Sosyal bir olguyu değerlendirirken ele
alınması gereken kriterler vardır. Sosyal bilimciler bu durumu önemseyerek
yol alırlar. “Etik” ve “emik” Çalışılacak toplumsal yapının ne olduğu,
sosyalitesinin, inancının, felsefesinin ne üzerine kurulduğu önemlidir.
Önyargılarla o toplumsal yapıya yaklaşsanız bile, içine girdiğiniz toplumun
yapıları üzerine yorumlardan önce o yapıyı belli bir disiplin içinde
değerlendirmek durumundasınız. Bu her şeyden önce akademik bakış açısının
o güne kadar size sunduğu veriler çerçevesinde böyledir. Bazen ilgilendiğiniz
toplum sizin gibi düşünüyor bile olsa, siz yine de o kriterlere göre
davranırsınız.
Alevilerin kendi tarihsel süreçlerini hala yazma sorunları yaşadıkları yanında
ne olduğu ve nasıl davrandıkları arasında büyük sorunlar yaşanmaktadır. Bu
sosyal bilimciler açısından gerçekten tartışılmalıdır. Çünkü her koşulda sadece
bir disiplinle, bilim dalıyla ele alınamayacak özgün içeriklere sahiptir.
Aleviliğin ele alınması özellikle modernite sapmasıyla hesaplandığında bile,
açıktan bir kategorileşme ile karşı karşıya olunduğunu gösterir. Yola nasıl
çıkacağız?
Öncelikle Alevilik bir din midir? Din ise hangi panteist veya tek tanrılı dinlere
yakındır? Yakınlığını ölçmek için teolojik bazı göstergeler kullanmak
gerekmez mi?
Aleviliğin bir vahiy anlayışı veya peygamber anlayışı var mıdır? Yok. Bunu
ezberler arasında ayıracak kadar Alevi kimliği ve öğretisi içinde
bilgilenilebiliyor musun? Yok. Eğer Alevilik ile ilgili sadece yanlı kaynaklardan
beslenirseniz buna ulaşabilir misiniz? Yok. Böyle olunca da Aleviliği
peygamberli ekol kurmuş dinler kategorisine koyarak, baştan bir hataya
düşmez misiniz? Önyargılarınız varsa ve illa modernite kapsamında
çalışacağım denirse, buna da “yok” dersiniz.
Teolojik Hedefleme Sorunu
Alevilik içinde barındırdığı ilkelerle bir teolojik olgu olarak ele alınamaz.
Öncelikle peygamberli bir göstergeye sahip değildir. Cennet ve cehennem
kurgusuna sahip değildir. Aleviliğin özellikle son tek tanrılı din olan İslamiyet
başta olmak üzere insanın ve evrenin “yaratılış” fikri ile kendisine bir
mitoloji kurmaz. Çünkü Alevilikte bir “varoluş” tasarımı bulunmaktadır.
Böyle olunca Havva ile Adem hikayesine güler Aleviler. Aleviliğin bazı Şii,
Hurufi veya Hermetik ekollerle iç içe olması, ozanlık geleneğinin bu
yapılardan ezoterik-bâtıni bir beslenmede bulunması onun İslamik veya
herhangi bir Hristiyanik teolojik yapı ile iç içe gösterecek özelliğe
zorlayamaz.
Bu nedenle Alevi çalıştayı adı altında yapılan ve yoğunlukla önyargıların
beslediği bir çabayı üreticiliği kapsamamaktadır. Tarihsel yargılamanın
getirdiği ve son zamanlarda hesaplanarak çalışılan, “Sünnileştirme”,
yapılandırılamıyorsa “Şiileştirme” çabaları karşısında: "Ateistleşen Aleviler
çoğalıyor. Aleviliği birinin yeniden inşa etmesi gerek." biçiminde
sorgulanabiliyor. Bir sosyal bilimcinin “olmaması” gereken bir oyundur bu.
Ancak kendi ağzıyla söylüyorsa aslında her şey ortadadır. Bu durum dünyanın
her yerinde özellikle emperyal “amaç”larla antropologların kullanılması
ve “yeniden icat” edilmeye çalışılan bir topluluk olduğu fikriyle, çalışma
yöntemleri ile uyumludur.
Akademisyen olan Necdet Subaşı bu nedenle çalışma alanındaki kirli bakışı ve
amacı hiçbir topluluğa “acemice” sorulmaması gereken biçimde ve
önyargıyla dile getiriyor: "Bunlara bin yıldır 'siz kimsiniz?' diyen olmadı” diyor.
Kim kime bu soruyu sorabilir? Bilmeniz gereken nedir ki bu topluluk
hakkında? Hala soru sorulabiliyorsa açıktan “önyargı” ve o topluluğu
çözebilecek argümanların yetersizliği yanında, emperyalin iyi oynanamadığı
görülmektedir. Özellikle diaspora, göç gibi alanları çalışan birinin asla
sormaması gereken sorular. Sorulduğunda karşı refleksler olduğu ve bunların
dışa vurulduğu belli olur. Şimdi yapıldığı gibi. Bu yargılarını ilahiyat kökenli
olmasının yetersizliğinden almaktadır. Tüm gençliği İslam öğrenmekle
ve “yaşamakla” ve inanmakla! geçen birisi başka bir topluluğu acaba nasıl
değerlendirebilir. Bunu merak etmek hakkımız. Örneğimizle zaman içinde
çok iyi görebileceğiz. Sadece o Alevileri denek olarak ele almıyor, biz de bu
tür örnekleri karşılaştırmış olacağız. Ancak üniversitede öğretilen bir şey
olmalı (gerçi ben ilahiyatları üniversite saymıyorum, ancak ondan sonrasını
edinmiş bir örnek ve önerme ile karşı karşıyayız): bir topluluğa etik
yaklaşılır. Yoksa çalışamazsınız. Çünkü verileriniz eksik ve yanlı olur yoksa.
Ne kadar size benzediği veya benzemediği üzerinde durmaya başlarsınız.
Bunu yaptığınızda ise her ne kadar “Milel ve Nihal” bir yol izleseniz de bu sizi
kurtarmaz. Çünkü beraber oynamaya çalıştığınız oyunda “hümanizmanız”a
engel olan bir şeyler var, o da “din” alanından gelip de Teolog olamamanızla
ilgilidir.
Gizlilikler Öğreticidir
Evet, Alevilik teologlarca da çalışılmalı, ancak Türkiye’de adı geçen örnekte
olduğu gibi teolog yetişmemekte ve bu yüzden ne yazık ki beraber
yaşadıkları toplulukları hiçbir açıdan tanıyamamaktalar. Bunun nedeni
öncelikle önyargıları ve beyinlerinin arkasındaki cihat ve inanmışlıktır,
üzerine eğitim ve eğilimlerini tamamlamalarıdır. Doğal olarak bu kadar
çabanın içinde yanıltıcı cümlelerle karşılaşmanız mümkün olabiliyor,
ancak: "Biz sorunların çözümlenmesinde, önlerinin açılması çabası içindeyiz.
Devlet engelleri kaldırdıktan sonra gerisi onlara kalır.” Biçimindeki protokol
cümle ile mi, yoksa: Ateistleşmeye başlayan…” cümle ile mi yola çıkılmalı.
Sizce Subaşı ve kafa yapısı nerede gizli, nereden besleniyor.
Bir toplum mühendisliği ortada, bu gerçek. Ancak ne yazık ki bu
çaba “entelektüel ve bilimsel yapıdan ödün verilerek yürütülüyor. Üstelik
Alevilik entelektüel bilgi alanıyla öğrenilebilecek bir şey değil. O
içindeki “sezgi” ve “yaşam biçimiyle” yoğrulur. İlahiyat’tan mezun olacaksın,
modernizm ve İslam çalışacaksın ve Aleviliği bu kategori içinde düşüneceksin
ve Alevilik çalıştayı düzenleyeceksin. Yok böyle bir yöntem. Buna yol haritası
arıyorum diyemezsiniz. Aleviliği toplumsal bir sorun olarak ele almak
mümkün ve karşılaştırmak da. Özellikle benzer veya karşıt sorunlarla. Bu
nedenle Aleviler ve Kürtler toplumsal duyarlılık içinde ele alınabilir. Ancak
Alevilik, “Kürt meselesi gibi değil, içinde kasvet (katılık) yok. İkisini aynı
hikaye içinde değerlendirirsek haksızlık olur." cümlesi başka konuşmalarında
da olduğu gibi dile getirildiğinde işin nirengisi değişiyor. Bu “duruş” nasıl
okunmalı. Bir tartışma olabilir. Ben şöyle okuyorum: Aleviliğin toplumsal
dinamikleri ve birlikteliği netleşmemiş durumda hali hazırda. Bu nedenle Kürt
meselesinde olduğu gibi daha beklentileri ve birlikleri sağlanmadan,
Sünnileştirilmesi ve Şiileştirilmesi olasıdır. Çünkü daha beklendiği kadar
kasvet/ katılık içinde yükselen toplumsal bir duyarlılığa sahip değildir… Bu
nedenle de Alevilere biçilen sosyolojik yargı, şu biçimde devam
edebiliyor: “Alevilerin kendi sorunlarını, ülke sorunlarının yanında hep
öteledikler… “ ve “Aleviler, Maraş, Çorum olaylarına rağmen devletten
kendileri için talepte bulunmamışlardır.”
Gerçekten bu bir sokak ağzı argümanı değil de nedir? Şu anda bile Alevilerin
taleplerinin dikkate alınmaması ve Alevilere rağmen bir yeni icadî Alevilik
değil midir? Aleviler ne yapmalılar, Sünni algılayış gibi veya tarihsel doyum
noktasında gerçekleştirdikleri gibi kalkışmalarda mı bulunmalılar? Bu
cümlelerin devamı basit cümleler ise “modernizm” çalışan bir sosyal bilimci
veya toplum mühendisine yakışmıyor: “Aleviler kendilerini Cumhuriyetin harcı
görür. Alevilerin Cumhuriyetle pazarlık yapma istekleri yoktur.".. Komik
gerçekten değil mi? Devlet adına Alevilerle masaya oturacaksın ve üçüncü
sınıf duyargalarla hareket edeceksin. Bu sözler eğer çalışılmamış ve masa
başında “dün” olduğu gibi “bugün” de üretilmemişse, bu işi yapmaya
kalkanlar ne yapacaklarını bilmiyorlar demektir. Yazık! Ben devletim
diyenlere yazık.
Renk Belli Oldu
Yine “Aleviliğin "Anadolu'ya has bir renk" olduğu” gibi hiçbir sosyolojik ve
etnografik değeri olmayan sözcüklerin buluşmasına yönelik açıklamaya ne
demeli. Gerçekten Alevilik bir renk mi? Bir yamanma veya değişim aracı mı?
Aleviliği sistematiği ve kurumsal işleyişi başka kültürlere entegre edilebilecek
kadar “tek” bir renk mi? Faşist algılayışların modern dışa vurumu böyle
yapılıyor olmalı.
Bir çalıştay mantığı ile yola çıkıldığında önyargıların bir tarafa bırakılması
gerektiğini bilmek gerek. Hele hele toplumlarla çalışıyorsanız ve sonucunu
belirleme çabası içinde değilseniz: Bu nedenle bu cümleye kurmak ve bir “yol
haritası” vermeye kalkmak sanırım geriye dönüp de tecrübe konuşturmaya
başladığınızda “ilkesiz”lik olarak algılanacaktır. Çünkü kim
belirleyecek: “Tartışılmaya imkan vermeyen taleplerle ortaya çıkanlar
olduğu”nu…
Aslında baklanın ağızdan “faş” ettiği cümle yanıltmadan ortada: “Otantik
geleneğe bağlı Aleviler, eleştirel bakan Aleviler ve reddeden Aleviler. Ama
Sünniler için hepsi Alevi.” Sanırım Sünniler için hepsi gerçekten Alevi. Ancak
çalıştayı yürütenler için ehlileştirilebilir, Sünnileştirilebilir veya Şiileştirilebilir
kategorisi için en uygun hareket noktası burada yakalanmış. Ne diyelim,
hayırlı olsun. Aleviler de kendi aralarında “İslam’ın özü” vs. diyorlardı zaten.
İlahi tecelli; Alevilik bir teperse bu modernleştiricileri, görürler onlar en çok
yoluna hizmet ettikleri Anya’yı da, Konya’yı da.
Başta belirttiğimiz noktaya yeniden dönersek Alevilerin nasıl bir kategori
içinde zorunlu olarak İslam’ın değerleri arasında ikame edilmesi gerektiğine
açık “yol haritası” şu cümle ile kolaylaşıyor: “Alevilerin dini terminolojiden
uzaklaştığı”, ve bunun bir an önce; “Alevilerin Sünnileştirilmek istendiğini
söyleyenler var. Oysa Sünnileşen değil ateistleşen Aleviler çoğalıyor. Aleviliği
birinin yeniden inşa etmesi gerek. O kişinin yine Aleviler içinden çıkması
lazım."la noktalanıyor.
Bu kişi Alevilik ile İslam’ın aynı ve kategorileşebilir, renk ayrımına tabi
tutulabilir olduğunu söyleyen ve iki tercihten birini yapacak olanlar olduğu
mudur? N. Subaşı’nın yarattığı yeni süreç devlet ağzı mıdır bilinmez ama her
şey onun çalışma alanlarında olduğu gibi batık bir gemiye yüklenmiş durumda
ve apaçık ortada: “Devletin Dinsel Aygıtları -Geçiş Döneminin Huzursuzlukları-
”, Türkiye’de Azınlık Hakları Sorunu … (2006)”, “… Entegrasyon
Politikalarında Yeni Arayışlar… (2004)” ve onun kitaplarında kapak
cümlelerden; bu çalışma söz konusu etkiyi müdahalecilerin öngörü ve
uygulamalarından hareketle ele almaya çalışan bir ilk olma iddiası
taşımaktadır: Alevi Çalıştayı Moderatörü”
Hazin bir öykü, çevrimi tamamlayamıyorlar bir türlü. Onların
ehlileştiremeyecekleri Aleviler her an alanlardalar halbuki. Onlar yanlış yerde
yanlış kişiyle moderasyon/modernizasyon/losyon oyunundalar.
alınması gereken kriterler vardır. Sosyal bilimciler bu durumu önemseyerek
yol alırlar. “Etik” ve “emik” Çalışılacak toplumsal yapının ne olduğu,
sosyalitesinin, inancının, felsefesinin ne üzerine kurulduğu önemlidir.
Önyargılarla o toplumsal yapıya yaklaşsanız bile, içine girdiğiniz toplumun
yapıları üzerine yorumlardan önce o yapıyı belli bir disiplin içinde
değerlendirmek durumundasınız. Bu her şeyden önce akademik bakış açısının
o güne kadar size sunduğu veriler çerçevesinde böyledir. Bazen ilgilendiğiniz
toplum sizin gibi düşünüyor bile olsa, siz yine de o kriterlere göre
davranırsınız.
Alevilerin kendi tarihsel süreçlerini hala yazma sorunları yaşadıkları yanında
ne olduğu ve nasıl davrandıkları arasında büyük sorunlar yaşanmaktadır. Bu
sosyal bilimciler açısından gerçekten tartışılmalıdır. Çünkü her koşulda sadece
bir disiplinle, bilim dalıyla ele alınamayacak özgün içeriklere sahiptir.
Aleviliğin ele alınması özellikle modernite sapmasıyla hesaplandığında bile,
açıktan bir kategorileşme ile karşı karşıya olunduğunu gösterir. Yola nasıl
çıkacağız?
Öncelikle Alevilik bir din midir? Din ise hangi panteist veya tek tanrılı dinlere
yakındır? Yakınlığını ölçmek için teolojik bazı göstergeler kullanmak
gerekmez mi?
Aleviliğin bir vahiy anlayışı veya peygamber anlayışı var mıdır? Yok. Bunu
ezberler arasında ayıracak kadar Alevi kimliği ve öğretisi içinde
bilgilenilebiliyor musun? Yok. Eğer Alevilik ile ilgili sadece yanlı kaynaklardan
beslenirseniz buna ulaşabilir misiniz? Yok. Böyle olunca da Aleviliği
peygamberli ekol kurmuş dinler kategorisine koyarak, baştan bir hataya
düşmez misiniz? Önyargılarınız varsa ve illa modernite kapsamında
çalışacağım denirse, buna da “yok” dersiniz.
Teolojik Hedefleme Sorunu
Alevilik içinde barındırdığı ilkelerle bir teolojik olgu olarak ele alınamaz.
Öncelikle peygamberli bir göstergeye sahip değildir. Cennet ve cehennem
kurgusuna sahip değildir. Aleviliğin özellikle son tek tanrılı din olan İslamiyet
başta olmak üzere insanın ve evrenin “yaratılış” fikri ile kendisine bir
mitoloji kurmaz. Çünkü Alevilikte bir “varoluş” tasarımı bulunmaktadır.
Böyle olunca Havva ile Adem hikayesine güler Aleviler. Aleviliğin bazı Şii,
Hurufi veya Hermetik ekollerle iç içe olması, ozanlık geleneğinin bu
yapılardan ezoterik-bâtıni bir beslenmede bulunması onun İslamik veya
herhangi bir Hristiyanik teolojik yapı ile iç içe gösterecek özelliğe
zorlayamaz.
Bu nedenle Alevi çalıştayı adı altında yapılan ve yoğunlukla önyargıların
beslediği bir çabayı üreticiliği kapsamamaktadır. Tarihsel yargılamanın
getirdiği ve son zamanlarda hesaplanarak çalışılan, “Sünnileştirme”,
yapılandırılamıyorsa “Şiileştirme” çabaları karşısında: "Ateistleşen Aleviler
çoğalıyor. Aleviliği birinin yeniden inşa etmesi gerek." biçiminde
sorgulanabiliyor. Bir sosyal bilimcinin “olmaması” gereken bir oyundur bu.
Ancak kendi ağzıyla söylüyorsa aslında her şey ortadadır. Bu durum dünyanın
her yerinde özellikle emperyal “amaç”larla antropologların kullanılması
ve “yeniden icat” edilmeye çalışılan bir topluluk olduğu fikriyle, çalışma
yöntemleri ile uyumludur.
Akademisyen olan Necdet Subaşı bu nedenle çalışma alanındaki kirli bakışı ve
amacı hiçbir topluluğa “acemice” sorulmaması gereken biçimde ve
önyargıyla dile getiriyor: "Bunlara bin yıldır 'siz kimsiniz?' diyen olmadı” diyor.
Kim kime bu soruyu sorabilir? Bilmeniz gereken nedir ki bu topluluk
hakkında? Hala soru sorulabiliyorsa açıktan “önyargı” ve o topluluğu
çözebilecek argümanların yetersizliği yanında, emperyalin iyi oynanamadığı
görülmektedir. Özellikle diaspora, göç gibi alanları çalışan birinin asla
sormaması gereken sorular. Sorulduğunda karşı refleksler olduğu ve bunların
dışa vurulduğu belli olur. Şimdi yapıldığı gibi. Bu yargılarını ilahiyat kökenli
olmasının yetersizliğinden almaktadır. Tüm gençliği İslam öğrenmekle
ve “yaşamakla” ve inanmakla! geçen birisi başka bir topluluğu acaba nasıl
değerlendirebilir. Bunu merak etmek hakkımız. Örneğimizle zaman içinde
çok iyi görebileceğiz. Sadece o Alevileri denek olarak ele almıyor, biz de bu
tür örnekleri karşılaştırmış olacağız. Ancak üniversitede öğretilen bir şey
olmalı (gerçi ben ilahiyatları üniversite saymıyorum, ancak ondan sonrasını
edinmiş bir örnek ve önerme ile karşı karşıyayız): bir topluluğa etik
yaklaşılır. Yoksa çalışamazsınız. Çünkü verileriniz eksik ve yanlı olur yoksa.
Ne kadar size benzediği veya benzemediği üzerinde durmaya başlarsınız.
Bunu yaptığınızda ise her ne kadar “Milel ve Nihal” bir yol izleseniz de bu sizi
kurtarmaz. Çünkü beraber oynamaya çalıştığınız oyunda “hümanizmanız”a
engel olan bir şeyler var, o da “din” alanından gelip de Teolog olamamanızla
ilgilidir.
