Hz. Muhammed Nurdur
Hz. Muhammed gerçeğini ozanın şu mükemmel sözleri önemine uygun şekilde açıklıyor: “Alemlere nur doğdu, Muhammed doğduğu gece”. Hz. Muhammed, gerçek manasıyla alemlere nurdur. İstenildiği kadar bu gerçek çarpıtılsın, tahrif edilsin, yok edilmeye çalışılsın... Biz inanıyoruz ki; Hz. Muhammed’in nuru dünya dönene dek -bütün karartma çabalarına rağmen- dünyayı nurlandırmaya devam edecektir.
Hz. Muhammed, Cebrail’in kendisine bildirdiği ilk vahiyle yola koyuldu. Yıllarca bütün zorluklara rağmen insanlığı La ilahe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur) inancını kabul etmeye çağırdı. Aradan asırlar geçmiş ama bizce bu çağrı güncelliğini koruyor. İnsanlar sözde Allah’tan başka ilâh olmadığına şahadet getiriyorlar. Ancak pratikte bu ilâhın yerini maddiyat alıyor. Belki bazıları abarttığımız sanısında olabilirler. Fakat işin özü bu çağrının devam ettiği gerçeğidir. İnsanlar, Hz. Muhammed dönemindeki gibi putlara tapmıyorlar ama başka şeyleri putlaştırmışlar. Bu putlaştırma somut olmadığından, bizlerinde anlatımları anlaşılmayabiliniyor. Gerçek olan; insanların günümüzde nefislerinin, hırslarının, ihtiraslarının, bencilliklerinin... esiri olduğu gerçeğidir. Bu doyurulamayan ihtiraslar zamanın modern putlarıdır. Putların olduğu yerde de Muhammedî davette olacaktır. Muhammedî davetin bilinmesi, tanınması, anlaşılması, kavranması için de Hz. Muhammed’in bilinmesi gerekmektedir. Hz. Muhammed, çoklarının yaptığı gibi dar bir çerçevede, at gözlüğü bakışla, salt bir yönüne ağırlık verilerek bilinemez, kavranamaz.
Hz. Muhammed’i anlamak istiyorsak, onu bir bütün olarak kavramaya çalışmalıyız. Dogmatik, yüzeysel, biçimsel bir yaklaşımla ele alırsak eksik bir kavrama sahip oluruz. Hatta salt inançsal yönden tanımaya çalışırsak yine eksik olur. Hz. Muhammed’i bir bütün olarak tanımaya çalışmalıyız. Sosyolojik, toplumsal, tarihsel, psikolojik... ve tabii ki inançsal yönüyle. Böylece sağlıklı bir sonuca ulaşmış oluruz. Eksik, yanlış bir tanıma, Hz. Muhammed’e hakaret olarak kabul edilmelidir. İyi niyetli dahi olsa Hz. Muhammed’in kutsallığına, yüceliğine zarar vermek kabul edilemez.
Hz. Muhammed, yüce ahlâkın, erdemin, insaniyetin, güvenilirliğin, paylaşımın, yiğitliğin, bilgeliğin, asaletin... temsilcisidir.
Son peygamber olması dolayısıyla da diğer peygamberlerdeki güzellikler onda somutlaşmıştır. Bu manada her şeyiyle tamdır.
Hz. Muhammed’i kısa bir makale ile anlatmaya çalışmak imkânsız. Bizlerin yapmaya çalıştığı, Hz. Muhammed’in doğru anlaşılması gerektiğidir. Hz. Muhammed’i anladığımızda yaşamımızın manası farklılaşır. Tekrar belirtelim ki; Hz. Muhammed’i bazı sınırlarla sınırlamak Hz. Muhammed’e hakarettir. Hz. Muhammed’e yanlış, yalan söylemler isnat etmek büyük günahtır. Hz. Muhammed’i dünyevi ihtiraslara araç yapmak büyük günahtır. Hz. Muhammed’in peygamberliği insanlara doğru yolu göstermek, insanların dünyada ve ahirette saadete ulaşmaları içindir. Bu manada insanın dünya ve ahiret mutluluğu esastır. İnsana zarar veren her düşünce, eylem Muhammedî mesaja zıttır. Belirttiklerimizi Teslim Abdal’ın bir deyişiyle noktalayalım:
Canım kurban olsun dost
Senin yoluna
Adı güzel kendi güzel
Muhammed
Söyler misin cümle âlem
Dilinde
Adı güzel kendi güzel
Muhammed
Sen bir peygambersin
Şeksiz gümansız
Sana inanmayan
Dinsiz imansız
Teslim Abdal ne eyler
Dünyayı sensiz
Adı güzel kendi güzel
Muhammed
Ehlibeyt Haklıdır
İnançsal manada yaşadığımız (baskıların, katliamların, zulümlerin....) ve yaşamımızın bir çok yönden sıkıntılı geçmesinin en önemli sebebi; Ehlibeyte yapılan haksızlıklardır. Ehlibeyte yapılan haksızlıkların ceremesi günümüze kadar sürdü ve gelecekte de sürecek. Bunun böyle algılanması gerekiyor. Öyle basite indirgeyerek ve “tarihte kalmış bir olay” olarak yorumlamak gerçekçi değil.
Ehlibeyte haksızlık yapılmış, Ehlibeytin hakları yenilmiştir. Sadece hakları yenilmekle kalınmamış, Ehlibeytin soyunu ve taraftarlarını yeryüzünden yok etmek için akıl almaz mücadeleler verilmiştir. Elbette Ehlibeyte bütün samimiyetiyle inananlar bedeller vermişlerdir. İşte bu verilen bedellerin şekillendirdiği kişilikler olarak diyoruz ki; Ehlibeyt haklıdır ve haklılık uğruna verilen ve verilecek bedellere eyvallah.
Konuya hakim olmayanlar anlamakta zorluk çekeceklerdir. Bu yüzdende basit bir iktidar kavgası olarak göreceklerdir. Ancak bilinsin ki Ehlibeytin davası bir iktidar olma davası değildir. Öyle algılamak olaya yabancı kalmaktır.
İktidar davası olmayan Ehlibeytin davası; özü itibariyle insanı anlamlı bir hayatın sahibi yapma, anlamına uygun bir yaşamın sahibi yapmanın davasıdır.
İnsan fıtratı itibariyle soylu ve asildir. İnsanda Tanrının nuru vardır. İnsan; kutsal bir varlıktır. Meleklerden üstün olan insanın bunun bilincine ulaşması ve İnsan-ı Kamil olması gerekiyor. Doğrusu budur. Her türlü kirden, kibirden, hayvanilikten, bencillikten, düşkünlükten kurtulup-arınıp öz varlığını bulması ve böylece külli varlığa kendi cüzzi varlığını İnsan-ı Kamil olarak, lafzen değil, hakikaten insan olarak ulaşması/varması gerekiyor. Amaç budur. Ehlibeytin davası da budur.
Belki bilinç noktasında bir çok Ehlibeyt taraftarı Ehlibeytin bu ulvi davasının idrakinde değildir. Kalben bazı sezgilerle Ehlibeyte bağlıdır. Bu da şüphesiz onurlu bir tutumdur. Ancak önemli olan kalben ve fikren bu yüceliğin farkında olmaktır. Ehlibeyt davasının insanlık davası olduğu “insanı insan yapma” davası olduğu bilince çıkarılmalıdır.
Her Ehlibeyt taraftarı kendi kişiliğinde bu davayı temsil ediyor. Yaşadığı olumlu olumsuz bir çok şey bu taraftarlıkla ilgilidir. İster tarihsel birikimin şekillendirmesi ile gelen ilgiler olsun, ister Ehlibeyt düşmanlarının güncel baskıları olsun. Dolayısıyla yukarıda izah etmeye çalıştığımız “sıkıntılarımızın sebebi Ehlibeyt taraftarı olmamızdır” belirlemesi öylesine yapılmış bir değerlendirme değildir. Elbette sıkıntılarımızın tamamını Ehlibeyt taraftarlığı yüzünden olduğunu söylemiyoruz. Ancak bizce bazı önemli sıkıntılarımız bu sebeptendir. Görünürde böyle algılanmıyor olabilir. Fakat görünenle de yetinmemek gerekiyor. Daha detaylı ve kapsamlı bakılmalı.
Baskılar ve zulümler kendine güvensiz, silik kişilikler ortaya çıkarır. Ehlibeyt düşmanlarının hedeflediği de budur. Şüphesiz bu silik kişiliğin farkına varıp bunu aşarak önderlik kabiliyetini ortaya çıkarıp görevlerini yerine getirenlerde vardır. Sözlerimizin asıl muhatapları, Ehlibeyt davasının insanlık davası olduğunun ayırdına varan kişilerdir.
Ehlibeyt davası insanlık davasıdır. Bu dava için verilen ve verilecek tüm bedellerin başımızın üstünde yeri vardır. İnanıyoruz ki Ehlibeyt kazanacak. Ehlibeyt haklıdır. Ehlibeytin haklılığını bıkmadan, ısrarla dile getirmeliyiz. Bazı aymazların tarihsel gerçek diye sundukları saçmalıkları çürütmeliyiz. Bunlardan yola çıkarak, Ehlibeytin haklılığı konusunda şu hususların altını bir kez daha çizmeliyiz.
· Hz. Peygamberin vefatından sonra Sünniler – kim olursa olsun- sahabelere daha sonraları dört mezhep imamlarına ve din adamlarına yöneldiler.
· Ehlibeyt taraftarları ise on iki imamlara ve onların işaretleri doğrultusunda yola devam ettiler. Hz. Peygamber bu noktada; “size iki büyük kurtarıcı kulp bırakıyorum. Birincisi Kuran, ikincisi de Ehlibeyttir. Bunlara tutunursanız, doğru yoldan şaşmazsınız” diye buyurmuştur.
· Bilindiği gibi sünnet, Hz. Peygamberin kararları, ibadet şekilleri, davranış, inanç ve yaptıklarıyla ilgili hükümleri kapsar. Sünniler buna dört halifenin ve sahabelerinkilerini de katarlar. Buna dayanak olarak da “sahabeler, yıldızlara benzer. Hangisine uyarsanız, orada ışık bulur, hidayete erersiniz” ve “sahabeler aynı anda ümmetimin güvencesidirler” adlı iki hadisi kaynak gösterirler. Oysa bu “yıldız” diye sunulan sahabelerin içinde bir çok karanlık ve kötü kişide vardır. Bu karanlık kişiler nasıl yıldız olup da yol gösterici oluyor? Bunların yanlış olduğunu akıl ve vicdan sahibi her Sünni kabul etmelidir. Bir tarafta Hz. Peygamberin “Kurtuluş gemisi, Hidayet imamları, Gecelerin ışığı” diye işaret verdiği Ehlibeyt, diğer tarafta içinde karanlık kişilerinde olduğu grup. Bir tarafta nurlu ve kutsal bir yapı, diğer yanda Hz. Peygambere karşı her türlü hileyi ve zalimliği zamanında yapmış kişilerin başını çektiği grup. Kim haklı olabilir böyle bir durumda? Ehlibeyt mi Muaviye, Yezit ve diğer yandaşları mı? Akıl ve vicdan sahibi Sünniler bunu evirip çevirmeden cevaplamalıdırlar.
Hz. Ali, Ehlibeyt ve on iki imamların değerine dair şu önerileri yapıyor:“Peygamberimizin Ehlibeytine bakınız. Onların izinden çıkmayınız. Dediklerinden ayrılmayınız. Onlar sizi hidayet yolundan ayırmazlar, belirsizliklere sokmazlar. Dururlarsa, sizde durunuz, kalkarlarsa sizde kalkınız. Onların önüne geçmeyiniz. Geçerseniz yıkılırsınız. Onlardan geri kalmayınız, kalırsanız helak olursunuz”.
“Ehlibeytimiz, ilmin dirilmesi ve cehaletin ölümüdür. Onların düşünceleri, size kendi düzeylerini bildirir. Diş görünüşleri, güvencenin göstergesidir. susmalarında bir ifade gücü ve mesaj derinliği saklıdır. Haktan ayrılmayı bilmezler. Kendi aralarında ihtilafa düşmezler. Kendileri, İslamın sarsılmaz direkleridir. Onların bulundukları yer, sığınmanın durağıdır. Hak, yerini onların yanında bulur. Batıl olanlar kaçar, yerleşmeden yıkılır dili tutulur. Dini mantık ve akıl yolu olarak bilirler. Dinde efsanelere, masallara ve kulaktan dolma bilgilere yer vermezler.
İlim yolunda, onlarla beraber yürüyenler, bir azınlıktır. İlmin gösterisinde bulunanlar ise çoğunluktur”.
Evet, şahların şahı, merdanların merdi böyle buyuruyor. “Din akıl ve mantık yoludur” diyor Hz. Ali. Dinin hurafelerle işi olmaz. Ancak gelin görün ki geçmişte ve günümüzde din adına cehalet, hurafe, kulaktan dolma bilgilerle insanlar avutuluyor. İlmin dirilmesi ve cehaletin ölmesi demek olan Ehlibeytin ise insanlara ulaşmaması için her türlü yöntem uygulanıyor. Biliniyor ki Ehlibeyt, yani ilmin dirilmesi olan, dini akıl ve mantıkla algılamak olan Ehlibeyt insanlara ulaşırsa kendi çıkarları bozulacak. Bu sebepten Ehlibeytin inancı ve düşüncesi engelleniyor. Bu noktada Ehlibeyt taraftarlarına düşen ise vehimlere kapılmadan, inançlarından en küçük bir aralık bırakmadan Ehlibeyte sarılmaktır. Ehlibeyt, gerçek imanın ve kurtuluşun gemisidir. Ehlibeytin haklı ve doğru olduğuna inanacağız. Bunun için sayısız kanıtlarımız var.
Defaaten dile getirdik daha defalarca da dile getireceğiz. Ehlibeytin haklılığına, Ehlibeytin inanç anlayışına inananlar kurtuluşa erenlerin yani “Güruhu Naci” nin saflarında olanlardır. Buna inanmak gerekiyor. Öyle sözle değil, bütün benliğimizle inanmalıyız. Ehlibeyte inananlar hiç bir zaman kaybetmezler. Altını bir kez daha çizelim ki kaybetmezler. Kısa vadede kaybediyor gibi görünseler de aslında zafer onlarındır. Çünkü onlar kurtuluşun gemisine binmiş olanlardır. Onlar Güruhu Nacidir.
Ehlibeyt haklıdır. Haklılığı bütünlüklü bir haklılıktır. Yani öyle salt bir konuda değil, bütün olarak haklıdır. Haklı olmasına ve haklı olduğuna dair onlarca delil olmasına rağmen neden hala bir çok kişinin aklında soru işareti var? Neden hala en basitinde hilafet konusunda bile bir çok Sünni gerçekleri kabul etmiyor ve yadsıyor? Bu bariz gerçeklerin nasıl oluyor da üstü örtülebiliyor? Bunu nasıl açıklayacağız.
Aslında bütün bunların açıklaması son derece basit. Çünkü haklı olmak yetmediğinden iktidar olan güç kendi doğrularını hakim kılabiliyor. Yani ne kadar haklı olursanız olun eğer güçlü ve iktidar sahibi değilseniz hakkınız göz göre göre inkar edilebiliyor. İşte Ehlibeytin haklılığı konusunda yaşananda budur. Ehlibeyt haklıdır ancak iktidar olmadığı için haklılığı kabul görmüyor. Haksız olanlar iktidar oldukları için tezlerini kabul ettiriyorlar. Bu noktada Gadir Hum`da verilen biatlar ve sonrasında hiç bir şey olmamış gibi davranışlar ibret vericidir.
Gadir Hum`da ne oldu?
Hz. Peygamber Veda Haccı sırasında Gadir Hum denilen mevkide binlerce insanın önünde Hz. Ali`yi kendisinden sonra halife olarak tayin ediyor. Bu binlerce kişinin içinde Ebu Bekir ve Ömer de var. Ebu Bekir ve Ömer Hz. Ali`yi tebrik ediyorlar. Bu tebrik etme aynı zamanda Hz. Ali`nin önderliğini kabul etmedir de. Ancak Hz. Peygamberin vefatından sonra bir oldu-bittiye getirerek Ebubekir halife ilan ediliyor. Daha Hz. Peygamberin defin işlemi yapılırken bu olay gerçekleşiyor. Bu gerçektir. Yığınla Sünni kaynak bile bu olayı doğruluyor.
Peki neden böyle oldu? Neden Hz. Ali buna rıza gösterdi? Neden Gadir Hum da ki biatlar unutuldu? Bunları nasıl açıklamak gerekiyor. Bunların açıklaması da öyle zor bir şey değil. Az buçuk bu konularda kafa yoran herkes doğrulara ulaşabilir.
Hemen belirtelim ki Hz. Ali bu seçimi hiç bir zaman onaylamamıştır. Bu konuda bir çok açıklamalar vardır. Hz. Ali bu günleri çok zorlu günler olarak nitelendiriyor ve “boğazımda dikenle sabır ettiğim günler” olarak nitelendiriyor.
Bunca insan nasıl biatlarından döndüler? Bunların bazıları Hz. Ali`ye düşman olanların etkisi altındaydılar. Hatta bu düşmanlık daha sonraları Sıffin, Cemel savaşlarında daha açık olarak ortaya çıkmıştır. “Müminlerin annesi” diye lanse edilen Aişe, Hz. Ali şehit edildiğinde şükür namazı kılmıştır. Bu tür düşman kişilerin etkilediği veya bir şekilde zorla bastırdığı kişilerin biatlarına sadık kalmaları beklenemez. Hz. Ali‘ye bağlı olan ve bunu canları pahasına da olsa savunanlarda vardi şüphesiz. Ancak bunlar azınlık konumundaydı.
Bilinir ki güçlü olan, iktidar ve yetki sahibi olanlar her zaman doğruları manipule edebiliyor. Hilafet konusunda da yaşanan budur. Ancak burada samimi ve dindar Sünni kardeşlerimize şunu hatırlatmak isteriz: Tarihsel duruş ve tarihsel işleyiş bakımında yeri çok az olan hatta olmayan bir sahabenin meziyetlerini anlata anlata bitiremiyorsunuz. Peki Ehlibeyti neden es geçiyorsunuz? Ehlibeyt ki kutsal ve nurludur. Sıradan bir sahabe için litrelerce gözyaşı dökersiniz. Peki neden “Cennetin Efendileri olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” için iki gözyaşını çok görürsünüz. Hiç bir gerekçenin arkasına saklanmadan bu ve benzer soruların cevapları verilmelidir.
Haklı noktalar öyle çok ki hangisini dile getirelim... Emevi ve Abbasi devletleri yöneticileri Hz. Ali'ye kalemi ve kılıcıyla düşman olan herkesi ödüllendiriyordu. Hal böyle olunca Ehlibeyte düşman olmak kolay bir kazanç ve mevki kapısı oluyordu. İnanmayanlar için kaynaklar ortada duruyor. Her türlü araştırma imkanı vardır.
Sonuç olarak şunları ekleyelim: Ehlibeyt taraftarları yollarının Sırat-ül Müstakim olduğunu, cennette ve dünyadaki anlamlı yaşama götüren yol olduğuna emin olabilirler. Ehlibeyti tanımayan veya Ehlibeytten uzak duranlar ise araştırmalarda bulunup neyin doğru, neyin yanlış olduğunun sonucuna ulaşabilirler.
Biz inanıyoruz, Ehlibeytin haklı olduğuna ve Ehlibeytin gemisinin Nuh `un gemisi olduğuna inanıyoruz. Yüreğimiz Ehlibeyte olan sevgi ile taşmaktadır. Yobazlar ve yozlar bunu anlamakta zorlansalar da bu böyledir. Ne mutlu bu duygu ve düşüncede olup hayatı anlamına uygun yaşayanlara. Onlara selam olsun. Onları irşat edip aydınlatan Ehlibeyte selam olsun.
Bir Bütün Olarak Hz. Ali
Hz. Ali, dünyaya gelmiş en önemli şahsiyettir. Burada bir parantez açarak Hz. Ali’nin peygamberlerle karıştırılmamasının gerekliliğini belirtmek isteriz. Hz. Ali’nin önemini vurgularken peygamber düzeyine çıkartmıyoruz. Hz. Ali bir peygamber değildir. Hz. Ali bir önder insandır. Buna önderlerin önderi diyebiliriz. Hz. Ali’yi tanımlarken onu abarttığımız düşünülebilinir. Böylesi bir düşünce yanlıştır. Belki de Hz. Ali’yi tam anlamıyla tanımlayamıyoruz.
Hz. Ali neden bu kadar önemlidir? Hz. Ali’nin şahsında sembolleşen değerler toplamı sadece Ali taraftarı toplumlar için değil, bütün insanlık için kazanımdır. Bu değerleri insanlık kavradığı zaman bir çok sorunun çözüme kavuşacağı inancındayız. Hz. Ali’yi sadece tarihsel bir siyasi kişilik olarak görenler ve bu siyasal- askeri kişiliğin şahsında ona yüklenen misyonun yanılgı olduğunu iddia edenler ya gerçeklerden bîhaber kişilerdir ya da art niyetli kişilerdir. Elbette Hz. Ali’nin siyasi, askeri yönü de vardır. Ama Hz. Ali salt siyasetle, askeriyle uğraşmamıştır. Hz. Ali, insan yaşamının bütün yönleriyle ilgilenmiş, sadece kendi zamanın ile değil, insanlık yaşadığı müddetçe geçerli olacak tespitler, çözümler geliştirmiştir. Hz. Ali komple bir kişiliktir. Hz. Ali’nin komple bir insan olmasında etkili olan olayları tarihsel bir zorunluluk olarak görün ya da ilâhi kudretin damgası olarak. Her açıdan da sonuç ortadadır.
Hz. Ali’yi tanımak gerekir. Tanıyıp sevmek gerekir. Neden gerekir? Eğer Hz. Ali gerçek anlamıyla, tam manasıyla kavranırsa, bunun sonuçları yaşamın her alanında başarı ve mutluluk demektir. Bizler bunun doğruluğundan şüphe duymuyoruz. İnanıyoruz ki; insanlık Hz. Ali’yi bir gün bütün boyutlarıyla tanıyacak ve bundan, bu değerler bütününden çok önemli sonuçlar alacaktır. Hz. Ali, insanlığın makro düzeyde yaşadığı ne varsa; savaş, ihanet, çelişki, yoksulluk, anlaşılmamak, dışlanmak, zulüm... kısacası olumlu olumsuz ne varsa hepsini mikro düzeyde yaşamıştır. Yaşadığı için de önemli sonuçlara ulaşmıştır. Fakat ne acıdır ki, anlaşılmamıştır. Onu en çokta Ali taraftarı olduğu iddiasında olanlar yaralamıştır. Çünkü Hz. Ali’yi anlamamışlardır. Eğer az da olsa Hz. Ali’ye anlam verebilirsek, bundan emin olun ki, her anlamda kazançlı çıkılır. Anlayamıyorsak dahi samimice anlamaya çalışalım. Artık ne kadar anlayabilirsek.
Tekrar belirtelim ki; Hz. Ali’nin şahsında somutlaşan değerler bütün insanlık içindir. Salt bir grubun, cemaatin, toplumun değil. Önemli olan hangi toplum, cemaat, grup olursa olsun buna gereken anlamı verebilmektir.
Aşağıda Hz. Ali’nin bazı deyimlerini alıyoruz. Dileriz başlangıç manasında yararlı olur. Bilinir ki; büyük yangınlar çok küçük kıvılcımlardan başlar.
