ParadokS
Kayıtlı Üye
Bedia Ceylan Güzelce, ilk kitabı '1473'ü Radikal'den Berrin Karakaş'a anlattı...
Otlukbeli Savaşı’nı Otlukbeli’ndeki iki kirpi üzerinden anlatmaya başlamanız bana Emir Kusturica’nın hayvanat bahçesine düşen bombayla açılan filmi ‘Yeraltı’nı hatırlattı. Özel bir sebebi var mıdır hayvanlarla başlamanın?
Yaptığım tek şey gözden kaçanları anlatmak. Sadece kirpiler değil o gözden kaçanlar. Umursamadığımız, değer vermediğimiz o kadar çok insan var ki. Onları hayatımıza alıyoruz, yok ediyoruz, bir kenara atıyoruz. Kendi kişisel tarihimizde bile görmüyoruz ki, kaldı ki dünya tarihi... Uluslar tarihine hiç girmiyorlar. Sekiz saat içinde yüz binlerce insan ölüyor…
Kitap için araştırma yaparken resmi tarihin yazmadığı nelere rastladınız?
1453 o kadar görkemli ki gözlerimiz kamaşmış. 20 yıl sonra böyle bir savaş oluyor. Anadolu’nun kaderi belirleniyor ama ders kitaplarında, tarih kitaplarında bir paragrafla geçiliyor. Otlukbeli’ne dair Uzun Hasan, Fatih Sultan Mehmet ve onun yanındaki birkaç şakşakçıyı biliyoruz. En önemlisi, Osmanlı’ya savaş açan herkes otomatik olarak kötü adam. Beni en çok çarpan Uzun Hasan diye bir adam geçmiş bu dünyadan. Koyduğu kanunlar, kurduğu devlet sistemi o kadar mükemmel ki. Halkıyla o kadar barışık, o kadar örnek bir devlet adamı ki, kurduğu sistem binlerce yıl Osmanlı topraklarında yaşatılmaya devam ediyor. Bir de Fatih’le ilgili bilmediğim şeyler öğrendim. Aslında çok şişman bir adam olduğu ve askerlerinin bile saygı duymadığı, sadece korktuğu.
Kirpiler üzerine araştırma yaptınız mı, keza başrolde onların aşkı var.
Keşke insanların arasında öyle aşklar yaşanabilse. Her yüzyılda 15- 20 tane olsa insanların aşk anlayışları, birbirlerini anlama şekli değişecek. Benim bir kirpim var evde. Babam öldükten sonra dostlarım hediye etti. O kirpinin katkısı oldu hakikaten. Aşağıdan bakan iki çift gözle karşı karşıya kaldım. Fotoğrafçılıkta vardır ya 1.70 göz hizası. Ne zaman ki açıyı değiştirmeye başlarsın, güzel fotoğraf o zaman çıkar. Küçükken mesela aynı şeylere bir yere yatar, bir ağaca çıkar bakardım. Birazcık yine onu yapmak istedim belki de.
Kapaktaki kirpilerin okları cami minareleri. Nasıl okumalı bu okları?
Sonuçta kirpiler bu coğrafyada yaşıyorlar ve bu coğrafyanın da en sevdiği şey cami. İslamiyet’in bayrağı gibi minareler. ‘Burada İslamiyet vardır’ın sembolleri. Kirpiler bu bilinçle büyüyorlar. ‘Kirpi ne bilecek minareyi’ diyemeyiz. Biliyor. Bütün hayvanlar, insanlar her şeyi biliyor. Kitapta dişi kirpi kendince benzetme yapıyor aşkını anlatırken. Minareler kadar görkemli onun gözünde erkeği ama bunun altında minarelerin birbirleriyle savaşması var. Kimi yan yatmış, kimi devrilmiş, kimi dimdik duruyor ayakta…
Ve de bu halihazırda süren bir savaş.
Tabii ki. Uzun Hasan, Şah İsmail’in dedesi. Şah İsmail bugünkü Alevilerin piri. Kendi tarihlerini başlattıkları noktalardan bir tanesi. Uzun Hasan’ın Akkoyunlulara yaymaya çalıştığı din, bugün bizim bildiğimiz Alevilerin yaşadığı din. O dönem koşulların var, Arabistan çölünde yaşamıyorsun, dağlarda yaşıyorsun. Savaş, o İslamiyet’le hâlâ kendini Arabistan çölünde zanneden İslamiyet’in savaşması. Hz Muhammed’in emirlerini uygulamaya çalışan, hiçbir yorum getirmeden ondan korkan İslamiyet’in de bir şekilde savaşı. Ve bu da hâlâ devam ediyor.
Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlular, kazansaydı neler olurdu?
Anadolu’da bu İslamiyet çok daha fazla yayılacak, bambaşka bir İslamiyet yaşanacak, bütün dinleri elinin tersiyle itip birazcık yukardan bakan insanların da gönlünü fethedebilecek bir din olacaktı belki de. ‘Keşke bir inanca tutunabilseydim’ dediğim zamanlarda bir sürü şey daha kolay olurdu.
Dişi kirpi ve erkek kirpi aynı yaşamıyorlar aşkı. Nasıl bir fark var erkek ve kadının arasında aşk söz konusu olunca?
Erkeklerin kafası kirpi bile olsalar, zürafa da olsalar, fil de olsalar bir gidiş bir geliş. Bu çok net. O dolambaçlı erkek zaten tercih edilen erkek değil. Ama kadınların kafası altgeçitler, üstgeçitler, birleşen yollar, tüneller… Erkeğin aşkı da savaşı da farklı yaşaması o yüzden.
Kitaptaki kirpi aşkı bulunca unutuyor Tanrı’yı. ‘Tanrı aşkın kendisi oluyor’ mu demeli?
İnanç konusuna geliyor yine. O eksikliği insanlar çeşitli şekilde kapatıyorlar. Herkesin bir şeye inanma ihtiyacı var çünkü. Bu edebiyat da olabilir, su bardağı da olabilir. Çoğunlukla daha organik ve bize benzediği için insanı seçiyoruz. Bir kadınla bir erkek, bir kadınla bir kadın veya erkekle erkek bir araya geldiğinde oradan ya aşk, ya büyük bir dostluk doğuyor. O inancı gökte değil de, yerde sürdürüyorsun. İki ruh bir araya geldiğinde başka hiçbir şeye gerek kalmaz. Ölçek değişiyor o zaman, dünya küçücük kalıyor. Kendini güçlü hissediyorsun. Gerçekten güçlüsün de. Bunu tek başına yapabilen insanlar da var ama çoğunlukla iki kişi yapmaya çalışıyor. O noktada ne Tanrı’ya, ne başka bir şeye gerek kalmıyor bence.
Afili Filintalar sitesinde yazıyor musunuz hâlâ?
Ayrıları altı ay kadar oldu. Başka bir düşünceye ikna edilerek girmiştim ama orada çok eril bir yapı var. O eril yapı dişil yapı olsaydı da çıkardım, erkeğe karşı olduğumdan değil. İlk yazmaya başladığımda Mavi Marmara çok yeniydi ve sitede bir Filistin bayrağı vardı. ‘Hiçbir bayrağın altında yazmak istemiyorum’ dedim. Edebiyat öyle bir şey değil. Belli ki sınırlı bir alanda, düşüncede hitap ediyorlar. O da hoşuma gitmedi.
Kitabın en önemli şairi de Hayyam. ‘Akbaba Hayyam’ bütün heybetiyle finalde…
Finaldeki dörtlük Hayyam’ın ‘Ben varsam dünya vardır/ Ben yoksam yok’ diyen satırlarına dair. Hayyam yine görüş hizasıyla ilgili olarak orada. Kuşbakışı dünyada olup bitenlerin de hiçbir değeri olmadığını, mikro ölçekte bakıldığında nasılsa, yukardan da bakıldığında her şeyin aynı olduğunu söylüyor.
Son günlerde sevgiliniz Fazıl Say sebebiyle alışık olmadığınız bir magazin dünyasına dahil edildiniz ufaktan. Bu kafayla o dünya pek çekilmez olsa gerek.
Elbette yadırgıyorum ama bu durum şu anki hayatımızın bir parçası. Kendi dünyanızı muhafaza edebildiğiniz sürece bu tür şeyler etkilemiyor pek.
Otlukbeli Savaşı’nı Otlukbeli’ndeki iki kirpi üzerinden anlatmaya başlamanız bana Emir Kusturica’nın hayvanat bahçesine düşen bombayla açılan filmi ‘Yeraltı’nı hatırlattı. Özel bir sebebi var mıdır hayvanlarla başlamanın?
Yaptığım tek şey gözden kaçanları anlatmak. Sadece kirpiler değil o gözden kaçanlar. Umursamadığımız, değer vermediğimiz o kadar çok insan var ki. Onları hayatımıza alıyoruz, yok ediyoruz, bir kenara atıyoruz. Kendi kişisel tarihimizde bile görmüyoruz ki, kaldı ki dünya tarihi... Uluslar tarihine hiç girmiyorlar. Sekiz saat içinde yüz binlerce insan ölüyor…
Kitap için araştırma yaparken resmi tarihin yazmadığı nelere rastladınız?
1453 o kadar görkemli ki gözlerimiz kamaşmış. 20 yıl sonra böyle bir savaş oluyor. Anadolu’nun kaderi belirleniyor ama ders kitaplarında, tarih kitaplarında bir paragrafla geçiliyor. Otlukbeli’ne dair Uzun Hasan, Fatih Sultan Mehmet ve onun yanındaki birkaç şakşakçıyı biliyoruz. En önemlisi, Osmanlı’ya savaş açan herkes otomatik olarak kötü adam. Beni en çok çarpan Uzun Hasan diye bir adam geçmiş bu dünyadan. Koyduğu kanunlar, kurduğu devlet sistemi o kadar mükemmel ki. Halkıyla o kadar barışık, o kadar örnek bir devlet adamı ki, kurduğu sistem binlerce yıl Osmanlı topraklarında yaşatılmaya devam ediyor. Bir de Fatih’le ilgili bilmediğim şeyler öğrendim. Aslında çok şişman bir adam olduğu ve askerlerinin bile saygı duymadığı, sadece korktuğu.
Kirpiler üzerine araştırma yaptınız mı, keza başrolde onların aşkı var.
Keşke insanların arasında öyle aşklar yaşanabilse. Her yüzyılda 15- 20 tane olsa insanların aşk anlayışları, birbirlerini anlama şekli değişecek. Benim bir kirpim var evde. Babam öldükten sonra dostlarım hediye etti. O kirpinin katkısı oldu hakikaten. Aşağıdan bakan iki çift gözle karşı karşıya kaldım. Fotoğrafçılıkta vardır ya 1.70 göz hizası. Ne zaman ki açıyı değiştirmeye başlarsın, güzel fotoğraf o zaman çıkar. Küçükken mesela aynı şeylere bir yere yatar, bir ağaca çıkar bakardım. Birazcık yine onu yapmak istedim belki de.
Kapaktaki kirpilerin okları cami minareleri. Nasıl okumalı bu okları?
Sonuçta kirpiler bu coğrafyada yaşıyorlar ve bu coğrafyanın da en sevdiği şey cami. İslamiyet’in bayrağı gibi minareler. ‘Burada İslamiyet vardır’ın sembolleri. Kirpiler bu bilinçle büyüyorlar. ‘Kirpi ne bilecek minareyi’ diyemeyiz. Biliyor. Bütün hayvanlar, insanlar her şeyi biliyor. Kitapta dişi kirpi kendince benzetme yapıyor aşkını anlatırken. Minareler kadar görkemli onun gözünde erkeği ama bunun altında minarelerin birbirleriyle savaşması var. Kimi yan yatmış, kimi devrilmiş, kimi dimdik duruyor ayakta…
Ve de bu halihazırda süren bir savaş.
Tabii ki. Uzun Hasan, Şah İsmail’in dedesi. Şah İsmail bugünkü Alevilerin piri. Kendi tarihlerini başlattıkları noktalardan bir tanesi. Uzun Hasan’ın Akkoyunlulara yaymaya çalıştığı din, bugün bizim bildiğimiz Alevilerin yaşadığı din. O dönem koşulların var, Arabistan çölünde yaşamıyorsun, dağlarda yaşıyorsun. Savaş, o İslamiyet’le hâlâ kendini Arabistan çölünde zanneden İslamiyet’in savaşması. Hz Muhammed’in emirlerini uygulamaya çalışan, hiçbir yorum getirmeden ondan korkan İslamiyet’in de bir şekilde savaşı. Ve bu da hâlâ devam ediyor.
Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlular, kazansaydı neler olurdu?
Anadolu’da bu İslamiyet çok daha fazla yayılacak, bambaşka bir İslamiyet yaşanacak, bütün dinleri elinin tersiyle itip birazcık yukardan bakan insanların da gönlünü fethedebilecek bir din olacaktı belki de. ‘Keşke bir inanca tutunabilseydim’ dediğim zamanlarda bir sürü şey daha kolay olurdu.
Dişi kirpi ve erkek kirpi aynı yaşamıyorlar aşkı. Nasıl bir fark var erkek ve kadının arasında aşk söz konusu olunca?
Erkeklerin kafası kirpi bile olsalar, zürafa da olsalar, fil de olsalar bir gidiş bir geliş. Bu çok net. O dolambaçlı erkek zaten tercih edilen erkek değil. Ama kadınların kafası altgeçitler, üstgeçitler, birleşen yollar, tüneller… Erkeğin aşkı da savaşı da farklı yaşaması o yüzden.
Kitaptaki kirpi aşkı bulunca unutuyor Tanrı’yı. ‘Tanrı aşkın kendisi oluyor’ mu demeli?
İnanç konusuna geliyor yine. O eksikliği insanlar çeşitli şekilde kapatıyorlar. Herkesin bir şeye inanma ihtiyacı var çünkü. Bu edebiyat da olabilir, su bardağı da olabilir. Çoğunlukla daha organik ve bize benzediği için insanı seçiyoruz. Bir kadınla bir erkek, bir kadınla bir kadın veya erkekle erkek bir araya geldiğinde oradan ya aşk, ya büyük bir dostluk doğuyor. O inancı gökte değil de, yerde sürdürüyorsun. İki ruh bir araya geldiğinde başka hiçbir şeye gerek kalmaz. Ölçek değişiyor o zaman, dünya küçücük kalıyor. Kendini güçlü hissediyorsun. Gerçekten güçlüsün de. Bunu tek başına yapabilen insanlar da var ama çoğunlukla iki kişi yapmaya çalışıyor. O noktada ne Tanrı’ya, ne başka bir şeye gerek kalmıyor bence.
Afili Filintalar sitesinde yazıyor musunuz hâlâ?
Ayrıları altı ay kadar oldu. Başka bir düşünceye ikna edilerek girmiştim ama orada çok eril bir yapı var. O eril yapı dişil yapı olsaydı da çıkardım, erkeğe karşı olduğumdan değil. İlk yazmaya başladığımda Mavi Marmara çok yeniydi ve sitede bir Filistin bayrağı vardı. ‘Hiçbir bayrağın altında yazmak istemiyorum’ dedim. Edebiyat öyle bir şey değil. Belli ki sınırlı bir alanda, düşüncede hitap ediyorlar. O da hoşuma gitmedi.
Kitabın en önemli şairi de Hayyam. ‘Akbaba Hayyam’ bütün heybetiyle finalde…
Finaldeki dörtlük Hayyam’ın ‘Ben varsam dünya vardır/ Ben yoksam yok’ diyen satırlarına dair. Hayyam yine görüş hizasıyla ilgili olarak orada. Kuşbakışı dünyada olup bitenlerin de hiçbir değeri olmadığını, mikro ölçekte bakıldığında nasılsa, yukardan da bakıldığında her şeyin aynı olduğunu söylüyor.
Son günlerde sevgiliniz Fazıl Say sebebiyle alışık olmadığınız bir magazin dünyasına dahil edildiniz ufaktan. Bu kafayla o dünya pek çekilmez olsa gerek.
Elbette yadırgıyorum ama bu durum şu anki hayatımızın bir parçası. Kendi dünyanızı muhafaza edebildiğiniz sürece bu tür şeyler etkilemiyor pek.