Gözde'
Bayan Üye
Vakidî, İbrahim b. İsmail b. Abdurrahman b. Abdullah b. Ebi Rebia el-Mahzumî'nin, babasından naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hz, Osman'a bey'at edildiği zaman o, çıkıp insanlara hutbe irad et-ti. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
"Ey insanlar, her zaman ilk bineğe binmek zordur. Bu günden sonra birçok günler gelecektir. Eğer yaşarsam bundan sonra size uygun şekil-de hutbeler irad edeceğim. Biz hatip kimseler değiliz. Ama Cenâb-ı Al-lah, hutbe irad etmeyi öğretecektir."
Hasan dedi ki: Hz. Osman, hutbe irad etti. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
"Ey insanlar, Allah'la karşı gelmekten sakının. Zira Allah'a karşı takvalı olmak bir ganimettir. İnsanların en akıllısı, kendi nefsini alçal-tıp dizginleyendir. Ve ölüm sonrası için çalışandır. Mezar karanlığı için Allah'ın nurundan bir nur kazanandır. Kul, Allah'ın kendisini -dünya-da gözlü olduğu halde- ahirette kör olarak hasretmesinden korksun. Akıllı ve hikmet sahibi kimse özlü sözleri bulur. Ama sağır kimseye her taraftan seslenilir. Yine de birşey anlamaz. Bilesiniz ki, Allah'ın kendi-sinden yana olduğu kimse hiç birşeyden korkmaz. Ama Allah'ın kendi-sine karşı olduğu kimseye gelince o kimse bundan sonra artık ne ümid edebilir?"
Mücahid dedi ki: Bir hutbesinde Osman şöyle dedi:
"Ey Adem oğlu, canım almakla görevlendirilen ölüm meleği, seni bı-rakıp da başkalarına gidecek değildir. Sen dünyada olduğun sürece o se-ni takip edecektir. Bazen seni bırakıp başkalarına gittiğini sanırsın. Oy-sa sen tedbirli ol. Ölüme hazırlıklı ol. Gafil olma. Çünkü ölüm meleği, senden habersiz değildir. Ey Ademoğlu eğer sen kendini unutup da nef-sine karşı tedbirini almazsan başkaları senin için ve nefsine karşı tedbir almaz. Mutlaka Allah'ın huzuruna çıkacaksın. Kendi nefsin için gerekli tedbirleri al. Nefsini dizginleyecek tedbirleri başkasına havale etme vesselam."
Seyf b. Ömer, Bedir b. Osman'ın amcasının şöyle dediğini rivayet etmistir:
"Hz. Osman'ın cemaata irad ettiği en son hutbesi şu oldu: "Doğrusu Cenâb-ı Allah, dünyayı size verdi ki, dünya vesilesiyle ahireti taleb edesiniz. Yoksa dünyayı, dünyaya meyledesiniz diye size vermiş değildir. Çünkü dünya fanidir. Ahiret ise bakidir. Fani olan sizi şımartmasın ve baki olanı size unutturmasın. Baki olanı, fani olana ter-cih edin. Çünkü dünyanın sonu gelecektir. Dönüş Allah'adır. Allah'a karşı gelmekten sakının. O'na karşı takvalı olmak, sizi O'nun azabına karşı koruyan bir kalkandır ve O'na yakın olmanın aracıdır. Allah'ın gayretinden sakının. Cemaatinize sarılın. Fırkalara ayrılmayın "Al-lah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uz-laştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz." (Âl-i îmrân, 103.)
Fasıl
İmam Ahmed b. Hanbel, Musa b. Talha'nın şöyle dediğini rivayet et-miştir:
«Müezzin namaz için ikamet ederken minber üzerinde Osman b. Af-fan'm cemaattan haberleri ve seferlerini sorduğunu işittim.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Kureyşlilerin azadlısı Ata b. Feruh'un şöy-le dediğini rivayet etmiştir:
«Hz. Osman, bir adamdan bir arazi satın aldı. Adam, gelip parasını almadı. Gecikti. Hz. Osman bir gün onunla karşılaşınca ona şöyle sordu:
- Niçin gelip paranı almıyorsun.
- Sen, beni aldattın. Her kiminle karşılaşırsam herkes benim alda-tıldığımı söyleyip beni ayıpladı.
- Parayı gelip almana bu mu mani oluyor?
- Evet.
- Öyleyse ya arazini al, ya da gel paranı al.
Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurdu: "Satıcıyken de müşteriyken de öderken de tahsil ederken de kolaylık gösteren adamı Allah Cennet'e koyar."
îbn Cerir'in rivayetine göre Talha, namaz için mescide gelmekte olan Osman'la karşılaştı. Osman'a şöyle dedi:
"50.000 dinarın şu anda yammdadır. Başkalarına vermiştin, ama ben tahsil ettim. Birini gönder de kendisine teslim edeyim ki sana getir-sin.
Hz. Osman da ona:
- Mürüvvetinden ötürü o parayı sana bağışladık, dedi." Asmaî dedi ki: îbn Âmir, Katan b. Avf el-Hilalî'yi Kirman'a tayin et-ti. 4000 kişilik bir Müslüman ordusu oraya geldi. Fakat dere onların şehre girmelerine engel oldu. Katan, şehire girememekten korktu ve:
- Her kim karşı tarafa geçerse ona 1000 dirhemlik mükafat vardır, dedi.
Bunun üzerine askerler yüzmeye yeltendiler. Her kim karşı tarafa geçerse, Katan onun için:
- Mükafatını verin, diye emir veriyordu. Nihayet askerlerin tama-mı karşı tarafa geçmiş oldu ve Katan da onlara 4.000.000 dirhem tuta-rında mükafat verdi. İbn Amir, mükafatı almak istemedi. Durumu bir mektupla Hz. Osman'a bildirdi. Hz. Osman da cevabî mektupla bu mü-kafatı almasını söyledi. Ve bunu Allah yolunda Müslümanlara yapılan bir yardım olduğunu ifade etti. O günden itibaren mükafatlara Arapça-da karşı tarafa geçme anlamına gelen icaze kökünden türetilmiş bir ke-lime olan 'caiz'e adı verildi. Şair Kenanî de bu hususta şöyle bir şiir söy-ledi:
"Beni Hilal kabilesinden olan baba bir evlatlara benim ailem ve ma-lım feda olsun.
Onlar, Maad kabilesi içinde mükafat verme âdetini ihdas ettiler.
Bu, gecelerin sonunda bir âdet haline geldi.
Mızrakları okların terkibinden önce onsekiz taneden fazlaydı." [12]
Fasıl
Hz. Osman'ın büyük menkıbelerinden ve muazzam iyiliklerinden biri, onun Kur'ân'ı tek kıraat üzere toplaması ve mushafı -hayatının son iki senesinde- Cebrail'in Rasûhıllah'a ders verdiği şekilde yazmasıdır. Bunun sebebi de şuydu: Savaşlardan birinde samlılarla Iraklılar bir arada savaşmışlardı. Şamlılar, Kur'ân-ı Kerim'i Mikdad b. Esved'le Ebu Derda'm kıraatına göre okuyorlardı. Iraklılar ise Abdullah b. Me-sud'la Ebu Musa'nın kıraatına göre okuyorlardı. Kur'ân'ın, yedi kıraata göre okunmasının caiz olduğunu bilmeyenler, kendi kıraatlarmı başka-larının kıraatlenna üstün görmeye, başkalarının kıraatim hatalı say-maya, hatta onları tekfir etmeye başladılar. Bu da aralarında şiddetli bir anlaşmazlığa ve insanlar arasında kötü sözlerin teatisine yol açtı. Bunun üzerine Hüzeyfe kalkıp Hz. Osman'ın yanma giderek şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin emiri! Yahudilerle Hristiyanlann kendi kitapla-rı üzerinde anlaşmazlığa düştükleri gibi bu ümmet de kendi aralarında anlaşmazlığa düşmeden tedbir al.
Böyle dedikten sonra Hüzeyfe, insanların Kur'an kıraati hususun-daki anlaşmazlıklarına örnekler verdi. Hz. Osman da sahabeleri topla-yıp onlarla istişare yaptı. Kur'ân'ın tek kıraate göre yazılmasını ve diğer beldelerdeki müslümanların bu kıraata göre Kur'ân'ı okumalarını uy-gun gördü. Böylece çekişme ve anlaşmazlıkların sona ereceğine kanaat getirdi. Hz. Ebu Bekir'in emri üzerine Zeyd b. Sabit tarafından toplanan Kur'ân ayetlerinden oluşan mushafm getirilmesini istedi. Bu mushaf, hayatı boyunca Hz. Ebu Bekir'in yanında, ondan sonra da Hz. Ömer'in yanında kalmıştı. Hz. Ömer'in vefatı üzerine bu mushaf mü'minlerin annesi Hafsa'nm eline geçmişti. Hz. Osman, bu mushafin getirilmesini istedi. Zeyd b. Sabit el-Ensârfye bunun aynısını yazmasını ve Said b. As el-Ümevî'nin de bu mushâfı Zeyd'e okuyup dikte ettirmesini emretti. Yazdırma ve yazma esnasında Abdullah b. Zübeyr el-Esedî ile Abdur-rahman b. Haris b. Hişam el-Mahzunıfnin hazır bulunmalarını buyur-du. Herhangi bir kelimede anlaşmazlığa düşecek olurlarsa o kelimeyi Kureyş lehçesiyle yazmalarım tenbihledi.
Neticede Şamlılar için bir mushaf, Mısırlılar için de ikinci bir mus-haf yazıldı. Basra'ya bir mushaf, Kûfe'ye bir mushaf, Mekke'ye bir mus-haf, Yemen'e de bir mushaf gönderdi. Medine'de bir mushaf bıraktı. Bu mushaflara imam mushafı (yani ana mushaf) denildi. Bunların hepsi hatta hiç birisi Osman'ın hattı ile değildi. Aksine bunlar Zeyd b. Sabit'in hattıyla yazılmışlardı. Hz. Osman'ın zamanında, halifeliği esnasında ve onun emri üzerine yazıldıkları için Osmanî mushaf adım aldılar. Ni-tekim Heraklıyus'un zamanında ve devletinde basıldıkları için Bi-zans'ın o dönemdeki dinarlarına da Heraklius dinarı denilmiştir. Vakidî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Osman (r.a), mushafları istinsah ettirdiği zaman yanma gidip ken-disine şöyle dedim:
- İsabet ettin, doğru olanı yaptın. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğuna şahid oldum: "Ümmetim arasmda en çok sevdiğim kimse-ler onlardır ki, benden sonra gelecekler, beni görmedikleri halde bana iman edecekler ve muallak kağıtta yazılı olana uyup amel edecekler-dir." Ben, peygamberin kastettiği kağıtların neler olduğunu mushafı görmeden anlamamıştım. Nihayet mushafı görünce peygamberin bunu kasdettiğini anladım.
Hz. Osman, benim bu sözümden memnun oldu. Ve bana 10.000 di-nar verilmesini emretti. Sonra da:
- Allah'a yemin ederim ki, peygamberin hadisini bizden asla sakla-madığını biliyorum, dedi.
Sonra kendisinin yazdırdığı mushafa aykırı şekilde yazılan ve hal-kın elinde bulunan diğer mushafları toplatıp yaktı ki, Müslümanlar arasında Kur'ân okuma hususunda herhangi bir anlaşmazlık ve ihtilaf meydana gelmesin."
Ebu Bekir b. Ebi Davud, mushafların yazılmasıyla ilgili olarak Sü-veyd b. Gafle'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Osman, mushafları yaktığı zaman Hz. Ali bana dedi ki: "Eğer Os-man böyle yapmasaydı, ben yapardım."
Beyhakî ile diğerleri, Süveyd b. Gafle'nin şöyle dediğini rivayet et-mişlerdir:
"Hz. Ali dedi ki:
- Ey insanlar! Osman hakkında ileri gitmekten sakının Siz, onun mushafları yaktığını söylüyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki o, mus-hafları Muhammed'in ashabından oluşan bir topluluğun huzurunda yakmıştır. Eğer onun uhdesine tevdi edilen halifelik bana tevdi edilmiş olsaydı, ben de onun yaptığı gibi yapardım."
Rivayet olunduğuna göre İbn Mesud, mushafı kendisinden alınıp yakıldığı için bunu yapanları kınamış ve mushafları yazan Zeyd b. Sa-bit'ten önce kendisinin Müslüman olduğunu söylemiş, arkadaşlarına da ellerinde bulunan mushafları saklamalarını emretmiş ve şu ayeti okumuştu. "Ganimetten kim gizlice çalarsa kıyamet günü, çaldığı o şeyle gelir." (Âl-ilmrân, 161.)
Bunun üzerine Hz. Osman, bir mektup yazarak onu, sahabelere ic-maları hususunda tabi olmaya, söz birliği etmeye, anlaşmazlık çıkar-mamaya davet etti. O da bu davete icabet etti. Sahabelerin icmaına uydu. Muhalefeti terketti. Allah, onlardan razı olsun.
Ebu İshak, Abdurrahman b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Mesud, Mina mescidine girdi ve:
- Mü'minlerin emiri öğle namazını kaç rekat olarak kıldı? diye sordu.
Orada hazır bulunanlar:
- Dört rekat olarak kıldı, dediler.
Bunun üzerine İbn Mesud da orada öğle namazını dört rekat olarak kıldı. Yanında bulunanlar kendisine:
- Sen bize Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir ve Ömer'in ikişer rekat olarak kıldıklarım söylemiyor muydun? diye sorunca o, şöyle cevap ver-di:
- Evet, şimdi de söylüyorum ama ihtilaf çıkarmaktan hoşlanmıyorum."
Sahih bir rivayette anlatıldığına göre îbn Mesud, bu hususta şöyle demiştir: "Keşke dört rekat yerine kabul edilmiş iki rekat kılsaydım."
A'meş dedi ki: Vasıfta bulunan Muaviye b. Kurre, üstadlarmm şöy-le dediklerini bana nakletti: Osman, Mina'da öğle namazını dört rekat olarak kıldı. Bunu duyan İbn Mesud onu kınadı. Sonra arkadaşlarıyla birlikte yolculuğunda ikindi namazını dört rekat olarak kıldı. Kendisi-ne denildi ki:
- Osman'ı kınadın ama sen de dört rekat olarak kıldın. Niçin yaptın?
îbn Mesud şu cevabı verdi:
- Ben, muhalefetten hoşlanmıyorum." Başka bir rivayette ise onun: "Muhalefet kötüdür." dediği nakledilmektedir.
îbn Mesud'un, Osman'a bu detayda uyduğu sabit olduğuna göre na-sıl olur da o, Kur'ân'm aslı hususunda Hz. Osman'a uymaz? İnsanların başka değil sadece kendisinin mushafı yazdırdığı kıraata göre Kur'ân okumalarını emretmesi hususunda Hz. Osman'a nasıl uymaz.
Zührî'den ve başkalarından nakledildiğine göre Osman, bedevile-rin namazın farzının iki rekat olduğuna inanmalarından korktuğu için dört rekat kılmıştır. Başka bir kavle göre ise o, Mekk'de evlendiği için mukim sayıldığından Mina'da namazı dört rekat olarak kılmıştır.
Ya'lâ ve diğerlerinden rivayet olunduğuna göre Hz. Osman, Mi-na'da cemaata namazı dört rekat kıldırmış, sonra dönüp onlara şöyle demiştir:
- Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Bir adam, bir beldede evlenirse, o beldenin halkından sayılır." Ben de geldiğimden beri burada evlendiğim için namazı tamam kıldım." Bu sahih olmayan bir hadistir. Zira Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazada Meymune binti Haris'le evlendiği halde namazı orada tam kılmamıştır. Denilir ki, Hz. Osman, her nerede olursa olsun kendisi müminlerin emiri olarak bunu tevil etmiştir. Hz. Aişe de böyle tevil ederek namazı tam kılmıştır. An-cak bu tevilde tartışma götürür taraflar vardır. Zira Hz. Peygamber de her nerede olursa olsun Allah Rasûlüydü. Bununla birlikte o seferlerde namazı tam kılmamış, dört rekatlı namazları iki rekat olarak kılmıştır.
Hz. Osman, her sene hac mevsiminde valilerininde hacca gelmeleri-ni emrederdi. Reayaya da mektup göndererek şöyle derdi: "Herkim hak-sızlığa uğramışsa hacca gelsin de ben onun hakkını valisinden alayım." Osman, büyük sahabelerin çoğunun diledikleri beldelere gitmelerine izin vermişti. OysaHz. Ömer, savaşta dahi sahabelerin diledikleri yerle-re gitmelerine müsaade etmez ve: "Korkarım ki dünyayı görürsünüz. Dünyanın çocukları da sizi görürler." derdi. Sahabeler, Hz. Osman'ın za-manında Medine dışına çeşitli beldelere çıkıp gittiklerinde halk onların etrafında toplandı. Ve her beldenin ahalisi kendi beldelerindeki sahabe-nin Hz. Osman'dan sonra halifeliğe geçmesini istedi. Ve bu beldelerin halkları Hz. Osman'ın bir an önce ölmesini istediler ki, kendi adamları halifeliğe geçsin. Hz. Osman'ın hayatının uzunsürdüğünü görüp usandı-lar. Bazı beldelerin ahalisi tarafından bir takım hadiseler ortaya konul-du. Bunu önceki sayfalarda da anlatmıştık. Doğrusu biz, Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz. Güç ve hikmet sahibi yüce Allah'ın güç ve kuvvetinden başka güç ve kuvvet yoktur. O, yüce ve uludur.
"Hz, Osman'a bey'at edildiği zaman o, çıkıp insanlara hutbe irad et-ti. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
"Ey insanlar, her zaman ilk bineğe binmek zordur. Bu günden sonra birçok günler gelecektir. Eğer yaşarsam bundan sonra size uygun şekil-de hutbeler irad edeceğim. Biz hatip kimseler değiliz. Ama Cenâb-ı Al-lah, hutbe irad etmeyi öğretecektir."
Hasan dedi ki: Hz. Osman, hutbe irad etti. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
"Ey insanlar, Allah'la karşı gelmekten sakının. Zira Allah'a karşı takvalı olmak bir ganimettir. İnsanların en akıllısı, kendi nefsini alçal-tıp dizginleyendir. Ve ölüm sonrası için çalışandır. Mezar karanlığı için Allah'ın nurundan bir nur kazanandır. Kul, Allah'ın kendisini -dünya-da gözlü olduğu halde- ahirette kör olarak hasretmesinden korksun. Akıllı ve hikmet sahibi kimse özlü sözleri bulur. Ama sağır kimseye her taraftan seslenilir. Yine de birşey anlamaz. Bilesiniz ki, Allah'ın kendi-sinden yana olduğu kimse hiç birşeyden korkmaz. Ama Allah'ın kendi-sine karşı olduğu kimseye gelince o kimse bundan sonra artık ne ümid edebilir?"
Mücahid dedi ki: Bir hutbesinde Osman şöyle dedi:
"Ey Adem oğlu, canım almakla görevlendirilen ölüm meleği, seni bı-rakıp da başkalarına gidecek değildir. Sen dünyada olduğun sürece o se-ni takip edecektir. Bazen seni bırakıp başkalarına gittiğini sanırsın. Oy-sa sen tedbirli ol. Ölüme hazırlıklı ol. Gafil olma. Çünkü ölüm meleği, senden habersiz değildir. Ey Ademoğlu eğer sen kendini unutup da nef-sine karşı tedbirini almazsan başkaları senin için ve nefsine karşı tedbir almaz. Mutlaka Allah'ın huzuruna çıkacaksın. Kendi nefsin için gerekli tedbirleri al. Nefsini dizginleyecek tedbirleri başkasına havale etme vesselam."
Seyf b. Ömer, Bedir b. Osman'ın amcasının şöyle dediğini rivayet etmistir:
"Hz. Osman'ın cemaata irad ettiği en son hutbesi şu oldu: "Doğrusu Cenâb-ı Allah, dünyayı size verdi ki, dünya vesilesiyle ahireti taleb edesiniz. Yoksa dünyayı, dünyaya meyledesiniz diye size vermiş değildir. Çünkü dünya fanidir. Ahiret ise bakidir. Fani olan sizi şımartmasın ve baki olanı size unutturmasın. Baki olanı, fani olana ter-cih edin. Çünkü dünyanın sonu gelecektir. Dönüş Allah'adır. Allah'a karşı gelmekten sakının. O'na karşı takvalı olmak, sizi O'nun azabına karşı koruyan bir kalkandır ve O'na yakın olmanın aracıdır. Allah'ın gayretinden sakının. Cemaatinize sarılın. Fırkalara ayrılmayın "Al-lah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uz-laştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz." (Âl-i îmrân, 103.)
Fasıl
İmam Ahmed b. Hanbel, Musa b. Talha'nın şöyle dediğini rivayet et-miştir:
«Müezzin namaz için ikamet ederken minber üzerinde Osman b. Af-fan'm cemaattan haberleri ve seferlerini sorduğunu işittim.»
İmam Ahmed b. Hanbel, Kureyşlilerin azadlısı Ata b. Feruh'un şöy-le dediğini rivayet etmiştir:
«Hz. Osman, bir adamdan bir arazi satın aldı. Adam, gelip parasını almadı. Gecikti. Hz. Osman bir gün onunla karşılaşınca ona şöyle sordu:
- Niçin gelip paranı almıyorsun.
- Sen, beni aldattın. Her kiminle karşılaşırsam herkes benim alda-tıldığımı söyleyip beni ayıpladı.
- Parayı gelip almana bu mu mani oluyor?
- Evet.
- Öyleyse ya arazini al, ya da gel paranı al.
Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurdu: "Satıcıyken de müşteriyken de öderken de tahsil ederken de kolaylık gösteren adamı Allah Cennet'e koyar."
îbn Cerir'in rivayetine göre Talha, namaz için mescide gelmekte olan Osman'la karşılaştı. Osman'a şöyle dedi:
"50.000 dinarın şu anda yammdadır. Başkalarına vermiştin, ama ben tahsil ettim. Birini gönder de kendisine teslim edeyim ki sana getir-sin.
Hz. Osman da ona:
- Mürüvvetinden ötürü o parayı sana bağışladık, dedi." Asmaî dedi ki: îbn Âmir, Katan b. Avf el-Hilalî'yi Kirman'a tayin et-ti. 4000 kişilik bir Müslüman ordusu oraya geldi. Fakat dere onların şehre girmelerine engel oldu. Katan, şehire girememekten korktu ve:
- Her kim karşı tarafa geçerse ona 1000 dirhemlik mükafat vardır, dedi.
Bunun üzerine askerler yüzmeye yeltendiler. Her kim karşı tarafa geçerse, Katan onun için:
- Mükafatını verin, diye emir veriyordu. Nihayet askerlerin tama-mı karşı tarafa geçmiş oldu ve Katan da onlara 4.000.000 dirhem tuta-rında mükafat verdi. İbn Amir, mükafatı almak istemedi. Durumu bir mektupla Hz. Osman'a bildirdi. Hz. Osman da cevabî mektupla bu mü-kafatı almasını söyledi. Ve bunu Allah yolunda Müslümanlara yapılan bir yardım olduğunu ifade etti. O günden itibaren mükafatlara Arapça-da karşı tarafa geçme anlamına gelen icaze kökünden türetilmiş bir ke-lime olan 'caiz'e adı verildi. Şair Kenanî de bu hususta şöyle bir şiir söy-ledi:
"Beni Hilal kabilesinden olan baba bir evlatlara benim ailem ve ma-lım feda olsun.
Onlar, Maad kabilesi içinde mükafat verme âdetini ihdas ettiler.
Bu, gecelerin sonunda bir âdet haline geldi.
Mızrakları okların terkibinden önce onsekiz taneden fazlaydı." [12]
Fasıl
Hz. Osman'ın büyük menkıbelerinden ve muazzam iyiliklerinden biri, onun Kur'ân'ı tek kıraat üzere toplaması ve mushafı -hayatının son iki senesinde- Cebrail'in Rasûhıllah'a ders verdiği şekilde yazmasıdır. Bunun sebebi de şuydu: Savaşlardan birinde samlılarla Iraklılar bir arada savaşmışlardı. Şamlılar, Kur'ân-ı Kerim'i Mikdad b. Esved'le Ebu Derda'm kıraatına göre okuyorlardı. Iraklılar ise Abdullah b. Me-sud'la Ebu Musa'nın kıraatına göre okuyorlardı. Kur'ân'ın, yedi kıraata göre okunmasının caiz olduğunu bilmeyenler, kendi kıraatlarmı başka-larının kıraatlenna üstün görmeye, başkalarının kıraatim hatalı say-maya, hatta onları tekfir etmeye başladılar. Bu da aralarında şiddetli bir anlaşmazlığa ve insanlar arasında kötü sözlerin teatisine yol açtı. Bunun üzerine Hüzeyfe kalkıp Hz. Osman'ın yanma giderek şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin emiri! Yahudilerle Hristiyanlann kendi kitapla-rı üzerinde anlaşmazlığa düştükleri gibi bu ümmet de kendi aralarında anlaşmazlığa düşmeden tedbir al.
Böyle dedikten sonra Hüzeyfe, insanların Kur'an kıraati hususun-daki anlaşmazlıklarına örnekler verdi. Hz. Osman da sahabeleri topla-yıp onlarla istişare yaptı. Kur'ân'ın tek kıraate göre yazılmasını ve diğer beldelerdeki müslümanların bu kıraata göre Kur'ân'ı okumalarını uy-gun gördü. Böylece çekişme ve anlaşmazlıkların sona ereceğine kanaat getirdi. Hz. Ebu Bekir'in emri üzerine Zeyd b. Sabit tarafından toplanan Kur'ân ayetlerinden oluşan mushafm getirilmesini istedi. Bu mushaf, hayatı boyunca Hz. Ebu Bekir'in yanında, ondan sonra da Hz. Ömer'in yanında kalmıştı. Hz. Ömer'in vefatı üzerine bu mushaf mü'minlerin annesi Hafsa'nm eline geçmişti. Hz. Osman, bu mushafin getirilmesini istedi. Zeyd b. Sabit el-Ensârfye bunun aynısını yazmasını ve Said b. As el-Ümevî'nin de bu mushâfı Zeyd'e okuyup dikte ettirmesini emretti. Yazdırma ve yazma esnasında Abdullah b. Zübeyr el-Esedî ile Abdur-rahman b. Haris b. Hişam el-Mahzunıfnin hazır bulunmalarını buyur-du. Herhangi bir kelimede anlaşmazlığa düşecek olurlarsa o kelimeyi Kureyş lehçesiyle yazmalarım tenbihledi.
Neticede Şamlılar için bir mushaf, Mısırlılar için de ikinci bir mus-haf yazıldı. Basra'ya bir mushaf, Kûfe'ye bir mushaf, Mekke'ye bir mus-haf, Yemen'e de bir mushaf gönderdi. Medine'de bir mushaf bıraktı. Bu mushaflara imam mushafı (yani ana mushaf) denildi. Bunların hepsi hatta hiç birisi Osman'ın hattı ile değildi. Aksine bunlar Zeyd b. Sabit'in hattıyla yazılmışlardı. Hz. Osman'ın zamanında, halifeliği esnasında ve onun emri üzerine yazıldıkları için Osmanî mushaf adım aldılar. Ni-tekim Heraklıyus'un zamanında ve devletinde basıldıkları için Bi-zans'ın o dönemdeki dinarlarına da Heraklius dinarı denilmiştir. Vakidî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Osman (r.a), mushafları istinsah ettirdiği zaman yanma gidip ken-disine şöyle dedim:
- İsabet ettin, doğru olanı yaptın. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğuna şahid oldum: "Ümmetim arasmda en çok sevdiğim kimse-ler onlardır ki, benden sonra gelecekler, beni görmedikleri halde bana iman edecekler ve muallak kağıtta yazılı olana uyup amel edecekler-dir." Ben, peygamberin kastettiği kağıtların neler olduğunu mushafı görmeden anlamamıştım. Nihayet mushafı görünce peygamberin bunu kasdettiğini anladım.
Hz. Osman, benim bu sözümden memnun oldu. Ve bana 10.000 di-nar verilmesini emretti. Sonra da:
- Allah'a yemin ederim ki, peygamberin hadisini bizden asla sakla-madığını biliyorum, dedi.
Sonra kendisinin yazdırdığı mushafa aykırı şekilde yazılan ve hal-kın elinde bulunan diğer mushafları toplatıp yaktı ki, Müslümanlar arasında Kur'ân okuma hususunda herhangi bir anlaşmazlık ve ihtilaf meydana gelmesin."
Ebu Bekir b. Ebi Davud, mushafların yazılmasıyla ilgili olarak Sü-veyd b. Gafle'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Osman, mushafları yaktığı zaman Hz. Ali bana dedi ki: "Eğer Os-man böyle yapmasaydı, ben yapardım."
Beyhakî ile diğerleri, Süveyd b. Gafle'nin şöyle dediğini rivayet et-mişlerdir:
"Hz. Ali dedi ki:
- Ey insanlar! Osman hakkında ileri gitmekten sakının Siz, onun mushafları yaktığını söylüyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki o, mus-hafları Muhammed'in ashabından oluşan bir topluluğun huzurunda yakmıştır. Eğer onun uhdesine tevdi edilen halifelik bana tevdi edilmiş olsaydı, ben de onun yaptığı gibi yapardım."
Rivayet olunduğuna göre İbn Mesud, mushafı kendisinden alınıp yakıldığı için bunu yapanları kınamış ve mushafları yazan Zeyd b. Sa-bit'ten önce kendisinin Müslüman olduğunu söylemiş, arkadaşlarına da ellerinde bulunan mushafları saklamalarını emretmiş ve şu ayeti okumuştu. "Ganimetten kim gizlice çalarsa kıyamet günü, çaldığı o şeyle gelir." (Âl-ilmrân, 161.)
Bunun üzerine Hz. Osman, bir mektup yazarak onu, sahabelere ic-maları hususunda tabi olmaya, söz birliği etmeye, anlaşmazlık çıkar-mamaya davet etti. O da bu davete icabet etti. Sahabelerin icmaına uydu. Muhalefeti terketti. Allah, onlardan razı olsun.
Ebu İshak, Abdurrahman b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Mesud, Mina mescidine girdi ve:
- Mü'minlerin emiri öğle namazını kaç rekat olarak kıldı? diye sordu.
Orada hazır bulunanlar:
- Dört rekat olarak kıldı, dediler.
Bunun üzerine İbn Mesud da orada öğle namazını dört rekat olarak kıldı. Yanında bulunanlar kendisine:
- Sen bize Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir ve Ömer'in ikişer rekat olarak kıldıklarım söylemiyor muydun? diye sorunca o, şöyle cevap ver-di:
- Evet, şimdi de söylüyorum ama ihtilaf çıkarmaktan hoşlanmıyorum."
Sahih bir rivayette anlatıldığına göre îbn Mesud, bu hususta şöyle demiştir: "Keşke dört rekat yerine kabul edilmiş iki rekat kılsaydım."
A'meş dedi ki: Vasıfta bulunan Muaviye b. Kurre, üstadlarmm şöy-le dediklerini bana nakletti: Osman, Mina'da öğle namazını dört rekat olarak kıldı. Bunu duyan İbn Mesud onu kınadı. Sonra arkadaşlarıyla birlikte yolculuğunda ikindi namazını dört rekat olarak kıldı. Kendisi-ne denildi ki:
- Osman'ı kınadın ama sen de dört rekat olarak kıldın. Niçin yaptın?
îbn Mesud şu cevabı verdi:
- Ben, muhalefetten hoşlanmıyorum." Başka bir rivayette ise onun: "Muhalefet kötüdür." dediği nakledilmektedir.
îbn Mesud'un, Osman'a bu detayda uyduğu sabit olduğuna göre na-sıl olur da o, Kur'ân'm aslı hususunda Hz. Osman'a uymaz? İnsanların başka değil sadece kendisinin mushafı yazdırdığı kıraata göre Kur'ân okumalarını emretmesi hususunda Hz. Osman'a nasıl uymaz.
Zührî'den ve başkalarından nakledildiğine göre Osman, bedevile-rin namazın farzının iki rekat olduğuna inanmalarından korktuğu için dört rekat kılmıştır. Başka bir kavle göre ise o, Mekk'de evlendiği için mukim sayıldığından Mina'da namazı dört rekat olarak kılmıştır.
Ya'lâ ve diğerlerinden rivayet olunduğuna göre Hz. Osman, Mi-na'da cemaata namazı dört rekat kıldırmış, sonra dönüp onlara şöyle demiştir:
- Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Bir adam, bir beldede evlenirse, o beldenin halkından sayılır." Ben de geldiğimden beri burada evlendiğim için namazı tamam kıldım." Bu sahih olmayan bir hadistir. Zira Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazada Meymune binti Haris'le evlendiği halde namazı orada tam kılmamıştır. Denilir ki, Hz. Osman, her nerede olursa olsun kendisi müminlerin emiri olarak bunu tevil etmiştir. Hz. Aişe de böyle tevil ederek namazı tam kılmıştır. An-cak bu tevilde tartışma götürür taraflar vardır. Zira Hz. Peygamber de her nerede olursa olsun Allah Rasûlüydü. Bununla birlikte o seferlerde namazı tam kılmamış, dört rekatlı namazları iki rekat olarak kılmıştır.
Hz. Osman, her sene hac mevsiminde valilerininde hacca gelmeleri-ni emrederdi. Reayaya da mektup göndererek şöyle derdi: "Herkim hak-sızlığa uğramışsa hacca gelsin de ben onun hakkını valisinden alayım." Osman, büyük sahabelerin çoğunun diledikleri beldelere gitmelerine izin vermişti. OysaHz. Ömer, savaşta dahi sahabelerin diledikleri yerle-re gitmelerine müsaade etmez ve: "Korkarım ki dünyayı görürsünüz. Dünyanın çocukları da sizi görürler." derdi. Sahabeler, Hz. Osman'ın za-manında Medine dışına çeşitli beldelere çıkıp gittiklerinde halk onların etrafında toplandı. Ve her beldenin ahalisi kendi beldelerindeki sahabe-nin Hz. Osman'dan sonra halifeliğe geçmesini istedi. Ve bu beldelerin halkları Hz. Osman'ın bir an önce ölmesini istediler ki, kendi adamları halifeliğe geçsin. Hz. Osman'ın hayatının uzunsürdüğünü görüp usandı-lar. Bazı beldelerin ahalisi tarafından bir takım hadiseler ortaya konul-du. Bunu önceki sayfalarda da anlatmıştık. Doğrusu biz, Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz. Güç ve hikmet sahibi yüce Allah'ın güç ve kuvvetinden başka güç ve kuvvet yoktur. O, yüce ve uludur.