İmgelem ve Sonsuzluk

ashli

Bayan Üye
Victor Hugo, sefiller adlı yapıtında, kendi yapıtı için söyle diyordu, “Bu kitap baş kişisi sonsuzluk olan bir dramdır. İnsan yalnızca ikincildir”. Hugo sefillerde kahramanlarını hep uçlarda ve bir duygunun dünyada cisimleşmesi biçiminde kurgulamıştır. Bununla yapmak istediği belki de düşünen ve kendi varlığını sorgulayan kişinin yaptığını yazınsal bir biçemle ortaya koymaktır.

Hugo yazarken çağını aştığının bilinciyle yazar, ona bu güveni veren tam da kitabına biçtiği bu yöndür. Çünkü benim ne olduğum ve dünyadaki varlığımın anlamının ne olduğu soruları, içinde yaşadığı dünyayı görgüleyen ve ona sunulan her görüyü bir imgeler yığını olarak biriktiren insan için yaşamsaldır. Akıp giden bu imgelerin gerçekliğini oturtmak için edebiyat, bu imgeleri tekrar biçimlendirerek, yaşamı anlaşılır kılan ve bu yaşamsal soruların yanıtı olma savını içinde örtük olarak barındıran, metne aktarır. Bu sav hiç kuşkusuz çürütülebilirdir ama bu noktada önemli olan onun doğruluk değerinden çok, inanırlığıdır.

Metne sinmiş olan hakikat budur veya en azından burada içerilir savı, metinde dünyanın bir bütün olarak sunulma isteğiyle örtüşür. Çünkü belleğimizde yer edinmiş imgelere anlamlı bir birliktelik sunarak, onlara, şimdi burada olmayanın ve vurgulayarak söylersek, acımasızca asla olmayacağın yerini tutma görevi yüklenecektir. Zamanında yaşanılan her deneyim ve duygu bir imgeye dönüşerek beleğimizde, belki de unutulmak üzere birikir. Hugo’nun sonsuzluktan anladığı, kişinin kendisi olan bu imgelerin, kendilerini eş ve parçalanmamış bir anda sonsuz kılmasıdır. Bu anın bize sunduğu her şeye tutunmak isterken, hep geride kalırız. Geride kaldığının bilinciyle yazan yazar, ancak bir ilişki içerisinde anlaşılır olanı, metinde bir söyleşim biçiminde yansıtır. Bir zamanlar olmuş olan ve gelecekte olması umulan her şeyle girişilen bu söyleşi, sonsuzluğu arzulamaktan başka bir şey değildir.

Dilin sınırları içerisinde, anlamlı bir tümce kurmak istemek, o tümcenin gönderimlerini hep bir imgeyle ilişkisi içerisinde belirlemektir. Bunun için tümcede açıklanmaya çalışılan konunun gönderimlerini, yaşamın bize sağladığı deneyimlerde ve bu deneyimlerin bizim anlığımızda oluşturduğu imgelerde ararız. Burada anlam, yaşamın imgelem hazinesinde bir taç gibidir. Onu biz ayrıcalıklı kılar ve diğer tüm imgelerden ayırırız. İmgeyi ayrıcalıklı kılma işlemi onu dillendirmek ve dilin sınırları içerisine sokmaktır. Peki dillendirilmeyen şeylerin varlığından söz edebilir miyiz? Eğer yanıt evetse adına gerçek dediğimiz her şey, Nietzsche’nin de belirttiği gibi dil içersinde bir eğretilemeden başka nedir ki. Hep başka bir şeye kayan, öteye taşınan anlam; kendi evrenimizde sürekli yeniden oluşan, bazen kabaran bazen de sinen yüreğimizin, imgeleriyle yaptığı eğretilemelerdir.

Öyleyse sonsuzluk, dilin bize sağladığı olanaklarla, kendi bitimli varlığımızı dil yoluyla metne aktarmakla olasıdır. Bu öyle bir olasılıktır ki insanın tüm edimlerinde bulunur ve her edimi belirler. Örneğin yaşlı bir insanın kendi geçmişini anımsayışı veya seven bir insanın sevgilisini düşünmesi, böylesi bir sonsuzluk karşısında duyulan bir esriklik anıdır. Ve bu an da, bir imge olarak anlaşılan, kendi içine dönük olarak dillendirilir. Hugo sefillerde, bunu yeni bir geleceğin umuduyla kurulan barikatlarda veya Paris’in köhne arka sokaklarında, insana, huşuyla izlenen bir imgenin sonsuzluğunu giydirerek yapar. Sevgili veya forsa, devrimciler veya sefiller her durumda, sonsuzluğun bir görünümü olmayı sürdürürler.

Yaşamımızı her an kemiren sıradanlık ve boşunalık, hiçbir sorunun tam anlamıyla yanıtlanamamasıyla birleşir ve bizi kim olduğumuz ve neden yaşadığımız soruları karşısında çaresiz bırakır. Bu çaresizliği duyumsayan kişi, onu alt etmek için, şu an burada olmanın ötesinde tanımlamaya çalıştığı sonsuzluk düşüncesini tasarımlar. Bunun için elindeki en temel öğeler, yaşarken edindiğimiz imgelerdir. Düşünürken zihnimiz imgeleri çağırır ve onları kavramsallaştırarak aktarılabilir duruma getirir. Her şeyin sonunun olduğu bir dünyada, sonsuz olma savında ki düşünceler kurgulamak, insanın en zayıf ama o oranda en insani yönüdür.

Bu nedenle bizi gündelik yaşamın dar kalıplarından çıkarması için bir imgelem dünyasına ve imgeleri sözcüklerle en doğru biçimde ifade edebilmek için de bir dile gereksinim duyarız. Yoksa yaşam., Joyce’un Ulysses de söylediği gibi uyandığımızda uyanacağımız başka bir karabasan olur. Hugo bu karabasanı sezmiş ve onu sonsuzluk düşüncesiyle yok etmeye çalışmıştır. Çünkü kişi silinen bir çocukluk ansından fazlası değildir. Onu, silinen bir anının üstüne çıkarmak için, cılız ve çarpık bedeniyle kendisinden daha ağır olan kovaları küçük elleriyle taşıyan Cosette’nin kişiliğinde sonsuz kılar.

Bu görsel olarak anlaşılabilir ama daha zoru içsel bir deneyimin betimlenmesi ve sonsuz kılınmasıdır. Her an iki ayrı duygunun etkisinde kalan ama hep vicdanın sesini dinleyen forsanın kişiliğinde, toplum içinde düşmüş bir insanın yüreğinin yüceliğiyle, insanı diğer bir boyutuyla evrensel bir konuma yaklaştırır. Her iki durumda da insanın olan çaresizliği, insana olan inançla yener. Sonsuzluk bile paylaşılarak varolur. Bu noktadan başa dönerek söylesek; Özünde düşlemek ve düşünmek, kuru ve boş bir dünyanın içinde bir yalnız kişi olmak istememektir ve de olgusal olmaktan ayrı olarak sonsuzluk imgelem dünyamıza aittir ve ancak dilin yardımıyla anlaşılabilinir.

Eren Rizvanoğlu
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst