B0LdP1L0t
Banned
Herodotosun hayatı üzerine bilinenler azdır. Suidasın kısa tanıma yazısı ve Byzanslı Stephanosun sakladığı mezar taşı yazıtı, Eusebiosun bir yazısı ve dağınık birkaç belge. Eski çağlardan kalanlar bunlardan ibarettir. Bunların üzerinde çalışan bilginlerin çıkardıkları sonuçlar, bize kendinden başka her şeyi anlatmaya çalışmış olan tarihin babası için tasarlanan hayat hikâyesine kaynak oluşmuşlardır. Kitabına kendisini bu kadar çok ve bu kadar az koyan bir yazar daha yoktur. Bu kadar çok, çünkü sevimli saflığı ve anlattığı konuya kendini kaptırışı, onun zevklerini, kişiliğini ve düşünce yolunu da yansıtmaktadır; bu kadar az, çünkü konusu araya kendisini de katmasına yer bırakmaz, zaten eski çağların yazarları kendi özel gizlilerini açmaya alışkın değillerdir. Kendisinden kendisi için zaman zaman öğrendiklerimiz, nerelere gittiği, hangi kentlerde bulunduğu ve kimlerle görüştüğünden ibarettir; ama bunlar azdır ve hangi tarihlerde olduğunu da yazmadığından, yolculuklarının sırası da bilinmez. Çağının töresine uyarak, kitabını Halikarnassoslu Herodotos araştırmasını kamuya sunar diye imzalamıştır. Ve adını ve yurdunu açıkladıktan sonra aradan çekilmiştir. Bundan ötürü kitabında onun yalnız aydın ve manevi kişiliğini görebilmekteyiz.
Suidasın tanıtma yazısı bir sözlük maddesidir: Herodotos, Lyxes ve Dryonun oğlu, Halikarnassosta yüksek tabakadan doğma, Theodoros adında bir erkek kardeşi vardı. Artemissianın ikinci halefi Lygdamis yüzünden Halikarnassostan kaçıp Samosa yerleşti. Samosta İoncasını ilerletti, Pers kralı Kyros ve Lydia kralı Kandaules çağlarıyla başlayan dokuz kitaplık bir tarih yazdı. Halikarnassosa döndüğü zaman tyranı devirdi, ama politika çekememezlikleri karşısında kendi isteğiyle çıktı ve o sırada Atinalıların kurmakta oldukları Thuriumda yerleşti. Orada öldü. Mezarı orada, agoradadır. Pellada öldüğünü söyleyenler de vardır. Eserinin kitapları Musaların adlarını taşır. (Kitaplara Musa adlarını koyanlar İskenderiyeli eleştiricilerdir. Bu şiirli sunuşu onlara borçludur.) herodotosun Panyasis adında Halikarnassoslu bir şairin yeğeni olduğunu da gene Suidasın bir başka yazısından öğreniyoruz.
Byzanslı Stephanos, sözlüğün Thurium maddesine tarihçinin mezar taşı için yazılan bir yazıtı almıştır. Bu toprak Lyxes oğlu Herodotosun kemiklerini örtmektedir; eski İon tarihçilerinin prensi Dor topraklarında doğmuştu. Yurttaşlarının saldırılarına dayanamayarak kaçmış ve Thuriumu ikinci yurdu yapmıştır.
Eusebios da, Tarihçi Herodotosun İÖ 468-467 yıllarında tanımaya başladığını bildirir ki, bundan da yaklaşık olarak doğum yılına varılabilir.
Bu metinler üzerine açılan uzun tartışmalara dokunmadan, araştırmacıların vardıkları, doğruya yakın sonuçlar özetleyeceğiz. Herodotos, Karia kenti Halikarnassosta, İÖ 490 yıllarında dünyaya gelmiştir. Sitenin gözde ailelerinden birindendir, seçkin bir çevrede yaşamıştır. Amcası Panyasis, çok gerilemiş olan şiiri diriltebilecek kadar güçlü bir şairdi (Suidas, Panyasis maddesi). Herakles üzerine bir destan yazmıştı; eski lejandlar mythler ve Yunan anlatıları konusunda yeğeninin yetişmesine yardımcı olduğu düşünülebilir.
Şimdi bu kadarını bildikten sonra, biraz da belleğimizi işleterek konuyu daha genişleterek bakmak mümkündür.
Dorlar Halikarnassosu kolonize etmişlerdi, ama o çağda her yerde İon dili konuşuluyordu. Herodotosun Samosa gitmeden önce de ve hatta çocukluğundan beri, Yunanistanın edebiyat dili olan bu zengin ve kıvrak dili bildiği ve konuştuğu düşünülebilir, zaten yazdığı tarih de bu dilin en güzel anıtlarından biri olarak kalmıştır. Nerelere ne zaman gittiğini çıkarmak zorsa da, çok yer gezdiği bellidir. Soyu sopu varlıklı olduğuna göre, gençliğinde öğrenimini öbür İon kentlerinde tamamlamış ve Önasyanın bellibaşlı yerlerine gitmiş olduğu şüphesizdir. Sonradan kendi yurduna dönmüş, ama tyran Lygdamise karşı kopan başarısız bir ayaklanmada amcası Panyasis ölmüş, kendisi de yurdundan çıkarılmış, Samosa gitmişti. Eğer Eusebiosu vermiş olduğu tarih gerçekten Herodotosun tanınmaya başladığı yıl olarak kabul edilirse, bu olayın İÖ 468-467 yıllarına rastladığı düşünülebilir. Böylece belki Herodotos da, küçük Yunan kentlerinde adları daha önce edebiyata geçmiş bulunan Harmodios ve Aristogeitonun anılarını yücelten ve çoğu zaman geçici kalan bir bağımsızlık uğruna, zorbalığa başkaldıran yurtseverlerden birisi olmuştur. Politik özgürlük konusunda Atinalılara güzel bir övgü yaptırır (Kitap V, bölüm 78) ve kral Kserksesi öven bir Perse karşı, iki Spartalıya şu cevabı verdirir: Sen köleliğin ne olduğunu biliyorsun, ama özgürlük, onu tatlı mı acı mı olduğunu bilmiyorsun; eğer onun tadını almış olsaydın, onu bize mızrakla değil, baltalarla savuşturmayı öğütlerdin. (Kitap VII, bölüm 135).
Büyük keşif yolculuklarına Samostan çıkmıştır. Belki ilk olarak Kyreneye gitmiş, ikinci olarak da Karadeniz bölgelerini dolaşmıştır. Sonra Pers makamlarının sağladıkları büyük kolaylıklardan da yararlanarak, bu büyük imparatorluğun birçok yerini, Lydia, Media, İranı ve sphinxleri kadar esrarlı uygarlığın beşiği Mısırı, dünyanın en uzak yerlerine, tâ Herakles direklerinin ötelerine kadar mal götürüp getiren denizci tüccarlar ülkesi Fenikeyi gezmiştir. Gittiği yerlerde halk ağzından anlatılar topluyordu; ileri gelen kişilerle buluşup görüşüyordu; bilginlerle ilişki kuruyordu; resmi yazıları inceliyordu; Kserkses ordusu birliklerinin sayısı (Kitap VII, bölüm 184), ya da Plataia savaşlarındaki Yunan ordusu mevcudunu (Kitap IX, bölüm 28) bu belgelerden çıkartmıştır. Ülkenin gelenek ve göreneklerini ve törelerini araştırıyor, bir anıtın sırrını çözmek için yolunu değiştiriyor, araştıran, inceleyen ve anlayan uyanık bir gözle olaylara, insanlara, anlatılara bakıyor, Odysseus gibi çok insanların sitelerini görerek ve karakterlerini tanıyarak (Odysseia I, 3) ama fazla olarak, gördüklerini tabletlerine dikkatle not ederek değerli ve çeşitli bilgiler topluyordu. İnsanoğlunun elinden çıkan ilk büyük tarih kitabının dayanakları böyle toplanmıştır. Eser, arkeoloji, folklor ve tarihi hep birden kapsamakta ve olayları içinden gören duygulu bir gazete yazarının taze izlerini vermektedir.
Yunanistanda da yaşadı; V. Yüzyılın gözkamaştırıcı Atinasını tanıdı; Sophoklesle dostluk etti; Plataia savaşlarından önceki destan günlerini yaşamış olan Orkhomenoslu Thesandros ile konuştu (Kitap IX, bölüm 16). Yunan anlatıları, ki eleştirisiz güvenilemez, onu bize birçok yerde ve özellikle Olympiada ve Atinada eserinin en güzel parçalarını okurken göstermektedir. Çocuk Thukydideste tarih merakı, Herodotosu dinlerken uyanmış olmalıdır. Bu çeşit seanslara tanık olmak üzere elimizde gene Thukydidesin bir eleştirisi vardır. Bu tarihleri, belki de Herodotosu kastetmeyerek küçümser, bunların gerçeği aramaz zahmetine katlanan bir düşünürün, gelecek yüzyıllara yararlı bilgiler bırakmak isteğiyle değil, kalabalık karşısında okuyup çabuk başarılar sağlamak amacıyla yazılmış olduklarını söyler (Thukydides I, 22).
Herodotos, uzun yolculuklarından sonra yurduna döndü. Anlaşıldığına göre, tyran Lygdamis yurttaşlarına, sonradan İÖ 454de devredilmesine yol açacak olan bir çeşit anayasa tanımıştı; Halikarnassosta politika olanakları yeniden doğmuş oluyordu. Ama Herodotos, yurdunda uzun süre kalmadı. Yunan sitelerinde sivrilmiş kişilerin durumları oynaktı. İhtiras ve kıskançlık, sürekli didişmelere yol açıyordu. Az çok tanınmış kişilerin bir ayaklanma sonucu yurtlarından ayrılmak zorunda kalmaları çeşidinden olaylara, Herodotosun anlattıkları arasında çokça rastlanır. Herodotosun daha o tarihte bir geçmişi vardı, büyük bir işe başlamıştı, vazgeçemezdi, bu iş onu yurdundan çıkarmaya zorluyordu. Yeniden yola çıktı. Birkaç yıl sonra (İÖ 444e doğru), Büyük Yunanistanda Thuriumu kurmak üzere yola çıkan Atinalılar arasına karıştı. Bundan yararlanıp Güney İtalyayı ve Sicilyayı da tanıdı. Sonra yaşlanmış ve artık Thuriumdan ayrılmamıştır, mezarı da oradadır. Bıraktığı anı son günlerinin yurduna o kadar bağlıdır ki, eski çağların editörleri onu Thuriumlu olarak gösterebilmişlerdir. Aristoteles, Halikarnassoslu Herodotos demez, Thuriumlu Herodotos der (Rhetorika III, 9).
Peleponez savaşları başladıktan sona ölmüştür. Kitabın bir yerinde bu savaşa değinmesinden çıkan sonuç budur (Kitap IX, bölüm 73). Gözlerini dünyaya İÖ 425e doğru kapadığı kabul edilmektedir.
Eserinin hemen bütünü elimizdedir. Bu tarihten başka bir eseri bilinmiyor. Kendisi bir yerde Asur hikâyelerinden söz eder (Kitap I, bölüm 106 ve 184), ama bunlar yoktur, belki hiç yazılmamıştır. Bir de Homerosun hayatı var, Herodotos imzasını taşır, ama hiçbir eleştirici bunu onun yazmış olacağını kabul etmez.
Herodotos tarihinden çıkan sorunları bu yazıda ele almak mümkün değildir. Biz çağımız editörlerinin ve bilginlerinin dokundukları belli başlı sorunlara değinmekle yetineceğiz.
Eserin bir belge olarak değeri nedir? Eskilerden birçoğu ve bu arada Ktesias ve Plutarkhos, Herodotosu çok hırpalamışlardır, hatta yalancılık ve kalleşlikle suçlamaya kadar gitmişlerdir. Haklı olarak Plutarkhosa mal edilen Herodotosun Kötülüğü Üzerine başlıklı kitabın adı önemlidir. Bu eleştirilere yeniler de katılmışlardır. Büyük İngiliz editörü Sayce, bir tarih yazarı için temel nitelik olan bilimsel doğruluğu Herodotos için kabul etmektedir; Herodotosu kendinden öncekilerin verdikleri bilgileri, adlarını anmadan aşırmakla ve kendini onlardan daha bilgiliymiş gibi göstermeye çalışmış olmakla suçlamıştır. Eğer Fransız eleştiricileri ve bu arada Hauvette ve Alfred Croiste gibi, tarihçilerininiyi niyetinden şüphe etmiyorsak, o zaman şu sorulara cevap bulmamız gerekecektir: Anlattıklarının bir değeri var mıdır, görmesini ve sonuç çıkarmasını bilen bir gözlemci midir, doğruyu söylemek istese bile, neyin doğru olduğunu görebilmiş midir?
Bu soruların cevabı için koskoca bir program ya da son derece karmaşık bir inceleme gerekir. Meraklı bir okuyucu, Amádée Hauvettein Hérodote, Historien des Guerres Médiques kitabından daha iyi bir kılavuz bulamaz (Paris, Hachette, 1894). Bunda bütün bu sorular inceden inceye işlenmiştir. Çeşitli metinler ele alınmış, tartışılmıştır. M. Croiser de Histoire de la Littérature Grecque (Paris Fontemoing)inin ikinci cildinde aynı sorulara değinir.
Herodotostan önce Logographlar (Logos Graphein, düzyazı ile yazan yazarlar) vardı. Miletoslu Kadmos, Mityleneli Hellanikos, Lampsakos (Lapseki)lu Kharon, Miletoslu Hekataios ve daha başkaları insanların geçmişleriyle ilgilenmişlerdir. Kentlerin kuruluşlarını anlatıyorlardı; Bu siteyi ya da büyük bir aileyi doğru olmaktan çok, göz kamaştırıcı bir soy zinciriyle ünlü kahramanlara bağlıyor, övüyorlardı. Soyu ile övünen birçok hanedan, soylarını ona borçludur. Doğu dünyasını ve Akdenizi anlatıyorlardı. Samosun anakara Yunanlılarına Herakles direkleri kadar uzak geldiği bir zamanda (Kitap VIII, bölüm 132), çağdaşlarına hangi soydan geldiklerini ve içinde yaşadıkları dünyayı tanıtıyorlardı. Ama bunlarda masal, tarihten daha çok yer tutuyordu, sanat hemen hiç yoktu. Zaten bunlar, bir yanlarıyla az çok mythosa dayanan olayları tek tek ve kuru kuru anlatmaktan öteye geçemiyorlardı. Felsefe ve moralin ışığında daha bir canlı olarak ve bir arada ele alınmıyorlardı. Ama hoşa gidiyorlardı. Sayılarının çok oluşu da bunu doğrulamaktadır.
Bu yazarlardan Miletoslu Hekataios hepsinden üstündür. Bütün dünyayı (o zaman ne kadarı biliniyorsa) kapsayan geniş bir tarih düşüncesi, Herodotostan önce onundur. Dünyanın Tasviri adıyla yazdıkları, zamanında çok beğenilmiştir. Bugün de adını o yaşatmaktadır, oysa öbürlerini yalnız uzman bilginler bilirler.
Herodotosu aralarına katmamız gereken yazarlar bunlardır. Birinci isteği, çocukluğunu aydınlatan anlatıları söyleyenlerin katına yükselmeti. Sonra onların yetersizliklerini gördü; üstten bakmaya başladı; adlarını vermek gereğini bile duymadan onlardan, İonialılar, Grekler diye söz eder oldu (Kitap II, bölüm 16), Kısır coğrafya bilgilerini alaya aldı, hatta dörde kadar saymasını bile bilmiyorlar diyecek kadar aşağı gördü.başlangıçta kendisine örnek tuttuklarının da bunlardan aşağı kalır yanları yoktu. Kitabının bazı yerleri logographların tutumunu göstermeye yetmektedir.
Kyrenenin kuruluşu hikâyesi bunlardan biridir (Kitap IV, bölüm 145). Mısırlıların âdetleri üzerine verilen ayrıntılar da böyledir (Kitap II, bölüm 35), en sabırlı okuyucuyu bile usandıracak kadar uzundur. Bir Leonidas ya da Leotykhidasın soyunu sopunu tâ Sparta krallarının atası sayılan Heraklese kadar sayıp dökmesi de bunun örneğidir (Kitap VII, bölüm 204; Kitap VIII, bölüm 131).
Bu kavrayış üstünlüğü dramın iki başoyuncusunu, Greklerle Barbarları karşı karşıya getirebildiği zamanlar daha da aydınlıktır (Kitap I, bölüm 1-4). İo, Medeia ve Helene lejandlarının yaşattıkları ilk kavgalardan beri tarih, Doğu ve Avrupa arasındaki çatışmadır. Anlatana düşen iş, bir devlet düellosunu gözler önünde canlandırabilmekten ibarettir.
Tarih labirentine girebilmek için elinde Ariadne ipliği de vardır. İçinde kaybolduğu sanılan karışık yolların onu nereye çıkaracağını bilir. Bize hep Doğunun, en son Med savaşlarında Helen kalkanına çarpıp parçalanıncaya kadar, yaptığı savaşları, istekleri anlatmıştır.
Yaptığı iş, olayları yan yana dizmekten ibaret değildir. Herodotosta kompozisyon ve düzen vardır; çağdaşı Anaxagorasın deyimiyle, Kral zekâ olayları kavranılır hale getirir. Yalnız ne var ki Herodotos, eskiden bir logograph olduğunu sıkça hatırlatmaktadır; uzun yolculukların ve sabırlı araştırmaların sonuçlarını fedaya razı olamaz. Ondan kısaltmak, daraltmak, ayıklamak istenemez. Bu ona, Herodotos olma, demek olur. Bize, büyük, görülmemiş diye anlattığı şeylerin içinde çok çocukça şeyler de vardır. Ama bunu parmağına dolayıp onu çekiştirmek de iyi niyete bağdaşamaz. Biz de kızıl Gustave Planche gibi yapmalıyız. Sainte-Beuveye göre Planche, George Sandın romanlarını okur, güzelliğine dokunmadan, Fransızca yanlışlarını düzeltirmiş. Herodotos da, Mme. G. Sand gibi lacta ubertasa sahiptir. Bu, sütü gür memeleri kurutmamalıyız.
Herodotosun elinizdeki bu çevirisi için H.R. Dietschin düzenlediği metin esas alınmıştır. Türkçeye, Fransızca Henri Berguin çevirisinden aktarılmıştır. Beni bu işe özendiren ve kitabı Yunanca aslı ile karşılaştıran rahmetli arkadaşım Azra Erhatı saygı ve sevgi ile anıyorum.
Müntekim Ökmen
HERODOT TARİHİ
HERODOTOS
T. İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviren, Müntekim Ökmen
1. Basım Ocak 2002
Suidasın tanıtma yazısı bir sözlük maddesidir: Herodotos, Lyxes ve Dryonun oğlu, Halikarnassosta yüksek tabakadan doğma, Theodoros adında bir erkek kardeşi vardı. Artemissianın ikinci halefi Lygdamis yüzünden Halikarnassostan kaçıp Samosa yerleşti. Samosta İoncasını ilerletti, Pers kralı Kyros ve Lydia kralı Kandaules çağlarıyla başlayan dokuz kitaplık bir tarih yazdı. Halikarnassosa döndüğü zaman tyranı devirdi, ama politika çekememezlikleri karşısında kendi isteğiyle çıktı ve o sırada Atinalıların kurmakta oldukları Thuriumda yerleşti. Orada öldü. Mezarı orada, agoradadır. Pellada öldüğünü söyleyenler de vardır. Eserinin kitapları Musaların adlarını taşır. (Kitaplara Musa adlarını koyanlar İskenderiyeli eleştiricilerdir. Bu şiirli sunuşu onlara borçludur.) herodotosun Panyasis adında Halikarnassoslu bir şairin yeğeni olduğunu da gene Suidasın bir başka yazısından öğreniyoruz.
Byzanslı Stephanos, sözlüğün Thurium maddesine tarihçinin mezar taşı için yazılan bir yazıtı almıştır. Bu toprak Lyxes oğlu Herodotosun kemiklerini örtmektedir; eski İon tarihçilerinin prensi Dor topraklarında doğmuştu. Yurttaşlarının saldırılarına dayanamayarak kaçmış ve Thuriumu ikinci yurdu yapmıştır.
Eusebios da, Tarihçi Herodotosun İÖ 468-467 yıllarında tanımaya başladığını bildirir ki, bundan da yaklaşık olarak doğum yılına varılabilir.
Bu metinler üzerine açılan uzun tartışmalara dokunmadan, araştırmacıların vardıkları, doğruya yakın sonuçlar özetleyeceğiz. Herodotos, Karia kenti Halikarnassosta, İÖ 490 yıllarında dünyaya gelmiştir. Sitenin gözde ailelerinden birindendir, seçkin bir çevrede yaşamıştır. Amcası Panyasis, çok gerilemiş olan şiiri diriltebilecek kadar güçlü bir şairdi (Suidas, Panyasis maddesi). Herakles üzerine bir destan yazmıştı; eski lejandlar mythler ve Yunan anlatıları konusunda yeğeninin yetişmesine yardımcı olduğu düşünülebilir.
Şimdi bu kadarını bildikten sonra, biraz da belleğimizi işleterek konuyu daha genişleterek bakmak mümkündür.
Dorlar Halikarnassosu kolonize etmişlerdi, ama o çağda her yerde İon dili konuşuluyordu. Herodotosun Samosa gitmeden önce de ve hatta çocukluğundan beri, Yunanistanın edebiyat dili olan bu zengin ve kıvrak dili bildiği ve konuştuğu düşünülebilir, zaten yazdığı tarih de bu dilin en güzel anıtlarından biri olarak kalmıştır. Nerelere ne zaman gittiğini çıkarmak zorsa da, çok yer gezdiği bellidir. Soyu sopu varlıklı olduğuna göre, gençliğinde öğrenimini öbür İon kentlerinde tamamlamış ve Önasyanın bellibaşlı yerlerine gitmiş olduğu şüphesizdir. Sonradan kendi yurduna dönmüş, ama tyran Lygdamise karşı kopan başarısız bir ayaklanmada amcası Panyasis ölmüş, kendisi de yurdundan çıkarılmış, Samosa gitmişti. Eğer Eusebiosu vermiş olduğu tarih gerçekten Herodotosun tanınmaya başladığı yıl olarak kabul edilirse, bu olayın İÖ 468-467 yıllarına rastladığı düşünülebilir. Böylece belki Herodotos da, küçük Yunan kentlerinde adları daha önce edebiyata geçmiş bulunan Harmodios ve Aristogeitonun anılarını yücelten ve çoğu zaman geçici kalan bir bağımsızlık uğruna, zorbalığa başkaldıran yurtseverlerden birisi olmuştur. Politik özgürlük konusunda Atinalılara güzel bir övgü yaptırır (Kitap V, bölüm 78) ve kral Kserksesi öven bir Perse karşı, iki Spartalıya şu cevabı verdirir: Sen köleliğin ne olduğunu biliyorsun, ama özgürlük, onu tatlı mı acı mı olduğunu bilmiyorsun; eğer onun tadını almış olsaydın, onu bize mızrakla değil, baltalarla savuşturmayı öğütlerdin. (Kitap VII, bölüm 135).
Büyük keşif yolculuklarına Samostan çıkmıştır. Belki ilk olarak Kyreneye gitmiş, ikinci olarak da Karadeniz bölgelerini dolaşmıştır. Sonra Pers makamlarının sağladıkları büyük kolaylıklardan da yararlanarak, bu büyük imparatorluğun birçok yerini, Lydia, Media, İranı ve sphinxleri kadar esrarlı uygarlığın beşiği Mısırı, dünyanın en uzak yerlerine, tâ Herakles direklerinin ötelerine kadar mal götürüp getiren denizci tüccarlar ülkesi Fenikeyi gezmiştir. Gittiği yerlerde halk ağzından anlatılar topluyordu; ileri gelen kişilerle buluşup görüşüyordu; bilginlerle ilişki kuruyordu; resmi yazıları inceliyordu; Kserkses ordusu birliklerinin sayısı (Kitap VII, bölüm 184), ya da Plataia savaşlarındaki Yunan ordusu mevcudunu (Kitap IX, bölüm 28) bu belgelerden çıkartmıştır. Ülkenin gelenek ve göreneklerini ve törelerini araştırıyor, bir anıtın sırrını çözmek için yolunu değiştiriyor, araştıran, inceleyen ve anlayan uyanık bir gözle olaylara, insanlara, anlatılara bakıyor, Odysseus gibi çok insanların sitelerini görerek ve karakterlerini tanıyarak (Odysseia I, 3) ama fazla olarak, gördüklerini tabletlerine dikkatle not ederek değerli ve çeşitli bilgiler topluyordu. İnsanoğlunun elinden çıkan ilk büyük tarih kitabının dayanakları böyle toplanmıştır. Eser, arkeoloji, folklor ve tarihi hep birden kapsamakta ve olayları içinden gören duygulu bir gazete yazarının taze izlerini vermektedir.
Yunanistanda da yaşadı; V. Yüzyılın gözkamaştırıcı Atinasını tanıdı; Sophoklesle dostluk etti; Plataia savaşlarından önceki destan günlerini yaşamış olan Orkhomenoslu Thesandros ile konuştu (Kitap IX, bölüm 16). Yunan anlatıları, ki eleştirisiz güvenilemez, onu bize birçok yerde ve özellikle Olympiada ve Atinada eserinin en güzel parçalarını okurken göstermektedir. Çocuk Thukydideste tarih merakı, Herodotosu dinlerken uyanmış olmalıdır. Bu çeşit seanslara tanık olmak üzere elimizde gene Thukydidesin bir eleştirisi vardır. Bu tarihleri, belki de Herodotosu kastetmeyerek küçümser, bunların gerçeği aramaz zahmetine katlanan bir düşünürün, gelecek yüzyıllara yararlı bilgiler bırakmak isteğiyle değil, kalabalık karşısında okuyup çabuk başarılar sağlamak amacıyla yazılmış olduklarını söyler (Thukydides I, 22).
Herodotos, uzun yolculuklarından sonra yurduna döndü. Anlaşıldığına göre, tyran Lygdamis yurttaşlarına, sonradan İÖ 454de devredilmesine yol açacak olan bir çeşit anayasa tanımıştı; Halikarnassosta politika olanakları yeniden doğmuş oluyordu. Ama Herodotos, yurdunda uzun süre kalmadı. Yunan sitelerinde sivrilmiş kişilerin durumları oynaktı. İhtiras ve kıskançlık, sürekli didişmelere yol açıyordu. Az çok tanınmış kişilerin bir ayaklanma sonucu yurtlarından ayrılmak zorunda kalmaları çeşidinden olaylara, Herodotosun anlattıkları arasında çokça rastlanır. Herodotosun daha o tarihte bir geçmişi vardı, büyük bir işe başlamıştı, vazgeçemezdi, bu iş onu yurdundan çıkarmaya zorluyordu. Yeniden yola çıktı. Birkaç yıl sonra (İÖ 444e doğru), Büyük Yunanistanda Thuriumu kurmak üzere yola çıkan Atinalılar arasına karıştı. Bundan yararlanıp Güney İtalyayı ve Sicilyayı da tanıdı. Sonra yaşlanmış ve artık Thuriumdan ayrılmamıştır, mezarı da oradadır. Bıraktığı anı son günlerinin yurduna o kadar bağlıdır ki, eski çağların editörleri onu Thuriumlu olarak gösterebilmişlerdir. Aristoteles, Halikarnassoslu Herodotos demez, Thuriumlu Herodotos der (Rhetorika III, 9).
Peleponez savaşları başladıktan sona ölmüştür. Kitabın bir yerinde bu savaşa değinmesinden çıkan sonuç budur (Kitap IX, bölüm 73). Gözlerini dünyaya İÖ 425e doğru kapadığı kabul edilmektedir.
Eserinin hemen bütünü elimizdedir. Bu tarihten başka bir eseri bilinmiyor. Kendisi bir yerde Asur hikâyelerinden söz eder (Kitap I, bölüm 106 ve 184), ama bunlar yoktur, belki hiç yazılmamıştır. Bir de Homerosun hayatı var, Herodotos imzasını taşır, ama hiçbir eleştirici bunu onun yazmış olacağını kabul etmez.
Herodotos tarihinden çıkan sorunları bu yazıda ele almak mümkün değildir. Biz çağımız editörlerinin ve bilginlerinin dokundukları belli başlı sorunlara değinmekle yetineceğiz.
Eserin bir belge olarak değeri nedir? Eskilerden birçoğu ve bu arada Ktesias ve Plutarkhos, Herodotosu çok hırpalamışlardır, hatta yalancılık ve kalleşlikle suçlamaya kadar gitmişlerdir. Haklı olarak Plutarkhosa mal edilen Herodotosun Kötülüğü Üzerine başlıklı kitabın adı önemlidir. Bu eleştirilere yeniler de katılmışlardır. Büyük İngiliz editörü Sayce, bir tarih yazarı için temel nitelik olan bilimsel doğruluğu Herodotos için kabul etmektedir; Herodotosu kendinden öncekilerin verdikleri bilgileri, adlarını anmadan aşırmakla ve kendini onlardan daha bilgiliymiş gibi göstermeye çalışmış olmakla suçlamıştır. Eğer Fransız eleştiricileri ve bu arada Hauvette ve Alfred Croiste gibi, tarihçilerininiyi niyetinden şüphe etmiyorsak, o zaman şu sorulara cevap bulmamız gerekecektir: Anlattıklarının bir değeri var mıdır, görmesini ve sonuç çıkarmasını bilen bir gözlemci midir, doğruyu söylemek istese bile, neyin doğru olduğunu görebilmiş midir?
Bu soruların cevabı için koskoca bir program ya da son derece karmaşık bir inceleme gerekir. Meraklı bir okuyucu, Amádée Hauvettein Hérodote, Historien des Guerres Médiques kitabından daha iyi bir kılavuz bulamaz (Paris, Hachette, 1894). Bunda bütün bu sorular inceden inceye işlenmiştir. Çeşitli metinler ele alınmış, tartışılmıştır. M. Croiser de Histoire de la Littérature Grecque (Paris Fontemoing)inin ikinci cildinde aynı sorulara değinir.
Herodotostan önce Logographlar (Logos Graphein, düzyazı ile yazan yazarlar) vardı. Miletoslu Kadmos, Mityleneli Hellanikos, Lampsakos (Lapseki)lu Kharon, Miletoslu Hekataios ve daha başkaları insanların geçmişleriyle ilgilenmişlerdir. Kentlerin kuruluşlarını anlatıyorlardı; Bu siteyi ya da büyük bir aileyi doğru olmaktan çok, göz kamaştırıcı bir soy zinciriyle ünlü kahramanlara bağlıyor, övüyorlardı. Soyu ile övünen birçok hanedan, soylarını ona borçludur. Doğu dünyasını ve Akdenizi anlatıyorlardı. Samosun anakara Yunanlılarına Herakles direkleri kadar uzak geldiği bir zamanda (Kitap VIII, bölüm 132), çağdaşlarına hangi soydan geldiklerini ve içinde yaşadıkları dünyayı tanıtıyorlardı. Ama bunlarda masal, tarihten daha çok yer tutuyordu, sanat hemen hiç yoktu. Zaten bunlar, bir yanlarıyla az çok mythosa dayanan olayları tek tek ve kuru kuru anlatmaktan öteye geçemiyorlardı. Felsefe ve moralin ışığında daha bir canlı olarak ve bir arada ele alınmıyorlardı. Ama hoşa gidiyorlardı. Sayılarının çok oluşu da bunu doğrulamaktadır.
Bu yazarlardan Miletoslu Hekataios hepsinden üstündür. Bütün dünyayı (o zaman ne kadarı biliniyorsa) kapsayan geniş bir tarih düşüncesi, Herodotostan önce onundur. Dünyanın Tasviri adıyla yazdıkları, zamanında çok beğenilmiştir. Bugün de adını o yaşatmaktadır, oysa öbürlerini yalnız uzman bilginler bilirler.
Herodotosu aralarına katmamız gereken yazarlar bunlardır. Birinci isteği, çocukluğunu aydınlatan anlatıları söyleyenlerin katına yükselmeti. Sonra onların yetersizliklerini gördü; üstten bakmaya başladı; adlarını vermek gereğini bile duymadan onlardan, İonialılar, Grekler diye söz eder oldu (Kitap II, bölüm 16), Kısır coğrafya bilgilerini alaya aldı, hatta dörde kadar saymasını bile bilmiyorlar diyecek kadar aşağı gördü.başlangıçta kendisine örnek tuttuklarının da bunlardan aşağı kalır yanları yoktu. Kitabının bazı yerleri logographların tutumunu göstermeye yetmektedir.
Kyrenenin kuruluşu hikâyesi bunlardan biridir (Kitap IV, bölüm 145). Mısırlıların âdetleri üzerine verilen ayrıntılar da böyledir (Kitap II, bölüm 35), en sabırlı okuyucuyu bile usandıracak kadar uzundur. Bir Leonidas ya da Leotykhidasın soyunu sopunu tâ Sparta krallarının atası sayılan Heraklese kadar sayıp dökmesi de bunun örneğidir (Kitap VII, bölüm 204; Kitap VIII, bölüm 131).
Bu kavrayış üstünlüğü dramın iki başoyuncusunu, Greklerle Barbarları karşı karşıya getirebildiği zamanlar daha da aydınlıktır (Kitap I, bölüm 1-4). İo, Medeia ve Helene lejandlarının yaşattıkları ilk kavgalardan beri tarih, Doğu ve Avrupa arasındaki çatışmadır. Anlatana düşen iş, bir devlet düellosunu gözler önünde canlandırabilmekten ibarettir.
Tarih labirentine girebilmek için elinde Ariadne ipliği de vardır. İçinde kaybolduğu sanılan karışık yolların onu nereye çıkaracağını bilir. Bize hep Doğunun, en son Med savaşlarında Helen kalkanına çarpıp parçalanıncaya kadar, yaptığı savaşları, istekleri anlatmıştır.
Yaptığı iş, olayları yan yana dizmekten ibaret değildir. Herodotosta kompozisyon ve düzen vardır; çağdaşı Anaxagorasın deyimiyle, Kral zekâ olayları kavranılır hale getirir. Yalnız ne var ki Herodotos, eskiden bir logograph olduğunu sıkça hatırlatmaktadır; uzun yolculukların ve sabırlı araştırmaların sonuçlarını fedaya razı olamaz. Ondan kısaltmak, daraltmak, ayıklamak istenemez. Bu ona, Herodotos olma, demek olur. Bize, büyük, görülmemiş diye anlattığı şeylerin içinde çok çocukça şeyler de vardır. Ama bunu parmağına dolayıp onu çekiştirmek de iyi niyete bağdaşamaz. Biz de kızıl Gustave Planche gibi yapmalıyız. Sainte-Beuveye göre Planche, George Sandın romanlarını okur, güzelliğine dokunmadan, Fransızca yanlışlarını düzeltirmiş. Herodotos da, Mme. G. Sand gibi lacta ubertasa sahiptir. Bu, sütü gür memeleri kurutmamalıyız.
Herodotosun elinizdeki bu çevirisi için H.R. Dietschin düzenlediği metin esas alınmıştır. Türkçeye, Fransızca Henri Berguin çevirisinden aktarılmıştır. Beni bu işe özendiren ve kitabı Yunanca aslı ile karşılaştıran rahmetli arkadaşım Azra Erhatı saygı ve sevgi ile anıyorum.
Müntekim Ökmen
HERODOT TARİHİ
HERODOTOS
T. İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviren, Müntekim Ökmen
1. Basım Ocak 2002