İmgesel ve Simgesel Gerçek

İnci

1907
Prenses
İmgesel, Simgesel ve Gerçek



Çünkü üç düzenin açıklanmasıyla ilgili zorluklar, en azından kısmen, birbirlerinden ayrılamaz oluşlarından kaynaklanır. Nitekim, Lacancı epistemolojiye göre, bilinç edimleri, olgun öznenin deneyimleri, İmgesel, Simgesel ve Gerçek arasında yapısal bir eşgüdümü zorunlu olarak gerektirir. “Gerçeğin deneyimi, iki bağıntılı işlevin, imgesel işlevin ve simgesel işlevin eşzamanlı kullanımını ön gerektirir.” Gerçek hiçbir zaman dolayımsız bir biçimde yaşantılanamadığı, bu ancak diğer ikisinin dolayımıyla olabildiği için- üçü arasında en sorunlu nosyon olsa da bu sunuşun amaçları açısından paranteze alınması en kolay olanıdır. Bu kavramın işlevine -tam olarak ne düzen ne de kayıt düzeyi- sonuç bölümünde geri döneceğiz; burada, Gerçeğin, bu durumda kendi aralarında da bir orantısızlık keşfetmeyi bekleyebileceğimiz diğer iki işleve göre derin bir heterojenlik gösterdiğini vurgulamak yeterlidir.



Ne var ki, Simgeselden bağımsız olarak İmgeselden söz etmek, her biriyle görece saf bir deneyimimiz olabileceği yanılsamasını sürdürmektir. Örneğin, eğer Simgeseli aceleyle dil boyutu ve genel olarak konuşma işlevi ile özdeşleştirirsek, bu durumda Simgeseli önceden varsaymadan herhangi bir İmgesel deneyimini hemen hiç iletemeyiz. Bu arada İmgesel benim eşsiz bireyselliğimin Dasein [ “varlık”, “beden”-ç.n.) ve corps propre [ “öz beden”-ç.n.] olarak yerleştirilmesinin yeri olarak anlaşıldığı ölçüde, bireysel öznelerle hiçbir ilişki barındırmayan, saf sözdizimsel bir ağ olarak Simgesel Düzene ilişkin bir nosyon oluşturmak giderek daha fazla güçleşecektir.



Oysa gerçeklikte, yöntembilimsel tehlike bunun öbür yüzüdür, yani iki düzene ya da işleve dair nosyonu bir ikili karşıtlığa dönüştürme ve her birini ilişkisel olarak ötekinin terimleriyle tanımlama eğilimi -Gerçeğin kendisini askıya alarak ve değerlendirmenin dışında bırakarak işe başlayınca, kendini bu eğilimin içinde buluvermek daha da kolaydır. Ne var ki bu ikili karşıtlık yoluyla tanımlama sürecinin kendisinin, derin bir biçimde imgeselin karakteristiği olduğunu öğreneceğiz, öyle ki açıklamamızın bundan etkilenmesine izin vermek, sunuşumuzu şimdiden kendisine ait iki araştırma nesnesinden birinin terimlerine göre eğip bükmek anlamına gelir.



Neyse ki psikanalizin genetik kaygıları bu ikileme bir çözüm sağlıyor: Çünkü Freud, psişik bozuklukların tanısıyla ilgili görüşünü yalnızca onların kendi etiyolojileri üzerinde değil, bir bütün olarak psişenin kendisinin oluşum sürecine ilişkin daha geniş bir görüş ve çocuğun gelişme evrelerine ilişkin bir anlayış üzerine temellendirmiştir. Ve Lacan’ın, Freudcu psişe tarihini yeni ve beklenmedik bir biçimde yeniden yazarak, bu konuda Freud’u izlediğini kısaca göreceğiz. Ama bu, olgun psişik yaşamda bir birinden ayrılamaz bile olsalar, her biri ortaya çıktığı anda, imgeseli Simgeselden ayırt edebilmek gerektiği anlamına gelir;ek olarak, birbirleriyle olgun ilişkilerinin -koptuğu, kayıt düzeyi düzeylerinden birinin ya da diğerinin lehine ciddi bir dengesizliği temsil eden anları inceleyerek, psişenin ekonomisinde her birinin rolüne ilişkin daha güvenilir bir değerlendirme oluşturabilmeliyiz.



