullanılamayacağı açıklanmaktadır. Bu sözleşme işkence ile mücadelede dev bir adımdır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, yalnız Birleşmiş Milletler düzeyinde kalmamış, bölgesel nitelikte olan, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye, kısa adı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine de kaynaklık etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 4 Kasım 1950'de aralarında Türkiye'nin de bulunduğu onbeş devlet tarafından Roma'da imzalanmış, 3.9.1953 tarihinde yürürlüğe girmiş ve Türkiye tarafından da 18.5.1954 tarihinde onaylanmıştır. Sözleşme, çeşitli zamanlarda kabul edilen ek protokollerle geliştirilmekte ve eksiklikleri giderilmektedir.
Sözleşme ve sözleşmeye yapılan ek protokoller, Birleşmiş Milletlerce kabul edilen sözleşmelerde "Medeni ve Siyasi Haklar" ya da "kişisel ve siyasal haklar " da denilen ve Anayasamızca "kişi hakları" ve "Siyasal Haklar - adı altında düzenlenen hak ve özgürlüklerin bir bölümünü içermektedir. Ancak, sonradan çıkarılan protokollerde sözleşmenin kapsamı zaman içinde genişletilmiştir. Sözleşme ve eklerinde yer alan haklar sınırlı olduğu gibi, öngörülen hakların çeşitleri ve öğeleri de ayrıntılı bir biçimde düzenlenmemiştir. Bu açıdan sözleşme tüm hak ve özgürlükleri kapsamamakta ve güvence altına almamaktadır. Sözleşme ve protokollerde yer alan hak ve özgürlükler oldukça sınırlıdır. Batı demokrasisinin ulaştığı düzeyin altında kaldığı da söylenebilir.
Sözleşme bireyi uluslararası hukukta da hak sahibi yapmıştır. Sözleşme, bireye, haklarını çiğneyen devlete karşı İnsan Hakları Mahkemesine başvurabilme, daha teknik bir ifade ile bireysel başvuru yolunu açmıştır (m.34 vd.).
Türkiye bu yetkiyi 1987 yılında kabul etmiştir.
Sözleşme temel hakları belirtmekle kalmamış, bazı kısıtlamalar da getirmiştir. Sözleşme, güvence altına aldığı özgürlüklerin sınırsız olarak kullanılamayacağı ilkesinden hareketle, kapsamında bulunan hak ve özgürlüklerin düzenlenmesine ilişkin ölçütler koymuştur.
Buna göre, temel hak ve özgürlükler, niteliklerine göre, ulusal güvenliğin, ülkenin ekonomik çıkarlarının, kamu sağlığının, genel ahlakın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin, ya da kamu düzeninin korunması, suçluluğun önlenmesi gibi nedenlerle, yasal dayanağının bulunması ve demokratik bir toplumda zorunlu önlemler niteliğinde olması koşulu ile kısıtlanabilecektir.
Sözleşme ayrıca, savaş ya da ulusun varlığını tehdit eden diğer olağanüstü durumlarda, devletlerin Sözleşmeden doğan yükümlülüklerinden bir kısmını askıya alabilmelerine olanak sağlamıştır (m.15). Buna karşın sözleşme, hiç bir devlete, olağanüstü durumlarda bile, kişinin yaşama hakkına saygı gösterme yükümlülüğünden, ya da işkence ve kölelik yasağından veya suç ve cezaların kanuniliğinden kurtulma olanağını vermemiştir. Devletler olağanüstü durumlarda bile, bu haklara saygı göstermek zorundadırlar.
Sözleşme, 17. maddesi ile özgürlükleri yok etme özgürlüğünü de yasaklamıştır. Sözleşme ile sağlanan hakların, Sözleşmenin temelini zedelemek amacı ile kullanılması durumunda, bazı haklar devletçe kısıtlanabilecektir. Bu madde bir bakıma Sözleşmede yer alan hakların kötüye kullanılmasını önleme amacı gütmektedir.
Türkiye, önleyici ziyaret sistemi öngören İşkenceye Karşı Avrupa Sözleşmesini de 1988 de yürürlüğe koymuştur. Sözleşme, işkenceye karşı BM Sözleşmesini tamamlamaktadır. Buna göre, önce bir komisyon oluşturulacak; bu komisyon, hürriyetleri kısılan kimseleri bulundukları yerde ziyaret edecek ve yetkililerin bunlara karşı olan tutum ve davranışlarını kontrol edecektir. Böylece hürriyeti kısıtlanan kimsenin, işkence ihtimaline karşı, durumu güçlendirilmiş olacaktır.A
İnsan hakları düşüncesinin gelişimi çok eskidir. Ancak biz burada sadece yakın tarihten bahsedeceğiz.
Yirminci Yüzyılda insan hakları alanında en önemli gelişme, bireyin ulusal hukuk öznesi olmasının yanında, uluslararası hukuk öznesi durumuna gelmesidir.
1945 yılında imzalanan ve yürürlüğe sokulan Birleşmiş Milletler Andlaşması, insan haklarının korunması açısından önemli kurallar içermektedir. Bu andlaşma Türkiye tarafından 1946 yılında 4801 sayılı yasa ile onaylanmıştır.
Andlaşmanın başlangıcında, insanın ana haklarına, şahsın haysiyet ve değerine, erkek ve kadınlar için olduğu gibi, büyük ve küçük milletler için de hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilân etmeğe, Birleşmiş Milletler Halkının azmetmiş olduğu belirtilmiştir. Andlaşmanın 1. maddesinde, Birleşmiş Milletlerin amaçları arasında, "ırk, cins, dil veya din farkı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve ana hürriyetlerine karşı saygıyı" geliştirmek yer aldığı gibi, Andlaşmanın 13. maddesine göre "herkesin insan haklarından ve ana hürriyetlerinden faydalanmasını kolaylaştırmak" için önlemler almak da Birleşmiş Milletler Genel Kurulun görevleri arasında sayılmıştır.
Hemen belirtelim ki, Birleşmiş Milletlerin kurulmasından bu yana, "insan hakları" uluslararası hukukun ana kavramlarından biri olmuştur.
Birleşmiş Milletler Andlaşmasını imzalayan devletler, Andlaşmada öngörülen amaçların gerçekleştirilmesi, insanlığa ve insan haklarına yapılagelen saldırıların önlenmesi amacı ile tüm halk ve ulusların benimseyeceği kuralların saptanması için, yeni bir çaba içine girmişlerdir. Bunun sonucu olarak da 10 Aralık 1948 de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kabul edilmiştir.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ya da Bildirisi, insan hakları ve temel özgürlükler açısından geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu bildiri, yalnız kişisel ve siyasal hakları içermekle kalmamış, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara da bünyesinde yer vermiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, insan haklarının uluslararası düzeyde korunmasına yönelik evrensel nitelikte önemli bir uluslararası belgedir. Bu bildiri, uluslararası hukuk bakımından bir andlaşma ya da bir sözleşme değildir. Bildiri, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca kabul edilmiş bir öneridir; insan hakları alanında gidilecek yönü, ulaşılması gereken amacı gösteren bir ideali yansıtmaktadır.
Birleşmiş Milletler örgütünce, insan haklarının ve özgürlüklerin, üye devletlerin iç hukukunda da uygulanabilir bir nitelik kazanabilmeleri için, bir çok temel sözleşmeler hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Bunlar arasında, Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve Ek protokolü, Her Türlü Irk Ayrımcılığının Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, İşkence ve Diğer Zalimane Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme gibi Sözleşmeler yer alır.
Birleşmiş Milletler tarafından 19.12.1966 da kabul edilen ve Türkiye tarafından da imzalanmış ve onaylanmış olan Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin çeşitli maddelerine serpiştirilmiş bulunan ceza muhakemesi ile ilgili insan hakları genel olarak 5 grupta toplanabilir: 1) Eşitlik (m. 2/1, 3, 23/4, 26), 2) Hayat hakkı ve kişi dokunulmazlığı (m. 6, 7), 3) Kişi güvenliği (m. 9-11, 14-16, 24), 4) Kişi hürriyeti (m. 8, 12, 13, 17-23, 27), 5) Kamu hayatına katılma hakkı (m. 25).
Öte yandan Türkiye İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesini 1988 de yürürlüğe koymuştur. Sözleşme 1. m.si ile işkencenin tanımı genişletilmekte; 15. m.si ile de, işkence ile elde edilen delillerin, işkenceci aleyhinde yapılan hariç, hiç bir muhakemede kullanılamayacağı açıklanmaktadır. Bu sözleşme işkence ile mücadelede dev bir adımdır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, yalnız Birleşmiş Milletler düzeyinde kalmamış, bölgesel nitelikte olan, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye, kısa adı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine de kaynaklık etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 4 Kasım 1950'de aralarında Türkiye'nin de bulunduğu onbeş devlet tarafından Roma'da imzalanmış, 3.9.1953 tarihinde yürürlüğe girmiş ve Türkiye tarafından da 18.5.1954 tarihinde onaylanmıştır. Sözleşme, çeşitli zamanlarda kabul edilen ek protokollerle geliştirilmekte ve eksiklikleri giderilmektedir.
Sözleşme ve sözleşmeye yapılan ek protokoller, Birleşmiş Milletlerce kabul edilen sözleşmelerde "Medeni ve Siyasi Haklar" ya da "kişisel ve siyasal haklar " da denilen ve Anayasamızca "kişi hakları" ve "Siyasal Haklar - adı altında düzenlenen hak ve özgürlüklerin bir bölümünü içermektedir. Ancak, sonradan çıkarılan protokollerde sözleşmenin kapsamı zaman içinde genişletilmiştir. Sözleşme ve eklerinde yer alan haklar sınırlı olduğu gibi, öngörülen hakların çeşitleri ve öğeleri de ayrıntılı bir biçimde düzenlenmemiştir. Bu açıdan sözleşme tüm hak ve özgürlükleri kapsamamakta ve güvence altına almamaktadır. Sözleşme ve protokollerde yer alan hak ve özgürlükler oldukça sınırlıdır. Batı demokrasisinin ulaştığı düzeyin altında kaldığı da söylenebilir.
Sözleşme bireyi uluslararası hukukta da hak sahibi yapmıştır. Sözleşme, bireye, haklarını çiğneyen devlete karşı İnsan Hakları Mahkemesine başvurabilme, daha teknik bir ifade ile bireysel başvuru yolunu açmıştır (m.34 vd.).
Türkiye bu yetkiyi 1987 yılında kabul etmiştir.
Sözleşme temel hakları belirtmekle kalmamış, bazı kısıtlamalar da getirmiştir. Sözleşme, güvence altına aldığı özgürlüklerin sınırsız olarak kullanılamayacağı ilkesinden hareketle, kapsamında bulunan hak ve özgürlüklerin düzenlenmesine ilişkin ölçütler koymuştur.
Buna göre, temel hak ve özgürlükler, niteliklerine göre, ulusal güvenliğin, ülkenin ekonomik çıkarlarının, kamu sağlığının, genel ahlakın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin, ya da kamu düzeninin korunması, suçluluğun önlenmesi gibi nedenlerle, yasal dayanağının bulunması ve demokratik bir toplumda zorunlu önlemler niteliğinde olması koşulu ile kısıtlanabilecektir.
Sözleşme ayrıca, savaş ya da ulusun varlığını tehdit eden diğer olağanüstü durumlarda, devletlerin Sözleşmeden doğan yükümlülüklerinden bir kısmını askıya alabilmelerine olanak sağlamıştır (m.15). Buna karşın sözleşme, hiç bir devlete, olağanüstü durumlarda bile, kişinin yaşama hakkına saygı gösterme yükümlülüğünden, ya da işkence ve kölelik yasağından veya suç ve cezaların kanuniliğinden kurtulma olanağını vermemiştir. Devletler olağanüstü durumlarda bile, bu haklara saygı göstermek zorundadırlar.
Sözleşme, 17. maddesi ile özgürlükleri yok etme özgürlüğünü de yasaklamıştır. Sözleşme ile sağlanan hakların, Sözleşmenin temelini zedelemek amacı ile kullanılması durumunda, bazı haklar devletçe kısıtlanabilecektir. Bu madde bir bakıma Sözleşmede yer alan hakların kötüye kullanılmasını önleme amacı gütmektedir.
Türkiye, önleyici ziyaret sistemi öngören İşkenceye Karşı Avrupa Sözleşmesini de 1988 de yürürlüğe koymuştur. Sözleşme, işkenceye karşı BM Sözleşmesini tamamlamaktadır. Buna göre, önce bir komisyon oluşturulacak; bu komisyon, hürriyetleri kısılan kimseleri bulundukları yerde ziyaret edecek ve yetkililerin bunlara karşı olan tutum ve davranışlarını kontrol edecektir. Böylece hürriyeti kısıtlanan kimsenin, işkence ihtimaline karşı, durumu güçlendirilmiş olacaktır.A