Silencio
Kayıtlı Üye
Başrolde Tom Cruiseun yer aldığı Mission Impossible serisi, Christopher McQuarrienin ekibe katılmasıyla devam ediyor. Mission Impossible 5 ya da asıl adıyla Rogue Nation, Ethan Huntın Sendika ile olan mücadelesini anlatıyor. McQuarrieın kendi tarzını yansıttığı filmde Edge Of Tomorrow, Valkyrie, Jack Reacherda birlikte çalıştığı Tom Cruiseu artık ne kadar iyi tanıdığı da açıkça görülüyor.
Ethan Hunt parçası olduğu IMFnin CIAin isteği üzerine kapatılmasıyla kendini bir boşlukta bulur. Sendikaya karşı verdiği mücadeleyi artık tek başına yürütmek zorunda kalan Ethan, diğer yandan da Amerikan hükumeti tarafından aranan bir kaçak olarak saklanmaya mecburdur. Aylarca süren koşturmacanın ardından sonunda aradığını bulmayı başaran Ethan Sendikayı köşeye sıkıştıracak hamleyi bulur; ancak planlarının gerçekleşebilmesi için ekip arkadaşlarının yardımına ihtiyacı olacaktır.
Aksiyon türündeki yapım son dönemdeki birçok rakibine kıyasla zayıf kalıyor olabilir. Hem aksiyonun yoğunluğu hem de niteliği bakımından daha başarılı filmler olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Ancak McQuarrienin yönetmenlik koltuğuna oturması ve eline kalemi almasıyla film daha gizemli bir hava kazanmış. Öyle ki her ne kadar aksiyon sahnelerindeki gelişmeler tahmin edilebilse de bir sonraki hamlenin ne olacağına ilişkin fikir yürütmek biraz daha zor görünüyor. Açıkçası filmde McQuarrienin The Usual Suspects ve The Touristini andıran şaşırtmacaların olduğunu söyleyebiliriz. Ancak serinin bir geçmişi olduğu ve de bir doğası olduğundan dolayı McQuarrie bu noktada istediği hamleleri yeterince yapamamış ve kendi tarzından az da olsa taviz vererek seriye bir McQuarrie yorumu getirmekle yetinmiş. Fakat bunu da beklentilerin üstünde bir düzeyde başardığı belirtmek gerekli.
Tom Cruiseun performansı dürüst olmak gerekirse biraz monoton kaçıyor. Her koşulda bir havası olan, her şeyi yapabilen mükemmel ajan olmasından ve bir robotu andıran hareketlerinden sıkılıyor insan. Ancak birçok projede çalıştığı McQuarrienin bu durumu değiştirmek için yönetmenlik koltuğunda olmasa bile senaryoda çabaladığını söylemek mümkün. Zira bazı sahnelerde Ethan Hunt karakteri sempatik gelebiliyor.
Filmdeki bir diğer önemli oyuncu Rebecca Fergusonın hem performansı hem de karakteri filmin izlenebilirliğini açıkça arttırıyor. Zeki, başarılı ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadın olarak Ilsa film içindeki önemiyle de seyirci için ayrı bir yerde duruyor. Çok taraflı bir ajan olarak ne yapacağının pek de kolay kestirilmemesiyle filmin akışını değiştiren önemli bir karakter olarak öne çıkıyor.
Jeremy Rennerı her ne kadar Brandt rolüne yakıştıramasam da vasatın üstündeki performansıyla filme elinden geldiğince katkı yapmaya çalışıyor. Yine de onu The Town filmine benzer bir rolde görmeyi daha çok isterim. Simon Pegg, bir yardımcı oyuncu olarak temponun düştüğü anlardaki hamleleriyle filmin akışında olumlu bir etki yaratıyor, hatta kimi sahnelerde bütün yükü üstüne alıyor. Sean Harris ise Lane karakterindeki soğukkanlılığı ve tiplemesiyle başından sonuna dek insanı kendine hayran bırakan bir performans sergiliyor.
Film görsel olarak biraz daha etkileyici, aksiyon sahnelerinde de biraz daha tatmin edici olabilirdi. Öyle ki gerilimin başarıyla verildiği anların yanında zoraki uzatılan ve ne olacağı açıkça bilinen gereksiz sahnelerin olduğu bir filmden söz ediyoruz. Özellikle de filmin başındaki uçak sahnesinin beklentilerimin altında olduğunu söylemeliyim. Senaryo olarak ise izleyiciyi memnun edecek düzeyde. Pek gerekli olmayan diyalogların varlığına karşın olayların ve durumların gelişimi açısından izleyiciyi perdeye kilitlemeyi başaran bir senaryo söz konusu ki bu noktada McQuarrienin etkisini açıkça görebiliyoruz. Sonuç olarak Mission Impossible: Rogue Nation izlenebilecek keyifli bir aksiyon. İzleyiciyi sıkmayan ve abartılı dövüş sahnesi içermeyen film son dönemdeki yapımlardan daha farklı bir yerde duruyor.
Ethan Hunt parçası olduğu IMFnin CIAin isteği üzerine kapatılmasıyla kendini bir boşlukta bulur. Sendikaya karşı verdiği mücadeleyi artık tek başına yürütmek zorunda kalan Ethan, diğer yandan da Amerikan hükumeti tarafından aranan bir kaçak olarak saklanmaya mecburdur. Aylarca süren koşturmacanın ardından sonunda aradığını bulmayı başaran Ethan Sendikayı köşeye sıkıştıracak hamleyi bulur; ancak planlarının gerçekleşebilmesi için ekip arkadaşlarının yardımına ihtiyacı olacaktır.
Aksiyon türündeki yapım son dönemdeki birçok rakibine kıyasla zayıf kalıyor olabilir. Hem aksiyonun yoğunluğu hem de niteliği bakımından daha başarılı filmler olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Ancak McQuarrienin yönetmenlik koltuğuna oturması ve eline kalemi almasıyla film daha gizemli bir hava kazanmış. Öyle ki her ne kadar aksiyon sahnelerindeki gelişmeler tahmin edilebilse de bir sonraki hamlenin ne olacağına ilişkin fikir yürütmek biraz daha zor görünüyor. Açıkçası filmde McQuarrienin The Usual Suspects ve The Touristini andıran şaşırtmacaların olduğunu söyleyebiliriz. Ancak serinin bir geçmişi olduğu ve de bir doğası olduğundan dolayı McQuarrie bu noktada istediği hamleleri yeterince yapamamış ve kendi tarzından az da olsa taviz vererek seriye bir McQuarrie yorumu getirmekle yetinmiş. Fakat bunu da beklentilerin üstünde bir düzeyde başardığı belirtmek gerekli.
Tom Cruiseun performansı dürüst olmak gerekirse biraz monoton kaçıyor. Her koşulda bir havası olan, her şeyi yapabilen mükemmel ajan olmasından ve bir robotu andıran hareketlerinden sıkılıyor insan. Ancak birçok projede çalıştığı McQuarrienin bu durumu değiştirmek için yönetmenlik koltuğunda olmasa bile senaryoda çabaladığını söylemek mümkün. Zira bazı sahnelerde Ethan Hunt karakteri sempatik gelebiliyor.
Filmdeki bir diğer önemli oyuncu Rebecca Fergusonın hem performansı hem de karakteri filmin izlenebilirliğini açıkça arttırıyor. Zeki, başarılı ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadın olarak Ilsa film içindeki önemiyle de seyirci için ayrı bir yerde duruyor. Çok taraflı bir ajan olarak ne yapacağının pek de kolay kestirilmemesiyle filmin akışını değiştiren önemli bir karakter olarak öne çıkıyor.
Jeremy Rennerı her ne kadar Brandt rolüne yakıştıramasam da vasatın üstündeki performansıyla filme elinden geldiğince katkı yapmaya çalışıyor. Yine de onu The Town filmine benzer bir rolde görmeyi daha çok isterim. Simon Pegg, bir yardımcı oyuncu olarak temponun düştüğü anlardaki hamleleriyle filmin akışında olumlu bir etki yaratıyor, hatta kimi sahnelerde bütün yükü üstüne alıyor. Sean Harris ise Lane karakterindeki soğukkanlılığı ve tiplemesiyle başından sonuna dek insanı kendine hayran bırakan bir performans sergiliyor.
Film görsel olarak biraz daha etkileyici, aksiyon sahnelerinde de biraz daha tatmin edici olabilirdi. Öyle ki gerilimin başarıyla verildiği anların yanında zoraki uzatılan ve ne olacağı açıkça bilinen gereksiz sahnelerin olduğu bir filmden söz ediyoruz. Özellikle de filmin başındaki uçak sahnesinin beklentilerimin altında olduğunu söylemeliyim. Senaryo olarak ise izleyiciyi memnun edecek düzeyde. Pek gerekli olmayan diyalogların varlığına karşın olayların ve durumların gelişimi açısından izleyiciyi perdeye kilitlemeyi başaran bir senaryo söz konusu ki bu noktada McQuarrienin etkisini açıkça görebiliyoruz. Sonuç olarak Mission Impossible: Rogue Nation izlenebilecek keyifli bir aksiyon. İzleyiciyi sıkmayan ve abartılı dövüş sahnesi içermeyen film son dönemdeki yapımlardan daha farklı bir yerde duruyor.