Bu dengesizlik daha çok, Simgeselin İmgesel bir düzeye gerilemesi biçimini alır gibi görünür: “Nörotiğin sorunu, karmaşasının yapısının merkezi noktalarını oluşturan gösterenlerin simgesel göndergesinin kaybına dayanır. Dolayısıyla nörotik, semptomunun gösterilenini bastırabilir. Simgenin gönderge değerinin bu kaybı’, benlik ile idea arasında herhangi bir dolayımın yokluğunda, simgenin imgeselin düzeyine gerilemesine yol açar.” Öte yandan, Lacan’a göre dil öğrenciliğinin psişe için ne denli bir yabancılaşma olduğu anlaşıldığında, Imgesel aleyhine Simgeselin bir aşırı şişmesinin de daha az patolojik olmayan bir biçimde söz
konusu olabileceği açıklığa kavuşacaktır. Bilimin ve onun yabancılaşmış “bildiği varsayılan özne”sinin [ Fransızca,“sujet supposd savoir”-ç.n.] eleştirisine daha önce yapılan vurgu, aslında Simgesel işlevin bu aşırı gelişmesi üzerinde temellendirilmiştir: “Simge, içinde insanın doğrusunun yabancılaştığı imgesel bir figürdür. Simgenin zihinsel gelişimi onu bu yabancılaşmadan kurtaramaz. Öznenin simge içinde gizlediği anlamı ve arzuyu, yalnızca tek tek ele alınan imgesel öğelerinin analizi açığa çıkarabilir.”



Bununla birlikte, iki kayıt düzeyinin genetik bir açıklamasına girişmeden önce bile, terimlerin bizzat kendilerinin bir ilk zorluk çıkardıkları gözleminde bulunmalıyız; bu zorluk, her birinin kendi ön tarihinden başka bir şey değildir: Böylece, İmgesel kuşkusuz imgenin -ve imagonun- deneyiminden türer ve bizim onun mekânsal ve görsel yan anlamlarını akılda tutmamız beklenir. Ama Lacan’ın deyimiyle, görece dar ve teknik bir anlamı vardır ve herhangi bir dolayımsız yoldan imgelemin felsefi estetikteki geleneksel kavranışını içine alacak biçimde genişletilmemelidir (araştırma malzemesi kuşkusuz terimin Lacan tarafından kastedilen anlamıyla İmgesel olmakla birlikte, Sartrecı “imgesel” [ Fransızca, “ima doktrini kapsayacak biçimde de genişletilmemelidir) düzeylerinden birinin ya da diğerinin lehine ciddi bir dengesizliği temsil eden anları inceleyerek, psişenin ekonomisinde her birinin rolüne ilişkin daha güvenilir bir değerlendirme oluşturabilmeliyiz. Bu dengesizlik daha çok, Simgeselin İmgesel bir düzeye gerilemesi biçimini alır gibi görünür: “Nörotiğin sorunu, karmaşasının yapısının merkezi noktalarını oluşturan gösterenlerin simgesel göndergesinin kaybına dayanır. Dolayısıyla nörotik, semptomunun gösterilenini bastırabilir. Simgenin gönderge değerinin bu kaybı, benlik ile idea arasında herhangi bir dolayımın yokluğunda, simgenin imgeselin düzeyine gerilemesine yol açar.” Öte yandan, Lacan’a göre dil öğrenciliğinin psişe için ne denli bir yabancılaşma olduğu anlaşıldığında, İmgesel aleyhine Simgeselin bir aşırı şişmesinin de daha az patolojik olmayan bir biçimde söz konusu olabileceği açıklığa kavuşacaktır. Bilimin ve onun yabancılaşmış “bildiği varsayılan özne”sinin [ Fransızca, “sujet suppos savoir”-ç.n.] eleştirisine daha önce yapılan vurgu, aslında Simgesel işlevin bu aşırı gelişmesi üzerinde temellendirilmiştir: “Simge, içinde insanın do yabancılaştığı imgesel bir figürdür. Simgenin zihinsel gelişimi onu bu yabancılaşmadan kurtaramaz. Öznenin simge içinde gizlediği anlamı ve arzuyu, yalnızca tek tek ele alınan imgesel öğelerinin analizi açığa çıkarabilir.” (A. Vergote’dan aktaran, Rifflet-Lemaire, s.138.)
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst