` nazLı ..
Bayan Üye
Bu gece gökyüzü çok sakin. Ay uzaklara gitti. Bir tek ben varım gökyüzünde. Arkadaşlarım da görünmüyor. Yapayalnızım bu uçsuz bucaksız yerde. Kuşlar yok, bulutlar yok, sevgili dostum kutup yıldızı yok. Ben, bu gün ne kadar da uzaklaşmışım her zamanki yerimden.
Bir de baktım aşağılarda bir yerde küçücük bir ışık parçası. Büyükçe bir balkon. Balkonda bir masa. Masada bir abla. Ne var ne yok, diye soracağım ama kim bilir ne der bana? Bu saatte konuşan bir yıldız... Olurdu olmazdı derken iyisi mi vazgeçeyim, dedim. Ama bu karanlık gökyüzünde yalnız başına dolaşmak da zor iş. Bu gün bir değişiklik yapayım, dedim kendi kendime. Madem uzaklaşmışım gökyüzündeki yerimden, biraz daha kaçıversem ne olur? İyi olur herhalde, dedim ve düştüm yola. Kayarak uzaklara doğru uzattım kollarımı. Çook uzaklara.
Az gittim, uz gittim. Altı ay bir güz gittim. Bulut - yıldız düz gittim. Bambaşka yerler gördüm. Kocaman binalar, ışıklı şehirler, gecenin karanlığına boyanmış ormanlar... Bir de baktım, öyle bir yere gelmişim ki tıpkı büyük evimiz gökyüzü gibi dümdüz ve ışıltılı bir düzlük. Sanki gökyüzü ayna tutmuş yere. Anladınız değil mi? Burası kocaman bir deniz. Hep anlatırlardı da bize, inanmazdım. Öyle büyük bir yer ki burası. Biraz daha biraz daha derken aniden bu büyük aynada kendimi görmeyeyim mi? Sonra “cump” diye bir ses. Eyvah, düştüm.
Burası gökyüzünden daha da değişik. Baştan aşağı ıslandım. Aşağıda ne var acaba? Bakındım. Bir sürü değişik varlık. Balıklar varmış burada duyduğuma göre. Sonra yosunlar. Sonra balinalar. Sonra köpekbalıkları. Eyvaah! Korkmaya başladım.
Gökyüzünde kaydığım gibi burada da gezindim durdum. Kendimce yüzdüm. Kulaç attım. Balıklara özendim. İncileri aradım. Mercanlara selam verdim.
Bir de baktım, bana benzeyen bir şey. Nasıl da şaşırdım:
— Hey sen de kimsin?
— Ben bir denizyıldızıyım. Asıl sen kimsin?
— Ben gökyüzünün sayısız lambalarından biriyim. Adım yıldız.
— Yaa, demek öyle. Masmavi gökyüzünü yaldızlayan binlerce yıldızdan biri ha?
— Evet. Sen denizlerin yıldızı, ben göklerin.
— Ah yıldız dostum ne mutlu sana!
— Doğru söyledin. Biz ki Rabb’imizin kudretinin en büyük deliliyiz değil mi? Kocaman gökyüzünden, yeryüzünü seyreden ışıklı birer lambayız. Ne mutlu hepimize! Denizlerde, göklerde ve yeryüzünde var olan her şeye ne mutlu!
Sohbetimiz böyle sürüp gitti. Ben ona göklerden bahsettim, o bana denizlerden. Ben bulut dedim, o balık. Ben uçak dedim, o gemi. Ay’dan bahsedince ben, o denizanasından söz açtı. Yağmur deyince nasıl da mutlu oldu yeni dostum. “O bizim ortak arkadaşımız değil mi?” dedi. “Senin evinden gelip bize konuk oluyor, sonra buharlaşıp tekrar göğe yükseliyor.” Neşeyle gülümsedim.
— Yaa. Evet, çok doğru söyledin.
Biz böyle konuşurken baktık ki ilerlemiş zaman. Evli evine köylü köyüne. Veda edip ayrılma vakti gelmiş bile. Ha gayret, dedim; çıktım bu mavi ülkeden.
Benim evim gökyüzü. Hemen yerime döndüm. Yine kimsecikler yok. Yapayalnızım. Ama o küçük ışık hâlâ yanıyor. Hani başta söylemiştim ya. Aşağılarda bir yerde küçücük bir ışık parçası. Büyükçe bir balkon. Balkonda bir masa. Masada bir abla.
— Heyy abla, dedim. Selâm sana. Bu saatte ne arıyorsun burada?
Bana baktı. Bir daha baktı. Şaşırdım. Sonra sevinçle “Buldum!” dedi. Baktım önünde bir sürü kâğıt. Eğildi, üstüne bir şeyler yazdı da yazdı. Anlamadım...
Bir de baktım aşağılarda bir yerde küçücük bir ışık parçası. Büyükçe bir balkon. Balkonda bir masa. Masada bir abla. Ne var ne yok, diye soracağım ama kim bilir ne der bana? Bu saatte konuşan bir yıldız... Olurdu olmazdı derken iyisi mi vazgeçeyim, dedim. Ama bu karanlık gökyüzünde yalnız başına dolaşmak da zor iş. Bu gün bir değişiklik yapayım, dedim kendi kendime. Madem uzaklaşmışım gökyüzündeki yerimden, biraz daha kaçıversem ne olur? İyi olur herhalde, dedim ve düştüm yola. Kayarak uzaklara doğru uzattım kollarımı. Çook uzaklara.
Az gittim, uz gittim. Altı ay bir güz gittim. Bulut - yıldız düz gittim. Bambaşka yerler gördüm. Kocaman binalar, ışıklı şehirler, gecenin karanlığına boyanmış ormanlar... Bir de baktım, öyle bir yere gelmişim ki tıpkı büyük evimiz gökyüzü gibi dümdüz ve ışıltılı bir düzlük. Sanki gökyüzü ayna tutmuş yere. Anladınız değil mi? Burası kocaman bir deniz. Hep anlatırlardı da bize, inanmazdım. Öyle büyük bir yer ki burası. Biraz daha biraz daha derken aniden bu büyük aynada kendimi görmeyeyim mi? Sonra “cump” diye bir ses. Eyvah, düştüm.
Burası gökyüzünden daha da değişik. Baştan aşağı ıslandım. Aşağıda ne var acaba? Bakındım. Bir sürü değişik varlık. Balıklar varmış burada duyduğuma göre. Sonra yosunlar. Sonra balinalar. Sonra köpekbalıkları. Eyvaah! Korkmaya başladım.
Gökyüzünde kaydığım gibi burada da gezindim durdum. Kendimce yüzdüm. Kulaç attım. Balıklara özendim. İncileri aradım. Mercanlara selam verdim.
Bir de baktım, bana benzeyen bir şey. Nasıl da şaşırdım:
— Hey sen de kimsin?
— Ben bir denizyıldızıyım. Asıl sen kimsin?
— Ben gökyüzünün sayısız lambalarından biriyim. Adım yıldız.
— Yaa, demek öyle. Masmavi gökyüzünü yaldızlayan binlerce yıldızdan biri ha?
— Evet. Sen denizlerin yıldızı, ben göklerin.
— Ah yıldız dostum ne mutlu sana!
— Doğru söyledin. Biz ki Rabb’imizin kudretinin en büyük deliliyiz değil mi? Kocaman gökyüzünden, yeryüzünü seyreden ışıklı birer lambayız. Ne mutlu hepimize! Denizlerde, göklerde ve yeryüzünde var olan her şeye ne mutlu!
Sohbetimiz böyle sürüp gitti. Ben ona göklerden bahsettim, o bana denizlerden. Ben bulut dedim, o balık. Ben uçak dedim, o gemi. Ay’dan bahsedince ben, o denizanasından söz açtı. Yağmur deyince nasıl da mutlu oldu yeni dostum. “O bizim ortak arkadaşımız değil mi?” dedi. “Senin evinden gelip bize konuk oluyor, sonra buharlaşıp tekrar göğe yükseliyor.” Neşeyle gülümsedim.
— Yaa. Evet, çok doğru söyledin.
Biz böyle konuşurken baktık ki ilerlemiş zaman. Evli evine köylü köyüne. Veda edip ayrılma vakti gelmiş bile. Ha gayret, dedim; çıktım bu mavi ülkeden.
Benim evim gökyüzü. Hemen yerime döndüm. Yine kimsecikler yok. Yapayalnızım. Ama o küçük ışık hâlâ yanıyor. Hani başta söylemiştim ya. Aşağılarda bir yerde küçücük bir ışık parçası. Büyükçe bir balkon. Balkonda bir masa. Masada bir abla.
— Heyy abla, dedim. Selâm sana. Bu saatte ne arıyorsun burada?
Bana baktı. Bir daha baktı. Şaşırdım. Sonra sevinçle “Buldum!” dedi. Baktım önünde bir sürü kâğıt. Eğildi, üstüne bir şeyler yazdı da yazdı. Anlamadım...