Gizlilikler Öğreticidir
Evet, Alevilik teologlarca da çalışılmalı, ancak Türkiye’de adı geçen örnekte
olduğu gibi teolog yetişmemekte ve bu yüzden ne yazık ki beraber
yaşadıkları toplulukları hiçbir açıdan tanıyamamaktalar. Bunun nedeni
öncelikle önyargıları ve beyinlerinin arkasındaki cihat ve inanmışlıktır,
üzerine eğitim ve eğilimlerini tamamlamalarıdır. Doğal olarak bu kadar
çabanın içinde yanıltıcı cümlelerle karşılaşmanız mümkün olabiliyor,
ancak: "Biz sorunların çözümlenmesinde, önlerinin açılması çabası içindeyiz.
Devlet engelleri kaldırdıktan sonra gerisi onlara kalır.” Biçimindeki protokol
cümle ile mi, yoksa: Ateistleşmeye başlayan…” cümle ile mi yola çıkılmalı.
Sizce Subaşı ve kafa yapısı nerede gizli, nereden besleniyor.
Bir toplum mühendisliği ortada, bu gerçek. Ancak ne yazık ki bu
çaba “entelektüel ve bilimsel yapıdan ödün verilerek yürütülüyor. Üstelik
Alevilik entelektüel bilgi alanıyla öğrenilebilecek bir şey değil. O
içindeki “sezgi” ve “yaşam biçimiyle” yoğrulur. İlahiyat’tan mezun olacaksın,
modernizm ve İslam çalışacaksın ve Aleviliği bu kategori içinde düşüneceksin
ve Alevilik çalıştayı düzenleyeceksin. Yok böyle bir yöntem. Buna yol haritası
arıyorum diyemezsiniz. Aleviliği toplumsal bir sorun olarak ele almak
mümkün ve karşılaştırmak da. Özellikle benzer veya karşıt sorunlarla. Bu
nedenle Aleviler ve Kürtler toplumsal duyarlılık içinde ele alınabilir. Ancak
Alevilik, “Kürt meselesi gibi değil, içinde kasvet (katılık) yok. İkisini aynı
hikaye içinde değerlendirirsek haksızlık olur." cümlesi başka konuşmalarında
da olduğu gibi dile getirildiğinde işin nirengisi değişiyor. Bu “duruş” nasıl
okunmalı. Bir tartışma olabilir. Ben şöyle okuyorum: Aleviliğin toplumsal
dinamikleri ve birlikteliği netleşmemiş durumda hali hazırda. Bu nedenle Kürt
meselesinde olduğu gibi daha beklentileri ve birlikleri sağlanmadan,
Sünnileştirilmesi ve Şiileştirilmesi olasıdır. Çünkü daha beklendiği kadar
kasvet/ katılık içinde yükselen toplumsal bir duyarlılığa sahip değildir… Bu
nedenle de Alevilere biçilen sosyolojik yargı, şu biçimde devam
edebiliyor: “Alevilerin kendi sorunlarını, ülke sorunlarının yanında hep
öteledikler… “ ve “Aleviler, Maraş, Çorum olaylarına rağmen devletten
kendileri için talepte bulunmamışlardır.”
Gerçekten bu bir sokak ağzı argümanı değil de nedir? Şu anda bile Alevilerin
taleplerinin dikkate alınmaması ve Alevilere rağmen bir yeni icadî Alevilik
değil midir? Aleviler ne yapmalılar, Sünni algılayış gibi veya tarihsel doyum
noktasında gerçekleştirdikleri gibi kalkışmalarda mı bulunmalılar? Bu
cümlelerin devamı basit cümleler ise “modernizm” çalışan bir sosyal bilimci
veya toplum mühendisine yakışmıyor: “Aleviler kendilerini Cumhuriyetin harcı
görür. Alevilerin Cumhuriyetle pazarlık yapma istekleri yoktur.".. Komik
gerçekten değil mi? Devlet adına Alevilerle masaya oturacaksın ve üçüncü
sınıf duyargalarla hareket edeceksin. Bu sözler eğer çalışılmamış ve masa
başında “dün” olduğu gibi “bugün” de üretilmemişse, bu işi yapmaya
kalkanlar ne yapacaklarını bilmiyorlar demektir. Yazık! Ben devletim
diyenlere yazık.
Renk Belli Oldu
Yine “Aleviliğin "Anadolu'ya has bir renk" olduğu” gibi hiçbir sosyolojik ve
etnografik değeri olmayan sözcüklerin buluşmasına yönelik açıklamaya ne
demeli. Gerçekten Alevilik bir renk mi? Bir yamanma veya değişim aracı mı?
Aleviliği sistematiği ve kurumsal işleyişi başka kültürlere entegre edilebilecek
kadar “tek” bir renk mi? Faşist algılayışların modern dışa vurumu böyle
yapılıyor olmalı.
Bir çalıştay mantığı ile yola çıkıldığında önyargıların bir tarafa bırakılması
gerektiğini bilmek gerek. Hele hele toplumlarla çalışıyorsanız ve sonucunu
belirleme çabası içinde değilseniz: Bu nedenle bu cümleye kurmak ve bir “yol
haritası” vermeye kalkmak sanırım geriye dönüp de tecrübe konuşturmaya
başladığınızda “ilkesiz”lik olarak algılanacaktır. Çünkü kim
belirleyecek: “Tartışılmaya imkan vermeyen taleplerle ortaya çıkanlar
olduğu”nu…
Aslında baklanın ağızdan “faş” ettiği cümle yanıltmadan ortada: “Otantik
geleneğe bağlı Aleviler, eleştirel bakan Aleviler ve reddeden Aleviler. Ama
Sünniler için hepsi Alevi.” Sanırım Sünniler için hepsi gerçekten Alevi. Ancak
çalıştayı yürütenler için ehlileştirilebilir, Sünnileştirilebilir veya Şiileştirilebilir
kategorisi için en uygun hareket noktası burada yakalanmış. Ne diyelim,
hayırlı olsun. Aleviler de kendi aralarında “İslam’ın özü” vs. diyorlardı zaten.
İlahi tecelli; Alevilik bir teperse bu modernleştiricileri, görürler onlar en çok
yoluna hizmet ettikleri Anya’yı da, Konya’yı da.
Başta belirttiğimiz noktaya yeniden dönersek Alevilerin nasıl bir kategori
içinde zorunlu olarak İslam’ın değerleri arasında ikame edilmesi gerektiğine
açık “yol haritası” şu cümle ile kolaylaşıyor: “Alevilerin dini terminolojiden
uzaklaştığı”, ve bunun bir an önce; “Alevilerin Sünnileştirilmek istendiğini
söyleyenler var. Oysa Sünnileşen değil ateistleşen Aleviler çoğalıyor. Aleviliği
birinin yeniden inşa etmesi gerek. O kişinin yine Aleviler içinden çıkması
lazım."la noktalanıyor.
Bu kişi Alevilik ile İslam’ın aynı ve kategorileşebilir, renk ayrımına tabi
tutulabilir olduğunu söyleyen ve iki tercihten birini yapacak olanlar olduğu
mudur? N. Subaşı’nın yarattığı yeni süreç devlet ağzı mıdır bilinmez ama her
şey onun çalışma alanlarında olduğu gibi batık bir gemiye yüklenmiş durumda
ve apaçık ortada: “Devletin Dinsel Aygıtları -Geçiş Döneminin Huzursuzlukları-
”, Türkiye’de Azınlık Hakları Sorunu … (2006)”, “… Entegrasyon
Politikalarında Yeni Arayışlar… (2004)” ve onun kitaplarında kapak
cümlelerden; bu çalışma söz konusu etkiyi müdahalecilerin öngörü ve
uygulamalarından hareketle ele almaya çalışan bir ilk olma iddiası
taşımaktadır: Alevi Çalıştayı Moderatörü”
Hazin bir öykü, çevrimi tamamlayamıyorlar bir türlü. Onların
ehlileştiremeyecekleri Aleviler her an alanlardalar halbuki. Onlar yanlış yerde
yanlış kişiyle moderasyon/modernizasyon/losyon oyunundalar.