---> Hz. İmam Hüseyin
Hz.İmâm Hasan’ın vefâtlarından sonra Iraklılar, Muâviye aleyhine hareket tasarlamışlar, Hz.İmâm Hüseyin’e bey’at etmek istemişlerdi. Hz.İmâm Hüseyin’den; “Muâviye ile aramızda uzlaşma var; onu bozmak olmaz; Muâviye ölünce bu iş için gereken şeyi yapacağım” cevabını almışlardı.
Hz.İmâm Hüseyin, kardeşleri Hz.İmâm Hasan’ın vefâtlarından 9 yıl sonra ve Muâviye’nin ölümünden 2 yıl önce Mekke’ye gitmişlerdir. Burada Hâşim oğullarıyla,“Ehl-i Beyt” dostlarını toplayıp onlara bir hutbe îrâd buyurmuşlar; “Ehl-i Beyt’e” ve “Ehl-i Beyt” Şîa’sına yapılan zulümlerden bahsedip demişlerdir ki;
“Bugün ben size bâzı şeyler sormak istiyorum; sözlerim doğruysa gerçekleyin; değilse yalanlayın; sözlerimi duyun, yazın, yayın; sonra şehirlerinize boylarınıza dönünce emin olduğunuz, inandığınız kişilere sözlerimi duyurun, onları çağırın; çünkü ben, bu gerçeğin sörpüp yıpranmasından, yitip gitmesinden korkuyorum; ama; «Allah, kâfirler hoşlanmasa da nûrunu parlatır»” (Saf 8. âyet)
Hz.İmâm bu hutbelerinde;
“Zâlimlerin her tarafı tuttuğunu, Müslümanların onlara âdetâ kul-köle kesildiklerini, îmansız kişilerin iş başına geçtiklerini, inananlara acımadıklarını, zayıflara şiddetli davrandıklarını, bütün bunlara karşı da Allah’ın kendilerine ululuk ihsân ettiği kişilerin sustuklarını, bu yüzden gazaba uğramaları ihtimâlinin pek kuvvetli olduğunu anlatmışlar” ve hutbenin sonunda;
“Allahım” buyurmuşlardı; “Sen bilirsin ki bu sözlerim, hükmetmeye rağbetimden, mal-mülk elde etmeyi dilediğimden değil; ancak senin dîninin yollarını göstermek, şehirlerini mâmur bir hâle getirmek istediğimden. Böylece de mazlûm ve çâresiz kullarının esenliğe ulaşmalarını, emirlerini, hükümlerini yerine getirebilmelerini sağlamak istiyorum.” Ve sözlerini şöyle bitirmişlerdi;
“Ey halk, bize yardım etmezseniz, hakkımızda insâfa gelmezseniz, zâlimler size musallat olurlar; Peygamberimizin dîninin nûrunu söndürürler. «Allah bize yeter ve ona dayandık, ona yöneldik ve varıp gideceğimiz onun kapısıdır.» (Âli İmran 173. âyet)”
Görülüyor ki Hz.İmâm Hüseyin kıyâma hazırlanmaktadır.
Muâviye, Hicret’in 54. yılının sonlarında oğlu Yezîd’i, halîfe olmak üzere yerine seçmişti. O yıl Şam halkı, Yezîd’e bey’at etmişler; Muâviye, Medine’ye gitmiş orada halka bu bey’at işini açmış, oğlunu övmüş, halkı bey’ate hazırlamaya çalışmıştı.
Hz.İmâm Hüseyin ve Hâşim oğulları bey’at etmemişlerdi; esâsen Hz.İmâm Hüseyin, Muâviye’ye de bey’at etmemiş ve Hz.İmâm Hasan bu hususta ısrar etmemesini Muâviye’ye söylemiş, o da kabûl etmişti.
Muâviye, Hicret’in 60. yılında, 83 yaşında iken öldü ve yerine oğlu Yezîd geçti. Yezîd’in o makama geçmesi ile Müslümanlık; Saltanatı sarayıyla-debdebesiyle, vezirleriyle- nedimleriyle, ordusuyla-kumandanlarıyla, zindanıyla-cellâdıyla, ihsânıyla-in’âmıyla, zulmüyle-kahrıyla ve saltanat hânedanıyla-keyfi idâresiyle, hazînesiyle ve yoksul sürünen halkıyla kurulmuştu.
Ahlâk selâmeti, bencillikten, benlikten çekinmek esası, insan birliği ve eşitliği üzerine kurulmuş olan İslâm dîni; Câhiliyye devrindeki soy-boy rekabetinin yeniden canlanması, halka emredip dünyayı sömürme gayreti, zenginliğin gözleri kamaştırması, gönülleri avuç içine alması, meşrû mülkiyetin, gayri meşrû mâlikânecilik şekline girmesi, yüzünden bu hâle gelmişti.
Bu dönemde Hz.Resûlullah’ın bıraktığı iki emânetten biri olan Kur’ân’ı Kerîm’in hükmü isteğe uyduruluyordu; “Ehl-i Beyt’i” ise her yerde kahrediliyordu artık. Bu zulme karşı çıkanlar; İslâm’ın esasını korumak için canlarını fedâ edenler ise İslâm arasına ayrılık sokanlar diye tanıtılıyordu.
Hz.İmâm Hüseyin, Yezîd’in yaptığı bu hareketlerden dolayı, Medine’de kendilerine rastlayan ve Yezîd’e bey’at etmesini öğütleyen Mervan’ın sözlerine karşı;
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn” (Biz, Allah’ın kullarıyız, ancak O’na döneriz, musîbetlerine râzıyız.) (Bakara 156.âyet) âyetini okuduktan sonra; “Esenlik İslâm’a” buyurmuş ve “Başımız sağ olsun; çünkü ümmet, Yezîd gibi birinin hükmü altına girmekle büyük bir belâya uğradı” demiştir.
Yezîd, Medine Vâlisi Utbe oğlu Velîd’e; “Hz.İmâm Hüseyin’den hemen bey’at almasını, bu hususta hiçbir geciktirmeye meydan vermemesini emreden” bir mektup gönderdi. Bunun üzerine Medine Vâlisi Velîd tarafından, Hz.İmâm Hüseyin’e derhal haber gönderildi ve çağrıldı.
Hz.İmâm Hüseyin, böyle mühim bir işin, husûsi bir mecliste, âdetâ gizlice olup bitmesinin doğru olmadığını, halk toplanınca o vakit ne yapılması gerekse yapılacağını bildirdiler.
Hz.İmâm Hüseyin kendisine yapılan bu resmi bey’ate dâvetten bir gün sonra, Hicri 60.yılı Recep ayının 29. günü; Hz.Resûlullah’ın, Hz.Fâtıma’tüz Zehrâ’nın ve “Ehl-i Beyt’in” kabirlerini ziyaret edip, Medine-i Münevvere’den çıktılar ve Mekke-i Mükerreme’nin yolunu tuttular. Hz.İmâm Hüseyin Mekke’ye hareketlerinden önce, Hâşim oğullarına;
“Kendileriyle gelenlerin şehit olacaklarını, fakat kendilerine uymayıp kalanların da bir fethe, bir huzûra erişemeyeceklerini bildiren muhtasar bir mektup yazdılar. Ayrıca kardeşleri Muhammed Hanefiyye’ye yazılı bir vasiyyetnâme verdiler. Bu vasiyyetnâmede Allah’ın birliğine, Hz.Muhammed’in risâletine, şehâdetle başlıyor; âhiretin, cennetin, cehennemin gerçek olduğunu bildiriyor, sonra kıyâmlarının hedefini anlatıyordu; serkeşlik, fesat koparmak, zulmetmek için kıyâm etmediklerini, cedlerinin ümmetini düzene sokmak, ma’rufu buyurmak, münkeri nehyetmek, cedlerinin ve babalarının yolunda yürümek için bu işe giriştiklerini, amaçlarını kabûl edip dâvetlerine uyanlardan memnun olacaklarını, kabûl etmeyip kendilerine yardımda bulunmayanlara, hatta kendileriyle savaşa kalkışanlara, sabırla karşı duracaklarını, bir tek kişi kalsalar da yine bu yolu bırakmayacaklarını” ifade ediyorlar; “Ancak Allah’a dayandıklarını” bildiriyorlardı.
Mü’minler anası Ümmü Seleme;
“Oğulcağızım, Irak’a gitmekle beni hüzünlere boğma; çünkü ben ceddinden; «Oğlum Hüseyin Irak’ta, Kerbelâ denilen yerde şehit edilecek» sözünü duydum” demişti.
Hz.İmâm Hüseyin:
“Ana” buyurmuşlardı; “Vallâhi ben bunu daha iyi biliyorum, çâre yok, öldürüleceğim ben; öldürüleceğim günü, beni kimin şehit edeceğini, nereye defnedileceğimi, «Ehl-i Beyt’im»den kimlerin şehit edileceklerini, hepsini biliyorum; istersen şehit edileceğim ve defnolunacağım yeri sana da göstereyim” buyurmuşlar ve Kerbelâ yönünü işaret eylemişlerdi.
Hz.İmâm Hüseyin, Hicret’in 60.yılı Şaban ayının 4.günü Mekke’ye vardı. Bunun üzerine Kûfe’liler, Hz.İmâm Hüseyin’e yardım edeceklerine söz vermişler, kendilerine Irak’a gelmeleri için mektuplar yollamaya başlamışlardı.
Hz.İmâm Hüseyin, kendilerinden önce Kûfe’ye amcaları Akiyl’in oğlu Müslim’i, ahvâli anlamaya, halktan kendilerine bey’at almaya ve sonucu kendilerine bildirmeye memûr ederek göndermişlerdi.
Müslim Akiyl, Medine’de Hz.Peygamber’in kabrini ziyaret ettikten sonra Kûfe’ye yöneldi ve oraya ulaştı. Kûfeliler Muhtar’ın evinde, Hz.İmâm Hüseyin adına Müslim Akiyl’e gelip bey’at etmeye başladılar. Çeşitli rivâyetlere göre; Müslim’e onsekiz veya yirmisekiz bin kişi bey’at etmişti.