Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası,Resimli sözleri

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.

Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna [/b]burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.

1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.

Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.

Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.

Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Allah nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.

Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"


..................................................................................


Mevlana'dan Altın Sözler


Bir adamın birçok hüner, fen, bilgi sahibi olduğuna bakma! Verdiği sözde duruyor mu? Vefâsı var mı? Asıl ona bak! Hakla ettiği sözleşmeyi yerine getiriyorsa, insanlara verdiği sözde duruyorsa,

vefâlıysa onu istediğin kadar öv! Onun iyi vasıflarını bir bir say! O, senin övgünden, saydığın meziyetlerden daha üstün bir kişidir.

* * *

Şöhret âfettir; şöhret peşinde koşmak, iyi tanınmak için uğraşmak, insanlığa yakışmaz. Eğer sen hakikati, aşk incisini arıyorsan, görünüşten kurtulman, deniz dalman, derinliklere inmen gerek!
Yoksa şöhret, gösteriş, deniz kıyısına düşen köpüktür.

* * *

Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömürse kısadır. Korkarım ki, sen bu uykudan uyanınca gündüz olur.

* * *

Haydi şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle hoş geçin. Sen kendine kaldıkça, bir habbesin, bir zerresin fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin! Bütün insanlarda

aynı ruh vardır, ama hepsinde de aynı yağ bulunmaktadır. Dünya da çeşitli diller, çeşitli lügatler var, fakat hepsinin da anlamı birdir, çeşitli kaplara konan sular, kaplar birleşirler, bir su hâlinde akarlar. Tevhidin ne demek olduğunu anlar da, birliğe erersen, gönülden sözü, mânâsız düşünceleri söküp atarsan, can, mânâ gözü açık olanlara haberler gönderir, onlara gerçekleri söyler.

* * *

Sende bulunan beş duygu ışığını, gönül nuruyla aydınlat. Duyguları beş vakit namaz gibi bil. Gönlünse yedi âyetten ibâret olan Fatiha Sûresi’ne benzer. Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya sevgisini atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alır gidersin.

* * *

Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Madem ki sen, bensin, ben de senim. Artık bu senlik ve benlik nedir? Biz Hakk’ın nuruyuz, Hakk’ın aynasıyız. Şu halde

kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz? Bir aydınlık bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor? Biz hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücud halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz. Fakat neden böyle şaşıyız? Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler, yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye sol elini hor görür? Her ikisi de madem senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz.

* * *

Mânâların aşk burakı, aklımı da, gönlümü de aldı, götürdü.”Nereye götürdü?” diye bana sor. Aklımı da, gönlümü de senin bilmediğin o tarafa, ötelere götürdü. Ben öyle bir revâka, öyle bir kemer altına ulaştım ki, orada ne ay gördüm, ne de gök. Öyle bir dünyaya eriştim ki, orada dünya da, dünyalıktan çıkar, dünyalığını kaybeder.

* * *

Mutlu olmanın sırrını Peygamber Efendimiz’den öğren de, Allah sana ne verirse ona razı ol. Başına gelen derde, balaya razı olur da, ses çıkarmazsan, o anda hemen sana cennet kapısı açılır. Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık bir dost gibi karşıla, onu kucakla. Zaten o sana yabancı değildir, onunla aşinalığın vardır. Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın suratını asma, onu neşe ile karşıla, merhaba, hoş geldin de. Onu güler yüzle, tatlı sözle karşıla ki gönül alıcı o eşsiz varlık hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın da güzelliği ortaya çıksın.

* * *

Ey benim canım, şu toprak perdesinin ötesinde, gizli bir zevk, gizli bir mutlu yalayış vardır. Her şeyi gizleyen bu örtünün altında, yüzlerce güzel Yusuflar vardır. Bu ten, bu görünen beden ortadan gidince, asıl varlığın olan ruhun kalkar. Ey sonsuz olan ruh, ey fani olan ten! Bu halin nasıl olduğunu anlamak istersen, her gece kendine bak. Uykuya dalınca tenin ölmüş gibidir. Ruhunsa cennet bahçelerine kanat çırpmaktadır.

* * *

Pişman olmayı kendine âdet edinirsen boyuna pişman olur durursun! Nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olusursun! Ömrünün yarısı perişanlıkla geçer, öbür yarısı da pişmanlıkla heder olur gider! Bu fikri, bu pişmanlığı terket de, daha iyi bir hâl, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!

* * *

Ezel sofrası üzerinde her ne kadar halk kavgadaysa da, yediler ve yerlerse de, sofra yine o sofradır, ondan hiçbir şey eksilmez. O olduğu gibi durur. Bir kuş bir dağın üstüne konsa, sonra uçup gitse, dağda bir fazlalık veya bir eksiklik görünür mü?

* * *

Şu tenimiz ruhumuzun bir köşküdür. Orası bir tepe, bir yıkık yer değildir. Ruhumuz bizim biricik dostumuz, yârimizdir. O, bize hiçbir zaman yabancı olmaz. Gönül yolu, korkunç bir çölden geçer.

Yürekli bir er, Rüstem gibi bir yiğit olmayan oraya nasıl varabilir? Oraya varacak kişi, bir pehlivan gibi hasmını yere vuran, çeşitli gıdalarla bedenini besleyen, kuvvetli, güçlü kişi değildir. Oraya varacak kişi, nefsini yenen, kendi benliğini yıkıp alt eden, dünya âşığı değil, Allah âşığı olan kişidir.

Böyle bir kişinin bedeni mezara girince; mezarın toprağı ile örtülünce, o bedenden tohum nasıl baş verir yücelirse, tıpkı onun fini Hak tarafından kabul edilmiş ağacı yükselir, boy atar. Nurlu bir gönül erinden başka, o nura âşık olan kimdir? Aşk mumu, pervanenin gönlünden başka neyi yakar?

* * *

Sermâyesi kanaat olan kişinin; her yaptığı iş, tâ’at olur, ibâdet sayılır. Onun yemesi, içmesi, uyuması, Hakk’ın emrini tutması, yerine getirmesi içindir. Sakın Hak’tan başkasını dost edinme!
Çünkü halkın dostu olmak, halkın gözüne girmek ömürsüzdür, ancak yarım saat sürer
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası

HZ.MEVLANANIN HAYATI
Mevlânâ'nın asıl adı Muhammed Celaleddîn'dir. Mevlânâ ve Rûmî de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlânâ ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Şemseddîn-i Tebrîzi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlânâ'yı sevenler kullanmış, adeta adı yerine sembol olmuştur. Rûmî, Anadolu demektir. Mevlânâ'nın, Rûmî diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyâr-ı Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.
Doğumu ve Nesebi
Mevlânâ'nın doğum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk Kültür merkezi Belh'tir. Mevlânâ'nın doğum tarihi ise 30 Eylül 1207 (6 Rebiu'l-evvel, 604) dir.
Asil bir aileye mensup olan Mevlânâ'nın annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmşahlar (1157 Doğu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dır. Babası, Sultânü'l-Ulema (Alimlerin Sultanı) ünvanı ile tanınmış, Muhammed Bahaeddîn Veled; büyükbabası, Ahmet Hatibi oğlu Hüseyin Hatibi'dir. Eflâki'1ye göre Hüseyin Hatibi, ilmi deniz gibi engin ve geniş olan bir alim idi. Din ilminin üstadı ve alimlerin büyüklerinden sayılan, güzel şiirler söyleyen Nişaburlu Raziyüddin gibi bir zat da talebelerindendi. Kaynaklar2 ve Mevlânâ'nın sevgi yolunda gidenler eserlerinde3 Sultânü'l-Ulema Bahaeddîn Veled'in nesebinin, anne cihetiyle on dördüncü göbekte Hazret-i Peygamber (a.s.)'in torunu Hazret-i Hüseyin'e, baba cihetiyle de onuncu göbekte Peygamber Aleyhisselam'ın seçilmiş dört dostundan ilki Hazret-i Ebu Bekir Sıddık'a ulaştığını kaydediyorlar.
Babası Bahaeddîn Veled Hazretleri'nin Şahsiyeti
Bahaeddîn Veled, 1150'de Belh'de doğmuş, babası ve dedesinin manevi ilimleriyle yetişmiş; ayrıca Necmeddîn-i Kübrâ (? - 1221)'dan feyz almıştır.4 Bahaeddîn Veled bütün ilimlerde eşi olmayan, olgun mana sultanı idi. İlahi hakikatler ve Rabbani ilimlerden meydana gelen uçsuz bucaksız bir deniz gibi olan Bahaeddîn Veled, Horasan Diyarının, en güç fetvaları halletmede, tek üstadı idi ve vakıftan hiçbir şey almazdı; devlet hazinesinden kendisine tahsis edilen maaşla geçinirdi.5 Kaynakların6 ittifakla rivayetine göre, devrinin alimleri ve ulu müftüleri, Hazreti Muhammed'in manevi işaretiyle, Baheddin Veled'e Sultânü'l- Ulemâ ünvanını vermişlerdir. Bundan sonra da Bahaeddîn Veled bu ünvanla yad edilmiştir. Alimler gibi giyinen Bahaeddîn Veled, adeti üzere, sabah namazından sonra, halka ders okutur; öğle namazından sonra dostlarına sohbette bulunur; pazartesi günleri de bütün halka va'z ederdi. Va'zı esnasında umumiyetle, Yunan filozoflarının fikirlerini benimseyenlerin görüşlerini reddeder ve "Semavi (Allah'dan olan ilahi) kitapları arkalarına atıp, filozofların silik sözlerini önlerine alıp itibar edenlerin nasıl kurtulma ümidi olur" 7 derdi. Bu arada Yunan felsefesini okutan ve savunan Fahreddîn-i Râzi'ye ve ona uyan Harezmşah'ın aleyhinde bulunur; onları bidat ehli (dinde, peygamber zamanında olmayan, yeniden beğenilmeyen şeyleri çıkaranlar) olarak görür ve şöyle derdi: "Muhammed Mustafa'nın yürüyüşünden dahi iyi yürüyüş, yolundan daha doğru bir yol görmedim" 8

Hazret-i Mevlânâ'nın Babası ile Belh'ten Çıkışları ve Konya'ya gelişleri
Esasen tasavvuf ehline iyi gözle bakmayan ve bunların Harezmşah katında saygı görmelerini çekemeyen Fahreddîn-i Râzi, Bahaeddîn Veled'in açıkça kendi aleyhine tavır almasına da çok içerlediğinden onu Harezmşah'a gammazladı. Bahaeddîn Veled'in de gönlü Harezmşah'tan incindi ve Belh'i terk etti. 9 Ancak araştırmacılar, Bahaeddîn Veled'in Belh'ten göç etmesine sebep olarak, Moğol istilasını gösterirler.
Sultânü'l-Ulema, aile fertleri ve dostlarıyla Belh şehrini 1212-1213 tarihlerinde terk ettikten sonra Hacca gitmeye niyet etmişti. Nişabur'a uğradı. Göç kervanıyla Bağdat'a yaklaştığında, kendisine hangi kavimden olduklarını ve nereden gelip nereye gittiklerini soran muhafızlara Sultânü'l-Ulema Şeyh Bahaeddîn Veled şu manidar cevabı verir: "Allah'dan geldik, Allah'a gidiyoruz. Allah'dan başka kimsede kuvvet ve kudret yoktur." 10 Bu söz Şeyh Şehabeddin-i Sühreverdi (1145-1235)'ye ulaştığında: "Bu sözü Belhli Bahaeddîn Veled"den başkası söyleyemez" dedi, samimiyetle ve muhabbetle karşılamaya koştu. Birbirleriyle karşılaşınca Seyh Sühreverdi, katırından inip nezaketle Bahaeddîn Veled'in dizini öptü, gönülden hürmetlerini sundu. Bahaeddîn Veled, Bağdat'ta üç günden fazla kalmadı ve Kufe yolundan Kabe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Bahaeddîn Veled, yanında biricik oğlu Mevlânâ olduğu halde, göç kervanıyla Şam'dan Malatya'ya, oradan Erzincan'a, oradan Karaman'a uğradılar. Karaman'da bir müddet kaldıktan sonra, nihayet Konya'yı seçip oraya yerleştiler.

Göç Yolunda Hazret-i Mevlânâ'ya Teveccühte Bulunan Mutasavvıflar
Şeyh Attar Hazretleri: Belh'i terk ettikten sonra Bağdat'a doğru yola çıkan Bahaeddîn Veled, Nişabur'a vardığında ziyaretine gelen Şeyh Feridüddin-i Attar (1119-1221;1230) ile görüşüp sohbet eder. Sohbet esnasında Şeyh Attar, Mevlânâ'nın nasiyesindeki (alnındaki) kemali görür ve ona Esrar-name adlı eserini hediye eder ve babasına da; "Çok geçmeyecek ki, bu senin oğlun alemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır." 11der.
Şeyh-i Ekber (Muhyiddin İbn'ül Arabi) Hazretleri: Sultânü'l-Ulema, Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Orada Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbnü'l-Arabi (1165-1240) ile görüştü. Şeyh-i Ekber, Sultânü'l-Ulema'nın arkasında yürüyen Mevlânâ'ya bakarak: "Sübhanallah! Bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor" 12demiştir.

Hazret-i Mevlânâ'nın Evlenmesi
Karaman'da bulundukları 1225 tarihinde Mevlânâ, babasının buyruğu ile itibarlı, asil bir zat olan Semerkantlı Hoca Şerafeddin Lala'nın, huyu güzel, yüzü güzel kızı Gevher Banu ile evlendi. Mevlânâ dünya evine girdiğinde onsekiz yaşındadır.
Hazret-i Mevlânâ'nın, Konya'ya Yerleşmeleriyle İlgili Yorumu şöyledir: "Hak Teala'nın Anadolu halkı hakkında büyük inayeti vardır ve Sıddik-ı Ekber Hazretlerinin duasıyla da bu halk bütün ümmetin en merhamete layık olanıdır. En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanları mülk sahibi Allah'ın aşk aleminden ve deruni zevkten çok habersizlerdir. Sebeplerin hakiki yaratıcısı Allah, hoş bir lütufta bulundu, sebepsizlik aleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi.
Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünni (Allah bilgisine ve sırlarına ait) iksirimizden (altın yapma hassamızdan) onların bakır gibi vücutlarına saçalım da onlar tamamıyla kimya (bakışıyla, baktığı kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan aleminin mahremi ve dünya ariflerinin hem demi (canciğer arkadaşı) olsunlar." 13

