meridyen2
Kayıtlı Üye
İmam Rabbani'nin Hayatından Günümüze Kalan Hikmetler
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah her yüzyıl başında bu ümmete, dinini tecdid eden (ondan olmayanları atarak arıtan, ilk berraklığı ile ortaya çıkaran) bir kimse gönderecektir." (Ebu Davud, Mişkat: 1/82)
İmam-ı Rabbani, Peygamber Efendimiz'in yukardaki hadisinde dikkat çektiği gibi hak dini bidatlardan (dine sonradan girmiş adetlerden) arındırma gayesini taşıyan ve her türlü maddi manevi zorluk karşısında taviz vermeden faaliyetlerini sürdürmüş olan mübarek bir İslam alimidir.
İkinci bin yılın "müceddidi" olarak kabul edilen büyük İslam alimi İmam-ı Rabbani, yalnız yaşadığı asrın inkarcı akımlarıyla mücadele etmekle kalmamış; aynı zamanda fikirleriyle kendinden sonraki nesillere de ışık tutmuştur. Şüphesiz onun zulüm ve inkarla olan mücadelesinin en önemli kısmını, mektuplar halinde dağıttığı ve her biri başlı başına önemli birer eser olan yazıları oluşturmaktadır.
Bu mübarek insanın günümüze miras kalan hikmetli açıklamalarından bir tanesi, ebedi saadet için gerekli olan üç temel özellik hakkındadır. İmam Rabbani Hazretleri'nin deyimiyle insanların ebedi saadeti için gerekli olan bu üç şey ilim, amel ve ihlastır. Ancak İmam-ı Rabbani ihlası "ilim ve amelin ruhu" şeklinde tanımlayarak ihlasın önemini hususiyetle vurgulamıştır.
Cenab-ı Allah'ın her yeri sarıp kuşattığının, kalplerde saklı olan ve açığa vurulan herşeyi bildiğinin ve O'nun Katında geçerli olanın salih niyet olduğunun bilincinde olan müminler, kendilerine ihlas sahibi peygamberleri ve din büyüklerini örnek alırlar. İmam-ı Rabbani de eserlerinin yanı sıra, hayatı boyunca gösterdiği irade, kararlılık, samimiyet gibi pek çok üstün vasıflarıyla ihlasın tebliğini yapmıştır. Onun bu değerli sözleri tüm Müslümanlar için yol gösterici nitelikte olup Allah'ın bir lütfu olan bu hikmetli sözlerinin üzerinde dikkatle düşünmek gerekir. (İmam-ı Rabbani ve İslam Tasavvufu, Hayreddin Karaman sf. 161-162)
İmam-ı Rabbani'nin gerçek ihlasın nasıl olması gerektiği hakkındaki kıymetli fikirlerinden bir bölümü ise şöyledir:
"Gerçi çok amel (iş) ve külfette (zorlukta), bazı müminlerin bir takım işlerinde ihlas meydana gelebilir. Fakat bizim burada bahis konusu ettiğimiz ihlas tekellüfsüz (zoraki) olarak bütün iş, söz, hareket ve sükunlarda (hareketsiz hallerde) meydana gelebilecek olan ihlastır. Bu ihlas iç ve dış mabudların (tapılan, ibadet edilen) yok edilmesine bağlıdır. Bu ise fena (yokluk), baka (sonsuz) ve has velayete (veli olma) kavuşmaya bağlıdır. Tekellüfle (zoraki) elde edilen ihlasta devam olmaz. Yakin (tam ve kesin iman) mertebesinde (derecesinde) has olan devamlı ihlasta, tekellüfün (zoraki hareketlerin) olmaması gereklidir."
İmam-ı Rabbani'nin bu sözünde de dikkat çektiği gibi gerçek ihlasın kaynağı, katıksız ve kesin bilgiyle imandır. Yapılan ibadetler, ameller her ne kadar çok gözükseler de, tüm yapılanların Allah Katında kabul edilmelerini sağlayan bunların ihlasla, samimi niyetle yapılmalarıdır. Aynı amel farklı niyetlerle -nefsini tatmin yahut Allah rızası için- yapıldığında Allah Katındaki karşılığı farklı olacaktır. Nitekim Cenab-ı Allah, nefsini ilah edinenlere cehennem azabını hatırlatırken, muhlis olan (ihlas sahibi) kullarına da cenneti vaat etmiştir:
"Şüphesiz, siz, acı azabı tadıcılarsınız. Yaptıklarınızdan başkasıyla cezalandırılmayacaksınız. Ancak muhlis olan kullar başka. İşte onlar; onlar için bilinen bir rızık vardır. Çeşitli-meyveler. Onlar ikram görenlerdir. Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde." (Saffat Suresi, 38-43)
Bu sebeple kişinin gerek yaptığı ibadetlerinde gerekse yaşamı içinde gerçekleştirdiği diğer amellerinde katıksızca Allah'a dönüp yönelmesi; tüm yaptıklarını sadece ve sadece Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek yapması büyük önem taşımaktadır. Kısacası kişinin Allah Katındaki yerini belirleyecek olan esasen amellerinde taşıdığı ihlası olacaktır. İmam-ı Rabbani de bir başka sözünde ihlas sahiplerinin nefsine uyanlardan nasıl derin bir farkla ayrıldığını şöyle dile getirmiştir:
"Allah'ın velileri (sevgili kulları) her yaptıklarını, nefislerinin arzu ve tatmini için değil, Allah rızası için yaparlar. Çünkü onların nefisleri Hakka kurban olmuştur.
Onların ihlas elde etmek için niyyetlerini kontrol ve tashihe de ihtiyaçları olmaz. Çünkü Allah'ta fena ve baka sayesinde niyyetleri tam sıhhate kavuşmuştur.
Mesela bir insan nefsinin esiri olursa bütün yaptıklarını, niyyet etsin etmesin nefsini tatmin için yapar. Ne zaman nefsiyle ilgisi kesilir, onun köleliğinden kurtulur, onun yerine Hak ile has ilgi kurarsa, artık bütün yaptıklarını, niyyet etsin etmesin, Allah için yapar."
(makale harun yahya)
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah her yüzyıl başında bu ümmete, dinini tecdid eden (ondan olmayanları atarak arıtan, ilk berraklığı ile ortaya çıkaran) bir kimse gönderecektir." (Ebu Davud, Mişkat: 1/82)
İmam-ı Rabbani, Peygamber Efendimiz'in yukardaki hadisinde dikkat çektiği gibi hak dini bidatlardan (dine sonradan girmiş adetlerden) arındırma gayesini taşıyan ve her türlü maddi manevi zorluk karşısında taviz vermeden faaliyetlerini sürdürmüş olan mübarek bir İslam alimidir.
İkinci bin yılın "müceddidi" olarak kabul edilen büyük İslam alimi İmam-ı Rabbani, yalnız yaşadığı asrın inkarcı akımlarıyla mücadele etmekle kalmamış; aynı zamanda fikirleriyle kendinden sonraki nesillere de ışık tutmuştur. Şüphesiz onun zulüm ve inkarla olan mücadelesinin en önemli kısmını, mektuplar halinde dağıttığı ve her biri başlı başına önemli birer eser olan yazıları oluşturmaktadır.
Bu mübarek insanın günümüze miras kalan hikmetli açıklamalarından bir tanesi, ebedi saadet için gerekli olan üç temel özellik hakkındadır. İmam Rabbani Hazretleri'nin deyimiyle insanların ebedi saadeti için gerekli olan bu üç şey ilim, amel ve ihlastır. Ancak İmam-ı Rabbani ihlası "ilim ve amelin ruhu" şeklinde tanımlayarak ihlasın önemini hususiyetle vurgulamıştır.
Cenab-ı Allah'ın her yeri sarıp kuşattığının, kalplerde saklı olan ve açığa vurulan herşeyi bildiğinin ve O'nun Katında geçerli olanın salih niyet olduğunun bilincinde olan müminler, kendilerine ihlas sahibi peygamberleri ve din büyüklerini örnek alırlar. İmam-ı Rabbani de eserlerinin yanı sıra, hayatı boyunca gösterdiği irade, kararlılık, samimiyet gibi pek çok üstün vasıflarıyla ihlasın tebliğini yapmıştır. Onun bu değerli sözleri tüm Müslümanlar için yol gösterici nitelikte olup Allah'ın bir lütfu olan bu hikmetli sözlerinin üzerinde dikkatle düşünmek gerekir. (İmam-ı Rabbani ve İslam Tasavvufu, Hayreddin Karaman sf. 161-162)
İmam-ı Rabbani'nin gerçek ihlasın nasıl olması gerektiği hakkındaki kıymetli fikirlerinden bir bölümü ise şöyledir:
"Gerçi çok amel (iş) ve külfette (zorlukta), bazı müminlerin bir takım işlerinde ihlas meydana gelebilir. Fakat bizim burada bahis konusu ettiğimiz ihlas tekellüfsüz (zoraki) olarak bütün iş, söz, hareket ve sükunlarda (hareketsiz hallerde) meydana gelebilecek olan ihlastır. Bu ihlas iç ve dış mabudların (tapılan, ibadet edilen) yok edilmesine bağlıdır. Bu ise fena (yokluk), baka (sonsuz) ve has velayete (veli olma) kavuşmaya bağlıdır. Tekellüfle (zoraki) elde edilen ihlasta devam olmaz. Yakin (tam ve kesin iman) mertebesinde (derecesinde) has olan devamlı ihlasta, tekellüfün (zoraki hareketlerin) olmaması gereklidir."
İmam-ı Rabbani'nin bu sözünde de dikkat çektiği gibi gerçek ihlasın kaynağı, katıksız ve kesin bilgiyle imandır. Yapılan ibadetler, ameller her ne kadar çok gözükseler de, tüm yapılanların Allah Katında kabul edilmelerini sağlayan bunların ihlasla, samimi niyetle yapılmalarıdır. Aynı amel farklı niyetlerle -nefsini tatmin yahut Allah rızası için- yapıldığında Allah Katındaki karşılığı farklı olacaktır. Nitekim Cenab-ı Allah, nefsini ilah edinenlere cehennem azabını hatırlatırken, muhlis olan (ihlas sahibi) kullarına da cenneti vaat etmiştir:
"Şüphesiz, siz, acı azabı tadıcılarsınız. Yaptıklarınızdan başkasıyla cezalandırılmayacaksınız. Ancak muhlis olan kullar başka. İşte onlar; onlar için bilinen bir rızık vardır. Çeşitli-meyveler. Onlar ikram görenlerdir. Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde." (Saffat Suresi, 38-43)
Bu sebeple kişinin gerek yaptığı ibadetlerinde gerekse yaşamı içinde gerçekleştirdiği diğer amellerinde katıksızca Allah'a dönüp yönelmesi; tüm yaptıklarını sadece ve sadece Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek yapması büyük önem taşımaktadır. Kısacası kişinin Allah Katındaki yerini belirleyecek olan esasen amellerinde taşıdığı ihlası olacaktır. İmam-ı Rabbani de bir başka sözünde ihlas sahiplerinin nefsine uyanlardan nasıl derin bir farkla ayrıldığını şöyle dile getirmiştir:
"Allah'ın velileri (sevgili kulları) her yaptıklarını, nefislerinin arzu ve tatmini için değil, Allah rızası için yaparlar. Çünkü onların nefisleri Hakka kurban olmuştur.
Onların ihlas elde etmek için niyyetlerini kontrol ve tashihe de ihtiyaçları olmaz. Çünkü Allah'ta fena ve baka sayesinde niyyetleri tam sıhhate kavuşmuştur.
Mesela bir insan nefsinin esiri olursa bütün yaptıklarını, niyyet etsin etmesin nefsini tatmin için yapar. Ne zaman nefsiyle ilgisi kesilir, onun köleliğinden kurtulur, onun yerine Hak ile has ilgi kurarsa, artık bütün yaptıklarını, niyyet etsin etmesin, Allah için yapar."
(makale harun yahya)