Aşağıda, Hz. Ali üzerinde yapmakta olduğumuz çalışmadan bir bölüm olan, onun bilimsel kişiliği ve kuramcılığı üzerine kısa bir bakış bulacaksınız. Yabancı Kaynaklardan Alıntı.
Abu Nasr Abdullah Sarraj "Kitab al-Luma fi't-Tasawwuf" (yayımlayan: Nicholson, London, 1914, s. 129) kitabında;
Junaid Baghdadi'ye (ö. 910) batıni alanda Hz. Ali'nin bilgisi sorulduğu zaman, Savaşlarda daha az görevli olsaydı, Hz. Ali'nin bizim batıni şeyler üzerinde bildiklerimize çok daha büyük katkısı olabilirdi, çünkü o, kendisine ilm al-ladunni (doğrudan Tanrıdan gelen ruhsal bilgi, gizli ilim) bağışlanmış biriydi diye yazmaktadır.
Gökyüzünde gördüğünüz yıldızlar, onların hepsi bizim dünyamızın şehirleri gibi şehirleri vardır. Her kent dikey doğrultuda bir ışık ışınıyla(huzmesiyle) bağlıdır ve bu dik çizginin uzunluğu, gökyüzündeki iki yüz elli yıllık bir yolculuğun uzaklığına eşittir."
Fransız bilim adamı Monsieur Xion bu sözlerden öylesine etkilenmişti ki, şunları ifade etmek zorunda kaldı:
Bin yıl önce herhangi bir araca ve gerece başvurmaksızın böyle bir bilgiyi veren bir kişi, sadece bir insan gözü ya da zihnine sahibi olamaz, fakat o Tanrısal bilgiye sahip olmuş olmalı; böyle bir dinsel rehber ve öndere sahip İslam gerçekten göksel bir din olmalıdır. Ki bu din, onun kurucusuna ardıl olan kişinin, insanüstü akıl ve bilgiye sahip olduğu gerçeğiyle kanıtlanmış (olarak) duruyor.
Bir kere bir kişi Hz. Ali'ye sordu:
Yer ile güneş arasındaki uzaklık ne kadardır? Hz. Ali yanıtladı:
Bir atın gece gündüz ara vermeden yeryüzünden güneşe doğru koştuğunu farzet; onun güneşe ulaşması için tam 500 yıl geçerdi.
Bunun hesabı yapılırken, bir Arap atının saatte normal olarak 22 mil hızla koştuğu bilinmiş olmalıydı. Böylece at 500 yıl içinde, güneş ile dünya arasındaki uzaklığı belirten 95,040,000 mil yol alacaktı.
Anımsanmalıdır ki, güneş ile dünya arasındaki aynı uzaklık Rönesans döneminde Avrupa'da genel olarak kabul gördü.
Batılı bilim adamları, başka bir düşünce çerçevesinde 18.yüzyılda aynı uzaklığı ortaya çıkarmışlardı. Dünyadan saatte 10 000 mil hızla uçan bir jet uçağı 11 yılda güneşe ulaşabilir. Bu yöntem dahi uzaklığın 95,040,000 mil olduğunu göstermektedir (bkz. The Book of Knowledge edt. E.V. McLoughlin, New York, 1910).
Çağdaş bilim gösteriyor ki, yeryüzünün güneşe en yakın olduğu Ocak başlarında yerden uzaklık 91,400,000 mil ve en uzak olduğu Temmuz ayında bu uzaklık 95,040,000 mil olmaktadır. Öyleyse o kişi, yukarıdaki soruyu Hz. Ali'ye, büyük olasılıkla Temmuz ayında sormuş olmalıydı.
Philip K. Hitti History of the Arabs (London, 1949, s. 183) kitabında diyor ki:
Savaşırken yiğit, danışırken zeki, konuşurken akıcı ve anlaşılır, dostlarına karşı dürüst, düşmanlarına alicenap olan Ali; hem İslam yiğitliğinin (şövalyeliğinin) tek örneği hem de adının çevresinde şiirler, atasözleri, kısa dinsel özlü sözler ve sayısız erdem ve yiğitlik öyküleri (anecdots)) anlatılan Arap geleneğinin Süleymanı oldu.
William Muir, Hz. Ali'nin hayranlarından biriydi ve The Caliphate, its Rise, and Fall (London, 1924, s. 288) yapıtında şunları yazıyor:
Ali'nin karakterinde övülecek ve saygı duyulacak pek çok şey vardır. Ayaklarına kapanmış (teslim) olan Basra kentine, cömertçe bir sabırla çok kibar ve hayırsever davrandı. Sürekli entrikalar ve acımasız isyanlarla onun sabrını taşırmış olan fanatiklere karşı öcalma duygusu göstermedi.
R.A. Nicholson, A Literary History of the Arabs, Cambridge, 1953, s. 191:
O cesur bir savaşçı, akıllı bir danışman, dürüst bir dost ve alicenap bir düşman idi. Şiirde ve düzgün konuşmada en ilerideydi; dizeleri ve sözleri -onlardan ancak bazılarının aslına uygun olduğu düşünülmesine rağmen-, Doğu Muhammedileri arasında çok meşhurdur.
Charles Mills, A History of Muhammadanism, London, 1817, s. 84:
Haşimi ailesinin başı Peygamberin damadı ve kuzeni olarak Ali'nin, Muhammed'in ölümü üzerine hemen halifeliğe geçirilmemiş olması açıkça inanılmaz ve takdir edilemez bir durumdur. Onun doğuşu dahil evliliğinin avantajına, Muhammed'in yakın dostluğu, en önde gelen sahabiliği de eklenmişti. Abu Talib oğlu Ali İslamı ilk kabul edenlerin başında geliyordu ve Muhammed'in, kendisine Musa'nın Harun'u kadar yakın olduğunu söyleyecek kadar da gözdesiydi. Onu, bir hatip olarak başarısı ve bir savaşçı olarak yiğitliği bir millete sunmuştu. Alinin içindeki kararlı cesareti erdem, belagatı (güzel konuşması) ise akıldı, bilgiydi.
Dr. Andrew Crichton, History of Arabia and its People, London, 1852, s. 307:
Bu prens (Hz. Ali), bir ozanın, bir hatip ve bir askerin yeteneklerini birleştirip, üzerinde toplamıştı; zira o kendi ilgi alanlarında en cesur ve en güzel konuşan kişiydi. Ockley tarafından İngilizceye çevrilmiş olan Alinin 169 özdeyiş ya da ahlak kuralları; onun aklından, ilim ve irfanından bir anıt olarak kolleksiyonunda hala ayakta duruyor.
Thomas Carlyle de Heroes and Hero-worship (London, 1850, s. 77) kitabında şöyle yazıyordu:
bu genç Ali'ye gelince, kimse ona sevmek dışında birşey yapamaz.. Onun kendisinin gösterdiği gibi zamanının ve sonraki zamanların, sevgi ve cesaret dolu, yüce ve çok akıllı bir yaratığıydı. Hristiyan şövalyeliğininin gerçek ve incelik içeren sevgi değerlendirmesi ile, ondaki şövalyelik tam bir arslan cesaretiydi ...
Yazar ve Dr. George Cordak
''Alinin çektiği sıkıntılar onun yüceliklerinin bedeliydi. Yüceliklerinden dolayı sıkıntı çeken tarihte sadece Hz Ali değil ama bizi Aliye yaklaştıran ise onun sadece İslam halifesi olması Peygamberin damadı yada Peygamberin amcasının oğlu olması da değil. Ali bu tabusal bilgilerin içerisini sıkıştırıp cisimleştiremez onu insanlara yakınlaştıran yebruz'daki tavrıdır. Onu insanlara yakınlaştıran hile ve gasp yoluyla elinden alınan hilafete karşılık suskun kalmasıdır. Onu insanlara yakınlaştıran İslami toplumsal, düşünsel ruhunu yeniden bıkmadan inşa etmeye çalışmasıdır. Kendi gücüyle ve sözüyle kurduğu yebruz kentindeki Ali'yi anlama ve anlandırma içinde olabilirsek onun gerçekliğini keşfedebiliriz.
Her gece yarısı, yebruz kentinin etrafındaki hurmalıklara kimselere görünmeden adeta kaçarcasına sığınan ve oradaki dipsiz kuyulara eğilerek yüzünün ve yakarışlarının tek bir şahiti olmasını istemeden ağlayan Ali'yi gerçeği var. Neden her gece aralıksız bir insan neden kimselere görünmeden dipsiz kuyulara yakarır, kime isyan eder? Boğazına düğümlenip konuşamamanın, kendini ifade edememenin acısı mı sadece bu gözyaşları?
Ali yalnızdı. Korkunç bir yalnızlık ki hiçbir insanın boğuşamayacağı bir kara dehliz, hiç bir canlının tasarrufuna ulaşamayacağı uzaklık. İslam nefesini canlı elle tutulur bir şekilde ayak bastığı her toprak taneciğin de binlerce örnekle yaşatana revamıydı elinde belle verip kuyu açmaya göndermek. içerlemeden bir gün bile İslam dirliği bozulmasın diyerek çekildiği tarlasında hilafete kötü söz söylemeden yaşayabilmenin ululuğunu taşıyordu o. ama yalnızdı peygamber ve sahabeleriyle beraber inşa ettiği islam, uzak coğrafyalara ulaştıkça yeni yerleri fetih ettikçe yalnızlığı artıyordu. Kimdi Selmanları, Ebu Zerleri Ammarları yönetimden uzaklaştırıp, Muaviyeleri, Mervanları yönetime getirerek İslamın direğini cahile devrinin köklerine sardıran. biliyordu, görüyordu çarpıklığı ruhu yoktu İslamın. gittikçe köklenen, halkın hakkını gasp edenlerin aymazlıklarına şahitti, kendisine gelip Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer gibi yöneteceksen gel hilafetin başında sen ol diyen zengin Abdullah Avfya hak şahit olsun ki Kuranın emrettiğine, sünnettin gösterdiğine evet ama o iki halifenin yönetim anlayışıyla yönetmeye hayır diyerek geri Çeviren. nasıl değişiyordu insanlar, nasıl şimdi akıtıyorlardı peygamber zamanında ona sessiz kalanlar kinlerini, bunlarmıydı İslam ruhunu inşa etmeye çalıştığı mümin dostları, Hz. Ömer söylemedi mi Peygamberin yanındaki Alinin mevkisine hiçbir kimse ulaşamaz, peki nedendi şimdi kendisini İslam hilafetinden uzaklaştırmak, nedendir onun anlayışının her gün biraz daha göz göre göre her yerinden çürümesi. halkın baskıları karşısında ele aldığında hilafeti ilk işi olmadı mı ''İslam adı altında uzak diyarları fetih edip, binlerce insanı Müslüman yaptık, onlarca kadını müslümanlara cariye ettik nidaları savuranlar; bilsinler ki halkın hakkını gasp edip kadınlarının üzerine gecirmiş olsalar dahi söküp alacağım demek. Ali muvaffak olamadı, olamayacağını biliyordu ama bunun için tüm gücüyle İslamın ve kuranın yolunda ilerledi tek bir davranışında, tek bir edasında kuranın dışına adım atmadan yürüdü. ' diyor.
Kaynaklar:
Abu Nasr Abdullah Sarraj, Yayımlayan: Nicholson, Kitab al-Luma fi't-Tasawwuf , London, 1914, s. 129[/korange]Bkz. The Book of Knowledge edt. E.V. McLoughlin, New York, 1910.[/COLOR]
[COLORa]History of Arabia and its People, London, 1852, s. 307
Heroes and Hero-worship, London, 1850, s. 77[/QUOTE]
Abu Nasr Abdullah Sarraj "Kitab al-Luma fi't-Tasawwuf" (yayımlayan: Nicholson, London, 1914, s. 129) kitabında;
Junaid Baghdadi'ye (ö. 910) batıni alanda Hz. Ali'nin bilgisi sorulduğu zaman, Savaşlarda daha az görevli olsaydı, Hz. Ali'nin bizim batıni şeyler üzerinde bildiklerimize çok daha büyük katkısı olabilirdi, çünkü o, kendisine ilm al-ladunni (doğrudan Tanrıdan gelen ruhsal bilgi, gizli ilim) bağışlanmış biriydi diye yazmaktadır.
Gökyüzünde gördüğünüz yıldızlar, onların hepsi bizim dünyamızın şehirleri gibi şehirleri vardır. Her kent dikey doğrultuda bir ışık ışınıyla(huzmesiyle) bağlıdır ve bu dik çizginin uzunluğu, gökyüzündeki iki yüz elli yıllık bir yolculuğun uzaklığına eşittir."
Fransız bilim adamı Monsieur Xion bu sözlerden öylesine etkilenmişti ki, şunları ifade etmek zorunda kaldı:
Bin yıl önce herhangi bir araca ve gerece başvurmaksızın böyle bir bilgiyi veren bir kişi, sadece bir insan gözü ya da zihnine sahibi olamaz, fakat o Tanrısal bilgiye sahip olmuş olmalı; böyle bir dinsel rehber ve öndere sahip İslam gerçekten göksel bir din olmalıdır. Ki bu din, onun kurucusuna ardıl olan kişinin, insanüstü akıl ve bilgiye sahip olduğu gerçeğiyle kanıtlanmış (olarak) duruyor.
Bir kere bir kişi Hz. Ali'ye sordu:
Yer ile güneş arasındaki uzaklık ne kadardır? Hz. Ali yanıtladı:
Bir atın gece gündüz ara vermeden yeryüzünden güneşe doğru koştuğunu farzet; onun güneşe ulaşması için tam 500 yıl geçerdi.
Bunun hesabı yapılırken, bir Arap atının saatte normal olarak 22 mil hızla koştuğu bilinmiş olmalıydı. Böylece at 500 yıl içinde, güneş ile dünya arasındaki uzaklığı belirten 95,040,000 mil yol alacaktı.
Anımsanmalıdır ki, güneş ile dünya arasındaki aynı uzaklık Rönesans döneminde Avrupa'da genel olarak kabul gördü.
Batılı bilim adamları, başka bir düşünce çerçevesinde 18.yüzyılda aynı uzaklığı ortaya çıkarmışlardı. Dünyadan saatte 10 000 mil hızla uçan bir jet uçağı 11 yılda güneşe ulaşabilir. Bu yöntem dahi uzaklığın 95,040,000 mil olduğunu göstermektedir (bkz. The Book of Knowledge edt. E.V. McLoughlin, New York, 1910).
Çağdaş bilim gösteriyor ki, yeryüzünün güneşe en yakın olduğu Ocak başlarında yerden uzaklık 91,400,000 mil ve en uzak olduğu Temmuz ayında bu uzaklık 95,040,000 mil olmaktadır. Öyleyse o kişi, yukarıdaki soruyu Hz. Ali'ye, büyük olasılıkla Temmuz ayında sormuş olmalıydı.
Philip K. Hitti History of the Arabs (London, 1949, s. 183) kitabında diyor ki:
Savaşırken yiğit, danışırken zeki, konuşurken akıcı ve anlaşılır, dostlarına karşı dürüst, düşmanlarına alicenap olan Ali; hem İslam yiğitliğinin (şövalyeliğinin) tek örneği hem de adının çevresinde şiirler, atasözleri, kısa dinsel özlü sözler ve sayısız erdem ve yiğitlik öyküleri (anecdots)) anlatılan Arap geleneğinin Süleymanı oldu.
William Muir, Hz. Ali'nin hayranlarından biriydi ve The Caliphate, its Rise, and Fall (London, 1924, s. 288) yapıtında şunları yazıyor:
Ali'nin karakterinde övülecek ve saygı duyulacak pek çok şey vardır. Ayaklarına kapanmış (teslim) olan Basra kentine, cömertçe bir sabırla çok kibar ve hayırsever davrandı. Sürekli entrikalar ve acımasız isyanlarla onun sabrını taşırmış olan fanatiklere karşı öcalma duygusu göstermedi.
R.A. Nicholson, A Literary History of the Arabs, Cambridge, 1953, s. 191:
O cesur bir savaşçı, akıllı bir danışman, dürüst bir dost ve alicenap bir düşman idi. Şiirde ve düzgün konuşmada en ilerideydi; dizeleri ve sözleri -onlardan ancak bazılarının aslına uygun olduğu düşünülmesine rağmen-, Doğu Muhammedileri arasında çok meşhurdur.
Charles Mills, A History of Muhammadanism, London, 1817, s. 84:
Haşimi ailesinin başı Peygamberin damadı ve kuzeni olarak Ali'nin, Muhammed'in ölümü üzerine hemen halifeliğe geçirilmemiş olması açıkça inanılmaz ve takdir edilemez bir durumdur. Onun doğuşu dahil evliliğinin avantajına, Muhammed'in yakın dostluğu, en önde gelen sahabiliği de eklenmişti. Abu Talib oğlu Ali İslamı ilk kabul edenlerin başında geliyordu ve Muhammed'in, kendisine Musa'nın Harun'u kadar yakın olduğunu söyleyecek kadar da gözdesiydi. Onu, bir hatip olarak başarısı ve bir savaşçı olarak yiğitliği bir millete sunmuştu. Alinin içindeki kararlı cesareti erdem, belagatı (güzel konuşması) ise akıldı, bilgiydi.
Dr. Andrew Crichton, History of Arabia and its People, London, 1852, s. 307:
Bu prens (Hz. Ali), bir ozanın, bir hatip ve bir askerin yeteneklerini birleştirip, üzerinde toplamıştı; zira o kendi ilgi alanlarında en cesur ve en güzel konuşan kişiydi. Ockley tarafından İngilizceye çevrilmiş olan Alinin 169 özdeyiş ya da ahlak kuralları; onun aklından, ilim ve irfanından bir anıt olarak kolleksiyonunda hala ayakta duruyor.
Thomas Carlyle de Heroes and Hero-worship (London, 1850, s. 77) kitabında şöyle yazıyordu:
bu genç Ali'ye gelince, kimse ona sevmek dışında birşey yapamaz.. Onun kendisinin gösterdiği gibi zamanının ve sonraki zamanların, sevgi ve cesaret dolu, yüce ve çok akıllı bir yaratığıydı. Hristiyan şövalyeliğininin gerçek ve incelik içeren sevgi değerlendirmesi ile, ondaki şövalyelik tam bir arslan cesaretiydi ...
Yazar ve Dr. George Cordak
''Alinin çektiği sıkıntılar onun yüceliklerinin bedeliydi. Yüceliklerinden dolayı sıkıntı çeken tarihte sadece Hz Ali değil ama bizi Aliye yaklaştıran ise onun sadece İslam halifesi olması Peygamberin damadı yada Peygamberin amcasının oğlu olması da değil. Ali bu tabusal bilgilerin içerisini sıkıştırıp cisimleştiremez onu insanlara yakınlaştıran yebruz'daki tavrıdır. Onu insanlara yakınlaştıran hile ve gasp yoluyla elinden alınan hilafete karşılık suskun kalmasıdır. Onu insanlara yakınlaştıran İslami toplumsal, düşünsel ruhunu yeniden bıkmadan inşa etmeye çalışmasıdır. Kendi gücüyle ve sözüyle kurduğu yebruz kentindeki Ali'yi anlama ve anlandırma içinde olabilirsek onun gerçekliğini keşfedebiliriz.
Her gece yarısı, yebruz kentinin etrafındaki hurmalıklara kimselere görünmeden adeta kaçarcasına sığınan ve oradaki dipsiz kuyulara eğilerek yüzünün ve yakarışlarının tek bir şahiti olmasını istemeden ağlayan Ali'yi gerçeği var. Neden her gece aralıksız bir insan neden kimselere görünmeden dipsiz kuyulara yakarır, kime isyan eder? Boğazına düğümlenip konuşamamanın, kendini ifade edememenin acısı mı sadece bu gözyaşları?
Ali yalnızdı. Korkunç bir yalnızlık ki hiçbir insanın boğuşamayacağı bir kara dehliz, hiç bir canlının tasarrufuna ulaşamayacağı uzaklık. İslam nefesini canlı elle tutulur bir şekilde ayak bastığı her toprak taneciğin de binlerce örnekle yaşatana revamıydı elinde belle verip kuyu açmaya göndermek. içerlemeden bir gün bile İslam dirliği bozulmasın diyerek çekildiği tarlasında hilafete kötü söz söylemeden yaşayabilmenin ululuğunu taşıyordu o. ama yalnızdı peygamber ve sahabeleriyle beraber inşa ettiği islam, uzak coğrafyalara ulaştıkça yeni yerleri fetih ettikçe yalnızlığı artıyordu. Kimdi Selmanları, Ebu Zerleri Ammarları yönetimden uzaklaştırıp, Muaviyeleri, Mervanları yönetime getirerek İslamın direğini cahile devrinin köklerine sardıran. biliyordu, görüyordu çarpıklığı ruhu yoktu İslamın. gittikçe köklenen, halkın hakkını gasp edenlerin aymazlıklarına şahitti, kendisine gelip Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer gibi yöneteceksen gel hilafetin başında sen ol diyen zengin Abdullah Avfya hak şahit olsun ki Kuranın emrettiğine, sünnettin gösterdiğine evet ama o iki halifenin yönetim anlayışıyla yönetmeye hayır diyerek geri Çeviren. nasıl değişiyordu insanlar, nasıl şimdi akıtıyorlardı peygamber zamanında ona sessiz kalanlar kinlerini, bunlarmıydı İslam ruhunu inşa etmeye çalıştığı mümin dostları, Hz. Ömer söylemedi mi Peygamberin yanındaki Alinin mevkisine hiçbir kimse ulaşamaz, peki nedendi şimdi kendisini İslam hilafetinden uzaklaştırmak, nedendir onun anlayışının her gün biraz daha göz göre göre her yerinden çürümesi. halkın baskıları karşısında ele aldığında hilafeti ilk işi olmadı mı ''İslam adı altında uzak diyarları fetih edip, binlerce insanı Müslüman yaptık, onlarca kadını müslümanlara cariye ettik nidaları savuranlar; bilsinler ki halkın hakkını gasp edip kadınlarının üzerine gecirmiş olsalar dahi söküp alacağım demek. Ali muvaffak olamadı, olamayacağını biliyordu ama bunun için tüm gücüyle İslamın ve kuranın yolunda ilerledi tek bir davranışında, tek bir edasında kuranın dışına adım atmadan yürüdü. ' diyor.
Kaynaklar:
Abu Nasr Abdullah Sarraj, Yayımlayan: Nicholson, Kitab al-Luma fi't-Tasawwuf , London, 1914, s. 129[/korange]Bkz. The Book of Knowledge edt. E.V. McLoughlin, New York, 1910.[/COLOR]
[COLORa]History of Arabia and its People, London, 1852, s. 307
Heroes and Hero-worship, London, 1850, s. 77[/QUOTE]