İmam Hüseyin Gönüllerin Sultanıdır
Bir çok kere belirtildiği gibi Hz. Hüseyin, tıpkı dedesi, babası, annesi, abisi gibi komple, dört dörtlük bir insandır. Elbette İmam Hüseyin peygamber değildir. Ancak İmam Hüseyin, yaşamın bütün anlamına sahiptir. Yani güneşten tutalım yıldızlara kadar, dağlardan tutalım nehirlere, çöllere kadar; insan ilişkilerine, insanın maddi-manevi yapısına kadar her şeye hakim ve vakıftı. Söylediği her söz, attığı her adım belli bir bilincin, hesabın, asaletin, geleceğin, ideal insanın protipine göreydi. Aynı asalet, yiğitlik, bilinç ve ideal insan olma Hz. Ali içinde geçerlidir. Zaten İmam Hüseyin bütün bu zincirin halkası gibi tamamlayıcıdır. Hz. Peygamberden ve Hz. Ali'de vücut bulan değerlerin temsilcisiydi. Bazıları İmam Hüseyin'in bütünlüğünü göremiyorlar. Hz. Hüseyin'i sadece Kerbela da ki şehadetiyle biliyorlar. Bu eksik bir yaklaşımdır. Kerbela hadisesi İmam Hüseyin'in yaşamındaki doruk noktasıdır. Ancak Kerbeladan öncesi de var. Bu öncesinden de İmam Hüseyin'in yaşamı yine en ideal olanıdır.
Günümüzde dahi İmam Hüseyin'e bunca ilgi, bağlılık, sevgi, saygı varsa bu sadece İmam Hüseyin'in Kerbela da şehit edilmesiyle açıklanamaz. İmam Hüseyin, Kerbela öncesi ve Kerbela olayı sırasındaki tutarlılığıyla bir bütündür. Tutarlılık, çok kimsenin yaşamında anlamı olmayan bir kavramdır, fakat Hz. Ali ve Hz. Hüseyin gibi yüce şahsiyetlerin yaşamı bu kavram üzerine şekillenmiştir. Bu yüce şahsiyetler sözle-davranışı, teori ile pratiği bütünleştiren şahsiyetlerdir. Bu konuda Kerbela şehidi İmam Hüseyin'in bütün insanlığa hitap eden şu sözleri iyi birer kanıttır. Şöyle sesleniyor İmam Hüseyin insanlığa:
“Şereflice ölmek, ********ce, onursuzca yaşamaktan iyidir.” Yine saygıdeğer İmam dünya malına tapan, yaşamını maddi çıkar üstüne kuranları zavallı ve ahmak olarak görüyor. Bu tür kişileri köle olarak nitelendiriyor ve gerçek manada özgürlüğün yolunu gösteriyor. Şöyle diyor sevgili Hz. Hüseyin maddiyatı her Şeyin üstünde tutan ve yaşamın güzelliğini idrak edemeyenler için:“Günesin üzerine doğduğu her şey tüm dünya ve onda bulunanlar, ondaki deniz ve kara, dağ ve çöl, Allah'ı dost edinen ve ilahi yüceliği idrak eden, Allah'ın hakkını tanıyan marifet ehli olan birinin yanında bir gölge gibidir. Dünyaya ve ondakilere değer vermeyen bir özgür insan yok mudur?” Gerçekten var mı böyle özgür insanlar? Ya da insanların çoğunluğu maddenin, geçici heveslerin, iktidarın, hırsın, gücün... köleleri değiller mi? Herkes o mutlak sonla (ölümle) karşılaşacağını bildiği halde neden kölelikte ısrar ediyor bazılarımız? Oysaki ömür çok kısadır. 70-80 yılın uzunluğu nedir ki? Bir nefes almak kadar kısa değil mi 70-80 yıl? Ne acıdır ki insanlar kendilerini kandırıp duruyorlar. Burada elbette her şeyden el etek çekelim manası çıkmasın. Nitekim İmam Hüseyinde böyle bir yaşamın sahibi olmamıştır. Ancak ısrarla vurgulanması gereken, maddiyat için diğer bir çok güzelliğin feda edilmemesi gerektiğidir. Madde olsun. Ama madde insan yaşamını kolaylaştıran olsun. Eğer madde köle ediyorsa insanı bu karşı olunması gerekendir. İnsan maddenin emrinde değil, madde insanın emrinde olmalıdır. Madde amaç değil, araç olmalıdır. Yazık ki insanlar maddeyi amaç haline getirmişler. Yanlış olan budur. Saygıdeğer İmamın sözleri böylesi insanlar içindir. Hz. Hüseyin sözlerine şöyle devam ediyor: “...Kendinizi satmayınız. Hür, özgür insanlar olunuz, kendini satan satıcılardan olmayınız”. İmamHüseyin 'kendinizi satmayınız' diyor. Yazık ki insanlar öyle tamahkar ve madde perestler ki bedenleri ile birlikte ruhlarını da satıyorlar. Değer yargıları, sevgileri, dostları, aşkları... kısacası her şeylerini maddi hesaplar belirliyor. Daha doğrusu maddi kazanç hesaplarının sonucu bütün bunlar oluşuyor. Oysaki değerler, ahlak, dostluk, paylaşım... maddi hesaplar sonucu şekillenemez. Şekilleniyorsa bu artık başka bir şeydir. Dostluk sahtekarlıktır, riyadır, ahlak ahlaksızlıktır, hainliktir, değerler anlamsızdır... Böylesi insanların yönlendirdiği bir toplulukta İmam Hüseyin'in göklere ulaşan ama duymak, bilmek, görmek istemeyen insanlara ulaşmayan gür sesi yankılanmaya devam edecektir. Ta ki insanlar duyana, bilene, görene kadar
“Şerefli , onurlu, anlamlı bir şekilde yaşayın, maddenin kölesi olmayın.”
Hz. Muhammed gerçeğini ozanın şu mükemmel sözleri önemine uygun şekilde açıklıyor: “Alemlere nur doğdu, Muhammed doğduğu gece”. Hz. Muhammed, gerçek manasıyla alemlere nurdur. İstenildiği kadar bu gerçek çarpıtılsın, tahrif edilsin, yok edilmeye çalışılsın... Biz inanıyoruz ki; Hz. Muhammed’in nuru dünya dönene dek -bütün karartma çabalarına rağmen- dünyayı nurlandırmaya devam edecektir.
Hz. Muhammed, Cebrail’in kendisine bildirdiği ilk vahiyle yola koyuldu. Yıllarca bütün zorluklara rağmen insanlığı La ilahe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur) inancını kabul etmeye çağırdı. Aradan asırlar geçmiş ama bizce bu çağrı güncelliğini koruyor. İnsanlar sözde Allah’tan başka ilâh olmadığına şahadet getiriyorlar. Ancak pratikte bu ilâhın yerini maddiyat alıyor. Belki bazıları abarttığımız sanısında olabilirler. Fakat işin özü bu çağrının devam ettiği gerçeğidir. İnsanlar, Hz. Muhammed dönemindeki gibi putlara tapmıyorlar ama başka şeyleri putlaştırmışlar. Bu putlaştırma somut olmadığından, bizlerinde anlatımları anlaşılmayabiliniyor. Gerçek olan; insanların günümüzde nefislerinin, hırslarının, ihtiraslarının, bencilliklerinin... esiri olduğu gerçeğidir. Bu doyurulamayan ihtiraslar zamanın modern putlarıdır. Putların olduğu yerde de Muhammedî davette olacaktır. Muhammedî davetin bilinmesi, tanınması, anlaşılması, kavranması için de Hz. Muhammed’in bilinmesi gerekmektedir. Hz. Muhammed, çoklarının yaptığı gibi dar bir çerçevede, at gözlüğü bakışla, salt bir yönüne ağırlık verilerek bilinemez, kavranamaz.
Hz. Muhammed’i anlamak istiyorsak, onu bir bütün olarak kavramaya çalışmalıyız. Dogmatik, yüzeysel, biçimsel bir yaklaşımla ele alırsak eksik bir kavrama sahip oluruz. Hatta salt inançsal yönden tanımaya çalışırsak yine eksik olur. Hz. Muhammed’i bir bütün olarak tanımaya çalışmalıyız. Sosyolojik, toplumsal, tarihsel, psikolojik... ve tabii ki inançsal yönüyle. Böylece sağlıklı bir sonuca ulaşmış oluruz. Eksik, yanlış bir tanıma, Hz. Muhammed’e hakaret olarak kabul edilmelidir. İyi niyetli dahi olsa Hz. Muhammed’in kutsallığına, yüceliğine zarar vermek kabul edilemez.
Hz. Muhammed, yüce ahlâkın, erdemin, insaniyetin, güvenilirliğin, paylaşımın, yiğitliğin, bilgeliğin, asaletin... temsilcisidir.
Son peygamber olması dolayısıyla da diğer peygamberlerdeki güzellikler onda somutlaşmıştır. Bu manada her şeyiyle tamdır.
Hz. Muhammed’i kısa bir makale ile anlatmaya çalışmak imkânsız. Bizlerin yapmaya çalıştığı, Hz. Muhammed’in doğru anlaşılması gerektiğidir. Hz. Muhammed’i anladığımızda yaşamımızın manası farklılaşır. Tekrar belirtelim ki; Hz. Muhammed’i bazı sınırlarla sınırlamak Hz. Muhammed’e hakarettir. Hz. Muhammed’e yanlış, yalan söylemler isnat etmek büyük günahtır. Hz. Muhammed’i dünyevi ihtiraslara araç yapmak büyük günahtır. Hz. Muhammed’in peygamberliği insanlara doğru yolu göstermek, insanların dünyada ve ahirette saadete ulaşmaları içindir. Bu manada insanın dünya ve ahiret mutluluğu esastır. İnsana zarar veren her düşünce, eylem Muhammedî mesaja zıttır. Belirttiklerimizi Teslim Abdal’ın bir deyişiyle noktalayalım:
Canım kurban olsun dost
Senin yoluna
Adı güzel kendi güzel
Muhammed
Söyler misin cümle âlem
Dilinde
Adı güzel kendi güzel
Muhammed
Sen bir peygambersin
Şeksiz gümansız
Sana inanmayan
Dinsiz imansız
Teslim Abdal ne eyler
Dünyayı sensiz
Adı güzel kendi güzel
Muhammed
Ehlibeyt Haklıdır
İnançsal manada yaşadığımız (baskıların, katliamların, zulümlerin....) ve yaşamımızın bir çok yönden sıkıntılı geçmesinin en önemli sebebi; Ehlibeyte yapılan haksızlıklardır. Ehlibeyte yapılan haksızlıkların ceremesi günümüze kadar sürdü ve gelecekte de sürecek. Bunun böyle algılanması gerekiyor. Öyle basite indirgeyerek ve “tarihte kalmış bir olay” olarak yorumlamak gerçekçi değil.
Ehlibeyte haksızlık yapılmış, Ehlibeytin hakları yenilmiştir. Sadece hakları yenilmekle kalınmamış, Ehlibeytin soyunu ve taraftarlarını yeryüzünden yok etmek için akıl almaz mücadeleler verilmiştir. Elbette Ehlibeyte bütün samimiyetiyle inananlar bedeller vermişlerdir. İşte bu verilen bedellerin şekillendirdiği kişilikler olarak diyoruz ki; Ehlibeyt haklıdır ve haklılık uğruna verilen ve verilecek bedellere eyvallah.
Konuya hakim olmayanlar anlamakta zorluk çekeceklerdir. Bu yüzdende basit bir iktidar kavgası olarak göreceklerdir. Ancak bilinsin ki Ehlibeytin davası bir iktidar olma davası değildir. Öyle algılamak olaya yabancı kalmaktır.
İktidar davası olmayan Ehlibeytin davası; özü itibariyle insanı anlamlı bir hayatın sahibi yapma, anlamına uygun bir yaşamın sahibi yapmanın davasıdır.
İnsan fıtratı itibariyle soylu ve asildir. İnsanda Tanrının nuru vardır. İnsan; kutsal bir varlıktır. Meleklerden üstün olan insanın bunun bilincine ulaşması ve İnsan-ı Kamil olması gerekiyor. Doğrusu budur. Her türlü kirden, kibirden, hayvanilikten, bencillikten, düşkünlükten kurtulup-arınıp öz varlığını bulması ve böylece külli varlığa kendi cüzzi varlığını İnsan-ı Kamil olarak, lafzen değil, hakikaten insan olarak ulaşması/varması gerekiyor. Amaç budur. Ehlibeytin davası da budur.
Belki bilinç noktasında bir çok Ehlibeyt taraftarı Ehlibeytin bu ulvi davasının idrakinde değildir. Kalben bazı sezgilerle Ehlibeyte bağlıdır. Bu da şüphesiz onurlu bir tutumdur. Ancak önemli olan kalben ve fikren bu yüceliğin farkında olmaktır. Ehlibeyt davasının insanlık davası olduğu “insanı insan yapma” davası olduğu bilince çıkarılmalıdır.
Her Ehlibeyt taraftarı kendi kişiliğinde bu davayı temsil ediyor. Yaşadığı olumlu olumsuz bir çok şey bu taraftarlıkla ilgilidir. İster tarihsel birikimin şekillendirmesi ile gelen ilgiler olsun, ister Ehlibeyt düşmanlarının güncel baskıları olsun. Dolayısıyla yukarıda izah etmeye çalıştığımız “sıkıntılarımızın sebebi Ehlibeyt taraftarı olmamızdır” belirlemesi öylesine yapılmış bir değerlendirme değildir. Elbette sıkıntılarımızın tamamını Ehlibeyt taraftarlığı yüzünden olduğunu söylemiyoruz. Ancak bizce bazı önemli sıkıntılarımız bu sebeptendir. Görünürde böyle algılanmıyor olabilir. Fakat görünenle de yetinmemek gerekiyor. Daha detaylı ve kapsamlı bakılmalı.
Baskılar ve zulümler kendine güvensiz, silik kişilikler ortaya çıkarır. Ehlibeyt düşmanlarının hedeflediği de budur. Şüphesiz bu silik kişiliğin farkına varıp bunu aşarak önderlik kabiliyetini ortaya çıkarıp görevlerini yerine getirenlerde vardır. Sözlerimizin asıl muhatapları, Ehlibeyt davasının insanlık davası olduğunun ayırdına varan kişilerdir.
Ehlibeyt davası insanlık davasıdır. Bu dava için verilen ve verilecek tüm bedellerin başımızın üstünde yeri vardır. İnanıyoruz ki Ehlibeyt kazanacak. Ehlibeyt haklıdır. Ehlibeytin haklılığını bıkmadan, ısrarla dile getirmeliyiz. Bazı aymazların tarihsel gerçek diye sundukları saçmalıkları çürütmeliyiz. Bunlardan yola çıkarak, Ehlibeytin haklılığı konusunda şu hususların altını bir kez daha çizmeliyiz.
· Hz. Peygamberin vefatından sonra Sünniler – kim olursa olsun- sahabelere daha sonraları dört mezhep imamlarına ve din adamlarına yöneldiler.
· Ehlibeyt taraftarları ise on iki imamlara ve onların işaretleri doğrultusunda yola devam ettiler. Hz. Peygamber bu noktada; “size iki büyük kurtarıcı kulp bırakıyorum. Birincisi Kuran, ikincisi de Ehlibeyttir. Bunlara tutunursanız, doğru yoldan şaşmazsınız” diye buyurmuştur.
· Bilindiği gibi sünnet, Hz. Peygamberin kararları, ibadet şekilleri, davranış, inanç ve yaptıklarıyla ilgili hükümleri kapsar. Sünniler buna dört halifenin ve sahabelerinkilerini de katarlar. Buna dayanak olarak da “sahabeler, yıldızlara benzer. Hangisine uyarsanız, orada ışık bulur, hidayete erersiniz” ve “sahabeler aynı anda ümmetimin güvencesidirler” adlı iki hadisi kaynak gösterirler. Oysa bu “yıldız” diye sunulan sahabelerin içinde bir çok karanlık ve kötü kişide vardır. Bu karanlık kişiler nasıl yıldız olup da yol gösterici oluyor? Bunların yanlış olduğunu akıl ve vicdan sahibi her Sünni kabul etmelidir. Bir tarafta Hz. Peygamberin “Kurtuluş gemisi, Hidayet imamları, Gecelerin ışığı” diye işaret verdiği Ehlibeyt, diğer tarafta içinde karanlık kişilerinde olduğu grup. Bir tarafta nurlu ve kutsal bir yapı, diğer yanda Hz. Peygambere karşı her türlü hileyi ve zalimliği zamanında yapmış kişilerin başını çektiği grup. Kim haklı olabilir böyle bir durumda? Ehlibeyt mi Muaviye, Yezit ve diğer yandaşları mı? Akıl ve vicdan sahibi Sünniler bunu evirip çevirmeden cevaplamalıdırlar.
Hz. Ali, Ehlibeyt ve on iki imamların değerine dair şu önerileri yapıyor:“Peygamberimizin Ehlibeytine bakınız. Onların izinden çıkmayınız. Dediklerinden ayrılmayınız. Onlar sizi hidayet yolundan ayırmazlar, belirsizliklere sokmazlar. Dururlarsa, sizde durunuz, kalkarlarsa sizde kalkınız. Onların önüne geçmeyiniz. Geçerseniz yıkılırsınız. Onlardan geri kalmayınız, kalırsanız helak olursunuz”.
“Ehlibeytimiz, ilmin dirilmesi ve cehaletin ölümüdür. Onların düşünceleri, size kendi düzeylerini bildirir. Diş görünüşleri, güvencenin göstergesidir. susmalarında bir ifade gücü ve mesaj derinliği saklıdır. Haktan ayrılmayı bilmezler. Kendi aralarında ihtilafa düşmezler. Kendileri, İslamın sarsılmaz direkleridir. Onların bulundukları yer, sığınmanın durağıdır. Hak, yerini onların yanında bulur. Batıl olanlar kaçar, yerleşmeden yıkılır dili tutulur. Dini mantık ve akıl yolu olarak bilirler. Dinde efsanelere, masallara ve kulaktan dolma bilgilere yer vermezler.
İlim yolunda, onlarla beraber yürüyenler, bir azınlıktır. İlmin gösterisinde bulunanlar ise çoğunluktur”.
Evet, şahların şahı, merdanların merdi böyle buyuruyor. “Din akıl ve mantık yoludur” diyor Hz. Ali. Dinin hurafelerle işi olmaz. Ancak gelin görün ki geçmişte ve günümüzde din adına cehalet, hurafe, kulaktan dolma bilgilerle insanlar avutuluyor. İlmin dirilmesi ve cehaletin ölmesi demek olan Ehlibeytin ise insanlara ulaşmaması için her türlü yöntem uygulanıyor. Biliniyor ki Ehlibeyt, yani ilmin dirilmesi olan, dini akıl ve mantıkla algılamak olan Ehlibeyt insanlara ulaşırsa kendi çıkarları bozulacak. Bu sebepten Ehlibeytin inancı ve düşüncesi engelleniyor. Bu noktada Ehlibeyt taraftarlarına düşen ise vehimlere kapılmadan, inançlarından en küçük bir aralık bırakmadan Ehlibeyte sarılmaktır. Ehlibeyt, gerçek imanın ve kurtuluşun gemisidir. Ehlibeytin haklı ve doğru olduğuna inanacağız. Bunun için sayısız kanıtlarımız var.
Defaaten dile getirdik daha defalarca da dile getireceğiz. Ehlibeytin haklılığına, Ehlibeytin inanç anlayışına inananlar kurtuluşa erenlerin yani “Güruhu Naci” nin saflarında olanlardır. Buna inanmak gerekiyor. Öyle sözle değil, bütün benliğimizle inanmalıyız. Ehlibeyte inananlar hiç bir zaman kaybetmezler. Altını bir kez daha çizelim ki kaybetmezler. Kısa vadede kaybediyor gibi görünseler de aslında zafer onlarındır. Çünkü onlar kurtuluşun gemisine binmiş olanlardır. Onlar Güruhu Nacidir.
Ehlibeyt haklıdır. Haklılığı bütünlüklü bir haklılıktır. Yani öyle salt bir konuda değil, bütün olarak haklıdır. Haklı olmasına ve haklı olduğuna dair onlarca delil olmasına rağmen neden hala bir çok kişinin aklında soru işareti var? Neden hala en basitinde hilafet konusunda bile bir çok Sünni gerçekleri kabul etmiyor ve yadsıyor? Bu bariz gerçeklerin nasıl oluyor da üstü örtülebiliyor? Bunu nasıl açıklayacağız.
Aslında bütün bunların açıklaması son derece basit. Çünkü haklı olmak yetmediğinden iktidar olan güç kendi doğrularını hakim kılabiliyor. Yani ne kadar haklı olursanız olun eğer güçlü ve iktidar sahibi değilseniz hakkınız göz göre göre inkar edilebiliyor. İşte Ehlibeytin haklılığı konusunda yaşananda budur. Ehlibeyt haklıdır ancak iktidar olmadığı için haklılığı kabul görmüyor. Haksız olanlar iktidar oldukları için tezlerini kabul ettiriyorlar. Bu noktada Gadir Hum`da verilen biatlar ve sonrasında hiç bir şey olmamış gibi davranışlar ibret vericidir.
Gadir Hum`da ne oldu?
Hz. Peygamber Veda Haccı sırasında Gadir Hum denilen mevkide binlerce insanın önünde Hz. Ali`yi kendisinden sonra halife olarak tayin ediyor. Bu binlerce kişinin içinde Ebu Bekir ve Ömer de var. Ebu Bekir ve Ömer Hz. Ali`yi tebrik ediyorlar. Bu tebrik etme aynı zamanda Hz. Ali`nin önderliğini kabul etmedir de. Ancak Hz. Peygamberin vefatından sonra bir oldu-bittiye getirerek Ebubekir halife ilan ediliyor. Daha Hz. Peygamberin defin işlemi yapılırken bu olay gerçekleşiyor. Bu gerçektir. Yığınla Sünni kaynak bile bu olayı doğruluyor.
Peki neden böyle oldu? Neden Hz. Ali buna rıza gösterdi? Neden Gadir Hum da ki biatlar unutuldu? Bunları nasıl açıklamak gerekiyor. Bunların açıklaması da öyle zor bir şey değil. Az buçuk bu konularda kafa yoran herkes doğrulara ulaşabilir.
Hemen belirtelim ki Hz. Ali bu seçimi hiç bir zaman onaylamamıştır. Bu konuda bir çok açıklamalar vardır. Hz. Ali bu günleri çok zorlu günler olarak nitelendiriyor ve “boğazımda dikenle sabır ettiğim günler” olarak nitelendiriyor.
Bunca insan nasıl biatlarından döndüler? Bunların bazıları Hz. Ali`ye düşman olanların etkisi altındaydılar. Hatta bu düşmanlık daha sonraları Sıffin, Cemel savaşlarında daha açık olarak ortaya çıkmıştır. “Müminlerin annesi” diye lanse edilen Aişe, Hz. Ali şehit edildiğinde şükür namazı kılmıştır. Bu tür düşman kişilerin etkilediği veya bir şekilde zorla bastırdığı kişilerin biatlarına sadık kalmaları beklenemez. Hz. Ali‘ye bağlı olan ve bunu canları pahasına da olsa savunanlarda vardi şüphesiz. Ancak bunlar azınlık konumundaydı.
Bilinir ki güçlü olan, iktidar ve yetki sahibi olanlar her zaman doğruları manipule edebiliyor. Hilafet konusunda da yaşanan budur. Ancak burada samimi ve dindar Sünni kardeşlerimize şunu hatırlatmak isteriz: Tarihsel duruş ve tarihsel işleyiş bakımında yeri çok az olan hatta olmayan bir sahabenin meziyetlerini anlata anlata bitiremiyorsunuz. Peki Ehlibeyti neden es geçiyorsunuz? Ehlibeyt ki kutsal ve nurludur. Sıradan bir sahabe için litrelerce gözyaşı dökersiniz. Peki neden “Cennetin Efendileri olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” için iki gözyaşını çok görürsünüz. Hiç bir gerekçenin arkasına saklanmadan bu ve benzer soruların cevapları verilmelidir.
Haklı noktalar öyle çok ki hangisini dile getirelim... Emevi ve Abbasi devletleri yöneticileri Hz. Ali'ye kalemi ve kılıcıyla düşman olan herkesi ödüllendiriyordu. Hal böyle olunca Ehlibeyte düşman olmak kolay bir kazanç ve mevki kapısı oluyordu. İnanmayanlar için kaynaklar ortada duruyor. Her türlü araştırma imkanı vardır.
Sonuç olarak şunları ekleyelim: Ehlibeyt taraftarları yollarının Sırat-ül Müstakim olduğunu, cennette ve dünyadaki anlamlı yaşama götüren yol olduğuna emin olabilirler. Ehlibeyti tanımayan veya Ehlibeytten uzak duranlar ise araştırmalarda bulunup neyin doğru, neyin yanlış olduğunun sonucuna ulaşabilirler.
Biz inanıyoruz, Ehlibeytin haklı olduğuna ve Ehlibeytin gemisinin Nuh `un gemisi olduğuna inanıyoruz. Yüreğimiz Ehlibeyte olan sevgi ile taşmaktadır. Yobazlar ve yozlar bunu anlamakta zorlansalar da bu böyledir. Ne mutlu bu duygu ve düşüncede olup hayatı anlamına uygun yaşayanlara. Onlara selam olsun. Onları irşat edip aydınlatan Ehlibeyte selam olsun.
Bir Bütün Olarak Hz. Ali
Hz. Ali, dünyaya gelmiş en önemli şahsiyettir. Burada bir parantez açarak Hz. Ali’nin peygamberlerle karıştırılmamasının gerekliliğini belirtmek isteriz. Hz. Ali’nin önemini vurgularken peygamber düzeyine çıkartmıyoruz. Hz. Ali bir peygamber değildir. Hz. Ali bir önder insandır. Buna önderlerin önderi diyebiliriz. Hz. Ali’yi tanımlarken onu abarttığımız düşünülebilinir. Böylesi bir düşünce yanlıştır. Belki de Hz. Ali’yi tam anlamıyla tanımlayamıyoruz.
Hz. Ali neden bu kadar önemlidir? Hz. Ali’nin şahsında sembolleşen değerler toplamı sadece Ali taraftarı toplumlar için değil, bütün insanlık için kazanımdır. Bu değerleri insanlık kavradığı zaman bir çok sorunun çözüme kavuşacağı inancındayız. Hz. Ali’yi sadece tarihsel bir siyasi kişilik olarak görenler ve bu siyasal- askeri kişiliğin şahsında ona yüklenen misyonun yanılgı olduğunu iddia edenler ya gerçeklerden bîhaber kişilerdir ya da art niyetli kişilerdir. Elbette Hz. Ali’nin siyasi, askeri yönü de vardır. Ama Hz. Ali salt siyasetle, askeriyle uğraşmamıştır. Hz. Ali, insan yaşamının bütün yönleriyle ilgilenmiş, sadece kendi zamanın ile değil, insanlık yaşadığı müddetçe geçerli olacak tespitler, çözümler geliştirmiştir. Hz. Ali komple bir kişiliktir. Hz. Ali’nin komple bir insan olmasında etkili olan olayları tarihsel bir zorunluluk olarak görün ya da ilâhi kudretin damgası olarak. Her açıdan da sonuç ortadadır.
- Hz. Ali bir filozoftur. Düşünce biçimi, olayları tahlil metodu, sonuçlara varması ve sonuçları anlaşılır bir üslûpla anlatması...
- Hz. Ali bir edebiyatçıdır. Arap toplumunda Kuran’dan sonra edebi değeri olan ikinci kitap Hz. Ali’ye ait olan Nehc’ül Belaga’dır. Nehc’ül Belaga’daki üslûp, günümüzde dahi çekiciliğini ve etkileyiciliğini muhafaza etmektedir.
- Hz. Ali mükemmel bir eş, ideal bir babadır. O Fatma’nın eşidir. Hasan, Hüseyin ve Zeynep’in babasıdır. Bütün bu kişilikler insanlığın kaderinde etki sahibi değiller mi? Daha ne denilebilir ki.
- Hz. Ali büyük bir komutandır. Hz. Ali’nin askerlik dehası tartışılmazdır. “La fetta illa Ali, la seyfe illa Zülfikâr” (Ali’nin üstüne yiğit, Zülfikâr’ın üstüne kılıç yoktur) sözü öyle gelişi güzel söylenmiş bir söz değildir.
- Hz. Ali dürüst bir siyasetçidir. Bazı kimseler Hz. Ali’nin çok kötü bir siyasetçi olduğunu söylerler. Buna kanıt olarak da, Muaviye lânetlisinin hakem olayını gösterirler. Bu kimselerin siyasetten anladığı sahtekârlık, düzenbazlık, haysiyetsizlik, yalakalık, riyakârlıktır. Hz. Ali bunun yanında sadece siyasette değil, yaşamın her alanında dürüstlüğü, hakkaniyeti, doğruluğu, haysiyeti, edep-erkânı savunmuştur. Siyaseti kirlilikten kurtarmak istemiştir. Aslında Hz. Ali’nin duruşu, günümüzde bile en ideal olanıdır. Yani namuslu siyasettir Hz. Ali’nin yaptığı. Bazı çağdaş Muaviyeler, siyaseti bir rant kapısı olarak görmekte ve bu yolla insanları sömürmekteler. Hz. Ali’nin siyaset anlayışı eninde sonunda galip gelecektir. Neden? Çünkü, yönetilenler kendilerini yönetme iddiasında olanların dürüstlüğüne bakacaklar. Bazı siyaset cambazları kendilerini Muaviye taktikleri ile bir süre gizleyebilirler. Fakat bunların uzun ömürlü olamayacaklarını söylemek için müneccim olmaya gerek yok.
- Hz. Ali bir insan hakları savunucusudur. İlgilenenler George Jerdak adlı yazarın yazdığı altı (6) ciltlik “Hz. Ali ve insan hakları” adlı kitaba başvurabilirler.
- Hz. Ali eşitlikçidir. Hz. Ali, kendisi halife olduğu dönemde en sıradan insan ne maaş alıyorsa kendisi de aynı maaşı alıyordu. Ne eksik ne de fazla. Bu yüzden Hz. Ali’yi kardeşi dahi terk etmiştir. Nasıl olur da devletin başı, bütün hazinenin tek sorumlusu, eski bir köle ile aynı maaşı alır? Bundan da bir eşitlik olur mu?
Hz. Ali’yi tanımak gerekir. Tanıyıp sevmek gerekir. Neden gerekir? Eğer Hz. Ali gerçek anlamıyla, tam manasıyla kavranırsa, bunun sonuçları yaşamın her alanında başarı ve mutluluk demektir. Bizler bunun doğruluğundan şüphe duymuyoruz. İnanıyoruz ki; insanlık Hz. Ali’yi bir gün bütün boyutlarıyla tanıyacak ve bundan, bu değerler bütününden çok önemli sonuçlar alacaktır. Hz. Ali, insanlığın makro düzeyde yaşadığı ne varsa; savaş, ihanet, çelişki, yoksulluk, anlaşılmamak, dışlanmak, zulüm... kısacası olumlu olumsuz ne varsa hepsini mikro düzeyde yaşamıştır. Yaşadığı için de önemli sonuçlara ulaşmıştır. Fakat ne acıdır ki, anlaşılmamıştır. Onu en çokta Ali taraftarı olduğu iddiasında olanlar yaralamıştır. Çünkü Hz. Ali’yi anlamamışlardır. Eğer az da olsa Hz. Ali’ye anlam verebilirsek, bundan emin olun ki, her anlamda kazançlı çıkılır. Anlayamıyorsak dahi samimice anlamaya çalışalım. Artık ne kadar anlayabilirsek.
Tekrar belirtelim ki; Hz. Ali’nin şahsında somutlaşan değerler bütün insanlık içindir. Salt bir grubun, cemaatin, toplumun değil. Önemli olan hangi toplum, cemaat, grup olursa olsun buna gereken anlamı verebilmektir.
Aşağıda Hz. Ali’nin bazı deyimlerini alıyoruz. Dileriz başlangıç manasında yararlı olur. Bilinir ki; büyük yangınlar çok küçük kıvılcımlardan başlar.
- Övünç duyacağı bir soyu varsa cahil insanın, bilsin ki; çamurdan ve sudandır özü soyunun.
- Dünyada Ehlibeyt’in değer kriteri güzelliktir. Bilim, doğruluk ve sevgidir soyu insanoğlunun.
- Dayanılmaz bir kötülük gelirse eğer başına, suskun kayalar gibi dur ve diren.
- Bilmelisin ki; rahat günler de geçer, zor günler de. Öyleyse ne diye dünya malı için ağlıyorsun.
- En bilge insan; eksiğini, kusurunu, yanlışını bilen kişidir. Sözünü tutan, bencilliği yıkan, dar hesapları aşan kişidir. Kötülüklere, kötüye yüz vermeyen, dostlukla, iyiliklerle güzelleşen, dünya yıkılsa da öz değerlerine bağlı olan kişidir.
- Çaba harcamadan yarasının iyileşmesi için dünyadan çare bekleyen kişi, yarasının iyileşmesini beklerken, yara üstüne yara açar.
- Yokluk ve yoksulluk genç insanın ayıplanmasına ve onunla alay edilmesine yol açar. Doğruyu söylese de söyledikleri önemsenmez, hatta kötü söz etmiş gibi davranılır.
- Aydın ve bilgili genç insana kendi zamanı ihanet etse de, izzet ve saygınlığı ona ihanet etmez.
İmam Hüseyin Gönüllerin Sultanıdır
Bir çok kere belirtildiği gibi Hz. Hüseyin, tıpkı dedesi, babası, annesi, abisi gibi komple, dört dörtlük bir insandır. Elbette İmam Hüseyin peygamber değildir. Ancak İmam Hüseyin, yaşamın bütün anlamına sahiptir. Yani güneşten tutalım yıldızlara kadar, dağlardan tutalım nehirlere, çöllere kadar; insan ilişkilerine, insanın maddi-manevi yapısına kadar her şeye hakim ve vakıftı. Söylediği her söz, attığı her adım belli bir bilincin, hesabın, asaletin, geleceğin, ideal insanın protipine göreydi. Aynı asalet, yiğitlik, bilinç ve ideal insan olma Hz. Ali içinde geçerlidir. Zaten İmam Hüseyin bütün bu zincirin halkası gibi tamamlayıcıdır. Hz. Peygamberden ve Hz. Ali'de vücut bulan değerlerin temsilcisiydi. Bazıları İmam Hüseyin'in bütünlüğünü göremiyorlar. Hz. Hüseyin'i sadece Kerbela da ki şehadetiyle biliyorlar. Bu eksik bir yaklaşımdır. Kerbela hadisesi İmam Hüseyin'in yaşamındaki doruk noktasıdır. Ancak Kerbeladan öncesi de var. Bu öncesinden de İmam Hüseyin'in yaşamı yine en ideal olanıdır.
Günümüzde dahi İmam Hüseyin'e bunca ilgi, bağlılık, sevgi, saygı varsa bu sadece İmam Hüseyin'in Kerbela da şehit edilmesiyle açıklanamaz. İmam Hüseyin, Kerbela öncesi ve Kerbela olayı sırasındaki tutarlılığıyla bir bütündür. Tutarlılık, çok kimsenin yaşamında anlamı olmayan bir kavramdır, fakat Hz. Ali ve Hz. Hüseyin gibi yüce şahsiyetlerin yaşamı bu kavram üzerine şekillenmiştir. Bu yüce şahsiyetler sözle-davranışı, teori ile pratiği bütünleştiren şahsiyetlerdir. Bu konuda Kerbela şehidi İmam Hüseyin'in bütün insanlığa hitap eden şu sözleri iyi birer kanıttır. Şöyle sesleniyor İmam Hüseyin insanlığa:
“Şereflice ölmek, ********ce, onursuzca yaşamaktan iyidir.” Yine saygıdeğer İmam dünya malına tapan, yaşamını maddi çıkar üstüne kuranları zavallı ve ahmak olarak görüyor. Bu tür kişileri köle olarak nitelendiriyor ve gerçek manada özgürlüğün yolunu gösteriyor. Şöyle diyor sevgili Hz. Hüseyin maddiyatı her Şeyin üstünde tutan ve yaşamın güzelliğini idrak edemeyenler için:“Günesin üzerine doğduğu her şey tüm dünya ve onda bulunanlar, ondaki deniz ve kara, dağ ve çöl, Allah'ı dost edinen ve ilahi yüceliği idrak eden, Allah'ın hakkını tanıyan marifet ehli olan birinin yanında bir gölge gibidir. Dünyaya ve ondakilere değer vermeyen bir özgür insan yok mudur?” Gerçekten var mı böyle özgür insanlar? Ya da insanların çoğunluğu maddenin, geçici heveslerin, iktidarın, hırsın, gücün... köleleri değiller mi? Herkes o mutlak sonla (ölümle) karşılaşacağını bildiği halde neden kölelikte ısrar ediyor bazılarımız? Oysaki ömür çok kısadır. 70-80 yılın uzunluğu nedir ki? Bir nefes almak kadar kısa değil mi 70-80 yıl? Ne acıdır ki insanlar kendilerini kandırıp duruyorlar. Burada elbette her şeyden el etek çekelim manası çıkmasın. Nitekim İmam Hüseyinde böyle bir yaşamın sahibi olmamıştır. Ancak ısrarla vurgulanması gereken, maddiyat için diğer bir çok güzelliğin feda edilmemesi gerektiğidir. Madde olsun. Ama madde insan yaşamını kolaylaştıran olsun. Eğer madde köle ediyorsa insanı bu karşı olunması gerekendir. İnsan maddenin emrinde değil, madde insanın emrinde olmalıdır. Madde amaç değil, araç olmalıdır. Yazık ki insanlar maddeyi amaç haline getirmişler. Yanlış olan budur. Saygıdeğer İmamın sözleri böylesi insanlar içindir. Hz. Hüseyin sözlerine şöyle devam ediyor: “...Kendinizi satmayınız. Hür, özgür insanlar olunuz, kendini satan satıcılardan olmayınız”. İmamHüseyin 'kendinizi satmayınız' diyor. Yazık ki insanlar öyle tamahkar ve madde perestler ki bedenleri ile birlikte ruhlarını da satıyorlar. Değer yargıları, sevgileri, dostları, aşkları... kısacası her şeylerini maddi hesaplar belirliyor. Daha doğrusu maddi kazanç hesaplarının sonucu bütün bunlar oluşuyor. Oysaki değerler, ahlak, dostluk, paylaşım... maddi hesaplar sonucu şekillenemez. Şekilleniyorsa bu artık başka bir şeydir. Dostluk sahtekarlıktır, riyadır, ahlak ahlaksızlıktır, hainliktir, değerler anlamsızdır... Böylesi insanların yönlendirdiği bir toplulukta İmam Hüseyin'in göklere ulaşan ama duymak, bilmek, görmek istemeyen insanlara ulaşmayan gür sesi yankılanmaya devam edecektir. Ta ki insanlar duyana, bilene, görene kadar
“Şerefli , onurlu, anlamlı bir şekilde yaşayın, maddenin kölesi olmayın.”