Hazret-i Mevlânâ'yı Yetiştiren Mutasavvıflar

Sultânü'l-Ulema Şeyh Bahaeddîn Veled Hazretleri
Önceki bahislerde şahsiyetini belirtmeye çalıştığımız Bahaeddîn Veled, Mevlânâ'nın ilk mürşididir. Yani Mevlânâ'ya Allah yolunu öğretip, tasavvuf usulünce hakikatleri ve sırları gösteren tarikat şeyhidir. Bütün İslam aleminde yüksek itibar ve şöhrete sahip olan Bahaeddîn Veled, Selçuklulular'ın Sultanı Alâeddîn Keykubat'tan yakın alaka ve sonsuz hürmet görür. Bahaeddîn Veled, 3 Mayıs 1228 tarihinde14 Selçukluların baş şehri Konya'yı şereflendirip yerleştikden kısa bir süre sonra, son derece samimi dindar olan Sultan Alâeddîn Keykubat (saltanat müddesi 1219-1236), sarayında Bahaeddîn Veled'in şerefine büyük bir toplantı tertip etti ve bütün ileri gelenleriyle birlikte onun manevi terbiyesi altına girdi.15 Sultaü'l-Ulemaya gönülden bağlı olan Sultan Alâeddîn onu hayranlıkla şöyle över; "Heybetinden gönlüm tir tir titriyor, yüzüne bakmaktan korkuyorum. Bu eri gördükçe, gerçekliğim, dinim artıyor. Bu alem, bendem korkup titrerken ben, bu adamdan korkuyorum, ya Rabbi, bu ne hal? İyice inandım ki o, cihanda nadir bulunan ve eşi benzeri olmayan bir Allah dostudur."16 Dünya sultanına hükmeden, eşsiz Allah dostu mana ve gönül sultanı Bahaeddîn Veled, 24 Şubat, 1231 tarihinde Cuma günü kuşluk vaktinde ebedi alemde göçtü.17 Geriye Muhammed Celaleddîn gibi bir hayırlı oğul ile Maarif gibi bir eser bıraktı. Sultânü'l-Ulema, sadece duygu ve düşüncelerini açıkladı şöhret peşinde koşmadı. Etrafındakilerini yetiştirdi ve onları daima aydınlattı.
Seyyid Burhaneddin Hazretleri
Bahaeddîn Veled'in irtihâlinde Mevlânâ yirmi dört yaşında idi. Babasının vasiyeti,18 dostlarının ve bütün halkın yalvarmaları ile babasının makamına geçti, oturdu.19 Mevlânâ, babasından sonra, Seyid Burhaneddin'i buluncaya kadar bir yıl mürşidsiz kaldı. 1232 tarihinde babasının değerli halifesi Seyyid Burhneddin-i Muhakkık-ı Tirmîzi, Konya'ya geldi. Mevlânâ onun manevi terbiyesi altına girdi. Seyyid Burhaneddin, mertebesi çok yüksek bir kamil mürşid idi. Maarif adlı eseri20 irfanının delilidir. Kendisine, daima kalblerde bulunan sırları bilmesinden dolayı, Seyyid Sırdan denirdi.21 Seyyid Burhaneddin, ta çocukluk yıllarında bir lala gibi omuzlarda taşıyıp dolaştırdığı22 Mevlânâ'ya dedi ki: "Bilginde eşin yok, seçkinsin. Ama baban hal (manevi makam) sahibiydi, sen de onu ara, kalden (sözden) geç. Onun sözlerini iki eline kavramışsın; fakat benim gibi onun haliyle de sarhoş ol. Böylece de ona tam mirasçı kesil; cihana ışık saçmada güneşe benze. Sen zahiren babanın mirasçısısın; ama özü ben almışım; bu dosta bak, bana uy."23 Mevlânâ babasının halifesinden bu sözleri duyunca samimiyetle onun terbiyesine teslim oldu. Mevlânâ candan, samimiyetle, Seyyid Burhaneddin'i babasının yerine koydu ve gerçek bir mürşid bilerek gönülden, tam dokuz yıl24 ona hizmet etti. Bu zaman zarfında, o kamil mürşidin kılavuzluğu ile mücahede (nefsi yenmek için gayret sarfederek) ve riyazetle o kamil arifin feyizli sohbet ve nefesleriyle pişti, olgunlaştı, baştan ayağa nur oldu; kendinden kurtuldu, mana sultanı oldu. Nitekim, Mesnevi'sindeki şu iki beyit, piştiğinin, kamil insan mertebesine ulaştığının ifadesidir; "Piş, ol da bozulmaktan kurtul... Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol. Kendinden kurtuldun mu, tamamiyle Burhan olursun. Kul olup yok oldun mu sultan kesilirsin." 25
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası

MEVLANA%20T%C3%96REN.jpg


mevlana.jpg



mevlana18ut.jpg





mev015xo.jpg
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası,Resimli sözleri

Sevgide güneş gibi ol,


dostluk ve kardeşlikte
akarsu gibi ol,



hataları örtmede gece gibi ol,
tevazuda toprak gibi ol,



öfkede ölü gibi ol,
her ne olursan ol,
ya olduğun gibi görün,



ya göründügün gibi ol.




Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.







Eşekten şeker esirgenmez ama eşek
yaratılışı bakımından otu beğenir.




Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.



Leş, bize göre rezildir ama, domuza,
köpeğe şekerdir, helvadır.




Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül,
kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?




Pisler, pisliklerini yapar ama
sular da temizlemeye çalışır.





Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür.
Selviyi hür bir halde yücelten,
kederi de sevinç haline sokabilir.





Nasıl olur da deniz, köpeğin agzından pislenir,
nasıl olur da güneş üflemekle söner?




Akıl padişahı kafesi kırdı mı,
kuşların her biri bir yöne uçar.




Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta
aşağılık dünyadan göğe sıçrayiverir.




Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü,
inananlara bayram günüdür, ****lere ölüm günü.




Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur.
Kıskançlık ateşten meydana gelir.




Dünya tuzaktır. Yemi de istek.
İstek tuzaklarından kaçının.




Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama
susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.




Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin.
Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.




Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek,
inciyle denizin varlığından da şüphe eder.




Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu,
dinleyenin dinlemesinden, anlamaesından ileri gelir.




Oruç tutmak güçtür, çetindir ama
Allah'ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından,
bir derde uğratmasından daha iyidir.




Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz.
Suyu başına döksen, başı kırılmaz.
Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan,
toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.




Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana,
içinde inci vardır.




Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir.
Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.




Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?




Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes
çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?




Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler.



Her dil, gönlün perdesidir.
Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.




Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları
olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.




İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey
görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun
diye bu alem yok değildir.




A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın,
tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.




O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti.
Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.




Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da
nedir bir sevgiye harcanmadıktan,
bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.




Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor,
gama binlerce defa aferin.




Nefsin, üzüm ve hurma gibi
tatlı şeylerin sarhoşu oldukça,
ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?




Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de,


şeytandan dert satın alır.





Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.


Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.





Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?





Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.





Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.





Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.





Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır.


Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?





Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.





Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür.


Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.





Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir,


nasıl olur da güneş üflemekle söner?





Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar





Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir.


Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.





O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile.
İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin.






Genişlik, sabırdan doğar.





Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü,


inananlara bayram günüdür, ****lere ölüm günü.





Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur.


Kıskançlık ateşten meydana gelir.
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası,Resimli sözleri

Hz. Mevlana’nın aşkı tarifi

Ateşin olduğu yerden nasıl dumanlar çıkarsa, bir gönüle aşk şimşeği düşünce, artık o gönülde bir başka gönül kesilir. Katır çobanı incinin kıymetini bilmediği gibi, sıradan adamlar da âşıkların halini bilemez. Âşık kimse bir an dünyaya dalıp huzur bulursa aşk ondan yüz çevirir. Maşuk da araya binlerce perde çeker. Aşk hançerinin ciğerde açtığı yara ilaç kabul etmez. Onun şifası sevgilinin yüzüdür. Şimdi aşk padişahı Hazret-i Mevlânâ konuşsun. O söylerse güzel söyler:

“- Aşk, yüzüme binlerce nükteler yazdı; aşıksanız gönlümün halini görün de okuyun.
Ne kadehtir her an aşıklara sunulup duran kadeh; erseniz siz de bu çeşit kadehi alın, çekin!
Balıkların suyu da denizdir, ekmeği de; balıksanız ne diye ekmeğin dudağına aşıksınız?
Mihnetlerle, eziyetlerle dopdolu bir kırba var, adı benden. Atın taşı, kırın o kırbayı da tamamiyle kurtulun gitsin.”
.....
“Sevgilinin gam güneşiyle zerre-zerre olduk; senin içindeyse böyle bir heves belirmedi bile; uyuyakal.

Onun razılığını aramak için su gibi koşup duruyoruz; o nerdeymiş, derdin bile değil, uyu sen.”

“Gökyüzünde aydın ay, yıldızların arasında nasıl belirir, görünürse aşık da yüzlerce kişi arasında öyle belirir, öyle görünür.
Akıl, bütün yolları-yordamları bilir de aşkın yolunu-yordamını bilmez, şaşırır kalır.
Aşk ab-ı hayatından tadan kişi, Hızır’ın gönlüne sahiptir; arı-duru sular, güzelim kaynaklar hiç olur, hiçe sayılır onca.”

Evet: Aşk kuşu her başa konmaz, âşıkların derdini de her tabib bilmez.
Ey dünya fidanında meyveler yetiştiren kimse; bir de gönül fidanında meyveler yetiştirmeyi dene... Sabah-akşam, gündüz-gece dünya ile boğuşup duruyorsun da eline gamdan başka ne geçiyor? Gam köyüne çadır kuranlar yine bin türlü dertle bu dünyadan kopup gideceklerdir.
Şimdi dikkat kesil, kulağındaki dünya pamuğunu çıkarıp at, dostun dosta ettiğine iyice bak...
Belh Sultanı İbrahim bin Edhem, tacâ tahta tekmeyi vurup Allah ( C.C) yoluna revan olmuştur. Bu yol çok çetin ve zahmetli bir yoldu.

Zehirle pişmiş aştan yemedikçe menzile varmak da mümkün değildi...
Nice belâlara, dertlere, felâketlere uğraya uğraya yoluna devam ediyordu...
Kıvrım kıvrım uzayan yollar onu nereye götürüyordu? Gidiyordu ya canı da dudağına gelmişti sanki. Dehşetli bir yağmur yağıyor, rüzgâr onu kuru yapraklar gibi savuruyordu. Soğuk ve tipi nefesini donduracak haldeydi.

Nihayet bin türlü zahmetle bir kasabaya ulaştı. Gariplik boynunu bükmüştü. Gidecek, sığınacak bir yeri yoktu ki...
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası,Resimli sözleri

Hz. Mevlana...



29658114203915277724112.jpg




Mecnun değiLim dost ; Lakin çağırırsan çöLLere geLirim.Sana yaLan haLde geLmem topLarım özümü yaLın haLde geLirim. Kapıyı çaLdığında "kim o ? "dersen ; ben oLmam kapında sen olur geLirim.Sen geL de yeter ki yoLa yük oLmam yoL oLur geLirim..."



Hz.MevLâna



AŞK RUBAİLERİ




Aklın gücü, cennetteki sırlarla ulu:
Aşktan deliren, akıllıdır, sağduyulu.
Sevdaya kapılmış yüreğin zorlu yolu,
Görkemli yabancılıkla, özlemle dolu.

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


Gitsin, güzelim, hepsi de, tek sen gitme.
Ey dost, ey gam ortağı-bizden gitme.
Ey gülbeşeker, şarap koy, iç, doldur, gül.
Dünya süsü saki, allasen gitme.

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


Bir gün şu çiçekli dal, dolar meyvayla;
Bir gün döner istek adlı şahin, avla...
Aşk imgesi, şimdi, bir gelip gitse bile,
Bir gün gelir... artık hiç gitmez-asla!

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


Bir tane canım var ama, yüz bin bedenim.
Can neymiş? Neymiş ki beden? İşte ben’im.
Bir başkası var ya: işte ben, ben! O, beni
Sevsin diye bir başkası oldum kendim.

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


Cennet gelecek, derler, içersin bade,
Çevrende gülüp oynar huriler de...
Madem sonumuz bu, şimdiden hem içeriz,
Hem ellerimiz sevgilinin üzerinde.

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


Biz aşkta reziliz: Bize hep yanlışlar,
Sarhoşluk, cinnet ve günah yazmışlar.
Sensin yaşamak, amaç, zaman sen-bu budur;
Ey dost, madem sen varsın, her şey var.

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


Ben aşıkım aşka; aşk da sevdalı bana.
Aşık tene can-ten ise sevdalı cana.
Bazen dolarım boynuna ben kollarımı,
Bazen de sürükler beni canan yanına.

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


Ben, işte dağım: sesim sözüm sevglimin.
Ben, işte resim: ressamı sensin resmin.
Benden geliyor sanma bu sözler-asla:
Ses, işte, anahtarla açılmış kilidin.

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


Aşk, özge ateştir: ısınır onda ayaz;
Yandıkça o, taşlar yumuşar, sert kalamaz.
Varsın aşık günaha girsin, hoş gör:
Sevda şarabından içmiş-arlanmaz.

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


Dön aşkın çevresinde: gün işte bu gün.
Dön. Dön. Çılgın kalbini yermez dönüşün.
Yangınla sınav-ölüm kalım-özge savaş:
Vuslat bu, kucaklaşma, zifaf, mutlu düğün.

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


"Aşk bir kuru ses," derler.-Sunturlu yalan.
"Aşk umdun,"derler, "buldun, var oyalan."
Bizlerde saadet hep can içre olur...
"Cennet yedi kat arşta" mı derler? Bu yalan.

mevlana.gif
*******
mevlana.gif


Aşkın gönlümle cenkleşirken-tam o an-
Çırçıplak, yalnayak kaçıp gitti bu can.
Kim bende akıl var sanmaktaysa deli...
Benden sakınan: işte odur aklı olan.
mevlana.gif


Hz.Mevlana...






28658114851645212951112.jpg




Derdinden gönlüm hasta yaralı ağlayıp inlemedeyim perişan bir haldeyim güçsüzüm dermansızım.

Senin derdinden gözlerimden kanlı yaşlar akıyor.
Senin için duyduğum kederden can vermek üzereyim.
Fakat senin derdinden ayrılacağım diye daha çok dertleniyorum.



Hz.Mevlana


Gözlerin basiretle nurlansın dilersen GAM TOZUNU "sürme çek" de ağla!”



Hz. MEVLANA..
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası,Resimli sözleri

Hz. MEVLANA...




31518123090927722356112.jpg



Başına gelen eziyetler artıyor değil mi?Buğdayı başak olsun diye toprağa attılar.Değirmende un olsun diye ezdiler.Ekmek oldu.Dişleri ile ezdiler.Ezil ki can olasın.Can veresin.

Hz.MEVLANA




31518122981431066639112.jpg


Gül o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı...



Hz. Mevlana





2197102851_c04251fbcf.jpg



Her Yerde Olmak Gibi Bir Duan Varsa, Gönüllere Gir.


Çünkü Sevenler,Sevdiklerini Gönüllerinde Taşırlar

Ve Nereye Gitseler, Oraya Götürürler.


Aşık Neredeyse Maşuk Da Oradadır..

Hz mevlana


27968126028370761945112.jpg


Geçmişe üzülmek, gelecekten tedirgin olmak; Allah’la arandaki perdedir. O perdeyi ateşe ver ki; ardından Allah görünsün!



Hz. Mevlana...


25506113611338670315112.jpg


ümitsizlik yolunu tutar mı hiç?


Aşk gerek ki o yana başını ayak etsin de koşup gitsin,
Hiçbir şeye aldırmayan Aşktır, akıl değil...
Akıl, fayda elde edeceği şeyi arar,
Aşk yılmaz, yanar-yakılır, erir, utanma-sıkılma nedir, bilinmez...
Değirmen taşının altındaki buğday gibi
O da belalara düşer de gık bile demez
Öyle pek yüzlüdür ki ardına dönmez bile....
Gönlündeki fayda arama isteğini öldürmüştür O ...
Varını-yoğunu ortaya döker, oynar, yutulur, kar aramaz.....
Allah'tan aldığı gibi hepsini gene Allah'a verir.
Aşk mezhebinde her şey AŞK'a kurbandır.

Hz.MEVLANA



32118126287867402662112.jpg



"Aşk, bir uçurumdan düşmek gibi bir şey, işte bu yüzden sevgili'ye " yar " denir..."

Hz. MEVLANA


32118126315010733281112.jpg



Güzelim, ben aşığım, sen de sevgilisin.
Benim her sözümden incinmemen gerekir.
Benden aldığın gönlümü ya geri verirsin veya aşıklığımdan ötürü, ne yaparsam katlanırsın."

Hz.MEVLANA
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası,Resimli sözleri

24865387958319700128712.jpg


Ne vakte kadar testinin şekli, biçimi ile
üstündeki nakışlarla oyalanıp duracaksın? Testini şeklini, nakşını bırakda içindeki suyu ara. Yani, insanların güzelliklerine, dış görünüşlerinebakma da ahlâklarına, huylarına, tabiatlarına bak.
Hz. Mevlana...
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası,Resimli sözleri

Yeryüzünde sevenlerden daha kötü durumda olan biri yoktur.
Arzunun tatlı lezzetini bulduğunda
o aşığı ağlarken görürsün her an,ya iştiyakından yahut ayrılık korkusundan...
Kavuştu mu ayrılma korkusu ile ağlar,
ondan uzak kaldı mı,şevkinden ağlar.
Evet aşığın gözleri,
sevgilisinden ayrıldığında da yaşla dolar,
ona kavuştuğunda da...

Hz.Mevlana
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası,Resimli sözleri

Biz dile söze bakmayız. Gönüle hale bakarız. Edep bilenler başkadır, canı, ruhu yanmış aşıklar başka...



Hz. Mevlana
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası,Resimli sözleri

Tam%20ekran%20yakalama%2015.09.2010%20145152.jpg_thumb.jpg



Sen sanır mısın ki dert kötüdür.

HAYIR !

Dert devaya bir davetiyedir. Dert
ve düşkünlük yer alçağına benzer, deva ise suya. O yüzden nerede dert
varsa deva oraya koşar. Neresi alçaksa su oraya akar.
O halde derdini sev,ilahi rahmeti celbeden kırıklığını nimet bil..

"HZ.MEVLANA"
 
---> Hz Mevlana hayatı,Sözleri ve Dünyası,Resimli sözleri

32118126568674041248112.jpg




Söküklerini dik sözlerinin, dilini kalbine


yanaştır; dilinle söylediğini kalbinle de söyle. Dikiş tutmuyorsa şayet,
söylenmeyi bırak; sus, kalbinden geçmeyeni diline değdirme..

Hz. Mevlana...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst