ashli
Bayan Üye
Öyle birini düşünün ki, günümüzden yaklaşık 470 yıl önce, deve kervanlarıyla, yelkenlilerle, at üstünde Asya, Afrika ve Avrupa´yı gezerek tahmini 25.000 km´li bir yol aştı. İnanılmaz olaylar anlatarak, yüzyılları aşan bir kitap yazdırdı; "Rıhle"yi... İşte size Hz. Adem´in ayak izi, kadın memesi yiyen yamyamlar, Hindistan´da taşlaşmış insanlar, Karanlık Ülke, Manisa, Birgi´ye düşen kara göktaşı ve yüzlerce yıl önce zift olarak kullanılan petrol...
"Önce Esirgeyen ve Bağışlayan Allah´ın adıyla..." tüm zamanların en büyük gezginlerinden birisi olan İbni Batuta söze böyle başlıyordu. Öyle birini düşünün ki, 21 yaşında yollara düşerek, 29 yıl boyunca durup dinlenmeden iki kıtayı dolaşsın, yaklaşık 125.000 km. yol yapsın. Batuta, Marko Polo´nun üç katı daha fazla dolaştı ve günümüzdeki coğrafya ile 44 ülkeyi gezerek, bugün Paris´de Bibliotheque Nationale´da saklanan 640 yıllık el yazması ünlü kitabını yazdı. Batuta, 13 Haziran 1325 yılında doğum yeri olan Tanca´yı terkettiğinde, Mekke´ye hacı olmaya gidiyordu. Gerçek adı, Şeyh Abdullah Muhammed ibn Abdullah ibn Muhammed ibn İbrahim el Lavati´idi. Eğer bugün yolunuz Tanca´ya düşerse, stadyumun yakınında bulunan Batuta´nın yerini ziyaret edin. Tanca uzak geçmişin buhur kokularıyla buram buramdır, buradan Finikeliler, Romalılar, Vandallar, Araplar, İspanyollar gelip geçtiler, yaşadılar, ticaret yaptılar, genç Batuta, askerlerin, korsanların ve usta kaptanların arasında dolaşırken deniz çizgisinde soluklaşan uzak ufuklara açgözlülükle bakıyordu, ta ki upuzun bir deve kervanıyla Mekke´ye doğru yola çıkıncaya kadar...
Kervan on ayda, Cezayir, Tunus ve Libya´yı geçerek Mısır´a İskenderiye´ye vardı. Büyük limanı ve daha o zamanlarda yokolmaya başlamış olan dünyanın 7 harikasından birisi olan dev deniz fenerini gördü. Nİl Deltası´nda Fuwa Köyü´nde dönemin tanınmış mistiği Şeyh Ebu Abdullah´ın evinde geceledi ve rüyasında geleceğini gördü;"Dev bur kuşun kanatları üzerindeydim, beni Mekke yönüne sonra da Yemen´e doğru uçurdu, sonra doğuya döndü ve çok uzun bir uçuşa başladık, aşağıda bazıları bol ışıklı, bazıları karanlık yemyeşil ülkeler vardı ve beni oraya indirdi." Ertesi gün Batuta, Şeyh´e rüyasını anlattı, Şeyh doğuya gitmesi gerektiğini söyleyerek rüyayı yorumladı. Batuta bu öneriyi reddetmeyecekti, Şeyh´in verdiği yolluğu ve gümüş paraları alarak yola düştü. Kahire´ye vardığında, ülkeyi Memlükler yönetiyordu. Batuta kitabında Kahire´nin dar sokaklarını, 12.000 su taşıyıcısını, 30.000 hamalı, 36.000 tekneyi yazacaktı. Nil´in sayısız kıvrımlarını anlattı. Sonra Kudüs´e geçti.
Gerçek müslüman Türkler´le başbaşa...
Batuta, Mescidi Aksa´nın altın kubbesini güneş gibi parlayan bir ışık kütlesi olarak tarif ediyordu. Sonra, Akka yolundan Beyrut´a doğru yola devam etti. Hamah´daki muhteşem orkide bahçelerini ve su değirmenlerini anlattıktan sonra Şam´da bir kervana katılarak Antakya´ya kadar gitti. Daha sonra onu 55 günlük bir kervan yolculuğunun ardından Mekke´de görüyoruz, hacı oldukan sonra yine yola düşerek Somali ve Zangibar´ı gezdi, sonra Bağdat´a ve Necef´e gitti, Şiileri tanıdıktan sonra Hz.Ali´nin mezarını ziyaret etti. Oradan aşağı inerek İran Körfezi´ni, Umman´ı ve Bahreyn´i gezdi. Orada Hintli hacılarla tanıştı ve Hintliler´in müslümanları beklediklerini öğrenince Hindistan´a arka kapısından girmeye karar verdi. Anadolu´ya yönlendi, Lazkiye´den Alanya´ya geçti, uzun uzun Türkler´in sıcak dostluğunu, misafirperverliğini anlattı. Batuta, kadın erkek ayrımı olmaksızın her ihtiyaçlarını karşıladıklarını yazarken peçesiz Türk kadınlarının yardımseverliğini özellikle belirtiyordu. Ona ekmek, ayran, et ikram ediyorlar ve din hakkında sohbet etmesini istiyorlardı. Batuta´nın sonraki durağı Mevlana´nın kenti Konya´ydı, orada danseden dervişleri izledi ve Sufizm´le tanıştı. Ona "Gel, herkes hoşgeldi, ruhunun özgürlüğü için bize katıl." Uzun nefes ekzersizleri, Allah zikirleri ve uzaklardan gelen kudüm ritmi ve ardından başlayan kozmik uykuda gezerlerin uzay ve zaman dışındaki dönüşleri. Ve beyinlerde aralıksız duyulan tek bir ses; "La İlahe il Allah"... Gezinin sonrasında Kayseri, Sivas, Erzurum, Kastamonu, Safranbolu, Bolu, Balıkesir, Bergama ve Manisa vardı. Sonra onu Sinop´da görüyoruz, oradan Kırım´a geçti, oradan Bulgaristan´a ve İstanbul´a ulaştı. Derken Özbekistan´a döndü, oradan Horasan ve Afganistan´a geçerek Hindistan´ın arka kapısına ulaştı.
Süper gezgin yorulmak bilmiyor... İbni Batuta, Sind Sultanı Tuğluk Şah´ın emrine girdi ve bu arada tüccarlara borçlandı, borcunu ödeyebilmek için Delhi´de yedi yıl yargıçlık yaptı ama olmadık bir anda başı derde girecekti, Hintli bir mistiği ziyarete gittiğinde tutuklandı. Mistik idam edildikten sonra serbest bırakıldı. Bir zaman sonra Sultan değişti, yeni Sultan ise Batuta´yı Çin Elçisi atadı. Bu hiç beklemediği görev gezginin çok şaşırtmıştı. Ve 1341 yılında inanılmaz bir konvoyla yola çıktı, yanında küçük bir ordu, yüzlerce Hintli dansöz, altın şamdanlar, brokarlar, mücevherli silahlar ve incili eldivenlerden oluşan bir hazine vardı. 1000 atlı konvoya eşlik ediyordu ve yeni Büyükelçi Hint Okyanusu´na doğru yola çıktı. Yolda isyancıların saldırısına uğradı ve soyuldu, esaretten güç kurtarıldı. Yine yola düştü, güneye inerek Maldive Adaları´na ve Seylan´a kadar gitti. Seylan´da amacı Adem Peygamber´in ayak izini ziyaret ederek hacı olmaktı. Zirvelere tırmanarak, kutsal ayak izini gördü, iz 12 karış büyüklüğündeydi, Budist rahipler, Zen hocaları ve Hindular İnsanlığın Atası için hep beraber dua ediyorlardı. Orada geçirdiği huzur dolu günlerden sonra Batuta´yı Java ve Sumatra Adaları´nda görüyoruz, orada yaşayan müslümanlara din hocalığı yaptı.
Bir süre sonra yine yollara düşen Batuta nihayet Çin kıyılarına çıkıyordu, Taiwan´ın karşı kıyısındaki Cathay´a ulaştı, orada gördüğü şey onu çok şaşırttı. Karşısında pagoda benzeri bir cami vardı, cami 350 yıllıktı ve orada dua etti. Bugün oraya gidenlere Batuta´nın dua ettiği yer gösteriliyor. Çin´in içinde 9 ay yolculuk ettikten sonra, dünyada en güvenilir yolculuğun Çin´de yapıldığını yazdı. Pekin´e kadar gitti. Yaşadıkları onun için inanılmazdı, artık geri dönmeye kararlıydı. Sumatra, Kalkütta, Hürmüz, Bağdat üzerinden giderek üç yıl sonra Mekke´ye tekrar ulaştı. Fas´a geldiğinde yorgundu ve annesi sadece 9 ay önce ölmüştü. Sultan´a çıkarak, gezilerini uzun uzun anlattı. Bir zaman sonra yine seyahat güdüsü depreşti, İspanya´ya geçerek Malaga ve Granada´yı ziyaret etti, Fas´a dönerek ülkesinin içlerini gezdi,
"Mezarınız dünyada değildir"
Uzak Doğu´dan dönüşünden üç yıl sonra yine bir kervanla Büyük Sahra´ya yollandı. 2500 km yol alarak Sahra´yı aştı ve Mali´ye kadar geldi, Nijer´i gördü, Timbuktu´yu gezdi sonra geriye Fas´a döndü. Sultan´ın hizmetine girerek üç yıl çalıştı ve inanılmaz kitabı "Rıhle-Seyahatname"yi tamamladı. Bazı kaynaklara göre ise, son yıllarında yargıçlık yaptı ve 1369 yılında 63 yaşında öldü. Mezarının yeri bilinmiyor, Tanca´da küçük bir yer onun anısına yapılmış. Onun için Mevlana gibi; "Öldüğümüz zaman, mezarımızı dünyada aramayalım, yerimiz insanların kalbinde olmalıdır." deniyor. Yüzyıllar öncesinde, ulaşımın hemen hemen imkansız hatta ölümcül olduğu bir çağda dünyanın hemen yarısını gezen muhteşem İbni Batuta´nın önünde saygıyla eğilmek gerekiyor. Rihle yani Seyahatname aslında Batuta´nın kaleminden çıkmış değildir, anlattıkları İslam bilgini İbn Cücey el-Kelbi tarafından yazılmıştır. Kitaba bazı eklentiler yapmış, dönemin bazı ünlü bilgin ve şairlerinden alıntılar yapmıştır. Hatta, bazı alıntıların başka gezginlerden alındığı da söylenir. İç Anadolu hakkında yazdıkları pek yeterli görünmese de, Afrika hakkında anlattıkları tam anlamıyla coğrafi bir keşiftir, Volga bölgesi için yazılanlar arkeolojik araştırmalara kaynak olmuştur. Hindistan tarihi ile ilgili önemli bilgiler verir. Büyük ulaşım yollarını kara ve deniz olarak anlatır, ülkelerin folklörik, yeme, içme adetlerini, ticaret merkezlerini, sınai ve zirai kaynakları, o dönemin ithalat ve ihracatını, dönemin İslam dünyasını ve İslami mezheplerin yaşam biçimlerini uzun uzun anlatarak, olağandışı bir kaynak oluşturmuştur. Kitap bu güne kadar altı dile çevrilmiş ve ilk kez 1800 sonlarında Türkçe yayınlanmıştır. Ve yaşadığı çağın gereği olarak fantastik bir dille yazdıklarından birkaç örneği görmek gerek...
Piramitler hakkında; "Tufan´dan önce malum olan bütün ilimler Yukarı Mısır´da Sad bölgesinde oturan Hunuh denen Hermes´dan alınmıştır. Astronomik hareketleri ve ilahi cevherleri ilk anlatan odur, bilimin ve üretimin kaybolmasından korkarak piramitleri yapmış ve üzerlerine tüm araçları resmeden yine Hermes´dir... Piramitin kapıları yoktur ve neden yapıldığı bilinmemektedir... Bir söylentiye göre tufanlardan korkan bir firavun bilimin, hükümdar eşyalarının ve cesetlerinin kaybolmaması için yaptırılmıştır. İçinde bunlar saklıdır..."
Meryem ve Hz.İsa´nın mezarları: Kudüs´de Cehennem Vadisi denen yerde bulunan kiliseye Hz.Meryem´in mezarı deniyor... yine orada bir başka kiliseye de Hz.İsa´nın mezarı deniyor ve ziyaret ediliyor ama safi yalandır...
Garip bir olay: Bir defa Dehli´ye beş günlük mesafede bulunan Afkanbur´daydım... Bir grup derviş gelerek bir gece kalma istediler, bunlara Haydari deniyordu... reisleri zenciydi, bana gelerek etrafında raks etmek için ateş yakacağını söyleyerek odun istedi... ateşi yaktılar ve yatsı namazından sonra kor haline gelmiş ateşin içine girip raksederek yuvarlanmaya başladılar. Reisleri benden gömleğimi istedi ve ateşin içine girerek gömlekle alevleri söndürdü... gömleği bana getirdiğinde ateşin asla etkilememiş olduğunu gördüm.
Petrol hakkında: Dicle civarında Kıyare denen bir yer vardır, burada bulunan siyah bir yerde zift kaynakları vardır, ziftin toplanması için havuzlar yapılmıştır. Zift zemin üzerinde pek siyah, parlak, yumuşak, hoş kokulu çamura benzer. Kaynakların çevresinde oluşan siyah gölün üzerinde inca bir yosun olup, onu kenara atınca zift olur. Zift çıkarmak istendikçe kaynakta ateş yakılır, ateş rutubeti buharlaştırır sonra zift parçaları ayrılarak çıkarılır. Kufe ve Basra arasında da böyle kaynakların bulunduğu söylenir.
Anadolu hakkında: Alanya´ya ulaştık... bu ülke dünyanın en güzel memleketidir, Allah diğer ülkelere tek tek bahşettiği güzellikleri burada bir araya getirmiştir. Ahalisi güzel ve temizdir... bunlar için "bolluk, bereket Şam´da, şefkat ise Anadolu´da dır"denmiştir... Bu ülkede bir eve indiğimizde kadın, erkek durumumuzu soruştururlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar, ayrılacağımız zaman sanki akrabaymış gibi bizimle vedalaşırlar ve gözyaşı dökerlerdi... Alanya büyük bir şehirdir ve ahalisi Türkmen´dir...
Bir göktaşı: Birgi Sultanı Aydınoğlu Mehmet Bey´in konuğuydum... Sultan bana gökten düşmüş taş görüp görmediğimi sordu. Ben de, ne gördüm, ne işittim dedim. Birgi dışına böyle bir taşın düştüğünü söyleyerek adamlarına taşı getirtti. Sert, parlak ve simsiyah bir taş getirildi... taşçılar çağrıldı... taşı parçalamaları emredildi... dört usta çekiçlerle taşa vurdukları halde taş üzerinde zerre kadar iz meydana gelmedi... sonra Sultan taşı eski yerine göndertti.
Karanlık Ülke: Bulgar şehrinden geçerek Karanlık Ülke´ye gitmek istedim, kırk günlük yol vardı... vazgeçtim... orası buz deryasıydı... yolcular bu ülkede kırk gün giderler ve Karanlık Ülke´nin yanında kamp kurarlar, getirdikleri malları sınıra bırakıp geri dönerler... ertesi gün geldiklerinde mallarının alınmış olduğunu, yerlerine samur, sincap veya rakun kürklerinin bırakılmış olduğunu görürler. Alışverişleri budur... Oraya gidenler kiminle alışveriş yaptıklarını, bunların in mi cin mi olduğunu bilmezler...
Taş insanlar: Hindistan´da Laheri şehri dışında Tarna denen yere vardığımızda, insan ve hayvan şeklinde sayısız taşlar gördüm. Bunların çoğu kırılmış, bir baş veya bir uzuv kalmıştı. .. bir sur ile ev duvarlarının izleri vardı... bir ev kalıntısının içinde taş bir peyke üzerinde elleri arkasına bağlı gisi duran taş bir insan vardı... Kalıntılar arasındaki çukurlar pis kokulu sularla doluydu... Bir duvarda Hintçe bir kitabe vardı... yanımda bulunan arkadaşım şöyle dedi; "Tarihçilerin söylediğine göre, burada eskiden çok büyük bir şehir vardı, şehir sakinleri büyük rezaletler işlediklerinden hepsi taş kesildiler. Hintçe kitabede bu insanların 1000 yıl önce uğradıkları felaket anlatılır."
Cukiler: Bu garip insanlar Hindistan´da Perven şehrinde yaşarlar... aylarca birşey yemez içmezler, çukurlar kazılır, bir tek hava deliği bırakılır ve orada aylarca kalırlar, bir sene kalanını bile işittim... halkın inancına göre bu adamlar bir hap yapıp onu yerler ve uzun zaman acıkmazlar... bunlar gelecekten de haber verirler... kimisi bakışıyla adam öldürür... bir gün Sultan beni yanına çağırdı yanında iki Cuki vardı, onlara benim bir yabancı olduğumu, görmediğim şeyleri göstermelerini emretti... birisi bağdaş kurarak yerden havaya yükselince ben korkudan düşüp bayıldım... bir ilaçla ayıltmışlar... sonra ötekisi heybesinden bir nalın çıkardı, yere vurdu ve nalın mendi kendine havaya yükselip, boşlukta duranın ensesine gidip vurunca adam yere indi... Sultan aklıma zarar geleceğinden korktuğu için daha büyük şeyer yaptırmadığını söyledi
Adem Peygamber´in ayak izi: Dünyanın en yüksek dağlarından birisi Seylan´da Serendip Dağı´dır, çıkınca bulutlardan aşağısını göremezsiniz... orada Hz. Adem´in ayak izi siyah ve yüksek bir kayanın içinde bulunur. Ayak kayaya gömülerek iz bırakmıştır, boyu 12 karıştır... eskiden Çinliler gelerek kayadaki ayak izinin baş ve yanındaki parmakların izini kırarak oradaki bir tapınağa koymuşlar...
Yamyamlar: Timbuktu´da müslüman olmayan zenciler insan eti yerler ama beyazların etini yemezler, onlara göre beyaz insan eti gerektiği gibi gelişmemiştir, zenci eti tam kıvamındadır... bir gün bunlardan bir grup Sultan Mensa´yı ziyaret etti, Sultan bunlara ikram olsun diye bir hizmetçi kadını verdi, kadını boğazlayıp yedikten sonra kanını ellerine ve yüzlerine sürdüler... kadın etinin en lezzetli yerleri ey ayasıyla, memesiymiş..
Kitabın sonu: İbni Cüzey der ki; "Akıl sahibi hiçbir insan İbni Batuta´nın yüzyılın gezgini olduğunu takdir edememezlikten gelemez. Onun için bu milletin gezginidir denilirse abartılmış olunmaz. Benim İbni Batuta´dan yaptığım özet burada son buldu. Bu eserin yazılışı Şubat 1536´da dır..."
Günümüzden 460 yıl önce yazılan bu eser gerçekten inanılmazdır. Ama daha inanılmazı İbni Batuta´nın o dönemin dünyasının hemen hemen üçte ikisini sağ salim gezmiş olmasıdır. Anlattıkları benzeri gezginlerin anlatılarının çoğunun üzerinde ve çok daha zengindir.
"Önce Esirgeyen ve Bağışlayan Allah´ın adıyla..." tüm zamanların en büyük gezginlerinden birisi olan İbni Batuta söze böyle başlıyordu. Öyle birini düşünün ki, 21 yaşında yollara düşerek, 29 yıl boyunca durup dinlenmeden iki kıtayı dolaşsın, yaklaşık 125.000 km. yol yapsın. Batuta, Marko Polo´nun üç katı daha fazla dolaştı ve günümüzdeki coğrafya ile 44 ülkeyi gezerek, bugün Paris´de Bibliotheque Nationale´da saklanan 640 yıllık el yazması ünlü kitabını yazdı. Batuta, 13 Haziran 1325 yılında doğum yeri olan Tanca´yı terkettiğinde, Mekke´ye hacı olmaya gidiyordu. Gerçek adı, Şeyh Abdullah Muhammed ibn Abdullah ibn Muhammed ibn İbrahim el Lavati´idi. Eğer bugün yolunuz Tanca´ya düşerse, stadyumun yakınında bulunan Batuta´nın yerini ziyaret edin. Tanca uzak geçmişin buhur kokularıyla buram buramdır, buradan Finikeliler, Romalılar, Vandallar, Araplar, İspanyollar gelip geçtiler, yaşadılar, ticaret yaptılar, genç Batuta, askerlerin, korsanların ve usta kaptanların arasında dolaşırken deniz çizgisinde soluklaşan uzak ufuklara açgözlülükle bakıyordu, ta ki upuzun bir deve kervanıyla Mekke´ye doğru yola çıkıncaya kadar...
Kervan on ayda, Cezayir, Tunus ve Libya´yı geçerek Mısır´a İskenderiye´ye vardı. Büyük limanı ve daha o zamanlarda yokolmaya başlamış olan dünyanın 7 harikasından birisi olan dev deniz fenerini gördü. Nİl Deltası´nda Fuwa Köyü´nde dönemin tanınmış mistiği Şeyh Ebu Abdullah´ın evinde geceledi ve rüyasında geleceğini gördü;"Dev bur kuşun kanatları üzerindeydim, beni Mekke yönüne sonra da Yemen´e doğru uçurdu, sonra doğuya döndü ve çok uzun bir uçuşa başladık, aşağıda bazıları bol ışıklı, bazıları karanlık yemyeşil ülkeler vardı ve beni oraya indirdi." Ertesi gün Batuta, Şeyh´e rüyasını anlattı, Şeyh doğuya gitmesi gerektiğini söyleyerek rüyayı yorumladı. Batuta bu öneriyi reddetmeyecekti, Şeyh´in verdiği yolluğu ve gümüş paraları alarak yola düştü. Kahire´ye vardığında, ülkeyi Memlükler yönetiyordu. Batuta kitabında Kahire´nin dar sokaklarını, 12.000 su taşıyıcısını, 30.000 hamalı, 36.000 tekneyi yazacaktı. Nil´in sayısız kıvrımlarını anlattı. Sonra Kudüs´e geçti.
Gerçek müslüman Türkler´le başbaşa...
Batuta, Mescidi Aksa´nın altın kubbesini güneş gibi parlayan bir ışık kütlesi olarak tarif ediyordu. Sonra, Akka yolundan Beyrut´a doğru yola devam etti. Hamah´daki muhteşem orkide bahçelerini ve su değirmenlerini anlattıktan sonra Şam´da bir kervana katılarak Antakya´ya kadar gitti. Daha sonra onu 55 günlük bir kervan yolculuğunun ardından Mekke´de görüyoruz, hacı oldukan sonra yine yola düşerek Somali ve Zangibar´ı gezdi, sonra Bağdat´a ve Necef´e gitti, Şiileri tanıdıktan sonra Hz.Ali´nin mezarını ziyaret etti. Oradan aşağı inerek İran Körfezi´ni, Umman´ı ve Bahreyn´i gezdi. Orada Hintli hacılarla tanıştı ve Hintliler´in müslümanları beklediklerini öğrenince Hindistan´a arka kapısından girmeye karar verdi. Anadolu´ya yönlendi, Lazkiye´den Alanya´ya geçti, uzun uzun Türkler´in sıcak dostluğunu, misafirperverliğini anlattı. Batuta, kadın erkek ayrımı olmaksızın her ihtiyaçlarını karşıladıklarını yazarken peçesiz Türk kadınlarının yardımseverliğini özellikle belirtiyordu. Ona ekmek, ayran, et ikram ediyorlar ve din hakkında sohbet etmesini istiyorlardı. Batuta´nın sonraki durağı Mevlana´nın kenti Konya´ydı, orada danseden dervişleri izledi ve Sufizm´le tanıştı. Ona "Gel, herkes hoşgeldi, ruhunun özgürlüğü için bize katıl." Uzun nefes ekzersizleri, Allah zikirleri ve uzaklardan gelen kudüm ritmi ve ardından başlayan kozmik uykuda gezerlerin uzay ve zaman dışındaki dönüşleri. Ve beyinlerde aralıksız duyulan tek bir ses; "La İlahe il Allah"... Gezinin sonrasında Kayseri, Sivas, Erzurum, Kastamonu, Safranbolu, Bolu, Balıkesir, Bergama ve Manisa vardı. Sonra onu Sinop´da görüyoruz, oradan Kırım´a geçti, oradan Bulgaristan´a ve İstanbul´a ulaştı. Derken Özbekistan´a döndü, oradan Horasan ve Afganistan´a geçerek Hindistan´ın arka kapısına ulaştı.
Süper gezgin yorulmak bilmiyor... İbni Batuta, Sind Sultanı Tuğluk Şah´ın emrine girdi ve bu arada tüccarlara borçlandı, borcunu ödeyebilmek için Delhi´de yedi yıl yargıçlık yaptı ama olmadık bir anda başı derde girecekti, Hintli bir mistiği ziyarete gittiğinde tutuklandı. Mistik idam edildikten sonra serbest bırakıldı. Bir zaman sonra Sultan değişti, yeni Sultan ise Batuta´yı Çin Elçisi atadı. Bu hiç beklemediği görev gezginin çok şaşırtmıştı. Ve 1341 yılında inanılmaz bir konvoyla yola çıktı, yanında küçük bir ordu, yüzlerce Hintli dansöz, altın şamdanlar, brokarlar, mücevherli silahlar ve incili eldivenlerden oluşan bir hazine vardı. 1000 atlı konvoya eşlik ediyordu ve yeni Büyükelçi Hint Okyanusu´na doğru yola çıktı. Yolda isyancıların saldırısına uğradı ve soyuldu, esaretten güç kurtarıldı. Yine yola düştü, güneye inerek Maldive Adaları´na ve Seylan´a kadar gitti. Seylan´da amacı Adem Peygamber´in ayak izini ziyaret ederek hacı olmaktı. Zirvelere tırmanarak, kutsal ayak izini gördü, iz 12 karış büyüklüğündeydi, Budist rahipler, Zen hocaları ve Hindular İnsanlığın Atası için hep beraber dua ediyorlardı. Orada geçirdiği huzur dolu günlerden sonra Batuta´yı Java ve Sumatra Adaları´nda görüyoruz, orada yaşayan müslümanlara din hocalığı yaptı.
Bir süre sonra yine yollara düşen Batuta nihayet Çin kıyılarına çıkıyordu, Taiwan´ın karşı kıyısındaki Cathay´a ulaştı, orada gördüğü şey onu çok şaşırttı. Karşısında pagoda benzeri bir cami vardı, cami 350 yıllıktı ve orada dua etti. Bugün oraya gidenlere Batuta´nın dua ettiği yer gösteriliyor. Çin´in içinde 9 ay yolculuk ettikten sonra, dünyada en güvenilir yolculuğun Çin´de yapıldığını yazdı. Pekin´e kadar gitti. Yaşadıkları onun için inanılmazdı, artık geri dönmeye kararlıydı. Sumatra, Kalkütta, Hürmüz, Bağdat üzerinden giderek üç yıl sonra Mekke´ye tekrar ulaştı. Fas´a geldiğinde yorgundu ve annesi sadece 9 ay önce ölmüştü. Sultan´a çıkarak, gezilerini uzun uzun anlattı. Bir zaman sonra yine seyahat güdüsü depreşti, İspanya´ya geçerek Malaga ve Granada´yı ziyaret etti, Fas´a dönerek ülkesinin içlerini gezdi,
"Mezarınız dünyada değildir"
Uzak Doğu´dan dönüşünden üç yıl sonra yine bir kervanla Büyük Sahra´ya yollandı. 2500 km yol alarak Sahra´yı aştı ve Mali´ye kadar geldi, Nijer´i gördü, Timbuktu´yu gezdi sonra geriye Fas´a döndü. Sultan´ın hizmetine girerek üç yıl çalıştı ve inanılmaz kitabı "Rıhle-Seyahatname"yi tamamladı. Bazı kaynaklara göre ise, son yıllarında yargıçlık yaptı ve 1369 yılında 63 yaşında öldü. Mezarının yeri bilinmiyor, Tanca´da küçük bir yer onun anısına yapılmış. Onun için Mevlana gibi; "Öldüğümüz zaman, mezarımızı dünyada aramayalım, yerimiz insanların kalbinde olmalıdır." deniyor. Yüzyıllar öncesinde, ulaşımın hemen hemen imkansız hatta ölümcül olduğu bir çağda dünyanın hemen yarısını gezen muhteşem İbni Batuta´nın önünde saygıyla eğilmek gerekiyor. Rihle yani Seyahatname aslında Batuta´nın kaleminden çıkmış değildir, anlattıkları İslam bilgini İbn Cücey el-Kelbi tarafından yazılmıştır. Kitaba bazı eklentiler yapmış, dönemin bazı ünlü bilgin ve şairlerinden alıntılar yapmıştır. Hatta, bazı alıntıların başka gezginlerden alındığı da söylenir. İç Anadolu hakkında yazdıkları pek yeterli görünmese de, Afrika hakkında anlattıkları tam anlamıyla coğrafi bir keşiftir, Volga bölgesi için yazılanlar arkeolojik araştırmalara kaynak olmuştur. Hindistan tarihi ile ilgili önemli bilgiler verir. Büyük ulaşım yollarını kara ve deniz olarak anlatır, ülkelerin folklörik, yeme, içme adetlerini, ticaret merkezlerini, sınai ve zirai kaynakları, o dönemin ithalat ve ihracatını, dönemin İslam dünyasını ve İslami mezheplerin yaşam biçimlerini uzun uzun anlatarak, olağandışı bir kaynak oluşturmuştur. Kitap bu güne kadar altı dile çevrilmiş ve ilk kez 1800 sonlarında Türkçe yayınlanmıştır. Ve yaşadığı çağın gereği olarak fantastik bir dille yazdıklarından birkaç örneği görmek gerek...
Piramitler hakkında; "Tufan´dan önce malum olan bütün ilimler Yukarı Mısır´da Sad bölgesinde oturan Hunuh denen Hermes´dan alınmıştır. Astronomik hareketleri ve ilahi cevherleri ilk anlatan odur, bilimin ve üretimin kaybolmasından korkarak piramitleri yapmış ve üzerlerine tüm araçları resmeden yine Hermes´dir... Piramitin kapıları yoktur ve neden yapıldığı bilinmemektedir... Bir söylentiye göre tufanlardan korkan bir firavun bilimin, hükümdar eşyalarının ve cesetlerinin kaybolmaması için yaptırılmıştır. İçinde bunlar saklıdır..."
Meryem ve Hz.İsa´nın mezarları: Kudüs´de Cehennem Vadisi denen yerde bulunan kiliseye Hz.Meryem´in mezarı deniyor... yine orada bir başka kiliseye de Hz.İsa´nın mezarı deniyor ve ziyaret ediliyor ama safi yalandır...
Garip bir olay: Bir defa Dehli´ye beş günlük mesafede bulunan Afkanbur´daydım... Bir grup derviş gelerek bir gece kalma istediler, bunlara Haydari deniyordu... reisleri zenciydi, bana gelerek etrafında raks etmek için ateş yakacağını söyleyerek odun istedi... ateşi yaktılar ve yatsı namazından sonra kor haline gelmiş ateşin içine girip raksederek yuvarlanmaya başladılar. Reisleri benden gömleğimi istedi ve ateşin içine girerek gömlekle alevleri söndürdü... gömleği bana getirdiğinde ateşin asla etkilememiş olduğunu gördüm.
Petrol hakkında: Dicle civarında Kıyare denen bir yer vardır, burada bulunan siyah bir yerde zift kaynakları vardır, ziftin toplanması için havuzlar yapılmıştır. Zift zemin üzerinde pek siyah, parlak, yumuşak, hoş kokulu çamura benzer. Kaynakların çevresinde oluşan siyah gölün üzerinde inca bir yosun olup, onu kenara atınca zift olur. Zift çıkarmak istendikçe kaynakta ateş yakılır, ateş rutubeti buharlaştırır sonra zift parçaları ayrılarak çıkarılır. Kufe ve Basra arasında da böyle kaynakların bulunduğu söylenir.
Anadolu hakkında: Alanya´ya ulaştık... bu ülke dünyanın en güzel memleketidir, Allah diğer ülkelere tek tek bahşettiği güzellikleri burada bir araya getirmiştir. Ahalisi güzel ve temizdir... bunlar için "bolluk, bereket Şam´da, şefkat ise Anadolu´da dır"denmiştir... Bu ülkede bir eve indiğimizde kadın, erkek durumumuzu soruştururlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar, ayrılacağımız zaman sanki akrabaymış gibi bizimle vedalaşırlar ve gözyaşı dökerlerdi... Alanya büyük bir şehirdir ve ahalisi Türkmen´dir...
Bir göktaşı: Birgi Sultanı Aydınoğlu Mehmet Bey´in konuğuydum... Sultan bana gökten düşmüş taş görüp görmediğimi sordu. Ben de, ne gördüm, ne işittim dedim. Birgi dışına böyle bir taşın düştüğünü söyleyerek adamlarına taşı getirtti. Sert, parlak ve simsiyah bir taş getirildi... taşçılar çağrıldı... taşı parçalamaları emredildi... dört usta çekiçlerle taşa vurdukları halde taş üzerinde zerre kadar iz meydana gelmedi... sonra Sultan taşı eski yerine göndertti.
Karanlık Ülke: Bulgar şehrinden geçerek Karanlık Ülke´ye gitmek istedim, kırk günlük yol vardı... vazgeçtim... orası buz deryasıydı... yolcular bu ülkede kırk gün giderler ve Karanlık Ülke´nin yanında kamp kurarlar, getirdikleri malları sınıra bırakıp geri dönerler... ertesi gün geldiklerinde mallarının alınmış olduğunu, yerlerine samur, sincap veya rakun kürklerinin bırakılmış olduğunu görürler. Alışverişleri budur... Oraya gidenler kiminle alışveriş yaptıklarını, bunların in mi cin mi olduğunu bilmezler...
Taş insanlar: Hindistan´da Laheri şehri dışında Tarna denen yere vardığımızda, insan ve hayvan şeklinde sayısız taşlar gördüm. Bunların çoğu kırılmış, bir baş veya bir uzuv kalmıştı. .. bir sur ile ev duvarlarının izleri vardı... bir ev kalıntısının içinde taş bir peyke üzerinde elleri arkasına bağlı gisi duran taş bir insan vardı... Kalıntılar arasındaki çukurlar pis kokulu sularla doluydu... Bir duvarda Hintçe bir kitabe vardı... yanımda bulunan arkadaşım şöyle dedi; "Tarihçilerin söylediğine göre, burada eskiden çok büyük bir şehir vardı, şehir sakinleri büyük rezaletler işlediklerinden hepsi taş kesildiler. Hintçe kitabede bu insanların 1000 yıl önce uğradıkları felaket anlatılır."
Cukiler: Bu garip insanlar Hindistan´da Perven şehrinde yaşarlar... aylarca birşey yemez içmezler, çukurlar kazılır, bir tek hava deliği bırakılır ve orada aylarca kalırlar, bir sene kalanını bile işittim... halkın inancına göre bu adamlar bir hap yapıp onu yerler ve uzun zaman acıkmazlar... bunlar gelecekten de haber verirler... kimisi bakışıyla adam öldürür... bir gün Sultan beni yanına çağırdı yanında iki Cuki vardı, onlara benim bir yabancı olduğumu, görmediğim şeyleri göstermelerini emretti... birisi bağdaş kurarak yerden havaya yükselince ben korkudan düşüp bayıldım... bir ilaçla ayıltmışlar... sonra ötekisi heybesinden bir nalın çıkardı, yere vurdu ve nalın mendi kendine havaya yükselip, boşlukta duranın ensesine gidip vurunca adam yere indi... Sultan aklıma zarar geleceğinden korktuğu için daha büyük şeyer yaptırmadığını söyledi
Adem Peygamber´in ayak izi: Dünyanın en yüksek dağlarından birisi Seylan´da Serendip Dağı´dır, çıkınca bulutlardan aşağısını göremezsiniz... orada Hz. Adem´in ayak izi siyah ve yüksek bir kayanın içinde bulunur. Ayak kayaya gömülerek iz bırakmıştır, boyu 12 karıştır... eskiden Çinliler gelerek kayadaki ayak izinin baş ve yanındaki parmakların izini kırarak oradaki bir tapınağa koymuşlar...
Yamyamlar: Timbuktu´da müslüman olmayan zenciler insan eti yerler ama beyazların etini yemezler, onlara göre beyaz insan eti gerektiği gibi gelişmemiştir, zenci eti tam kıvamındadır... bir gün bunlardan bir grup Sultan Mensa´yı ziyaret etti, Sultan bunlara ikram olsun diye bir hizmetçi kadını verdi, kadını boğazlayıp yedikten sonra kanını ellerine ve yüzlerine sürdüler... kadın etinin en lezzetli yerleri ey ayasıyla, memesiymiş..
Kitabın sonu: İbni Cüzey der ki; "Akıl sahibi hiçbir insan İbni Batuta´nın yüzyılın gezgini olduğunu takdir edememezlikten gelemez. Onun için bu milletin gezginidir denilirse abartılmış olunmaz. Benim İbni Batuta´dan yaptığım özet burada son buldu. Bu eserin yazılışı Şubat 1536´da dır..."
Günümüzden 460 yıl önce yazılan bu eser gerçekten inanılmazdır. Ama daha inanılmazı İbni Batuta´nın o dönemin dünyasının hemen hemen üçte ikisini sağ salim gezmiş olmasıdır. Anlattıkları benzeri gezginlerin anlatılarının çoğunun üzerinde ve çok daha zengindir.