Hz. Ali ve Ehlibeyt

Hz. Muhammed Nurdur
Hz. Muhammed gerçeğini ozanın şu mükemmel sözleri önemine uygun şekilde açıklıyor: “Alemlere nur doğdu, Muhammed doğduğu gece”. Hz. Muhammed, gerçek manasıyla alemlere nurdur. İstenildiği kadar bu gerçek çarpıtılsın, tahrif edilsin, yok edilmeye çalışılsın... Biz inanıyoruz ki; Hz. Muhammed’in nuru dünya dönene dek -bütün karartma çabalarına rağmen- dünyayı nurlandırmaya devam edecektir.
Hz. Muhammed, Cebrail’in kendisine bildirdiği ilk vahiyle yola koyuldu. Yıllarca bütün zorluklara rağmen insanlığı La ilahe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur) inancını kabul etmeye çağırdı. Aradan asırlar geçmiş ama bizce bu çağrı güncelliğini koruyor. İnsanlar sözde Allah’tan başka ilâh olmadığına şahadet getiriyorlar. Ancak pratikte bu ilâhın yerini maddiyat alıyor. Belki bazıları abarttığımız sanısında olabilirler. Fakat işin özü bu çağrının devam ettiği gerçeğidir. İnsanlar, Hz. Muhammed dönemindeki gibi putlara tapmıyorlar ama başka şeyleri putlaştırmışlar. Bu putlaştırma somut olmadığından, bizlerinde anlatımları anlaşılmayabiliniyor. Gerçek olan; insanların günümüzde nefislerinin, hırslarının, ihtiraslarının, bencilliklerinin... esiri olduğu gerçeğidir. Bu doyurulamayan ihtiraslar zamanın modern putlarıdır. Putların olduğu yerde de Muhammedî davette olacaktır. Muhammedî davetin bilinmesi, tanınması, anlaşılması, kavranması için de Hz. Muhammed’in bilinmesi gerekmektedir. Hz. Muhammed, çoklarının yaptığı gibi dar bir çerçevede, at gözlüğü bakışla, salt bir yönüne ağırlık verilerek bilinemez, kavranamaz.
Hz. Muhammed’i anlamak istiyorsak, onu bir bütün olarak kavramaya çalışmalıyız. Dogmatik, yüzeysel, biçimsel bir yaklaşımla ele alırsak eksik bir kavrama sahip oluruz. Hatta salt inançsal yönden tanımaya çalışırsak yine eksik olur. Hz. Muhammed’i bir bütün olarak tanımaya çalışmalıyız. Sosyolojik, toplumsal, tarihsel, psikolojik... ve tabii ki inançsal yönüyle. Böylece sağlıklı bir sonuca ulaşmış oluruz. Eksik, yanlış bir tanıma, Hz. Muhammed’e hakaret olarak kabul edilmelidir. İyi niyetli dahi olsa Hz. Muhammed’in kutsallığına, yüceliğine zarar vermek kabul edilemez.
Hz. Muhammed, yüce ahlâkın, erdemin, insaniyetin, güvenilirliğin, paylaşımın, yiğitliğin, bilgeliğin, asaletin... temsilcisidir.
Son peygamber olması dolayısıyla da diğer peygamberlerdeki güzellikler onda somutlaşmıştır. Bu manada her şeyiyle tamdır.
Hz. Muhammed’i kısa bir makale ile anlatmaya çalışmak imkânsız. Bizlerin yapmaya çalıştığı, Hz. Muhammed’in doğru anlaşılması gerektiğidir. Hz. Muhammed’i anladığımızda yaşamımızın manası farklılaşır. Tekrar belirtelim ki; Hz. Muhammed’i bazı sınırlarla sınırlamak Hz. Muhammed’e hakarettir. Hz. Muhammed’e yanlış, yalan söylemler isnat etmek büyük günahtır. Hz. Muhammed’i dünyevi ihtiraslara araç yapmak büyük günahtır. Hz. Muhammed’in peygamberliği insanlara doğru yolu göstermek, insanların dünyada ve ahirette saadete ulaşmaları içindir. Bu manada insanın dünya ve ahiret mutluluğu esastır. İnsana zarar veren her düşünce, eylem Muhammedî mesaja zıttır. Belirttiklerimizi Teslim Abdal’ın bir deyişiyle noktalayalım:

Canım kurban olsun dost
Senin yoluna
Adı güzel kendi güzel
Muhammed
Söyler misin cümle âlem
Dilinde
Adı güzel kendi güzel
Muhammed

Sen bir peygambersin
Şeksiz gümansız
Sana inanmayan
Dinsiz imansız
Teslim Abdal ne eyler
Dünyayı sensiz
Adı güzel kendi güzel
Muhammed




Ehlibeyt Haklıdır
İnançsal manada yaşadığımız (baskıların, katliamların, zulümlerin....) ve yaşamımızın bir çok yönden sıkıntılı geçmesinin en önemli sebebi; Ehlibeyte yapılan haksızlıklardır. Ehlibeyte yapılan haksızlıkların ceremesi günümüze kadar sürdü ve gelecekte de sürecek. Bunun böyle algılanması gerekiyor. Öyle basite indirgeyerek ve “tarihte kalmış bir olay” olarak yorumlamak gerçekçi değil.
Ehlibeyte haksızlık yapılmış, Ehlibeytin hakları yenilmiştir. Sadece hakları yenilmekle kalınmamış, Ehlibeytin soyunu ve taraftarlarını yeryüzünden yok etmek için akıl almaz mücadeleler verilmiştir. Elbette Ehlibeyte bütün samimiyetiyle inananlar bedeller vermişlerdir. İşte bu verilen bedellerin şekillendirdiği kişilikler olarak diyoruz ki; Ehlibeyt haklıdır ve haklılık uğruna verilen ve verilecek bedellere eyvallah.
Konuya hakim olmayanlar anlamakta zorluk çekeceklerdir. Bu yüzdende basit bir iktidar kavgası olarak göreceklerdir. Ancak bilinsin ki Ehlibeytin davası bir iktidar olma davası değildir. Öyle algılamak olaya yabancı kalmaktır.
İktidar davası olmayan Ehlibeytin davası; özü itibariyle insanı anlamlı bir hayatın sahibi yapma, anlamına uygun bir yaşamın sahibi yapmanın davasıdır.
İnsan fıtratı itibariyle soylu ve asildir. İnsanda Tanrının nuru vardır. İnsan; kutsal bir varlıktır. Meleklerden üstün olan insanın bunun bilincine ulaşması ve İnsan-ı Kamil olması gerekiyor. Doğrusu budur. Her türlü kirden, kibirden, hayvanilikten, bencillikten, düşkünlükten kurtulup-arınıp öz varlığını bulması ve böylece külli varlığa kendi cüzzi varlığını İnsan-ı Kamil olarak, lafzen değil, hakikaten insan olarak ulaşması/varması gerekiyor. Amaç budur. Ehlibeytin davası da budur.
Belki bilinç noktasında bir çok Ehlibeyt taraftarı Ehlibeytin bu ulvi davasının idrakinde değildir. Kalben bazı sezgilerle Ehlibeyte bağlıdır. Bu da şüphesiz onurlu bir tutumdur. Ancak önemli olan kalben ve fikren bu yüceliğin farkında olmaktır. Ehlibeyt davasının insanlık davası olduğu “insanı insan yapma” davası olduğu bilince çıkarılmalıdır.
Her Ehlibeyt taraftarı kendi kişiliğinde bu davayı temsil ediyor. Yaşadığı olumlu olumsuz bir çok şey bu taraftarlıkla ilgilidir. İster tarihsel birikimin şekillendirmesi ile gelen ilgiler olsun, ister Ehlibeyt düşmanlarının güncel baskıları olsun. Dolayısıyla yukarıda izah etmeye çalıştığımız “sıkıntılarımızın sebebi Ehlibeyt taraftarı olmamızdır” belirlemesi öylesine yapılmış bir değerlendirme değildir. Elbette sıkıntılarımızın tamamını Ehlibeyt taraftarlığı yüzünden olduğunu söylemiyoruz. Ancak bizce bazı önemli sıkıntılarımız bu sebeptendir. Görünürde böyle algılanmıyor olabilir. Fakat görünenle de yetinmemek gerekiyor. Daha detaylı ve kapsamlı bakılmalı.
Baskılar ve zulümler kendine güvensiz, silik kişilikler ortaya çıkarır. Ehlibeyt düşmanlarının hedeflediği de budur. Şüphesiz bu silik kişiliğin farkına varıp bunu aşarak önderlik kabiliyetini ortaya çıkarıp görevlerini yerine getirenlerde vardır. Sözlerimizin asıl muhatapları, Ehlibeyt davasının insanlık davası olduğunun ayırdına varan kişilerdir.
Ehlibeyt davası insanlık davasıdır. Bu dava için verilen ve verilecek tüm bedellerin başımızın üstünde yeri vardır. İnanıyoruz ki Ehlibeyt kazanacak. Ehlibeyt haklıdır. Ehlibeytin haklılığını bıkmadan, ısrarla dile getirmeliyiz. Bazı aymazların tarihsel gerçek diye sundukları saçmalıkları çürütmeliyiz. Bunlardan yola çıkarak, Ehlibeytin haklılığı konusunda şu hususların altını bir kez daha çizmeliyiz.
· Hz. Peygamberin vefatından sonra Sünniler – kim olursa olsun- sahabelere daha sonraları dört mezhep imamlarına ve din adamlarına yöneldiler.
· Ehlibeyt taraftarları ise on iki imamlara ve onların işaretleri doğrultusunda yola devam ettiler. Hz. Peygamber bu noktada; “size iki büyük kurtarıcı kulp bırakıyorum. Birincisi Kuran, ikincisi de Ehlibeyttir. Bunlara tutunursanız, doğru yoldan şaşmazsınız” diye buyurmuştur.
· Bilindiği gibi sünnet, Hz. Peygamberin kararları, ibadet şekilleri, davranış, inanç ve yaptıklarıyla ilgili hükümleri kapsar. Sünniler buna dört halifenin ve sahabelerinkilerini de katarlar. Buna dayanak olarak da “sahabeler, yıldızlara benzer. Hangisine uyarsanız, orada ışık bulur, hidayete erersiniz” ve “sahabeler aynı anda ümmetimin güvencesidirler” adlı iki hadisi kaynak gösterirler. Oysa bu “yıldız” diye sunulan sahabelerin içinde bir çok karanlık ve kötü kişide vardır. Bu karanlık kişiler nasıl yıldız olup da yol gösterici oluyor? Bunların yanlış olduğunu akıl ve vicdan sahibi her Sünni kabul etmelidir. Bir tarafta Hz. Peygamberin “Kurtuluş gemisi, Hidayet imamları, Gecelerin ışığı” diye işaret verdiği Ehlibeyt, diğer tarafta içinde karanlık kişilerinde olduğu grup. Bir tarafta nurlu ve kutsal bir yapı, diğer yanda Hz. Peygambere karşı her türlü hileyi ve zalimliği zamanında yapmış kişilerin başını çektiği grup. Kim haklı olabilir böyle bir durumda? Ehlibeyt mi Muaviye, Yezit ve diğer yandaşları mı? Akıl ve vicdan sahibi Sünniler bunu evirip çevirmeden cevaplamalıdırlar.
Hz. Ali, Ehlibeyt ve on iki imamların değerine dair şu önerileri yapıyor:“Peygamberimizin Ehlibeytine bakınız. Onların izinden çıkmayınız. Dediklerinden ayrılmayınız. Onlar sizi hidayet yolundan ayırmazlar, belirsizliklere sokmazlar. Dururlarsa, sizde durunuz, kalkarlarsa sizde kalkınız. Onların önüne geçmeyiniz. Geçerseniz yıkılırsınız. Onlardan geri kalmayınız, kalırsanız helak olursunuz”.
“Ehlibeytimiz, ilmin dirilmesi ve cehaletin ölümüdür. Onların düşünceleri, size kendi düzeylerini bildirir. Diş görünüşleri, güvencenin göstergesidir. susmalarında bir ifade gücü ve mesaj derinliği saklıdır. Haktan ayrılmayı bilmezler. Kendi aralarında ihtilafa düşmezler. Kendileri, İslamın sarsılmaz direkleridir. Onların bulundukları yer, sığınmanın durağıdır. Hak, yerini onların yanında bulur. Batıl olanlar kaçar, yerleşmeden yıkılır dili tutulur. Dini mantık ve akıl yolu olarak bilirler. Dinde efsanelere, masallara ve kulaktan dolma bilgilere yer vermezler.
İlim yolunda, onlarla beraber yürüyenler, bir azınlıktır. İlmin gösterisinde bulunanlar ise çoğunluktur”.
Evet, şahların şahı, merdanların merdi böyle buyuruyor. “Din akıl ve mantık yoludur” diyor Hz. Ali. Dinin hurafelerle işi olmaz. Ancak gelin görün ki geçmişte ve günümüzde din adına cehalet, hurafe, kulaktan dolma bilgilerle insanlar avutuluyor. İlmin dirilmesi ve cehaletin ölmesi demek olan Ehlibeytin ise insanlara ulaşmaması için her türlü yöntem uygulanıyor. Biliniyor ki Ehlibeyt, yani ilmin dirilmesi olan, dini akıl ve mantıkla algılamak olan Ehlibeyt insanlara ulaşırsa kendi çıkarları bozulacak. Bu sebepten Ehlibeytin inancı ve düşüncesi engelleniyor. Bu noktada Ehlibeyt taraftarlarına düşen ise vehimlere kapılmadan, inançlarından en küçük bir aralık bırakmadan Ehlibeyte sarılmaktır. Ehlibeyt, gerçek imanın ve kurtuluşun gemisidir. Ehlibeytin haklı ve doğru olduğuna inanacağız. Bunun için sayısız kanıtlarımız var.
Defaaten dile getirdik daha defalarca da dile getireceğiz. Ehlibeytin haklılığına, Ehlibeytin inanç anlayışına inananlar kurtuluşa erenlerin yani “Güruhu Naci” nin saflarında olanlardır. Buna inanmak gerekiyor. Öyle sözle değil, bütün benliğimizle inanmalıyız. Ehlibeyte inananlar hiç bir zaman kaybetmezler. Altını bir kez daha çizelim ki kaybetmezler. Kısa vadede kaybediyor gibi görünseler de aslında zafer onlarındır. Çünkü onlar kurtuluşun gemisine binmiş olanlardır. Onlar Güruhu Nacidir.
Ehlibeyt haklıdır. Haklılığı bütünlüklü bir haklılıktır. Yani öyle salt bir konuda değil, bütün olarak haklıdır. Haklı olmasına ve haklı olduğuna dair onlarca delil olmasına rağmen neden hala bir çok kişinin aklında soru işareti var? Neden hala en basitinde hilafet konusunda bile bir çok Sünni gerçekleri kabul etmiyor ve yadsıyor? Bu bariz gerçeklerin nasıl oluyor da üstü örtülebiliyor? Bunu nasıl açıklayacağız.
Aslında bütün bunların açıklaması son derece basit. Çünkü haklı olmak yetmediğinden iktidar olan güç kendi doğrularını hakim kılabiliyor. Yani ne kadar haklı olursanız olun eğer güçlü ve iktidar sahibi değilseniz hakkınız göz göre göre inkar edilebiliyor. İşte Ehlibeytin haklılığı konusunda yaşananda budur. Ehlibeyt haklıdır ancak iktidar olmadığı için haklılığı kabul görmüyor. Haksız olanlar iktidar oldukları için tezlerini kabul ettiriyorlar. Bu noktada Gadir Hum`da verilen biatlar ve sonrasında hiç bir şey olmamış gibi davranışlar ibret vericidir.
Gadir Hum`da ne oldu?
Hz. Peygamber Veda Haccı sırasında Gadir Hum denilen mevkide binlerce insanın önünde Hz. Ali`yi kendisinden sonra halife olarak tayin ediyor. Bu binlerce kişinin içinde Ebu Bekir ve Ömer de var. Ebu Bekir ve Ömer Hz. Ali`yi tebrik ediyorlar. Bu tebrik etme aynı zamanda Hz. Ali`nin önderliğini kabul etmedir de. Ancak Hz. Peygamberin vefatından sonra bir oldu-bittiye getirerek Ebubekir halife ilan ediliyor. Daha Hz. Peygamberin defin işlemi yapılırken bu olay gerçekleşiyor. Bu gerçektir. Yığınla Sünni kaynak bile bu olayı doğruluyor.
Peki neden böyle oldu? Neden Hz. Ali buna rıza gösterdi? Neden Gadir Hum da ki biatlar unutuldu? Bunları nasıl açıklamak gerekiyor. Bunların açıklaması da öyle zor bir şey değil. Az buçuk bu konularda kafa yoran herkes doğrulara ulaşabilir.
Hemen belirtelim ki Hz. Ali bu seçimi hiç bir zaman onaylamamıştır. Bu konuda bir çok açıklamalar vardır. Hz. Ali bu günleri çok zorlu günler olarak nitelendiriyor ve “boğazımda dikenle sabır ettiğim günler” olarak nitelendiriyor.
Bunca insan nasıl biatlarından döndüler? Bunların bazıları Hz. Ali`ye düşman olanların etkisi altındaydılar. Hatta bu düşmanlık daha sonraları Sıffin, Cemel savaşlarında daha açık olarak ortaya çıkmıştır. “Müminlerin annesi” diye lanse edilen Aişe, Hz. Ali şehit edildiğinde şükür namazı kılmıştır. Bu tür düşman kişilerin etkilediği veya bir şekilde zorla bastırdığı kişilerin biatlarına sadık kalmaları beklenemez. Hz. Ali‘ye bağlı olan ve bunu canları pahasına da olsa savunanlarda vardi şüphesiz. Ancak bunlar azınlık konumundaydı.
Bilinir ki güçlü olan, iktidar ve yetki sahibi olanlar her zaman doğruları manipule edebiliyor. Hilafet konusunda da yaşanan budur. Ancak burada samimi ve dindar Sünni kardeşlerimize şunu hatırlatmak isteriz: Tarihsel duruş ve tarihsel işleyiş bakımında yeri çok az olan hatta olmayan bir sahabenin meziyetlerini anlata anlata bitiremiyorsunuz. Peki Ehlibeyti neden es geçiyorsunuz? Ehlibeyt ki kutsal ve nurludur. Sıradan bir sahabe için litrelerce gözyaşı dökersiniz. Peki neden “Cennetin Efendileri olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” için iki gözyaşını çok görürsünüz. Hiç bir gerekçenin arkasına saklanmadan bu ve benzer soruların cevapları verilmelidir.
Haklı noktalar öyle çok ki hangisini dile getirelim... Emevi ve Abbasi devletleri yöneticileri Hz. Ali'ye kalemi ve kılıcıyla düşman olan herkesi ödüllendiriyordu. Hal böyle olunca Ehlibeyte düşman olmak kolay bir kazanç ve mevki kapısı oluyordu. İnanmayanlar için kaynaklar ortada duruyor. Her türlü araştırma imkanı vardır.
Sonuç olarak şunları ekleyelim: Ehlibeyt taraftarları yollarının Sırat-ül Müstakim olduğunu, cennette ve dünyadaki anlamlı yaşama götüren yol olduğuna emin olabilirler. Ehlibeyti tanımayan veya Ehlibeytten uzak duranlar ise araştırmalarda bulunup neyin doğru, neyin yanlış olduğunun sonucuna ulaşabilirler.
Biz inanıyoruz, Ehlibeytin haklı olduğuna ve Ehlibeytin gemisinin Nuh `un gemisi olduğuna inanıyoruz. Yüreğimiz Ehlibeyte olan sevgi ile taşmaktadır. Yobazlar ve yozlar bunu anlamakta zorlansalar da bu böyledir. Ne mutlu bu duygu ve düşüncede olup hayatı anlamına uygun yaşayanlara. Onlara selam olsun. Onları irşat edip aydınlatan Ehlibeyte selam olsun.



Bir Bütün Olarak Hz. Ali
Hz. Ali, dünyaya gelmiş en önemli şahsiyettir. Burada bir parantez açarak Hz. Ali’nin peygamberlerle karıştırılmamasının gerekliliğini belirtmek isteriz. Hz. Ali’nin önemini vurgularken peygamber düzeyine çıkartmıyoruz. Hz. Ali bir peygamber değildir. Hz. Ali bir önder insandır. Buna önderlerin önderi diyebiliriz. Hz. Ali’yi tanımlarken onu abarttığımız düşünülebilinir. Böylesi bir düşünce yanlıştır. Belki de Hz. Ali’yi tam anlamıyla tanımlayamıyoruz.
Hz. Ali neden bu kadar önemlidir? Hz. Ali’nin şahsında sembolleşen değerler toplamı sadece Ali taraftarı toplumlar için değil, bütün insanlık için kazanımdır. Bu değerleri insanlık kavradığı zaman bir çok sorunun çözüme kavuşacağı inancındayız. Hz. Ali’yi sadece tarihsel bir siyasi kişilik olarak görenler ve bu siyasal- askeri kişiliğin şahsında ona yüklenen misyonun yanılgı olduğunu iddia edenler ya gerçeklerden bîhaber kişilerdir ya da art niyetli kişilerdir. Elbette Hz. Ali’nin siyasi, askeri yönü de vardır. Ama Hz. Ali salt siyasetle, askeriyle uğraşmamıştır. Hz. Ali, insan yaşamının bütün yönleriyle ilgilenmiş, sadece kendi zamanın ile değil, insanlık yaşadığı müddetçe geçerli olacak tespitler, çözümler geliştirmiştir. Hz. Ali komple bir kişiliktir. Hz. Ali’nin komple bir insan olmasında etkili olan olayları tarihsel bir zorunluluk olarak görün ya da ilâhi kudretin damgası olarak. Her açıdan da sonuç ortadadır.


  • Hz. Ali bir filozoftur. Düşünce biçimi, olayları tahlil metodu, sonuçlara varması ve sonuçları anlaşılır bir üslûpla anlatması...
  • Hz. Ali bir edebiyatçıdır. Arap toplumunda Kuran’dan sonra edebi değeri olan ikinci kitap Hz. Ali’ye ait olan Nehc’ül Belaga’dır. Nehc’ül Belaga’daki üslûp, günümüzde dahi çekiciliğini ve etkileyiciliğini muhafaza etmektedir.
  • Hz. Ali mükemmel bir eş, ideal bir babadır. O Fatma’nın eşidir. Hasan, Hüseyin ve Zeynep’in babasıdır. Bütün bu kişilikler insanlığın kaderinde etki sahibi değiller mi? Daha ne denilebilir ki.
  • Hz. Ali büyük bir komutandır. Hz. Ali’nin askerlik dehası tartışılmazdır. “La fetta illa Ali, la seyfe illa Zülfikâr” (Ali’nin üstüne yiğit, Zülfikâr’ın üstüne kılıç yoktur) sözü öyle gelişi güzel söylenmiş bir söz değildir.
  • Hz. Ali dürüst bir siyasetçidir. Bazı kimseler Hz. Ali’nin çok kötü bir siyasetçi olduğunu söylerler. Buna kanıt olarak da, Muaviye lânetlisinin hakem olayını gösterirler. Bu kimselerin siyasetten anladığı sahtekârlık, düzenbazlık, haysiyetsizlik, yalakalık, riyakârlıktır. Hz. Ali bunun yanında sadece siyasette değil, yaşamın her alanında dürüstlüğü, hakkaniyeti, doğruluğu, haysiyeti, edep-erkânı savunmuştur. Siyaseti kirlilikten kurtarmak istemiştir. Aslında Hz. Ali’nin duruşu, günümüzde bile en ideal olanıdır. Yani namuslu siyasettir Hz. Ali’nin yaptığı. Bazı çağdaş Muaviyeler, siyaseti bir rant kapısı olarak görmekte ve bu yolla insanları sömürmekteler. Hz. Ali’nin siyaset anlayışı eninde sonunda galip gelecektir. Neden? Çünkü, yönetilenler kendilerini yönetme iddiasında olanların dürüstlüğüne bakacaklar. Bazı siyaset cambazları kendilerini Muaviye taktikleri ile bir süre gizleyebilirler. Fakat bunların uzun ömürlü olamayacaklarını söylemek için müneccim olmaya gerek yok.
  • Hz. Ali bir insan hakları savunucusudur. İlgilenenler George Jerdak adlı yazarın yazdığı altı (6) ciltlik “Hz. Ali ve insan hakları” adlı kitaba başvurabilirler.
  • Hz. Ali eşitlikçidir. Hz. Ali, kendisi halife olduğu dönemde en sıradan insan ne maaş alıyorsa kendisi de aynı maaşı alıyordu. Ne eksik ne de fazla. Bu yüzden Hz. Ali’yi kardeşi dahi terk etmiştir. Nasıl olur da devletin başı, bütün hazinenin tek sorumlusu, eski bir köle ile aynı maaşı alır? Bundan da bir eşitlik olur mu?
· Hz. Ali’nin önemini, olaylara bakışını özetlemek dahi oldukça zor. Bizlerin yaptığı özetin özetinin özetidir. Hz. Ali’yi anlamak için biraz sabır göstermek lâzım. Yazar George Jerdak, Hz. Ali’nin insan hakları boyutunu yazmak (anlatmak) için altı (6) cilt yazmıştır. Yine de eksik tarafları olduğunu söylemekte. Hz. Ali, dünya üzerinde en çok yazı yazılan şahsiyetlerin en başında yer almakta.
Hz. Ali’yi tanımak gerekir. Tanıyıp sevmek gerekir. Neden gerekir? Eğer Hz. Ali gerçek anlamıyla, tam manasıyla kavranırsa, bunun sonuçları yaşamın her alanında başarı ve mutluluk demektir. Bizler bunun doğruluğundan şüphe duymuyoruz. İnanıyoruz ki; insanlık Hz. Ali’yi bir gün bütün boyutlarıyla tanıyacak ve bundan, bu değerler bütününden çok önemli sonuçlar alacaktır. Hz. Ali, insanlığın makro düzeyde yaşadığı ne varsa; savaş, ihanet, çelişki, yoksulluk, anlaşılmamak, dışlanmak, zulüm... kısacası olumlu olumsuz ne varsa hepsini mikro düzeyde yaşamıştır. Yaşadığı için de önemli sonuçlara ulaşmıştır. Fakat ne acıdır ki, anlaşılmamıştır. Onu en çokta Ali taraftarı olduğu iddiasında olanlar yaralamıştır. Çünkü Hz. Ali’yi anlamamışlardır. Eğer az da olsa Hz. Ali’ye anlam verebilirsek, bundan emin olun ki, her anlamda kazançlı çıkılır. Anlayamıyorsak dahi samimice anlamaya çalışalım. Artık ne kadar anlayabilirsek.
Tekrar belirtelim ki; Hz. Ali’nin şahsında somutlaşan değerler bütün insanlık içindir. Salt bir grubun, cemaatin, toplumun değil. Önemli olan hangi toplum, cemaat, grup olursa olsun buna gereken anlamı verebilmektir.
Aşağıda Hz. Ali’nin bazı deyimlerini alıyoruz. Dileriz başlangıç manasında yararlı olur. Bilinir ki; büyük yangınlar çok küçük kıvılcımlardan başlar.


  • Övünç duyacağı bir soyu varsa cahil insanın, bilsin ki; çamurdan ve sudandır özü soyunun.
  • Dünyada Ehlibeyt’in değer kriteri güzelliktir. Bilim, doğruluk ve sevgidir soyu insanoğlunun.
  • Dayanılmaz bir kötülük gelirse eğer başına, suskun kayalar gibi dur ve diren.
  • Bilmelisin ki; rahat günler de geçer, zor günler de. Öyleyse ne diye dünya malı için ağlıyorsun.
  • En bilge insan; eksiğini, kusurunu, yanlışını bilen kişidir. Sözünü tutan, bencilliği yıkan, dar hesapları aşan kişidir. Kötülüklere, kötüye yüz vermeyen, dostlukla, iyiliklerle güzelleşen, dünya yıkılsa da öz değerlerine bağlı olan kişidir.
  • Çaba harcamadan yarasının iyileşmesi için dünyadan çare bekleyen kişi, yarasının iyileşmesini beklerken, yara üstüne yara açar.
  • Yokluk ve yoksulluk genç insanın ayıplanmasına ve onunla alay edilmesine yol açar. Doğruyu söylese de söyledikleri önemsenmez, hatta kötü söz etmiş gibi davranılır.
  • Aydın ve bilgili genç insana kendi zamanı ihanet etse de, izzet ve saygınlığı ona ihanet etmez.


İmam Hüseyin Gönüllerin Sultanıdır
Bir çok kere belirtildiği gibi Hz. Hüseyin, tıpkı dedesi, babası, annesi, abisi gibi komple, dört dörtlük bir insandır. Elbette İmam Hüseyin peygamber değildir. Ancak İmam Hüseyin, yaşamın bütün anlamına sahiptir. Yani güneşten tutalım yıldızlara kadar, dağlardan tutalım nehirlere, çöllere kadar; insan ilişkilerine, insanın maddi-manevi yapısına kadar her şeye hakim ve vakıftı. Söylediği her söz, attığı her adım belli bir bilincin, hesabın, asaletin, geleceğin, ideal insanın protipine göreydi. Aynı asalet, yiğitlik, bilinç ve ideal insan olma Hz. Ali içinde geçerlidir. Zaten İmam Hüseyin bütün bu zincirin halkası gibi tamamlayıcıdır. Hz. Peygamberden ve Hz. Ali'de vücut bulan değerlerin temsilcisiydi. Bazıları İmam Hüseyin'in bütünlüğünü göremiyorlar. Hz. Hüseyin'i sadece Kerbela da ki şehadetiyle biliyorlar. Bu eksik bir yaklaşımdır. Kerbela hadisesi İmam Hüseyin'in yaşamındaki doruk noktasıdır. Ancak Kerbeladan öncesi de var. Bu öncesinden de İmam Hüseyin'in yaşamı yine en ideal olanıdır.
Günümüzde dahi İmam Hüseyin'e bunca ilgi, bağlılık, sevgi, saygı varsa bu sadece İmam Hüseyin'in Kerbela da şehit edilmesiyle açıklanamaz. İmam Hüseyin, Kerbela öncesi ve Kerbela olayı sırasındaki tutarlılığıyla bir bütündür. Tutarlılık, çok kimsenin yaşamında anlamı olmayan bir kavramdır, fakat Hz. Ali ve Hz. Hüseyin gibi yüce şahsiyetlerin yaşamı bu kavram üzerine şekillenmiştir. Bu yüce şahsiyetler sözle-davranışı, teori ile pratiği bütünleştiren şahsiyetlerdir. Bu konuda Kerbela şehidi İmam Hüseyin'in bütün insanlığa hitap eden şu sözleri iyi birer kanıttır. Şöyle sesleniyor İmam Hüseyin insanlığa:
“Şereflice ölmek, ********ce, onursuzca yaşamaktan iyidir.” Yine saygıdeğer İmam dünya malına tapan, yaşamını maddi çıkar üstüne kuranları zavallı ve ahmak olarak görüyor. Bu tür kişileri köle olarak nitelendiriyor ve gerçek manada özgürlüğün yolunu gösteriyor. Şöyle diyor sevgili Hz. Hüseyin maddiyatı her Şeyin üstünde tutan ve yaşamın güzelliğini idrak edemeyenler için:“Günesin üzerine doğduğu her şey tüm dünya ve onda bulunanlar, ondaki deniz ve kara, dağ ve çöl, Allah'ı dost edinen ve ilahi yüceliği idrak eden, Allah'ın hakkını tanıyan marifet ehli olan birinin yanında bir gölge gibidir. Dünyaya ve ondakilere değer vermeyen bir özgür insan yok mudur?” Gerçekten var mı böyle özgür insanlar? Ya da insanların çoğunluğu maddenin, geçici heveslerin, iktidarın, hırsın, gücün... köleleri değiller mi? Herkes o mutlak sonla (ölümle) karşılaşacağını bildiği halde neden kölelikte ısrar ediyor bazılarımız? Oysaki ömür çok kısadır. 70-80 yılın uzunluğu nedir ki? Bir nefes almak kadar kısa değil mi 70-80 yıl? Ne acıdır ki insanlar kendilerini kandırıp duruyorlar. Burada elbette her şeyden el etek çekelim manası çıkmasın. Nitekim İmam Hüseyinde böyle bir yaşamın sahibi olmamıştır. Ancak ısrarla vurgulanması gereken, maddiyat için diğer bir çok güzelliğin feda edilmemesi gerektiğidir. Madde olsun. Ama madde insan yaşamını kolaylaştıran olsun. Eğer madde köle ediyorsa insanı bu karşı olunması gerekendir. İnsan maddenin emrinde değil, madde insanın emrinde olmalıdır. Madde amaç değil, araç olmalıdır. Yazık ki insanlar maddeyi amaç haline getirmişler. Yanlış olan budur. Saygıdeğer İmamın sözleri böylesi insanlar içindir. Hz. Hüseyin sözlerine şöyle devam ediyor: “...Kendinizi satmayınız. Hür, özgür insanlar olunuz, kendini satan satıcılardan olmayınız”. İmamHüseyin 'kendinizi satmayınız' diyor. Yazık ki insanlar öyle tamahkar ve madde perestler ki bedenleri ile birlikte ruhlarını da satıyorlar. Değer yargıları, sevgileri, dostları, aşkları... kısacası her şeylerini maddi hesaplar belirliyor. Daha doğrusu maddi kazanç hesaplarının sonucu bütün bunlar oluşuyor. Oysaki değerler, ahlak, dostluk, paylaşım... maddi hesaplar sonucu şekillenemez. Şekilleniyorsa bu artık başka bir şeydir. Dostluk sahtekarlıktır, riyadır, ahlak ahlaksızlıktır, hainliktir, değerler anlamsızdır... Böylesi insanların yönlendirdiği bir toplulukta İmam Hüseyin'in göklere ulaşan ama duymak, bilmek, görmek istemeyen insanlara ulaşmayan gür sesi yankılanmaya devam edecektir. Ta ki insanlar duyana, bilene, görene kadar
“Şerefli , onurlu, anlamlı bir şekilde yaşayın, maddenin kölesi olmayın.”
 
---> Hz. Ali ve Ehlibeyt

Günümüzde Hz. Ali
Çeşitli ideolojik saplantıları olan bir takım kimseler Hz. Ali gerçeğini inkâr etmek istiyor. Bunu başaramayınca da bu defa Hz.Ali gerçekliğini saptırmaya, tahrif etmeye, toplumun önemsediği eylemlerini çarpıtmaya çalışıyorlar. Bu Hz. Ali düşmanlığı yaklaşık 1400 yıldır sürüp gitmekte. Sanırız Hz. Ali’yi sahiplenme ve onu dışlama önümüzdeki yüzyıllarda da devam edecek. Peki nedir bu kadar uğraşılan Hz. Ali kültü? Nasıl bir şahsiyettir bu Hz. Ali? Ne yaptı da günümüze kadar tartışılıyor? Yazar Abdülbaki Gölpınarlı, Hz. Ali adlı kitabının önsözün de şöyle tanımlıyor: " İnsanlar vardır; yaşarlar, ölürler, yaşayış sayfasında bir izleri bile kalmaz, zaman alanında bir sözleri bile söylenmez. Sanki doğmamışlardır, sanki yaşamamışlardır. Bir yıldız aksa göz alır, bir kuş uçsa kanadının sesi duyulur, hâlbuki bunlardan ne bir ses kalır, ne bir nefes. Dünyaya gelmeselerdi hiç bir şey eksilmezdi, gelmişlerdir, yer yüzünde hiç bir fazlalık olmamıştır.
Hâlbuki insanlar vardır, ömürlerini sürüp bitirirler fakat zaman onlar için akar, düşünce onların hayatını örer, inanç onlara bağlanır, düşmanlık onlara saldırır. Bunların adları toplumu sürükler, hatıraları devletler kurar. Bunlar için kan dökülür, şan alınır. Bunlar için zulme göğüs gerilir, zulmedilir.
Bir muhitte sevilmezken, bir muhitte bunlara tapılır. Bunları birisi yererken, öbürü ölesiye sever. Tarih, sanki bunların öz mallarıdır, övülüş, yeriliş, öz hakları. Bunlar gerçekten yaşamışsalar, insanın çocukluk devrindeki yalanından doğmamışlarsa şüphe yok ki, normalin üstündeki insanlardır; Peygamberlerdir, erenlerdir, aşıklardır...
İşte İslam tarihinde Ali bunların birisidir, hatta birincisidir. Daha Hz. Peygamber sağken o, ölesiye sevilen öldürülesiye yerilen bir er olmuştu. Daha kendisi hayattayken mabuduna candan inanan bu ere Tanrı demek cesaretini bulanlar çıkmıştı. Adına yıllarca minberlerde lânet edilirken, o ad için can verenler vardı. "Ya Ali medet" sözü, ümitsize ümit veriyor, hastaya şifa sunuyor, kuvvet, kudret kaynağı oluyordu.
Ümeyyeoğullarını bu ad yıktı, onların zulmünü bu ad sahibinin oğlu Mazlum Hüseyin’in kanı boğdu. Abbasoğulları saltanatını bu ad kurdu ve o imparatorluğu, içten içe gene bu ad çürüttü. Al-i Büveyh’le Fatimiler bu adla kuruldu, Safeviler bu adla belirdi, gelişti. Mezheplerden bahseden kitaplar bu adla doldu, İslam tarihi bu adla yazıldı, tasavvuf bu ada dayandı, İslam felsefesi bu addan hız aldı, tasavvufi şiir bu adı andı. İsyanları, bu ad kopardı, ölümü bu ad hiçe saydı, kalan "ya Ali medet" dedi, düşen "ya Ali medet" .....
Hz. Ali için dünyanın kaderini değiştiren biri dersek abartmış olmayız. Hz. Ali’yi sadece bir yönlü ele alıp değerlendirenler büyük bir yanılgı içindeler. Hz. Ali’yi Arap kabileler arasında iktidar mücadelesi vermiş ve kaybetmiş biri olarak değerlendirenler yetersiz bir değerlendirmede bulunmaktalar. Böyle davrananlar hiç bir zaman Hz. Ali’yi bir bütün olarak değerlendiremezler. Dolayısıyla bu tür kişilerin yaratmak istedikleri Hz. Ali portresi ile gerçek Hz. Ali portresi çok farklıdır. Gerçek Hz. Ali, bütün insanlığın kabul ettiği ender şahsiyetlerden birisidir. Hz. Ali, düşmanlarının bile yeteneklerini, cesaretini, bilgeliğini, fedakârlığını övdüğü bir yüce kişiliktir. Alevice deyimle o "Allah’ın Arslanı"’dır.
Hz. Ali, yaşamıyla, düşünceleriyle, eylemleriyle günümüzde de dara düşenlerin sığınağı durumundadır. "Yetiş ya Ali" sözü boşuna söylenmemiştir. Yazarında belirttiği gibi, tarih boyunca zor durumda olanların adeta duası olmuştur. Hz. Ali’nin dini tarafını, kutsallığını bir tarafa bırakıp, onu sosyolojik ve siyasal olarak değerlendirirsek bile, insanlığa ne kadar çok katkı yaptığını görmüş oluruz. Hz. Ali’nin Mısır Valisi tayin ettiği Malik Bin Ejder’e hitaben yazdığı mektup adeta bir yöneticilik manifestosu niteliğindedir. Nitekim bu mektup önemli üniversitelerde ders olarak okutulmaktadır. Hz. Ali bu mektubunda sadece kendi çağının ilerisinde değil, aynı zamanda şu yaşadığımız 2000’li yıllarında çok çok ilerisinde olduğunu kanıtlamıştır. Zaten Hz. Ali bazı ahmakların iddia ettiği gibi sahte bir kahraman olsaydı, günümüzde adı anılmazdı. Hz. Ali gerçekliği yeterince anlaşılmak istenmediği için bazı sivri zekâlılar onu hakir görmeye, çeşitli sıfatlar yükleyerek basitleştirmeye çalışıyorlar. Bilinmelidir ki; güneşin doğuşu nasıl engellenemiyorsa Hz. Ali gerçekliği de engellenemeyecektir. Bizler Hz. Ali’nin o erdemli yolunda olduğumuz, Hz. Ali gerçekliğini bildiğimiz ve Hz. Ali’nin adıyla kendimizi andığımız için şanslı sayıyoruz. Bizler bütün zorluklara rağmen Hz. Ali’yi sahiplenmeye devam edeceğiz.
Hz. Ali sahiplenilmesi gereken bir yol çizmiştir. Eğer Hz. Ali’nin çizdiği bu yol insanları yanlışa yönlendirseydi, şüphesiz insanlar o yola gitmezdi. Nitekim yaşadıkları dönemde kendilerini Tanrı dahi ilân eden imparatorlar, krallar günümüzde unutulmuşlardır. Burdan çıkardığımız sonuç; Hz. Ali’nin yolu doğrudur. Bu yol insanı her türlü tehlikeye karşı korumakta, karanlıktan aydınlığa, yokuştan düzlüğe, zor durumdan rahata çıkarmaktadır. Birilerinin bunu yok sayması, inkâr etmesi bu tarihsel gerçekliği engelleyemez. Hz. Ali düşünceleri, felsefesi, yaşam biçimiyle insanlığa yol göstermeye devam edecek. Dünya döndükçe, insanlık var oldukça Hz. Ali de var olacaktır.



İmam Hüseyin'in Mücadelesi İktidar Olma Mücadelesi Değildir
Her yıl dünyanın farklı coğrafyalarında milyonlarca insan Muharrem ayında İmam Hüseyin'i ve Kerbela`da şehit olan dostlarını anar. Aradan asırlar geçmiş olmasına karşın halen önemiyatından bir değer kaybetmeyen İmam Hüseyin'in Kerbela çölünde şehit edilmesi bir çok sosyoloğun, etnoloğun, antropoloğun ilgi alanı olmaya devam ediyor. Cevabı verilmek istenilen ana soru şudur: “Nasıl oluyor da 1300 yıl önce yaşanmış bir olayın etkileri günümüzde de varlığını sürdürüyor?”
Kerbela olayını ve etkilerini bütün yakıcılığıyla yaşayan inanç toplumunun ferdi olarak bu ana soruya ve diğer yan sorulara verilmiş cevabı şöyle özetleyebiliriz: “Kerbela olayı insanın aşkın(yüce) hali ile bataklık halinin ayrıştırılma olayıdır.” Böyle olunca da İmam Hüseyin'in şahsında temsilini bulan değerleri savunanlarla Yezidin şahsında temsilini bulanlar arasındaki mücadele sürgit devam etmiştir ve dünya döndükçe de devam edecektir. Ta ki Yezidin temsil ettiği düşünce ve yaşam sistemi yok olana dek.
Kerbela olayı tarihte olmuş milyonlarca olaydan biri değil. Eğer öyle olsaydı etkileri günümüze kadar devam etmezdi. Kerbela olayını yaşamsal ve güncel kılan özünde taşıdığı iyi ile kötünün savaşımı ve iyi olanın kaybetmesidir. Tabi ki burada neye göre “iyi” ve “kötü” tanımı yapıldığı sorulabilir.
İmam Hüseyin; doğruluğu, dürüstlüğü, mazlumluğu, fedakarlığı, haklılığı, adaleti, dostluğu, bağlılığı, hakkaniyeti... temsil ediyor. Yezid ise; gücü, iktidarı, zalimliği, saltanatı, yıkıcılığı, namertliği, haksızlığı, sömürüyü... temsil ediyor.
Bazıları halen neden Kerbela olayının güncel olduğunu anlayamıyor. Hala güncel. Ve haksızlık, yolsuzluk, yobazlık, yozluk, yoksulluk, maddeye-güce tapma, savaşlar oldukça, sömürü, adaletsizlik, eşitsizlik oldukça da güncel kalacaktır.
İmam Hüseyin elbette çok önemli bir inanç önderidir. Ancak hemen belirtelim ki, İmam Hüseyin'in yaşamı ve insan üstü mücadelesi yaşamın bütün alanlarına nüfus eder boyuttadır.
Günümüz dünyasında yığınla insan farklı inançtan olmalarına rağmen İmam Hüseyin'in önünde saygıyla eğiliyorlar. İletişim geliştikçe, toplumlar arası ilişkiler yoğunlaştıkça İmam Hüseyin'e olan ilgi misliyle artacaktır. Bu ilgi, sevgi, bağlılık, hayranlık sadece inançsal bir bağlılık değildir. Şüphesiz İmam Hüseyin'in inançsal boyutu çok çok önemli ve büyüktür. Ancak İmam Hüseyin komple bir insandır. Komple insandan kastımız insani olanın en önemli temsilcilerinden biri olmasıdır. Evrenseldir. İmam Hüseyin'in mücadelesine sevgi, saygı, bağlılık, hayranlık salt onun inancında olanlarda değil, inançlı inançsız bütün toplum kesimlerinden gelmektedir. Çünkü, insanlar ideallerinin, kendi doğrularının, adaletin, hakkaniyetin, gerçek inancın... temsilini İmam Hüseyin de buluyorlar.
İmam Hüseyin ve yarenlerinin şehadetiyle sonuçlanan Kerbela olayının “Araplar arası bir kabile savaşı” olarak görenler yanılıyorlar. Yine İmam Hüseyin'in “iktidar Mücadelesi” sonucu Kerbela da şehit olduğunu iddia edenlerde yanılıyorlar. Dikkat edilirse şehadetinden sonrada ve günümüzde de İmam Hüseyin'i ve Kerbela şehitlerini en çok sahiplenen toplumlar Araplardan çok Arap olmayan Türk, Pers, Kürt toplumlarıdır. Yine İmam Hüseyin sonuçları belli olan bir savaşa iktidar hırsı için girmemiştir. Eğer İmamın bütün emeli iktidar olsaydı 72 kişi ile binlerce kişilik orduya karşı savaşa girmez daha farklı metotlar uygulardı.
İmam Hüseyin'in mücadelesi için “kabileler arası çatışma” ve ya “iktidar içindi” gibi yakıştırmalarda bulunmak gerçeğe gözünü kapatmaktır.
Kerbela çölünde insani olanla insani olmayanın mücadelesini verdi saygıdeğer İmam. Biçimde kaybetse de özde mücadeleyi kazanmıştır. Eğer İmam Hüseyin Yezit'e biat etseydi ve bunun sonucunda Yezit tarafından hediyelere boğulup iltifatlar görseydi, o vakit İmam Hüseyin kaybederdi. Ancak İmam Hüseyin, “Yezit'e biat etmektense onurluca şehit olurum” diyerek biçimde bir kaybedişin ama özde bir kazanımın sahibi olmuştur. Bu kazanım İmam Hüseyin ve yoldaşlarının şahsında bütün haksızlığa, zalimliğe, sömürüye, talana, yobazlığa... uğrayanların kazanımıdır. Bunun için diyoruz ki; kaybeden Yezit ve cümle zalimler, kazananlarsa Hüseyin ve cümle mazlumlardır.
 
---> Hz. Ali ve Ehlibeyt

Sünnilere Göre Hz. Ali
Klasik Ehli-Sünnet anlayışı Hz. Ali`ye dördüncü halife olmanın dışında bir mana vermez. Hz. Ali Ehli-Sünnet için dördüncü halife olmanın dışında bir şey çağrıştırmaz. Bazi iyi niyetli ama yetersiz çabaların dışında Ehli-Sünnet daire içinde bulunan bilginler, önderler adeta Hz. Ali gerçeğini yok sayma, önemsizleştirme çabası içinde bulunmuşlardır. Bu mantık günümüz Ehli-Sünnet taraftarlarınca da sürdürülmektedir. İstisnalar bu manada da kaideyi bozmuyor. Hatta mümkün olsa Hz. Ali ve onun şahsında temsil olunan değerler bütününü tümden yok sayacaklar. Ancak buna güçleri yetmediğinden bu defada önemsizleştirme, sıradanlaştırma çabaları içine giriyorlar.
Gerçek manada Hz. Ali, dördüncü halife olmanın dışında daha önemli bir gerçekliği temsil ediyor. Kaldı ki halifelik (etiket anlamında) Hz. Ali için hiç bir zaman belirleyici olmamıştır. Hz. Ali ömrünün hiç bir safhasında mevkiye, makama, etikete önem vermemiştir. Hz. Ali`yi sıradanlaştırmaktan başka bir işlevi olmayan “dördüncü halife” etiketi Hz. Ali`ye ve temsil ettiği değerlere haksızlıktır.
Her şeyden önce Hz. Ali, bir misyonun en önemli temsilcisidir. Hz. Ali`nin güttüğü dava tarihten günümüze onun adıyla özdeşleşmiştir. Hz. Ali`nin temsil ettiği değerler, onun şahsında somutlaşan düşünceler ve eylemler değil dördüncü halifeliği, bir bütün olarak halifelik kurumunu aşar niteliktedir. Burada halifeliği küçümsediğimiz manası çıkmasın. Yaşam olanağı bulduğu çağda halifelik elbette önemli işlevi olan bir kurumdur. Ancak Hz. Ali de somutlaşmış olan davanın niteliği bakımında halifelik “hafif” kalır.
Sünni anlayış İslam tarihi ve onunla ilintili olarak insanoğlunun gelişim düzeyi manasında Hz:Ali`yi görmezden gelen bir tutum içindedir. Hz. Ali`yi, bırakalım insanlık için taşıdığı öneme, daha doğru dürüst İslam tarihi içinde bile gereken önemi vermemiştir. Halbuki İslam tarihini belirleyen en önemli şahsiyet Hz. Alidir (Ebetteki Hz. Peygamberin konumu çok farklıdır). İslam topluluklarının tarihsel süreçlerini belirleyen Hz. Alidir. Ancak bu tarihsel (ve güncel) gerçeklik kabul görmek şurada kalsın, mümkün mertebe yok sayılmak isteniliyor. Araştırdığımız yığınla Sünni kaynak ve toplumsal deneyimlerimiz, gözlemlerimiz Sünni toplumun Hz. Ali gerçeği hakkında yetersiz, yanlış, eksik, olumsuz bilgilere sahip olduğudur. Onlarca Sünni kaynak orta çağda yaşamış bir Sünni bilgin hakkında en küçük bilgiyi bile kayıt altına alırken, İslam toplumu şahsında insanlığın kaderini etkileyen Hz. Ali hakkında dördüncü halife olmanın dışında bilgiye sahip değildir. Hatta ortalama bir Sünni inançlı kişi Hz. Ali`ye “ilahlık” yükledikleri zannıyla Alevilere dolayısıyla Hz. Ali`ye karşıt bir tutum içindedir. İyi niyetli ama yetersiz çabalar bu gerçeği ne yazık ki değiştiremiyor.
Daha önceleri de değişik vesilelerle belirttiğimiz gibi Hz. Ali, sadece çağının ve günümüzün önderlik gerçeği değildir. Hz. Ali, ideal insan ve ideal toplumun önderidir. Bu anlamda insanlık var oldukça Hz. Ali de var olacaktır. Çünkü Hz. Ali de temsilini bulan değerler bütün insanlığın özlemini çektiği, hasret olduğu değerlerdir. Hz. Ali, bir bütün halinde insani değerlerin temsilcisidir. İnsani bütün erdemler Hz. Ali`nin kişiliğinde anlam kazanmışlar, somut hale gelmişlerdir.
Hz. Ali gerçeğinin bilincinde olmak, onun şahsında temsilini bulan değerlere bağlı olmak Hz. Ali`yi ilahlaştırmak değildir. Aksine bizler her daim Hz. Ali`yi etiyle-kanıyla bir insan olarak kabul ediyoruz. Hz. Ali`nin biyolojik ve fizyolojik olarak hiç bir insandan farkı yoktur. Hz. Ali bizlere isnat edildiği gibi tanrı değil, bir insandır. İnsan olduğu içinde önemi daha da fazladır. Eğer iddia edildiği gibi Hz. Ali`yi bir ilah olarak görseydik, onun idealize ettiği insan olmaya çalışmazdık. Çünkü ilahlar insanlardan farklı üstün bir güçtür. Ama Hz. Ali herkes gibi bir insandır. Herkes gibi bir insan olduğu içinde onun şahsında temsil olunan değerlere sahip olmak mümkündür.
Eğer geçmişte ve günümüzde Hz. Ali gerçekliği yok sayılmak isteniliyorsa bu Hz. Ali`nin temsil ettiği değerlerin yok sayılması demektir. Ve yine ölüm pahasına da olsa Hz. Ali sahiplenilip savunuluyorsa bu onun temsil ettiği değerlerin sahiplenilip savunulmasıdır.
Tekrar etmekte fayda var. Hz. Ali`yi savunup sahiplenmek onu ilahlaştırmak yada insan üstü bir varlık yapmak manasına gelmiyor. Aksine, Hz. Ali`yi sahiplenip savunmamız onun insani değerleri temsilinden kaynaklanıyor. Hz. Ali sadece bir yönüyle değil, bir bütün olarak insani olanın temsilcisidir. Böyle olduğu içinde sadece bizlerin değil, bütün insanlığın önderidir.
Hz. Ali`yi bir bütün halinde kavramak gerekiyor. Yaşamını, düşüncelerini, davranışlarını, eylemlerini...kısacası Hz. Ali`yi bir bütün olarak incelediğimizde karşımıza ideal bir insan tipi çıkar. İdeal insan zaman ve mekan sorunu olmayan insandır. Hz. Ali bu ideal insanın öncüsüdür. Hz. Ali'nin her eylemi, en önemsizmiş gibi görünen bir eylemin bile çok derin manaları vardır. Düşünen, hayatın anlamına ulaşmak isteyen ve insanlığın sorunlarına çözüm arayan birisi için Hz. Ali`nin eylemleri paha biçilmez örnekleridir.
Bizler, insanlığı Hz. Ali`yi anlamaya, tanımaya, kavramaya davet ediyoruz. En başta kendisini “Sünni” olarak kabul edenlerin Hz. Ali`yi tanımaya ihtiyaçları vardır. Hz. Ali tanındıkça sevilecektir. Sevildikçe ondaki sayısız değerlerin farkına varılacaktır. Hz. Ali`ye ön yargılı bir yaklaşım, sıradanlaştırmaya yönelik çabalar anlamsızdır. Anlamsız olmanın ötesinde bireysel ve toplumsal gelişim önünde bir settir. Bu satırların yazarı Hz. Ali`yi sevenlerin olduğu muhitte dünyaya geldiği, Hz. Ali`nin adıyla anılan bir inanca mensup olduğu için yüce yaratıcıya minnettardır.
“Ali sevilmez mi...”
 
---> Hz. Ali ve Ehlibeyt

Yiğit Olmak Hüseyin Olmaktır

İnsanın kendi varlığını bütünüyle ortaya koyması ve idealleri için şehadete gitmesi elbette ki çok değerlidir. İnandığı davaya hayatını adaması saygın bir davranıştır.
Eğer kişi kendisinden geçip bir bütün halinde insanlığın selameti için şehitlikte dahil çaba harcıyorsa şüphesiz bu insan büyük bir ruha sahiptir. O kişi sıradanlığı çoktan aşmış, yaşamın bir üst boyutuna varmıştır. Artık onun yaşam anlayışı, olayları-olguları sorgulayışı/analizi çok çok farklıdır.
Büyük ruh sahibi sıradan insanların göremediklerini görür. Sıradan insan bir an sonra neler olabileceğini kestiremezken büyük ruh sahipleri insanlığın geleceğini okurlar. Eğer günümüzde kısmide olsa insanlık için refah söz konusuysa bu tarih boyunca insanlık için mücadele veren ve insanlığın daha özgür, güzel, anlamlı, saygın... bir yaşam yaşaması için kendi kısa yaşamlarını feda eden sayısız kahramanların sayesindedir. Burada bu sayısız kahramanları anarken ve mücadeleleri önünde saygıyla eğilirken inancı, dili, rengi, sınıfı ne olursa olsun hepsini sahipleniyoruz. Tabi ki yine klasik muhalefet anlayışı hemen soracak: “Kimdir bu kahramanlar ve ne yapmışlardır?” ve devam edecekler: “Bu kahramanlar neye göre, hangi kıstasa göre kahramandırlar?” Elbette bütün insanlığın dil, din, renk, ırk, sınıf ayrımı yapmaksızın ortak kahramanları tespit ettiği yok. Bir topluma göre kahraman olan birisi başka topluma göre en büyük zulüm edicidir. Bu doğrudur, ancak insanlık çok yavaş da olsa insanlığın ortak değerleri ve insanlığın geleceği için bazı normlar oluşturuyor. Bu oluşan normlar çerçevesinde zamanla bütün insanlığın ortak kahramanları netleşecektir.
Bizim anlayışımız ve inancımıza göre İmam Hüseyin, bütün insanlığın ortak kahramanıdır. Kahramanlıktan ziyade yol göstericisi, ışığı, ideal insanıdır. İmam Hüseyin, salt bir toplumun, grubun, kavmin, devletin, ulusun, halkın... değil, bir bütün olarak insanlığın ışığı, yol göstericisidir. Dini, dili, rengi kavmi, ulusu, sınıfı ne olursa olsun bütün insanlığın ideal insanıdır. İmam Hüseyin'in şehadetle son bulan yaşamı adeta bir okuldur. Hüseyin'in sözü, Hüseyin'in eylemi, Hüseyin'in olayı, ruhu kısacası her şeyi yiğitliktir, derstir, heyecandır, güç kaynağıdır, tahriktir... Bu manada zaman ve mekanın önemi yoktur. İmam Hüseyin, bütün insanlığın ortak kahramanıdır.




Hz. Ali'nin Siyaset Anlayışı
Bazı iyi niyetli fakat Hz. Ali´nin olağanüstü kişiliğinden bihaber kimseler Hz. Ali´nin iyi bir siyasetçi olmadığını söylüyorlar. Buna dayanak olarak da Hz. Ali ile Muaviye'nin mücadelesini ve bu mücadelede Muaviye'nin “kazanmasını” örnek olarak veriyorlar. Bu kesinlikle temelsiz bir dayanaktır. Hz. Ali, gerçek manada bir siyasetçidir ve siyasetinin doğruluğu asırlardan beri hiç bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde kanıtlanmıştır. Dünya döndükçe ve insanlık gerçekleri aramaya devam ettikçe, doğru bir yaşamın, anlamına uygun bir yaşamın sahibi olmayı istedikçe de Hz. Ali'nin siyaseti de geçerliliğini korumaya devam edecektir. Çünkü Hz. Ali, siyaseti anlamına uygun, olması gerektiği gibi yapmıştır.
Hz. Ali doğru bir siyasetin sahibiyken birilerinin çıkıp Ali'nin iyi bir siyasetçi olmadığını söylemeleri gerçek dışı olmakla beraber düşündürücüdür. Bu kişilerin verdiği örnek biraz anlaşılırsa olay daha da düşündürücü olacaktır. Çünkü bu tür kişiler Muaviye'nin yalan, sahtekarlık, haksızlık, düzenbazlık, üçkağıtçılık üzerine inşaa ettiği siyaseti doğru bir siyaset diye anlamaları ve övmeleri korkunç bir durumdur. Üçkağıtçılığın , sahtekarlığın, hilebazlığın, haksızlığın yüceltilecek bir tarafı yok. Aksine bu tür davranış ve düşünceler şiddetle mahkum edilmeleri gereken olgulardır. Muaviye haksızlığın temsilcisiyken, Hz. Ali adaletin temsilcisidir. Muaviye her türlü düzenbazlığı, sahtekarlığı marifet sayarken, Hz. Ali inadına doğruların savunucusudur. Muaviye lanetlisi yalanı, sahtekarlığı, haksızlığı, hilebazlığı, rüşveti, kaypaklığı yaşam biçimi haline getirirken ve bunları bütün araçlarla uygularken, Hz. Ali yalansız adil bir yaşamı kendisinden başlayarak topluma sunuyordu. Şimdi, tarihsel gerçeklikler bu kadar açıkken nasıl olur da Hz. Ali siyasetten anlamaz! Bu yanlış yargılar yerine Hz. Ali yalandan, hileden sahtekarlıktan anlamaz çünkü Hz. Ali mertliğin ve inadına doğruların temsilcisidir denilse daha gerçekçi olur.
Aslında bu tür örneklerle Hz. Ali gerçekliğini bütün insanlıkla buluşturmak gerekiyor. Salt Hz. Ali'nin siyaset anlayışını değil, bir bütünen Hz. Ali'yi ve onun kişiliği etrafında şekillenmiş olan değerler bütününü insanlıkla buluşturmak gerekiyor. Çünkü genel anlamıyla siyaset sadece devlet işlerini yürütmek değildir. Bununla beraber siyaset aynı zamanda insan yönetme sanatıdır da. Bu sanatın doğru icra edilmesi toplumsal hayat için olmazsa olmazların başında gelir. Bunun içindir ki; doğruluğun, hakkaniyetin, adaletin herkes için geçerli olduğu bir siyaset anlayışı şarttır. Belli bir zümrenin korunduğu, her türlü haksızlığın meşru olduğu bir siyaset anlayışı Muaviye türü siyasettir. Bu anlayışın kesinlikle ret edilmesi ve ne pahasına olursa olsun doğruların hakim olduğu Hz. Ali'nin siyaset anlayışı genelleşmelidir.
Hiç kimsenin bir takım geçici zaferleri, sahtekarlıkla, hileyle elde edilmiş zaferleri yüceltmesine gerek yoktur. Böyle bir yanlışa düşmek haksızlığı onaylamak demektir. İktidar için her türlü insanlık dışı yolun mubah olduğu düşünce ve eylemine ortak olmaktır. Bu, kirli bir düşünce ve eylemdir. Kendi iktidarı için diğer insanları ezmek eylemidir. Bunu insani yürekler ve vicdanlar kabul edemez. Muaviye'nin iktidar anlayışı budur. İktidara ulaşmak için her yol mubahtır anlayışı. Bu anlayışta toplum hakkının bir değeri yoktur. Sadece toplumun değil, iktidar zümresi dışında hiç bir kimsenin ve değerin de önemi yoktur. Her şey iktidar sahiplerinin çıkarlarına hizmet edecek şekilde dizayn edilmiştir. Bu düzenlemede doğruların ve doğru şeyler söyleyenlerin yeri yoktur. İktidar zümresi dışında ve onların bir kaç dalkavuğunun dışında hiç kimsenin yeri yoktur. Bu mu akıllı, doğru siyaset? Eğer bu doğru siyaset ise biz bu doğru siyasetin dışında kalmak istiyoruz.
Ne yazık ki Muaviye'nin siyaset anlayışı tarihte olduğu gibi günümüzde de varlığını sürdürüyor. Her türlü kirliliğin meşru olduğu, iktidar sahibi olmak için değerlerin satılmasının marifet sayıldığı, rüşvetin, dolandırıcılığın, üçkağıtçılığın esas olduğu Muaviye siyaset anlayışı varlığını sürdürüyor. Bu durumun insanlığın utancı olması gerekirken, birileri kalkmış bunu yüceltiyor ve insanlığı, onuru, adaleti temsil eden Hz.Ali'yi zavallılıkla, başarısızlıkla itham ediyor. Yiğit olmak, mert olmak, haktan ve haklıdan yana olmak, rüşvete, yalana, hırsızlığa karşı olmak, adil bir yönetim anlayışını savunmak ve bunu canı pahasına da olsa uygulamak başarısızlık mı, zavalılılık mı, siyaset bilmemezlik mi? Değildir. Asıl başarı budur. Kim ne derse desin, kim haksızlıkla dünyayı yönetirse yönetsin Hz. Ali'nin anlayışı doğru bir anlayıştır ve eninde sonunda bütün insanlığın sahip çıkacağı bir anlayıştır.
Kimse Hz. Ali'yi doğru siyaset yapmadı diye suçlayamaz. Hz. Ali haksızlığı, hileyi yapmamıştır. Yalanla, haksızlıkla, hileyle siyaset yapılmaz. Bu marifet değildir. Asıl hüner bütün zorluklara rağmen değerleri savunmaktır. Bu anlamda Dr. Şimil'in şu sözleri takdire şayandır. “insanlığın imamı ve önderi Ali İbn Talip'tir. Onun benzeri Doğuda ve Batıda görülmemiştir. Onun çok büyük bir kişiliği vardır. O, baştan aşağı hak ve gerçeğin aynasıdır. Politika hilelerine hiç bir zaman başvurmamıştır.” Hz. Ali'de bu anlamda şunları söylüyor: Muaviye'yi benden daha akıllı ve bilgili sanmayın. Eğer takva (doğruları savunma, kötü işlerden, günahtan sakınma) müsaade etseydi, ben hile anlamında dahi olurdum”. Hz. Ali hiç bir zaman hileye müracaat etmemiştir. George Jerdak diyor ki: “Ali, adil insanlığın sesidir.”
Siyaseti hilebazlık, sahtekarlık olarak algılayanlar Muaviye anlayışını sürdürmeye devam etsinler. Ancak siyaseti değerlerin korunması, hakkın ve haklının korunması olarak algılayanların başvuracağı ana kaynak, bütün zamanların önderi olan Hz. Ali'dir.
 
---> Hz. Ali ve Ehlibeyt

Hz. Ali’yi Tanımak
Yüce bir aşkla bağlı olduğumuz, uğruna nice cefalar çekip, bedeller ödediğimiz, sonsuz sınırsız bir şekilde inandığımız Ali’yi ne kadar tanıyoruz?
Hz. Ali’ye bağlılığımız, sevgimiz tartışma götürmez. Peki bu kadar sevdiğimiz Ali’yi niçin seviyoruz? Ne yapmıştı bu Ali, nasıl bir hayat yaşamıştı, düşünceleri, eylemleri nelerdi, nedir aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen hâlâ onu çekici kılan???
Gözlemlediğimiz kadarıyla Hz. Ali’yi tanımıyoruz. Tanıyanlarımız ise yeteri kadar tanımıyorlar. Hz. Ali’yi yeteri kadar olmasa da asgari düzeyde tanıyan aydın zümreler ise onu topluma tanıtmıyorlar. Doğrusu genel anlamda toplumun da Ali’yi tanımak için çaba gösterdiği yok. Seviyoruz, bağlıyız ama tanımıyoruz. Hz. Ali’ye bilinçli bir şekilde bağlı olmalıyız. Basit manada Hz. Ali’yi sevmek, onun taraftarı bir ALEVİ yapmıyor bizi. Eğer basit anlamda sevmek yeterli olsaydı, bütün İslam alemi hatta İslam olmayan ama Ali’yi seven yığınla insan da Alevi olurdu. Hz. Ali’yi sevmek tanımaktan geçer. Tanıdıkça sevgimiz sarsılmaz bir bağlılığa dönüşür. Bağlılığımız ise Hz. Ali’nin ideallerini yaşama geçirmek demektir. Hz. Ali’nin ideallerini, eylemlerini, düşüncelerini bilmek gerekiyor. Hz. Ali’yi bir şiirle, iki güzel sözle yad etmek Hz. Ali taraftarlığı, Alevilik değildir. Eğer böyle olsaydı bunca baskıya, yığınla katliama karşın Alevilik yaşamazdı. Oysa Alevilik bütün zıtlıklara rağmen yaşıyor. Nedir Aleviliği yaşatan? Aleviliği yaşatan Hz. Ali’nin düşüncesi, eylemidir. Yani Ali’nin idealleridir. Bu idealleri bilmek gerekiyor. Bu idealler bilinmeden Hz. Ali gerçekliği anlaşılmaz.
Hz. Ali peygamber değildi. Buna rağmen Hz Ali, günümüzde en popüler şahsiyetlerden biridir. Bizce geçmişte olduğu gibi gelecekte de insanlığın gündeminde sürekli olarak popüler kalacak. Neden? İşte can alıcı nokta burası. Neden Hz. Ali peygamber olmadığı halde bu kadar sevildi, kendisine bu kadar bağlanıldı, uğruna nice cefalar çekildi?
Tarih boyunca binlerce komutan, devlet yöneticisi, imparator, padişah yaşamıştır. Bunların ölümüyle -bilemediniz kısa bir dönem sonra- unutulmaları bir oldu. Peki Ali neden unutulmadı. Aksine gittikçe artan ve artacak olan bir şekilde gündemleşti. Unutulmak şurada kalsın, bilakis onun vefatından sonra daha çok aranır oldu. Tarih boyunca ve günümüzde milyonlarca kişi “Medet ya Ali” diyor. Bunun bilimsel, duygusal, mantıksal, sosyolojik, felsefi, tarihi, antropolojik açıklaması nedir?
Gelişmiş batılı devletlerde 1900’lerden itibaren yığınla aydın Hz. Ali gerçekliğine ilgi duyup araştırmalar yapmıştır. Bunun sonucunda onlarcası Ali takipçisi Aleviler olmuşlardır. Demek ki; Hz. Ali taraftarı bir Alevi olmak için onu tanımamız gerekiyor. Ali’yi diğer önemli tarihsel önderlerden ayıran özellikleri bilmemiz gerekiyor. Bu özellikler, mükemmel insanın özellikleridir. Bunları öğrenip, yaşamsal kılmamız gerekiyor. Çünkü Alevi olmanın gereği budur. Yoksa Aleviliğimiz laf düzeyinde kalır. Bununsa hiç bir önemi yoktur. Önemli olan, İslam toplumunun kaderini değiştiren düşünceleri, eylemleri yaşam biçimiyle, bütün insanlığa daima önderlik eden Ali gerçekliğini kavramak ve pratikte uygulamaktır. Hz. Ali’nin hayatını kaba bir anlamda öğrensek, bu dahi binlerce ders ile doludur. Çünkü Ali’nin hayatını sadece Ali yaşamıştır. Benzeri yoktur. Bizlerin belki yığınla hayattaşımız (yani hemen hemen bizlerle aynı ruh hâline ve yaşam koşullarına sahip insanlar) vardır. Oysa Ali, gerek ruh hâliyle olsun gerek düşüncesi ile olsun ve gerekse de dostları ve düşmanları ile olsun tektir. Düşünün ki; Hz. Ali’nin kardeşi Akil, Ali’yi bırakıp baş düşmanı olan Muaviye’ye sığınıyor. Neden? Çünkü Ali, doğruluğu ve hakkaniyeti temsil edip, bunu eylemleri ve yaşamıyla da uyguluyor. Oysa Muaviye bir hilebaz, sahtekâr. Kardeşi Akil Hz. Ali’den devlet kasasından (Beytülmal) para istiyor. Ali bunu reddediyor. Kardeşi dahi olsa doğrusu ne ise onu yapıyor. Buna karşın Muaviye ise etrafındaki dalkavuklara para saçıyor. Muaviye halkın parasını çarçur ederken, Ali halkın parasını halka eşit bir şekilde, ne eksik ne fazla dağıtıyor. Fark burada. Ali’yi ayıran özelliklerden biri budur. Aynı durum Talha ve Zübeyir için de geçerli. Bunlar kendilerini Hz. Ali taraftarları olarak görüyorlar. Bunlar çok saygın sahabelerdir. Hz. Ali’nin hükumet olması için çok çalışıyorlar. Hz. Ali hükumet olunca bunlar valilik istiyor. Çünkü daha dün onların kölesi olan biri ile kendilerinin aldığı maaş aynı. Bunlar bu durumu kabûllenmiyorlar. İşte Ali’nin eşitlik anlayışı. Neticede kendilerini Hz. Ali’nin dostu olarak gören bu iki şahıs valilik alamayınca düşman oluyorlar. Bu düşmanlık Cemel savaşı diye bilinen savaşla doruğa çıkıyor, bu ikisi ve daha onlar gibi niceleri o savaşta yeniliyorlar. Nasıl oluyor bütün bunlar? Nasıl olur da dünün saygın sahabeleri birden düşman olarak karşısına çıkıyorlar Ali’nin. Bunların ki insanın karmaşık yapısı, hırsı ve daha benzer olumsuzluklar yüzünden yaşanan bir düşmanlıktır. Yoksa kesinlikle dini bir ayrılık değildir. İşte Ali budur. Yıllarca beraber aynı safta mücadele ettiği dostlarını dahi doğruluğu temsil ettiği için kaybediyor. Aslında böyle yığınla örnek ele alınabilir. Hz. Ali gerçekliği, böyle bir gerçekliktir. Yoksa Hz. Ali onları vali yapardı ve böylece düşmanlığı engellerdi. Ama ne pahasına olursa olsun kesinlikle doğru olanı yapıyor. İşte ebedi önderlik burada. Hz. Ali bunu yapmasaydı, bunca acı yaşamayacaktı. Evlatları acı yaşamayacaktı. Ama çekilen acılara rağmen, doğru bildiklerini yaptı. Bizler madem ki Ali taraftarıyız, şimdi doğruluk adına kardeşimizi, dostumuzu düşman yapar mıyız, yoksa oportünist mi oluruz? Ali’nin önderliği ve yol göstericiliği budur. Asırlar geçmiş, teknoloji, iletişim gelişmiş ama Ali’nin tutumu eskisinden daha güçlü bir şekilde karşımızda duruyor. Ali’nin bize değil, bizlerin Ali’ye ihtiyacı var!




Hz. Ali ilkelerin İnsanıdır
Hz. Ali gerçeğini bütün yönleriyle anlamaya, kavramaya ve mümkün mertebe yaşamımıza katma çabalarımız devam ediyor.
Hz. Ali'ye asla tek boyutlu veya sıradan bir önderlikmiş gibi bir bakış açışıyla yaklaşmamak gerekiyor. Hz. Ali, sıradan bir önderlik ve tarihte yaşamış önemli bir tarihsel kişilik olmanın çok çok ötesinde anlamlara sahiptir. Daha önceleri de çeşitli vesilelerle belirtmeye çalıştığımız gibi, Hz. Ali'yi bütün boyutlarıyla tanımalıyız. Hz. Ali'yi tanıdıkça onun değerini ve temsil ettiği değerleri daha iyi öğrenmiş ve böylece daha çok sahiplenmiş oluruz. Bütün insanlık Hz. Ali'yi bütün boyutlarıyla tanıyıncaya kadar, bizler Hz. Ali'nin önemini ve onun şahsında temsil olunan değerleri tekrar tekrar dile getirmeye devam edeceğiz.
Hz. Ali, ilkelerin insanidir. Şartlar ne olursa olsun, -hatta onun aleyhinde olsa bile- Hz. Ali asla ilkelerinden taviz vermemiştir. Oysa ilkeli olmak geçmişte olduğu gibi günümüzde de pek çok kimse tarafından pratikte değeri olmayan bir kavramdır. Bir çok kimse çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak, hiç bir ilke ve kural tanımaz. Çıkarlar söz konusu olunca, –özellikle de maddiyat, para- ilkeler, değerler, hakkaniyet, mertlik, insanlık unutulduğu gibi her türlü alçaklık, ilkesizlik utanmazca savunulur. Oysa insan ilkeleriyle vardır. Her şeyden önce kendisine karşı saygısı vardır. Ancak maddiyat ve daha başka çıkarlar söz konusu olduğunda kendisine saygısını yitiriyor, değersiz, ilkesiz bir insan ortaya çıkıyor. İlkelerini parayla, pulla değiştiren insan her türlü haksızlığın davetçisi ve uygulayıcıdır. Böylesi ilkesizlerin hakim olduğu bir toplumda güven, merhamet, iyilik, dostluk, dürüstlük, samimiyet olur mu? Olmaz. Olmadığı içinde her daim bir kuşku ile yaşanır. Kuşku ve güvensizlik hastalıklı bir ruh halini ortaya çıkarır. Böylesi toplumlarda bir birlerini tüketmeye ve dolayısıyla yıkılmaya, yok olmaya mahkumdurlar.
İlkeler konusunda Hz. Ali'nin halifeyken bazı uygulamalarına dikkati çekmek gerekiyor. Bu uygulamalarda asla ilkelerden ve doğrularından taviz yoktur. Sünni ilahiyatçı Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlali'nın “Hz. Ali ile ilk ‘üç halife‘ arasında gerçekten de görüş farklılıkları var mıydı?“ sorusuna verdiği objektif olmayan cevap bile bu konuda fikir sahibi olmamızı sağlayabilir. Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı soruya şöyle cevap veriyor: “Bu soruya tabii çok değişik şekillerde cevap vermek mümkün. Bir kere Hz. Peygamber'in sahabelerinin tamamının, görüşlerinin birbiri ile bütünüyle uyuştuğunu, her konuda tamamen aynı istikamette görüş belirtiklerini söyleyebilmek oldukça zordur. Elbette bütün sahabe, bütün Müslümanlar belli konularda aynı görüşleri paylaşmışlardır. Ama özellikle yönetici konumunda olan, ki sizin sorunuzdan da o anlaşılıyor, Hz. Ali ile diğer üç halife arasında, olaylar karşısında görüş farklılıklarının neler olduğu soruluyor ise; burada birtakım somut örnekler vermek mümkün. Bir kere Hz. Ali, sahabenin hemen hemen tamamının kabul ettiği, Hz. Peygamber'in de bizzat belirttiği gibi, görüşlerine son derece itimat edilen ve adalet konularında, fıkıh konularında, bütün sahabe arasında en üst noktada olduğu bilinen bir gerçektir. Bu Hz. Peygamber'in birçok hadisiyle tescil edilmiştir. Sahabenin sözleriyle de aynı şekilde belirlenmiştir. Mesela Hz. Peygamber'in bir hadisi var: “Asabım arasında adli konularda en bilgili kişi Ali Bin Ebu Talip’tir" diyor. Hz. Ömer’in bu konudaki sözü ise son derece dikkat çekici; kendi halifeliği döneminde Ebul Hasan’ın yani Hz. Ali’nin bulunmadığı bir adli ve fıkhı meselede ‘Allah’a sığınırım’ diyecek kadar ileri gidiyor. Mesela İbn-i Mesut’tan aktarılan bir hadis var hatırımda kaldığı kadarıyla; ‘biz daima Medineliler arasında fıkıh konusunda en yetkili kişinin Hz. Ali olduğunu ifade ederdik” diye söylüyor. Bunlar gösteriyor ki; Hz. Ali, çok küçük yaştan itibaren Hz. Peygamber'in yanında yetişmiş olmasının getirdiği avantaj ile Kuran-ı Kerim’i çok iyi bilen bir insan. Hz. Peygamber Kuran-ı Kerim’in uygulamalarına son derece bağlı olduğu için ve onun amacını Hz. Peygamber'den doğrudan tespit etme fırsatını elde ettiği için, hemen hemen bu konuları sahabe arasında en iyi bilen kimseydi. Şimdi bu konularda, Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın, Ebu Bekir’in uygulamaları ile Hz. Ali’nin uygulamaları arasında birtakım farklılıklar var mıydı, yok muydu? sorusu çerçeveyi oldukça zorlayacak ve genişletecek. Geniş olayları değerlendirme yoluna gidebileceğimiz bir alan. Ama ben şunu ifade edeyim; Hz. Ali Hz. Ebu Bekir’in zamanında, bildiğiniz gibi Ridde Savaşları yapıldı. Ridde savaşları dinden dönenlere karşı yapılmıştı. Kuran-ı Kerim’de ve Peygamberin sünnetinde bununla ilgili herhangi bir hüküm yok. Dinden dönenlerle yapılan veya yapılması gereken savaşlar konusunda herhangi bir hüküm yok. Ali’nin ve Ömer’in içinde bulunduğu bir gurup sahabe elinde delil olmadığı için Ebu Bekir’e bu savaşı yapamayacağını söylediler. Bu insanlar, dine dönmeyi kabul ettiler. Ama zekât vermek istemediler. Tekrar dine dönmeleri halinde zekât verip vermeyecekleri konusunda bir hüküm olmamasını dayanak gösteren sahabeye karşı, Ebu Bekir’in de haklı olarak, zekâtın toplumsal bir mesele olduğunu öne sürerek; ‘dine dönebilirler ama bu insanların mutlaka zekât vermeleri gerekir’ şeklinde bir uygulaması olmuştur. Toplumsal bir olay olan bu meselede, “ben onlar zekat verinceye kadar onlarla savaşırım" demiştir . Benzeri bir olaya Hz. Ali’nin hilafeti döneminde rastlıyoruz. Ebu Bekir’in bu olayına karşı çıkan Ali’ de bu defa kendi halifeliği döneminde, maaş dağıtımı konusunda çok ilgi çekici bir uygulama yapmıştır. Bilindiği gibi, İslam toplumunda askerlere ve onların aile bireylerine düzenli maaş dağıtılması ve uygulaması Hz. Ömer zamanında başlatılmıştır. Hz. Ömer, maaş dağıtımda, Hz. Peygamber'in yakın akrabalarından başlayarak, sahabenin Bedir ve diğer savaşlara katılanlarına göre barem tespit etmiştir ve ona göre de aylık maaş dağıtmıştır. Hz. Osman zamanında da, onun yakın akrabaları ve İslamda öncelik vasfına sahip olan şahıslara daha cömert davranmış olsa bile, Hz. Ömer’in uygulamasını devam ettirmiş. Ama yakın akrabalarına bir ayrıcalık tanındığı için İslam toplumunda da ayrıcalıklı bir sınıfın doğmasına neden olmuştur. Hz. Osman’dan sonra hilafet mevkiine gelen Hz. Ali, önceki halifeler döneminde, savaşlara göre yakın akrabadan başlayarak düzenlenen bareme karşı çıkmış ve ‘ Müslümanlar arasında bu eşit olarak paylaştırılacaktır' demiştir. Halife olduğunda bu görüşünü gerçekleştirmiş ve Beyt-ül-mal’de yani devletin hazinesinde mevcut olan parayı; Arap ya da Mevali, erkek ya da kadın, hür ya da köle ayırımına gitmeksizin, bütün Medinelilere eşit olarak dağıtmıştır. Onun bu uygulamasına, başta Ümeyyeoğulları ve Medine’nin ileri gelenleri şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak o, ısrarla Allah’ının ve Peygamber'inin sünnetine uyan bu icraatından hiç vazgeçmemiş. Osman’ın yaptığı gibi, Arapları ve onların ileri gelenlerini siyaseten kazanmak için onlara daha fazla maaş uygulamasına hiç itibar etmemiş ve "Onlara Mevali’den daha fazla para verirsen bu insanlar seni daha çok destekler’’ tarzındaki teklifleri de elinin tersiyle reddetmiş. Ve Allah’ın malının dağıtımında bir ayrım yapamayacağını açık açık ifade etmiştir. Mesela, onun bu uygulamasından, bizzat kardeşi Akil şikayetçi olmuştur. Çünkü Hz. Ali savaşa katılmayan Akil’e bir pay ayırmamıştır. Akil ‘O bana bir pay vermiyor’ diye Hz. Ali’ye karşı çıkmış ve Şam’a giderek Muaviye’den yardım istemiştir. Bunlar birer tarihi olaydır.”* İşte bizlerin Hz. Ali ilklerin insanıdır derken bunu söylemeye çalıştık. Yani kardeşin için olsa bile asla doğrularından ve ilkelerinden taviz vermemektir. Kim bunu yapabilir ki? Bunu ancak Hz. Ali gibi yüce şahsiyetler ve onun yolunda gitmek isteyenler, onun değerlerine bağlı olanlar yapabilir. İnsanlar günümüzde değil ilkeleri doğrultusunda yaşamayı, adeta maddiyat ve diğer çıkarları için her şeyi yapabiliyorlar.
O dönemlerde de birileri Hz. Ali'ye “aman Arapların önde gelenlerinin gönlünü hoş tut, onlara herkeslerden fazla maddiyat ver, Arap olmayan ve alt sınıflardan olanları dışla böylece sen hep iktidarda kalırsın” demişlerdi. Ancak Hz. Ali, herkese eşit davranmıştır. Asla ilkelerinden ve değerlerinden zerre kadar taviz vermemiştir. Hz. Ali'nin iktidarda kalayım, yakın çevremi zengin edeyim, çocuklarıma miras olarak mal mülk bırakayım gibi bir derdi olmamıştır. O her daim insanlığın daha anlamlı bir yaşamın sahibi olması için çalışmıştır. Çocuklarına da bu şanlı mirası bırakmıştır. Oysa başkaları iktidara gelmek için olmadık hilebazlıklar, dümenler çevirirler. İktidara geldiklerinde ise ceplerini doldururlar. Daha fazla iktidarda kalmak için her türlü rezilliği yapar, her türlü haksızlığı uygularlar. Buna da siyaset derler. Oysaki bütün bunlar, Hz. Ali'nin de belirttiği gibi yanlıştır. Doğrusunu, yani nasıl insanlık yararına siyaset yapılıp insan yönetileceğini Hz. Ali göstermiştir. Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı'nın da belirttiği gibi bunlar Sünni ilahiyatçıların bile kabul ettiği yok sayılamaz gerçeklerdir.

*Ayhan Aydın
 
---> Hz. Ali ve Ehlibeyt

Hz. Ali'nin Düşünce Denizinden Bir Kaç Damla

Hz. Ali üzerine yaptığımız değerlendirmelerde, Hz. Alinin “bilindikçe, tanındıkça, derinlemesine incelendikçe sevileceği” tespitini yapmıştık. Bu tespitten hareketle bilgimiz ölçüsünce Hz. Ali'ye ait bazı sözleri anlamlandırmaya çalışacağız. Hemen ilave edelim ki Hz Ali'yi en mükemmel, eksiksiz, bütün olarak anlatmaya değil bizlerin, hiç bir insanın gücü yetmez. Herkes ancak anladığı, bildiği, kavradığı kadarıyla Hz Ali'yi anlatabilir.
Hz. Ali bir rehberdir, önderdir, kılavuzdur, inanandır, dava insandır, iyi bir baba, örnek bir eştir... Daha bir çok meziyeti olan, anlamlı yaşamın sahibi, uygulayıcısı, yol gösterici yüce bir şahsiyettir. İnanç boyutuyla da Hz. Ali elbette ki önemlidir. Ancak bizler bu çalışmayla, inanç yönü olmakla beraber daha çok diğer yönleriyle onu anlamaya çalışacağız. Onun sözleri doğrultusunda bir kez daha hayatımızı sorgulayıp, doğru bildiklerimizi gözden geçireceğiz.

Cimrilik utançtır; korkaklık eksiliktir; fakirlik, insanı haklılığını dile getiremez kılar; yoksul, kendi öz vatanında gariptir.(1)

Hz. Ali'nin bütün hikmetli sözlerinde olduğu gibi bu hikmetli sözlerinde de birden fazla hayati dersler var. En başta cimriliği utanç verici olarak değerlendiriyor. Maddiyatın amaç olmadığı, araç olduğunu dile getiriyor ve korkaklığı da eksiklik olarak değerlendiriyor Hz. Ali. Okuyanlara/dinleyenlere ilk başta şaşırtıcı gelen ve zıtlıkmış gibi algılanan, cimriliğin mahkum ediliyor olması ve hemen ardından fakirliğin, yoksulluğun ne kadar kötü olduğuna vurgu yapılıyor olması Hz. Ali'nin olaylara/olgulara yaklaşımının bildik yaklaşımlardan ne kadar farklı olduğunun göstergesidir. Bir yandan cimriliği utanç olarak değerlendirirken diğer yandan fakirliğinde ne kadar olumsuz olduğunu, fakir insanın haklıyken fakirliğinden dolayı haksız duruma kolayca düşebileceğini anlatıyor. Bu bir çelişki değil. İlk başta çelişki gibi algılansa da özde bütünlüklü bir durumdur. Fakirlik, yoksulluk, beş parasızlık anlatılmayacak derecede kötü bir durumdur. Hz. Ali'nin deyimiyle kendi yurdundayken gurbetliği yaşamaktır. Fakirlik bu denli acımasız bir kötülükken cimrilik de en az onun kadar kötüdür. Cimrilik, paranın, maddiyatın esiri olmaktır. Dünyaya, yaşama bu eksende bakmaktır. Bütün ilişkilere maddi çıkar çerçevesinde yaklaşmaktır. Bizlerinde buradan çıkardığı ders; maddiyat araçtır maddiyat amaç değildir. Paylaşmamak, cimrilik bencilliktir, utanılması gereken bir durumdur. Ancak bu demek değildir ki bir lokma bir hırka yaşayacağız. Hayır, maddi imkanlarımızı mümkün mertebe mevcut şartlar içinde en iyi yere getireceğiz. Getirmede amacımız asla başkalarını küçük görmek, aşağılamak, maddi gücümüzden dolayı imtiyaz elde etmek değildir. amacımız, toplumumuzun şahsında insanlığa maddi gücümüzle de manevi gücümüzde olduğu gibi hizmet etmektir.

İlim, çok değerli bir mirastır. Edep, sürekli yenilenen/tazelenen bir elbisedir. Düşünce, saf/berrak bir aynadır. (2)

İlim bilgidir. Bilgi en değerli birikimdir. Maddi manada miras sahibi olabilir insan. Ancak bu miras çabuk kaybedilebilinir de. Her birimiz sayısız örneklere şahit olmuşuzdur. Kişinin atasından maddi miras kalmıştır ama çok kısa bir zamanda tüketmiştir. Oysa ilim böyle basit şekilde tüketilecek bir miras değildir. Aksine, tüketildikçe yani anlatıldıkça, paylaşıldıkça artan bir şeydir. Bilim, insanı hayatın bütün alanlarında en önemli yardımcısıdır. Öyleyse çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras bilimdir. Bilimde bilindiği gibi eğitim yolu ile elde edilir. Dolayısıyla salt okul eğitimi değil, onun ile beraber hangi yaşta ve hangi eğitim seviyesinde olursak olalım, kendimize ve çocuklarımıza yapabileceğimiz en güzel iyiliklerden biri bilim sahibi olmaktır.
Edepli olmak sadece bir takım toplumsal ahlaki kurallara uymak ile sınırlandırılamaz. Toplumsal ahlaki kurallar ile beraber bir bütün halinde en güzel, iyi, ideal davranışın sahibi olmaktır. Bunu toplumsal zorunluluktan, kurallardan dolayı biçimsel şekilde uygulamaktan ziyade kişiliğimize yedirerek edepli bir kişilik olmalıyız.
Düşünce; dış evrenin insan zihnine yansımasıdır. Düşünmek insanın yaşama anlam katması, kendisini muhasebe etmesidir. Felsefi bir deyimle, “düşünmek var olmaktır”. Tefekkür, derin düşüncedir. Derin düşüncelere dalma, yoğunlaşmadır. Varsa sorunlara çözüm bulmadır. Anlam vermedir. Bir görüşe göre tefekkür yani derin düşünme, yoğunlaşma; meditasyondur. Bazı kimseler var olan sorunlarını, sıkıntılarını düşünmek bile istemiyorlar. Böylece sorunlarını alt ettiklerini düşünüyorlar. Bizce bu kaçış, yok sayma doğru bir davranış değildir. Yok sayarak sorunlar çözülmediği gibi bir yere de varılmaz. Düşünüp, yoğunlaşıp çözümler aramak en doğru yaklaşımdır.

İnsanlarla öyle bir hukukunuz olsun ki, siz öldüğünüzde size ağlasınlar, siz yaşarken de sizi özlesinler. (3)

Ne güzeldir değil mi insanlarla, bütün olarak insanlıkla, kendinle, doğayla barışık bir şekilde dost olmak, yaşamak. Kardeşçe bir paylaşımla iyiliği uygulayarak/uygulamaya çalışarak yaşamak. Art niyet taşımadan, ön yargılardan sıyrılmış olarak, anlamaya çalışarak insanlarla yaşamak en güzelidir. Oysa tersi oluyor çoğu zaman. Ön yargı, anlayışsızlık, fesatlık, karşısındakinin açığını arama oluyor çoğunlukla. Böyle bir insana öldüğünde ağlanmaz, yaşadığında kimse onu özlemediği gibi dara düştüğünde, zorda kaldığında da kimse yardımına koşmaz. Bu mahkum edilmesi gereken bir kişiliktir. Hz. Ali'de bizlere bunu öğütlüyor. Hz. Ali, başka bir sözünde de şunları söylüyor; “insanların en acizi, dost edinmekten aciz olandır. Ondan daha acizi ise, kazandığı dostları kaybedendir.” (4) İnsanlarla iyi geçinmeyi, dost olmayı, doğru insan olmayı, insan ilişkilerinde karşıdakinden beklemeden kendinden özverili olmayı öğütlüyor. Var olan dostlarımızın, mevcut dostluklarımızın kıymetini bilmemizi öğütlüyor. Kendimizin doğru bir kişilik olup olmadığını sorgulamadan hep karşımızdakinin doğru kişi olmasını bekleriz. Bu doğru bir tutum değildir. Kendimizden başlamalıyız. Bizler dost olunabilinecek kişilikler miyiz? Dostlarımızın dostluklarına layık kişiler miyiz?

Korku, ümitsizlikle ve yersiz utangaçlıkta mahrumiyetle eş olmuştur. Fırsat, bulut gib geçip gitmektedir; öyleyse hayırlı fırsatları elde etmeye çalışın/hayırlı fırsatları ganimet bilin.(5)

Daha önceleri de değindiğimiz gibi korkaklık insanı hedeflerinden alı koyan en önemli sebeplerin başında gelir. Cesaret ise bir işi başarmanın yarısıdır. Korkunun ecele faydası yok derler, aslında ecele olmadığı gibi hiç bir şeye faydası yok korkunun. Demek ki korkmamak gerekiyor. Hz. Ali korku nedir bilmeyen bir yiğitti. Dolayısıyla bunları söylerken aynı zamanda pratik olarak uygulayandır da. Söyledikleriyle yaptıkları bir olan yüce bir şahsiyettir Hz. Ali.
Yersiz utangaçlık da insanı hakkını arayamaz bir hale getirir. Hz. Ali'ninde güzel bir şekilde ifade ettiği gibi insanı en doğal haklarından mahrum bırakır yersiz utangaçlık. Edepli olmak, iyi niyetli olmak ile karıştırılmasın yersiz utangaçlık. Edepli olmak başkadır, hakkını aramayan utangaç, silik kişilik olmak başkadır.
Bir noktada şans denilen olay aslında insanın karşısına çıkan fırsatları değerlendirmesinden başka bir şey değildir. Bu durumda şansızlık da bir bulut hızı ile gelen fırsatların heba edilmesinden başka bir şey değil. Demek ki zamanında değerlendirilmeyen bir fırsat insan hayatının ondan sonraki dönemini belirliyor. Ya da tersi, insanın önüne bir fırsat çıkıyor ve kişi bunu en doğru şekilde değerlendiriyor. Bu şekilde kişinin fırsatı değerlendirilmesinden sonraki hayatında, değerlendirilen fırsat bir dönemeç görevi görmüş oluyor. Kayıtsız şartsız herkesin öyle veya böyle fırsatları olmuştur/yaşadığı sürecede olacaktır. İnsana düşen bu fırsatları hayatını anlamlı ve onurlu yaşaması yönünde en iyi şekilde değerlendirmektir. Yoksa fırsat ile üçkağıtçılık anlamında kullanılan fırsatçılığı karıştırmamak gerekiyor. Bizlerin anlayışına göre fırsat salt maddi imkanların daha bir üst seviyeye taşırılması değildir. Esas olan bir bütün halinde yaşamın anlamına uygun şekilde yaşanmasıdır. Bu noktada fırsatlar ganimettir.

Ameliyle bir yere varamayan kimseyi, soyu sopu bir yere ulaştırmaz. (6)

Amel kelimesi genelde inançla ilgili bir kavram olarak algılanır. Bu doğru bir algılama olmak ile beraber eksiktir de. Amel, bir bütün olarak yapılan iş anlamına da geliyor. Yani inanç alanı dışında da yapılan her iş, ameldir. Bir insanın işini –her ne iş olursa olsun- en iyi şekilde yapması gerekiyor. Bu iş iyi bir davranış olduğu gibi, ekmeğimizi kazandığımız işimizde olabilir. Bizleri bir yerlere ulaştıracak olan –ki hepimizin ulaşmak istediği yakin uzak hedeflerimiz var- amelimizdir. Eğer yaptıklarımızı doğru ve düzgün bir şekilde yapmıyorsak, baştan savma, gayri ciddi yaklaşıyorsak hedefimize varamayız. Soyumuz kime dayanırsa dayansın, hangi etkin ailenin çocuğu olursak olalım, hangi gelişmiş ulusun ferdi olursak olalım bunlarla bir yere varamayız. Ailemizin, ulusumuzun statüsü değildir bizleri hedefimize ulaştıracak olan. Biz, kendimiziz.


Bütün bu hikmetli sözler bizce günümüze ışık tuttuğu gibi geleceğe de ışık tutar niteliktedir.
 
---> Hz. Ali ve Ehlibeyt

Allahı’n Aslanı
Hz. Ali’den dersler

• Övünmeye değer şeyler güçlü akıl, utanma, nefsinden sakınma ve eğitimdir.

• Sözün gümüş olsa da, ey nefs sükut (suskunluk) altındır.

• Şerefine düşkün olan kötü cevap almaktan kendini sakınır. İnsanların davranışlarını düşünerek ve gözeterek onlarla uyum içinde yaşayan kendi kişiliğini de korur.

• Halka saygınlık veren kişi, saygın tutulmuştur. Halkı küçümseyenlerse saygı görmemişlerdir.


• Seviyesiz insanların bana cahilce sözlerine karşılık vermekten tiksinti duyarım.

• İnsanların vefat eden akraba ya da dostları için feryatlarla ağlamalarına şaşırıyorum.

• Oysa ölüm cebimizde bize hep eşlik etmektedir, neden cahiller de feryatla karşılanır, ölüm neden böyle şaşkınlık yaratıyor.

• İnsanın dilekleri kendisine yakındır. Her şey den çok insana yakın olansa ölümdür.

• Ey Allah’ım, kaç evin önünden geçtiğimde zevk ve yapay mutlulukla şenlenmişti.

• Ya siz bizi yok edersiniz ya da, biz sizi yok ederiz. Ya da barışı daha uygun görürsünüz.

• Kişinin karşılaşacağı bütün sorunların kolay olması beklenemez, bazılarının kolay olmasının yanında bazıları zor olacaktır.

• Zaman bana karşı maske takındı, beni tanımazlıktan -görmemezlikten geldi, bilmedi ki ben güne saygılıyım ve talihsizliklerin en korkulusunu bile kolay şeymiş gibi karşılarım.

• Yaşamın tecrübeleri doğru karar verebilmeyi öğretti, öyle ki artık beni bitirmeye -yok etmeye gelen şeyleri ben bitirip- yok ettim.

• Kişinin yapısını oluşturan öz iyi değilse, o kişinin ağzından iyi sözler çıkmaz.


• Öyle bir devir ki hiçbir arkadaşın senden hoşnut değil. Ve öyle bir devir ki hiçbir dostun sana dürüst ve gerçek dost değil.

• Mal mülk toplayıp biriktirme kime topladığın bilinmez.

• Ey karamsar; bilmelisin ki, bu devranın değişmeyen tek bir kanunu var o da değişmektir.

• İlim bayrağımdır, nereye gitsem benimledir kalbim onun ilmiyle doludur, sanma ki boş bir sandıktır.

• Bütün varımızı sunarız sadece, ekmek ve sirke olsa da.

• Bırak bu içindeki ikililiği atıl ateşe, sönmeye yüz tutsa da onu alevlendir.

• Eziyet etme, eziyete engel ol. Diline sahip ol, can feda olsun sana yardımcı olan dost arkadaşlığına.

• Yanlışını gününde görüp nefsine sitem edersen yanlışın faydaya dönüşür. Dünde kalan yaşam geçmişle yok olur gider.

• Mükemmel insan eksiklerini ve kusurlarını bilendir. En kötüsü ise

insanların doyumsuz isteklerinin ve hırsının peşine düşendir.

• Huzur ve barışçıllığı arkadaş edinmişe yakınlaş, arkadaşlığından mutlu olmadığın kişiden uzak ol.

• Çalışmak kadar dinlenmeyi de görev bil ihmâl etme. Sağlığınıza eza etmeyin, sağlığın bozulması kolaydır da onu elde etmek zor.

• Yumuşak huyluluğun bitmez tükenmez kaynağı ol. Kimseye asla eziyet etme, yaptığın şeyin sonuçlarını görür ve duyarsın.

• Üç şeyi kendinizde tutup saklayın: cesaretiniz, bilginiz ve malınız. İnsanlar bu üç sahip olduğunuz şeye düşmandır ve o insanları ancak bu üç şeyi kaybetmeniz sevindirir ve razı eder.

• Aşağılık insanlarla yakınlaşmaktan kaçın, onlar ki yapmacık sevgilerini gösterip içlerinde kötülüğü sakladılar. Onları hoşnut tuttuğun sürece sana sevgi duyarlar verili olmaktan geri kalırsan sana zehirlerini akıtırlar.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst