İki Tür Romancı / Yaşar Nabi Nayır

ashli

Bayan Üye
İki Tür Romancı


Romancı ile yarattığı kişilerin karşılıklı münasebetleri hakkındaki düşüncelerinde bir yandan Nurullah Ataç’la Yakup Kadri’ye, öte yandan Orhan Hançerlioğlu’na hak vermemek mümkün değil. Aslını ararsanız pek taban tabana zıt şeyler söylediklerini de sanmıyorum.

Orhan Hançerlioğlu arkadaşımız, romancının, yarattığı kişilerin kaderlerine kayıtsız şartsız hâkim olduğunu ileri sürmekle bir paradoks yapmış değildir. Bir romanın vakaları ve kişileri yazılmadan önce sanatçının kafasında şekil almış, yoğrulmuş olduğuna göre, vakaların şu veya bu istikamette yürümüş, kişilerin şu veya bu kadere boyun eğmiş olmalarında romancının iradesi hiç rol oynamamıştır, denemez. Romancı, söylemek istediklerini en tesirli bir şekilde anlatmak için romanına vereceği düzeni elbette ki kafasında inceden inceye düşünmüş, ana çizgileriyle de olsa bir plân hazırlamış, romanının nerede başlayıp, nerede biteceğini hesapladıktan sonra işe koyulmuştur.
Yalnız romanın yazılma, yani asıl yaratma safhasında, çalışma tarzı bakımından, iki ayrı tip romancı bulunduğunu göz önünde tutmak zorundayız. Birinci tip romancıda bu çalışma zihnîdir, daha çok hesaba, ölçüye dayanır. Yazmaya başlarken romanın tam bir plânını yapmış, bölümlerini tertiplemiş, vakanın her bölümde ne şekilde yürüyeceğini önceden tesbit etmiş, kişilerinin başlarından geçecekleri bir bir tasarladıktan sonra kalemi eline almıştır. Kaneva hazırdır. Artık sadece doldurma ve tamamlama işi kalmıştır. Bu çalışma sırasında plânda birtakım değişikliklar meydana gelmiş, roman ilk önce tasarlandığından bambaşka bir yöne çevrilmiş olsa bile, bu, romancının mutlak iradesi altında olmuştur. Romanı yazarken, vakanın üzerinde daha uzun boylu düşünmek imkânını bulduğu için, eserinin yapacağı tesir bakımından o değişiklikleri faydalı görmüş, hareketinin neticelerini iyice hesapladıktan sonra bu işi yapmıştır.

"Rougon Macquart"ların Zola’sı "Les Hommes de Bon VoIonte"rın Jules Romains’i gibi, zihnî romanı, bir çağın sosyal kroniği haline getirmek isteyerek, tarihî vesikalar ve insan malzemesi üzerinde uzun boylu çalıştıktan sonra ancak binlerce sayfa içinde tamamlanabilecek bir roman serisi için masa başına geçen ve bir karınca sabriyle dev romanlar meydana getiren romancılar, şüphe yok ki kişilerini, ipleri ellerinde bulunan kuklalar gibi oynatmaktan başka bir şey yapmamışlardır. "Harp ve Sulh"ü sekiz defa yeni baştan yazdığı söylenen Tolstoy, Madame Bovary’yi, Salammbo’yu bir minyatürcü sabriyle işleyen Flaubert, Forsyte’lar Ailesi’nin hayatı çerçevesi içinde bir çağın kroniğini vermeyi çalışan Galsvvorthy günümüzde, bir misyoner ailesinin kızı olduğu için yakından tanımak fırsatını bulduğu Çin’i birtakım romanlar çerçevesi içinde,,bize tasvir eden Pearl Buck işte bu çeşit romancılardandır.

Buna karşılık, romanlarını, zaman zaman hezeyan nöbetlerine yaklaşan bir cezbe ateşi içinde, çok kere günde kırk elli sayfaya varan bir muhayyele coşkunluğiyle meydana getiren bir Dostoyevski’yi göz önüne getirin. "Suç ve Ceza" yı, "Karamazof Kardeşler"i okurken hissedersiniz ki, romancı, anlattığı sahneleri kaleme almadan önce, bütün o ürpertici acılığiyle, hasta muhayyelesinde bir kâbus gibi yaşamış, bize onları âdeta gözleriyle görmüşçesine bir coşkunlukla anlatmıştır.

Dostoyevski de güçlü bir romancıdır. O da ihtimal, romanlarının plânlarını önceden hazırlamış, ne yapacağını, nereye varmak istediğini iyiden iyiye hesaplayarak yola çıkmıştır. Ama, bir sahneyi sekreterine dikte ederken, hayalinin coşkunluğu, onu önceden düşündüklerinden bambaşka bir tarafa götürmüşse, yazdıktan sonra, kaleminden çıktığına kendisinin de şaştığı sahneler meydana gelmişse, bu yaratıcı çalışmada iradenin rolü ne dereceye kadar mutlak olduğu kestirilemez. Tabiî, bugün elimizde bulunan romanları, noktasına, virgülüne kadar son şekillerini onun arzusu altında almıştır. İsteseydi Prens Mişkin’in başka bir kaderi olur, sonra apayrı bir hüviyetle karşımızda belirirdi. Öyle ama, o zaman romancı bir yalancı şahit mavkiine düşmekten korkmıyacak mıydı? Çünkü o da gördüğünü anlatan bir adamdır. Şu farkla ki, anlattıklarını hayalinin gözleriyle görmüştür. Kişileri, birer kukla olmaktan çıkmış, hayalinde de olsa, onun hayatına karışmış, onun kaderine ortak olmuşlardır. O yüzden, bu çeşit romancının kendi yarattığı kişilere karşı daha başka bir saygısı bir bağlılığı olmak gerekir. Onların arzularını, ihtiyaçlarını göz önünde tutmak, istedikleri gibi yaşama haklarını ellerinden almamak zorundadır.

Balzac’ı, belki de bu yepyeni romancıyı tek şahısta birleştiren bir büyük usta olarak kabul etmek gerekir. O, hem bütün bir devrin sosyal kroniğini meydana getirmek isteyen, tarih görüşü kuvvetli bir sosyolog, hem de, zaman zaman, önündeki barajları kaldırarak, hayalini, coşkun seller gibi hür salıveren bir cezbeli yaratıcıdır. Dostoyevski’nin ve Zola’nın hayranları ayrı ayrı olduğu halde, hepsinin Balzac’ın dehası önünde birlikte eğilmeleri de belki bu hüviyet sentezi yüzündendir.

Gerçi Dostoyevski gibi, Alain Fournier gibi, frenklerin visionnaire dedikleri cezbeli romancılar pek kalabalık değildir. Ama bunların, çok kere, çiğ ve ham gerçeğe hiç uymayan şiirli ve hummalı eserleri, hayatı ve insan kaderini, bize gerçeği de aşan bir kudretle duyup sezmek imkânını verdiği için, dehanın bu kendine has çeşidi önünde içimizi saygı ile doldurur.

Görülüyor ki romancının yaratma şekli üzerinde kanaatimizi belirtirken bu iki tip romancıyı birlikte göz önüne getirmek, bizi tek taraflı müşahedelerde bulunmak tehlikesinden kurtaracak biricik çaredir.

Tabiî; romancıdan bahsederken, okuyanlara hoş vakit geçirtmekten başka bir maksat ve iddiaları olmayan asıl kalabalık grubu büsbütün konumuzun dışında tuttuk. Çünkü sanat bakımından zaten bir önemi olmayan bu çeşit yaratıcılığın kendisi kadar çalışma tarzı da ilgimizin dışında kalmamaya mahkûmdur.
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst