Her Yönüyle, Biri İle Öğrettikleri..

ashli

Bayan Üye
Her Yönüyle, Biri İle Öğrettikleri...

A) Giriş


Herakleitos, M.Ö. yaklaşık 500 yıllarında Ephesos (Efes)’ta yaşamış, felsefe tarihine büyük etkisi olan İyonyalı bir filozoftur. Kalabalığı eleştirip, insanlardan uzak kalmaya çalışan, bunun yerine çocuklarla birlikte vakit geçirmeyi tercih eden biridir aynı zamanda.

“...Şiirsel kesinliğin insanoğluna, doğal kesinlik üstüne ilk ve belki de aşılması olanaksız bir düşünce vermiş olması...” (Rıfat, sf 91). Bu “karanlık” filozof, lakabını, sözlerinin üstü kapalılığından alır. Şiirsel anlatımı, anlamın gücünün yanında içeriğinin anlaşılmasını zorlaştırmıştır, bu yüzden onun düşüncelerini, ondan uzaklaştırarak anlatanlar olmuştur. Bu güç anlaşılırlılığın bir nedeni olarak da Herakleitos’un o, uzak kaldığı ve düşüncelerini anlayamadığı kalabalığın, onun yapıtlarına yeterli önemi vermemesi gösterilebilir. Bir küçük not olarak da, onun bu gibi güçlükler nedeniyle yanlış anlaşılabilmesinden dolayı, okuyucuların, Herakleitos’tan uzak bir Herakleitos tanıma ihtimalini değerlendirerek okumalarını tavsiye ederim.

Herakleitos’un üstü kapalı ve şiirsel sözlerinin ve dahası gerçek mistiklerin alışılagelmişin dışındaki cümlelerinin en güzel açıklaması olarak görüyorum şu cümleyi: “Delfoi’deki bilicinin efendisi ne söyler ne de gizler. İşaret eder” (Fr.93). Bollack ve Wismann, bu sözü şöyle açıklarlar: “... bilici sözü, çift anlamlılığıyla, gerçek ya da yalan, belirli bir olumlamanın berisinde durur gibidir. Karşıtlığı aşar ve alternatiften kaçar. Tanrısal söylem ‘ne söyler, ne de gizler’, çünkü söyler -ve- gizler; söylediğinde söylemediğini işaret eder... Göstermek, işaret etmek fiili iki olumsuzlamanın getirdiği beklentiyi yanıtlar”.Herakleitos’un felsefesini, bu karanlık sözleriyle anlaşılamaz olduğunu iddia edip felsefesine gereken önemi vermeyenlere güzel bir yanıttır aynı zamanda.

Evren, düzen çelişkilerle doludur. Herakleitos, çelişkilere rağmen değil onları temel alarak bir felsefe kurmuştur, gerçek hayatın içindedir. Yaşamdan uzak bir felsefe değildir onunkisi. Örneğin, iç çelişkilerimizi kabullenmeyen biri isek, kendimizi ne kadar tanıyabiliriz? Kendini tanıma yolunda büyük adım, kendi çelişkilerini tanımaktır. Çelişkilerinin farkına varmayıp, bunların varlığını inkâr ederek hayatını sürdüren biri, bu iç çekişmelerin esiri de olmuştur.

Bu çelişkiler felsefesi, batı felsefesi tarihinde bütünsel yaklaşımın temelini atmıştır. Peki, onun felsefesinin, bütünsel bir yaklaşımın başlangıcını yaptığını bize düşündüren nedir? Olabildiğince türlü felsefe problemlerini kurcalamaya başlaması ve bu soruları mümkün olduğunca cevaplayabileceğimiz bir sistemi, bir dizgeyi duyurduğunu düşünürsek bunu söyleyebiliyoruz. Makalenin devamında, farklı noktalardan değerlendirmeye çalıştığım bu felsefenin nasıl bir bütünsellik taşıdığı, sistemi tanıdıkça daha net anlaşılacaktır.

Evren, siyaset ve din bilim olarak üç bölümden oluşan bir kitabı olduğunu biliyoruz ve günümüze kadar ancak yaklaşık 127 adet fragmanı (sözü) ulaşabilmiştir.

Onun felsefesine yaklaşabilmek için, öncelikle birkaç kavramın kısaca tanımını yapmak gerekir. Bu kavramların bazılarının anlamlarına ayrıntılı olarak ilerleyen satırlarda da değinilecektir:

“Bilgi”, öznenin nesneyi kavraması sonucunda (özne-nesne arasındaki ilişkiden dolayı) zihinde ortaya çıkandır, bilme işlevinin sonucunda oluşan şeydir. “Bilgi mümkün müdür?” sorusu, Herakleitos’ta sorulmamış olsa da (Bu soruyu felsefe tarihinde ilk olarak şüpheciler gündeme getirir.) yanıtı onda evettir. Çünkü henüz bilginin varlığından şüpheye düşmez. Oysa görünen ve gerçek ayrımı, onun bilgi anlayışını anlamada bizi biraz daha düşündürecektir. Bunun da açıklaması ilerleyen satırlarda bulunacaktır.

“Varlık” kelimesi, ilk kez Parmenides tarafından kullanılmıştır, onda “varolan şey” anlamındadır (Akarsu, sf.187).

“Logos”, bu kavramı anlatan sözcüklerin çeşitliliği bakımından gayet zengin. Söz, us, evrenin düzeni, Tanrı’nın sözü (kelâm) anlamlarında kullanılmıştır. Herakleitos’ta “logos", evrenin sürekli akan düzenidir, bu akışı, oluşu düzenleyen kanundur ve bu kanun, çokluktaki birliktir, yani farklı olanların aslında bir ve aynı olduğunu gösterir.

“Hikmet”, Latince adıyla logos spermatikos (dölleyici söz), bilgelik, sebep, hâkimiyet, bir şeyin gizli sebebi gibi anlamlara sahiptir. Ayrıca bu kavramın Latince adında olduğu gibi, logosa, logostan alınan paya karşılık geldiğini düşünüyorum.

“Oluş”, “bir durumdan bir başka duruma geçmekle belirgin değişim”, “bir durumdan bir duruma, bir andan bir ana geçiş”tir (Timuçin, sf.378). Aynı zamanda “değişmez, zaman dışı olan öze karşılık içinde, gerçekliğin değişen, değişim içinde olan öz belirtisi”dir (Akarsu, sf.130).

Acaba Herakleitos, ateş, logos, değişim, karşıtlar ve birlik gibi kavramları, felsefesine, nerelerden esinlenerek, nasıl dahil etmiş olabilir? Bu sorunun cevabını net olarak verecek kadar konuya hâkim olmadığımı düşünüyorum ve bu yüzden gelecek yanıtın, bu sorunun cevabı yerine, bu kavramların, onları Herakleitos’tan önceki benzer kullanımlarının burada ortaya koyulması olarak anlaşılmasını isterim.

B) Herakleitos’un Felsefesinin Bir Analizi

I-”Bir” Anlayışının İki Unsuru, Ateş ve Logos:

a) Ateş:


Günümüzden yüz binlerce yıl önce ateşi bulan insan, yaşamak için sağladığı somut yararlar bir yana manevi anlamda da ona bir kutsallık atfetmiştir. Ateşin kutsallığındaki büyük pay, günlük yaşamı kolaylaştırması ve medeniyeti geliştirmesinden gelir.

Zerdüştlük dini, ateşin kutsal sayıldığı dinlerden biridir ve ateş, bu dinin tanrısı Ahura Mazda’nın ruhu ve oğludur. Bununla ilişkili olarak ateş, iyi ve kötüyü birbirinden ayıran Tanrısal bir güce sahiptir. Bu inanca göre, ateş, bütün varlıklarda bulunur ve bu canlı ve cansızlarda farklı biçimlerde var olur. En kutsal olan ateş ise, Ahura Mazda ile insan arasındaki ateştir.

Ateşin birbirinden farklı üç anlamı vardı. İlki ev, ocak ateşi, diğeri kurbat ateşi (sürekli yanıp kötülükleri uzaklaştıran ateş), bir diğeri ise günahlardan arından ateşti. Bunlarla beraber tanrının da ruhu olarak kabul edilmesiyle ateşin, ilahi bir kaynak olarak da görüldüğünü görmekteyiz.

Herakleitos’a gelince, ona göre, ateş, evrenin ana maddesidir. Ama bu ana madde, ondan önceki İyonyalı filozofların aksine sabit, değişmeden kalan değil, sürekli değişen, dönüşen ve devinen maddedir. “Her şey ateşle değişir ateş de her şeyle, altının mallarla, malların da altınla değişmesi gibi” (Fr. 90). “Ateş”e devinim konusunda tekrar değineceğim.

Herakleitos, bir ana madde olarak neden ateşi seçmiş olabilir? Ateşin, eski uygarlıklar için, özellikle Zerdüştlük için ne ifade ettiği, sanırım bu sorunun cevabını aramada büyük bir önem taşıyor. Yakan, yakarken daha da yanan ve yanarken de tüketen bir ateşin yanında, her şeyde var olan kutsal bir ateş, öncelikle Herakleitos’un ana maddesini seçmede önemli rol oynamış olabilir. Tabii ki böyle bir yargıya kesin olarak varabilmek için daha ayrıntılı bir araştırma yapmak gerekir.

b) Öncesi ve Logos:

Eski Çin ve Hint düşünceleri ile “logos” arasında dikkat çekici benzerlikler vardır. Bu benzerliklerden biri, “Karşıtların birliği” ifadesinin genel evrensel uyuma karşılık gelmesi, Herakleitos un “Logos”u duyurmasından önce Eski Çin’de karşımıza çıkar.

“Logos kavramı, aslında Doğu felsefesinden (Hint ve Çin felsefelerinden) İyon felsefesine geçmiştir. Eski bir Çin felsefesi olan Taoizm’de, ‘Tao’, sonsuz, bedensiz, cisimsel olmayan şey, akıl, akıl yolu, ilke, düzen vb. anlamlarını içerir. Bu anlamlarıyla Tao ve logos kavramları arasında oldukça büyük benzerlikler vardır.” (Özlem, sf. 366)

Tao, yol, akıl anlamlarına gelmektedir. Taoizm’e göre bireysel ben, tutkular küçümsenmelidir. Çünkü o, kişiyi gerçeği aramasına engel olur. Oysa Tao, bütünlük, yani her şeyin kendisinden çıktığı kaynak iyidir. Taoizm’in en önemli ilkesi: Tao’ya göre, yani doğaya göre devin. Öyle ki onun yasalarıyla özdeş ol. Taoizm, Lao Tzu tarafından M.Ö. 6. yy.da kurulmuştur. Tao, hakikat, ruh, yol, sessizlik, kudret anlamına gelmektedir. Evrendeki “çokluk”a dikkatle bakıldığında bu çokluğun altındaki birlik görülecektir. Mükemmeliyet “birlik”tedir.

Taoizm’in iki kavramı, ying ve yang, karşıtların birliğini temsil eder. Ying ve yang’a göre iyi ve kötü, güzel ve çirkin daima dengededir. Aydınlık ve karanlık daima birliktedir. Bu karşıtlar bizi birliğe hazırlar. Çünkü onlar tek bir şeyden türemiştir ve onların bütünlüğündedir “bir”.

“Kişinin ruhu, Tao’dan her uzaklaşışında biraz daha kirlenir; öfke bir uzaklaşmadır...” (BİLİNMEYEN ÖĞRETİLER, 4)

“...Birlik’e katılmak isteyenler
Ayrıştırmama erdemini uygulayacaklardır.
İyilik ve kötülük, güzel ve çirkin, yüksek ve alçak;
Tüm çift kutuplu fikirleri ortadan kaldırmalıdır.
Kültürel ya da dini inançtan doğan tüm zihni eğilimler
Terk edilmelidir...” (BİLİNMEYEN ÖĞRETİLER, 7)

“Ruhun sınırlarına ulaşamaz yolculuğunda, tüm yolları denese de insan, öylesine derindir ki ondaki logos” (Fr. 45).
Herakleitos’un logosu, Tao’dan çok şey öğrenmiş olabilir.

Aydınlık ve karanlık, iyi ve kötü, zıt kutupların birliği anlayışı Zerdüştlük inancında Hürmüz ve Ehrimen olarak karşımıza çıkar. Başlangıçta evren, bir tarafta Hürmüz’ün, diğer tarafta Ehrimen’in egemenliğinde iki alana bölünmüştür. Her insan, bu iki yoldan birini seçer ve böylece kaderini kendi çizer, sorumluluğunu alır. Evrenin başlangıcıyla başlayan Hürmüz ve Ehrimen’in mücadelesi, evren var oldukça, devam eder.

Şu kısa soru akıllarda yer etse yeter: Herakleitos, Yunan’da değil de M.Ö 6–7 yy. da Çin’de yaşamış olsaydı, ona rahatlıkla bir filozof diyebilecek miydik ya da tam tersi Lao Tzu, Tao öğretisiyle, Herakleitos ile aynı dönemde ve Yunan’da yaşamış olsaydı ve ancak yine onun kadar kısıtlı söz geride bırakmış olsaydı, Lao Tzu’ya da bir filozof diyebilir miydik?

“İlk kez Anaksimandros, Anaksagoras ve Herakleitos ile birlikte, düşünce tarihinde nesneleri bilmenin bazı soyut ilkelere dayandığı fark edilmiştir”, bununla birlikte “bu ilkelerin sistematize edilmeleri gibi bir düşünsel etkinlik de bu dönemde söz konusu değildir.” (Özlem, sf 366). Yalnızca (logostan uzak kalmış) duyularla elde edilen bilgi, yanıltıcıdır. İnsan ancak logostan pay aldığı ölçüde gerçeğin bilgisine ulaşabilir. “Düşünme ilkesi ve düşünme formu olarak logosun bulunmadığı yerde, ancak yanıltıcı duyusal bilgi, yani sanı bilgisi (doksa) vardır. Örneğin Herakleitos, sanı bilgisini ‘göz ve kulağın sunduğu bilgi’ olarak adlandırır” (Özlem, sf 366).Bunun yanında Herakleitos’un logos’a ulaşmak isterken vurguladığı aracın akıl olduğunu iddia ederken, “akıl”dan ne kastettiğini tam olarak anlamaya çalışmak gerekir.

Logos dendiğinde bugünkü anlamıyla “us”u ya da “akıl”ı mı anlamalıyız? Us, genel anlamlarıyla “duyarlılığın karşıtı olarak, düşünme, anlama, kavrama yetisi; usavurma, çıkarımlar yapma yetisi” (Akarsu, sf 181) dir. Çıkarları doğrultusunda hareket eden akıllı bir siyasetçi, gerçekten Herakleitos’a göre logosa yakınlaşmış mıdır, yoksa Herakleitos’un “akıl”ı, “logos”u bize içinde ahlak, bilgi ve bunlarla kullanılabilen bütün bir aklı mı anlatmaktadır?

Logosu anlama yolunda, aşağıdaki görüşleri yakalamanın ve bunları analiz etmenin büyük katkısı olacağını düşünüyorum:

Farabi’ye göre evrendeki birlik, “Fa’al akıl”dan gelir ve insan, gerçeğe ancak aklıyla “Fa’al akıl” seviyesine yükselerek, Tanrı’dan ruhsal pay alarak ulaşabilir. “Fa’al akıl”, önce duyu verileri, sonra da hayal gücünü ve en sonunda da kavrama gücünü gerçekleştirir.

Mevlana’nın anlayışına göre ise insanda iki farklı ben vardır: Herkeste farklı olan ve o kişiyi diğerinden ayıran kişisel bir ben, “Öznel Ben” ve herkeste ortak olan “Aşkın Ben”. “Aşkın Ben”, insanın Tanrısal yanıdır ve varlığın birliğine, onun bilgisine ulaşmaya çalışan tarafıdır. Bununla birlikte insanda akıl, külli (bütünsel olan) akıl ve cüz’i olarak ikiye ayrılır ve cüz’i akıl, külli akıldan pay alır. Külli akıl ile birliğin bilgisine ulaşılabilecektir.

Herakleitos’un logosu, evrendeki “birlik”in, çelişme ve değişimin yasasıdır. Düzenin adı, uyumun adı, uyumsuzluktur.

c) Logos ve Varlık(Ontolojisi)-Tanrı Anlayışı:

Herakleitos için bir gerçek var: “Görülebilen, duyulabilen, algılanabilen, tüm benim yeğlediğim” (Rıfat, Fr. 55).
Monist (anlamı tekçi, madde ve ruhun ayrı olduğunu düşünmeyen ya da ikisinden birini tercih eden) yaklaşımının yanında madde dünyayı tek gerçeklik kabul edip, ona karşı verdiği önem açıktır. Bir mistik ya da panteist (heptanrıcı) olarak değerlendirilse bile gözden kaçırılmaması gereken nokta budur.

Yunan Mitolojisi’nin tanrıları onun için sadece sözlerini anlatmak için kullanılan bir araçtır, sanki sözlerini aktarmada, örneklemede bir kolaylık: ”Çocuksu denir insana tanrının önünde, tıpkı çocuk gibi insanın önünde” (Rıfat, Fr. 79). “Bilgelik”i anlatabilmek için yetişkin ve çocuk arasındaki farkı, insan ve tanrı arasındaki farka benzetmiştir. Burada fikri anlatabilmek için “tanrı”nın kullanıldığı açıktır ama “tanrı”nın, o mitolojideki tanrıların, sadece örneklemeden ibaret olduğunu nasıl çıkardım? Mitolojideki tanrıların karşısında bir tanrısı vardır, vardır ama kelime olarak benzerliğinin yanında başka bir benzerlik göremeyiz. “Tanrı, gündüz gece, kış yaz, savaş barış, bolluk kıtlıktır. Değişir, nasıl buhurlara karıştığında dileyen dilediği adla anarsa” (Rıfat, Fr.67). Yaratma sıfatını bile taşımaz: ”Bu evren, her şey için aynı, ne bir tanrı ne bir insan yarattı onu. Vardı, var ve var olacak. Hep canlı kalan ateş, ölçüyle yanıp ölçüyle sönecek” (Rıfat, Fr.31). Ateş, evrendeki her şeyin-ki bu tek gerçekliktir- ana maddesidir. Sürekli “değişim”e hizmet edercesine evrenin devamlılığıdır. Peki kim, ne yarattı evreni, ateşi de; onları da yaratan yok muydu? Ona göre evren hep vardı ve var olacaktır, “yaratma” ve “yaratılma” yerine ise “oluş” vardır. Her şey oluş içinde, başlangıçsız ve sonsuz devam eder. Oluşum ve onun yasası aynı şeylerdir, birlik ve çokluk da.

Onun tanrı anlayışını değerlendirirken, insan iradesi gibi, yapıp etmelerini, dileklerini ve onları gerçekleştirmeye çalışmalarını dikkate alarak, eksiksiz iradesel bir yetkinliğe sahip, insandan ayrı bir tanrı tasavvur edersek yanılırız. O zaman mitolojideki tanrılara benzemeyen “tanrı”yı nasıl tanımlayacağız? Herakleitos, sözlerinde tanrısallıktan çok bahseder. “İnsanın ırası tanrı” (Fr. 119). “Tanrı” ifadesinin Herakleitosça karşılığı “logos”tur ve logos, her insanda vardır, az ya da çok.

Herakletios’un tanrısı logosu, bir kanun olarak görmek gerek. Ayrı bireysel bir varlık yerine -Parmenides’in varlık anlayışından farkıdır, bu!-, onunla iç içe olduğumuz bir yasa. Hiç kimsenin karşı gelemeyeceği, çünkü zaten onunla olduğu bir yasa. “Herkeste ortaktır düşünce” (Fr. 113). Bu noktada daha önce kısaca değindiğim “külli irade” ve “aşkın ben” düşünceleri araştırılırsa, konu daha net bir şekilde anlaşılabilir.

Bugün çok kızgın olan ben, yarın tam tersine çok mutlu bir insan olabiliyorum. Peki, yarın mutlu olacaksam kızgınlığım nerede olacaktır? Herakleitos’a göre ben, ikisini de (karşıtları) içimde barındırıyorum. İleride bu düşünce, Aristoteles’in potansiyel kuramına neden olacaktır.

“Çokluk”un, “birlik”ten meydana geldiğinin iddiasını yapmaz, Herakleitos. “Çokluk” ve “birlik”, birliktedir, bir ve aynıdır. Bu birlikte şeyler karşılıklı olarak birbirine bağımlıdırlar. Birlik, ayrımdaki bir birliktir, varlık ya da yokluğun birliği değil oluşun birliğidir.

d) Devinim ve Savaş:

Yasa, birliği, “birlik”te “çokluk”u sağlamak için değişimi ve savaşı sunar. Değişimin şeklidir, savaş.

Diğer İyonyalı filozofların sabit ve değişmeden kalan temel öğelerinin, ana maddelerinin karşısında, onun sürekli sönen ve yanan ve hiçbir zaman aynı ölçüde kalmayan, hep başka maddelere dönüşen “ateş”i vardır. Değişim, elbette İyonyalı filozoflarda da görülmüştü ve Yunan felsefesinde bir önemli bir yeri vardı. Ancak Herakleitos’un farkı, çeşitlilikte birlik ve karşıtların birliği düşüncesinden gelir.
Anaximandros da karşıtları kabullenmiş olsa da karşıtların savaşını, düzensiz, “Bir”in basitliğini, homojenliğini bozan bir şey olarak görür.

Devinim, hareket, yer değiştirmedir, bir halden başka bir hale geçiştir. “Aynı ırmaklara gireriz ve girmeyiz. Biziz ve değiliz” (49a). Herakleitos, devinimin sürekliliği üzerinde durur. Devamlı hareket vardır, yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya... Asıl hareket, devinim ise çembersel olandır: Ateş, yoğunlaşır ve toprak olur, toprak, suya, su, havaya ve hava tekrar toprağa dönüşür. Hayat, akış, oluş sürekli bu şekilde devam eder. “Ortaktır daire çemberinde başlangıç ve son” (Fr. 103).

Yanılgımız, etrafımızdaki şeylerin değişmediğini düşünmemiz, değişimin belli bir düzen içerisinde gerçekleşmesindendir. Bu yanılgı duyulardan gelir. Değişimin hızı, etkisi, v.b. bizi onun olmadığına inandırabilir. Sadece üzerinde kıpırdamadan durduğumuz zeminin, dünyanın güneşin etrafında ve kendi etrafında binlerce kilometre hızla döndüğünü biliyoruz.

Savaş, yıkım ve yeniden oluşum, bu değişimin şeklidir. Çelişki, hep vardır ve sürekliliği sağlar. Karşıtlar, uyuşmadığı durumda, savaşta, uyuşmak için devinirler. “Savaş, her şeyin babası, her şeyin kralıdır; kimine tanrı der, kimine insan, kimini köle yapar, kimini özgür” (Fr. 53). Karşıtların savaşı, bu karşıtları sürekli birbirine çevirir. Logos, birliğin ifadesidir, değişim hep yaşanır ve burada süreklilik savaş ile devam eder. Böylece çokluk, aslında bize birliği gösterir.

Değişen (her şey) ve değişmeyen (logos), birliği çelişkiye sokmaz mı? ”Her şey değişir” ama bu önerme değil (aslı “Bu önerme haricinde her şey değişir” şeklinde olmalıdır). O, değişen varlıkların ortamındaki değişmeyen ayrı bir varlık değil, değişen varlıkların varoluş yasaları, birlikte varoldukları bir ilkedir.

III-Herakleitos’un “Bir”i ve Parmenides’in “Bir”i:

Felsefe tarihini kökten etkileyecek olan bir tartışmadır, Parmenides ile Herakleitos’unki. Bu tartışma, Herakleitos’u daha iyi anlamada önemli bir aşamadır. Öncelikle Parmenides’i biraz tanımak gerekli. Yaklaşık M.Ö. 540 yıllarında Elea’da yaşamış olan Parmenides, felsefesinin erken dönemlerinde Phytogorasçı bir yol izlemiş, daha sonra onun eleştirisine yönelip Anaximenes ve Ksenophenes’ten bolca etkilenmiş, mistikliğe ve dine önem veren bir filozoftu. Aristoteles’in mantığının kurulmasında da en büyük pay sahibidir.

Parmenides oluşu yadsıyor: Bir şey ortaya çıkıyorsa ya varlıktan ya yokluktan ortaya çıkacaktır. Eğer varlıktan varlık meydana geliyor ise o zaman şimdiden vardır ki bu durumda varlığa gelmez, eğer yokluktan varlık meydana geliyor ise o zaman yokluktur, çünkü yokluktan yokluk gelir. Böylece oluş yanılsamadır. Herhangi bir şeyi değişik aşamalarda ve istediğimiz her zaman düşünebildiğimize göre bu algı dünyasında her zaman vardır ve var olan yok olamaz. Parmenides’in yanılgısı da budur: gelecekte yok olacak olsam da “Korcan” kelimesinin dile gelmesi ve anlamlılığı, benim varlığımı zorunlu kılacaktır, bu ise bir çelişki yaratır. Değişen dünyanın temelinde ise bir varolan, değişmez olan değil varolmayan bulunmaktadır.

Herakleitos’ta yokluk ne anlama geliyor? Oluşu ileri sürerken yokluğu vurgulamak yerine ateşin ve logosun varlığından söz etmesi, bize “yokluk”un hiçbir şey olmadığı değil (bu nokta üzerine biraz daha araştırma gereklidir), o şey neyse onun olmadığı durumu anlatır, mesela logosun olmadığı bir durum, gerçekdışıdır ama diğer varlıklar için bu söz konusu değil. “Elealıların ilkesiyle ilgili olarak Herakleitos ‘Varlık yokluktan fazla bir şey değildir’ önermesini de ekler ki, bu önermede soyut varlığın yadsınması ve oluş içinde onun yoklukla özdeşliği dile getirilmektedir... Yaşam bir oluştur ama o da oluşun kavramını tüketmez.” (Tinin Kavramı ve oluş sf.151, Hegel, G.W. F. Bütün yapıtlarından seçmeler, çev: Hüseyin Demirhan, Ankara, Onur Yay. 1976). Varolma ve yokolma, yani oluş sürekli gerçekleşir.

Parmenides’in “bir varlık”ının ve Herakleitos’un “Bir”inin, diğer varlıklara göre konumları nedir?
Parmenides’in “birlik”i kendi içine kapalı değişmeyen bir birliktir, bu “bir”, diğer varlıklardan ayrılmıştır, Herakleitos’taki karşıtların birliği değil, ayrı bir varlık olarak ”Bir”dir, şekli küredir, maddeseldir, bölünmez, değişmez, uzamsal olarak sonlu, zamansal olarak başlangıçsız ve sonsuzdur. Herakleitos’un birliğinden farkı da budur: Herakleitos’un bir anlayışı tüm oluşun ve varlıkların içinde bulunduğu bir birliktir. Soyutlanmış, farklı bir varlık olarak “bir” değil. Her şey değişimden etkilenir, ayrıcalık yoktur. Burada bilinmesi gereken en önemli şey bu değişimin gerçekliği ve her şeyin bundan etkilenmesidir. Karşıtların birliği, ikiciliğin tekçiliğe indirgenmesidir. Parmenides ise belirgin bir görünen-gerçek ayrımı ile “Bir Varlık”ı geri kalan her şeyden uzak tutarak kendi birlik anlayışına da zarar vermiştir. Tüm bunları hesaba katarak, Batı Felsefesi’nin mistisizme bakışı olarak görüyorum, insandan “Bir Varlık”ı uzaklaştıran, kendi kendisinden uzaklaştıran Parmenides’i, Herakleitos gibi gerçek bir mistik karşısında.

İkisinin de duyularla olan iddiaları ilginçtir. Herakleitos, duyuları (logostan uzaklaşan bir ruhun duyuları) bize değişimin olmadığına inandırdıkları için aldatıcı sayarken; Parmenides, duyuların çokluğu sunmalarından, değişim sanısı oluşturduklarından dolayı aldatıcı olduklarını iddia eder. Parmenides’e göre değişim görünendir ve duyular bizi, her şeyin değiştiği yönünde aldatır. Dolayısıyla Parmenides, deney dünyasından uzak, sadece zihne dayalı bir felsefe kurmayı seçmiştir. Görünüş dünyası nasıl olabilir? Bu sorunun cevabı Parmenides’te yer almaz.

Parmenides ve birçok filozof, karşıtların birliği ilkesini, zıt şeylerin nesnede aynı anda (zaman boyutu hesaba katılmaktadır) özdeş oldukları şeklinde düşünmüşlerdir. Bu durum, ancak karşıtını nesnedeki bir potansiyel olarak algılarsak çelişki olmaktan çıksa da Herakleitos’un bunu vurguladığını görmeyiz. Belki de “logos”un zaman dışılığı ve birliği bildirmesi ile karşıtları bir ve özdeş şeyler olduğunu, zaman faktörünü hesaba katmadan düşünmemiz gerekiyordur. Ya da denizin suyunun bazı canlılar için içilebilir ve böylece hayat verirken, bazı canlılar için içilmesinin öldürücü olması, bize karşıtların birliğini çelişkiye düşmeden anlamamız için güzel bir örnek olur: “Deniz. Suların en saf ve en katışığı. Balıklar için içilebilir, can verici. İnsanların içilemez, öldürücü” (Fr. 60).

II-Epistemolojisi (Bilgi Felsefesi):

a) Duyular ve Duyulur Dünya:

Duyuların konumu ve önemi nedir? Nereye kadar güveneceğiz ya da neden güvenmeyeceğiz?


Herakleitos’a göre duyular, değişim yokmuş yanılgısını bize verebilir, logostan uzak olduğu kadarıyla. Aynı zamanda duyulardan elde ettiği bilgiyi de yüceltir. “Görülebilen, duyulabilen, algılanabilen, tüm benim yeğlediğim” (Fr. 55). Hatta duyular arasında en çok görmeye önem verir. “Kulaktan daha sağlam tanıktır gözler” (101a). Ama yine de duyuların aldatıcılığını ihmal etmez. “Kendini beğenme kutsal hastalıktır ve görme yanıltır insanı” (Fr. 46). Duyulardan gelen bilgiyi, logostan alınan payın ölçüsünde değerlendirmek gerekir. Logostan az pay alan biri için, duyular yanıltıcı olabilir.

Parmenides’te kesinleşen görünüş-gerçek ayrımı, Herakleitos’ta farklı bir şekilde algılanmalıdır. “Görünürden güçlü görünmez uyum” (Fr.54) sözünden de anlaşılacağı gibi Herakleitos sadece, Parmenides’in farklı bir gerçeklik, farklı bir varlığı yerine, duyulabilen, algılanabilen tek evrende çoğunluk tarafından fark edilemeyen bir kurala, bir yasaya dikkat çekmek istemiştir: Birliğin, savaşın, değişimin, değişmez yasası, logos. Herakleitos’un “görünen”i ile Parmenides’in “görünen”ini bu bağlamda karıştırmamak gerekir. “Görünür şeyleri bilmede yanıldı insanlar, tıpkı Homeros gibi, oysa tüm Yunanlıların en bilgesiydi. Bitlerini kıran çocuklar şunları söyleyerek şaşırttılar onu: gördüğümüz ve yakaladığımız ne varsa bırakırız, görmeyip tutamadığımızı alıp götürürüz birlikte” (Fr. 56). Güçlü olan uyum, logos bize kendini fark ettirmez. Onu duyularla kavrayamayız, onu ancak logostan aldığımız pay oranında bilebiliriz. Tüm bunlar göz önüne alındığında “logos”un, dilimizde belki de anlamını en iyi karşılayacak olan kavram hikmettir.

“...Hikmet özel bir bilgiyi bilmektir, Hikmet, hüküm veren ve kendisiyle hüküm verilen ve kendisi üzerinde hüküm verilemeyen bir sıfattır” (Ibn Arabi, sf.173). “...Kendileri üzerine hükmolunan şeyler, zatları ve istidatları ölçüsünde, muhtaç oldukları şeyi isterler; onları muhtaç oldukları şeyleri ancak niteliği ‘hikmet’ ismi ‘Hakim’ olan bir varlık verebilir... O, o kimsenin neyi hak ettiğini bilir ve o zaman ‘Hakim’ diye adlandırılır” (Ibn Arabi, sf.174) (İstidat: yakınlık, yetenek) (Notlar, 1).

b) Bilgi ve Bilgelik:

“Çünkü çok şey bilmesi gerek bilgelik peşindekinin” (Fr. 35). Bilge olmak için çaba gerecektir, ama bu yetmez. “Çok bilgi akıllı olmayı öğretmez. Öğretseydi Hesiodos’a ve Pythagoras’a, Ksenophenes’e ve Hekataios’a öğretirdi” (Fr. 40). Bunun için logosa yönelmek, onu kavramaya çalışmak gerekir, logostan alınan paydır, akıllılık. “Bir, bilgelik. Bir düşüncenin, her şeyi her yerde yönettiğini bilmek” (Fr. 41).

“’Logos’ta olan kişi’, duyusal/algılanabilir sanılar dünyasını aşarak, bu sanılar dünyasının ardındaki değişmez varlığı görür ve onun bilgisine ulaşır” (Özlem, sf 366).


Her şeyin değişmesi, bilgiyi elde etmede büyük zorluklar yaratacaktır. Özne, nesneyi kavrayarak bilgiyi de meydana getirir. Ama nesne her zaman değişim içinde olacaksa sürekli farklılaşacaksa bilgi nasıl oluşabilir, doğru bilginin varlığından nasıl söz edilebilir? Onun bu düşüncesinden, Sofistler, doğru bilginin bu yüzden olamayacağı fikrini, bilginin olanaksızlığını çıkardılar. Herakleitos’un insan üzerine düşünceleriyle beraber “görelilik” fikri yoğunlaşmaya başladı. Bu noktada bilgi nasıl mümkün olabildi?

Bilgeliğin ölçüsü logostan alınan paydır ve logos, değişmeyen birliğin bilgisidir. “Beni değil logos’u dinlemek ve her şeyin bir olduğunu uyumla söylemektir bilgelik” (Fr. 50). Herakleitos’un gerçekçi, görelilikten uzak olan felsefesinin bir işareti de diyebiliriz, bu sözü için; logosu nesnelleşmiştir, bireysel olandan, görece olandan ayırmıştır. Gelişi güzel olmayan genel akış, değişimin bilgisi, bu değişimin farkına varmak ve onunla uyum içinde olmaktır. Logos’tan pay alan, aldığı pay kadar bu apaçık olmayan bilginin farkına varabilir. Bu birlik anlayışı, evrensel değişim, bu heptanrıcı bakış, elbette bizi böylece şüphecilikten uzaklaştıracaktır.

Yukarıdaki akıldan bahsi geçen paragrafları da göz önüne aldıktan sonra, logosun bilgisine ulaşan “akıl” olarak, Parmenides’in “Bir Varlık”ı kavradığı -sadece düşünme işlevini vurgulayan-akıldan farklı olan, bedenin, duyguların da itaat ettiği bir akıl tasavvur edilebilir. Çünkü logosu anlamak, sadece zihinsel bir faaliyet değildir, insan her yönüyle-akıl, duygular, arzular, vb.- katılır (Aşağıda belirtilen 85 inci fragmana bakınız).

“Kendimi aradım” (Fr. 101).
Genelin ve özelin bilgisiyle ilgili küçük bir not düşmek isterim. Psikologlar şöyle bir ayrıntı ortaya çıkardılar: Çocukların tenlerine dokunulması zekâ ve diğer gelişimlerine yardımcı oluyor (Notlar, 2). İnsanın gerçekten çocuğuna olan sevgisini göstermesi halinde bu bilgiye pek ihtiyaç kalmıyorsa genelin bilgisi ya da “hikmet”i örneklendiriyor olabilir miyiz? Bu bilgi, çocuğunu gerçekten seven ve böylece ona gereken ilgi ve alakayı gösteren ve bunu bilinçli bir şekilde gerçekleştiren bir anne için belki de dile getirilmeyecek ama buna da gerek kalmayacak. Bu bilgiye sahip olmak işte böyle bir şey, genelin bilgisine, aynı coğrafyada yaşamışlardan kimisi ona logos dedi, kimisi de hikmet. Logostan pay alan anne, sevgisini çocuğuna verirken ayrıntıların bilgisine ihtiyaç duymadı.

Bilgi mümkündür, “logos”un bilgisi; çünkü onun felsefesinde değişmeyen tek şey değişimin kendisidir, dolayısıyla öğrenilecek bir şeyler vardır!

III-Ahlakı:


Varlık anlayışı, İlkçağ Yunan felsefesine özgü, olan-olması gereken ayrımını yaşamayarak ahlak anlayışı ile iç içe kalır. Stoacıların “çileci” olması ile ön plana çıkan ahlak anlayışı, büyük oranda Herakleitos’un etkisindedir. Herakleitos’ta çileyi, arzularına karşı gelmek olarak tanımlayabiliriz. “Zordur tutkularla savaşmak. Ruhla ödenir” (Fr. 85). İstekleriyle çarpışmak güçtür, arzularına boyun eğen birey ruhundan, logostan da ödün verir, kendinden uzaklaşır, logostan uzaklaşır. “Yasa: Bir’in istemine boyun eğmek” (Fr. 33). Kişi istese de istemese de logosun çerçevesinin dışına çıkamaz ama logosu anlamayıp ona göre hareket etmeyebilir, ondan uzaklaşabilir.

Cehaletin, ahlaksızlığa yol açtığını dile getiren Sokrates ve Kant gibi filozoflardan bir noktada ayrılır, Herakleitos. “Çok bilgi akıllı olmayı öğretmez. Öğretseydi Hesiodos’a ve Pythagoras’a, Ksenophenes’e ve Hekataios’a öğretirdi” (Fr. 40). Onun için akıllı olmak, logostan pay almaktır.

Ahlaklı olmayı ruhtaki kuruluk sayar, nemli olmak ise arzularına yönelmektir. “Ruhlar için haz ya da ölümdür nemlenmek” (Fr. 77a), “parıltı, kuru ruh en bilge ve en iyisi” (118). Bilgeliğe, logosu anlamaya giden yol, ruhun kuru kalmasında; kişinin isteklerine, kendine egemen olmasında yatar. Herakleitos’ta “bir”i anlamak için arzuları kontrol altına almak yeterli iken, yani duygusal bir olgunluk ve akıl gerekli iken, Parmenides’te akıl yeterlidir.

Dine yaklaşımına da kısaca değinecek olursak: Aynı dönemde çok tanrıcı inançlara karşı Ksenophenes ve Herakleitos’un tepkileri birbirine yakındır. Ksenophenes, tanrılar ve dine karşı aşağılayıcı suçlara varan sert karşı çıkışlar ve eleştiriler yapmıştır. Ölümlüler, tanrıların kendileri gibi doğmuş olduğunu, kendileri gibi giyindiklerini zannederler. Herakleitos da benzer bir tutum izlemiş, gizemleri dışlamıştır. ”Gece gezginleri. Maglar, bakhalar, lenler, mystler. Günaha giriyorlar insanlar arasında yapılan gizem törenlerinde” (Fr. 14). Ayrıca doğrudan, logostan uzaklaştıracak olan gelenekselliği de reddeder, “anamızın babamızın çocuğu gibi davranmamak gerek; daha sade söylersek: öncekilerden gördüğümüz gibi yapmamak” (Fr. 74).

C) Sonuç


Herakleitos’a tarih kitaplarında kısıtlı bir alan verenleri suçlamamak gerekir. Ne de olsa birçok şey anlatmasına rağmen çok az sözü vardır. Suç, onun önemini bu kaynaklardaki kısalıkla ya da anlaşılamaz olduğunu iddia ederek paha biçmektedir. Hâlbuki o, logos düşüncesi ve ahlak anlayışı ile felsefe tarihinde birçok filozofu derinden etkileyecek olan Stoacılara, sonra Descartes’a, Kant’a, Spinoza’ya, Hegel’e, vb. ilham olur.

Bir panteist olmasının ötesinde bir mistik olarak hatırlanması gerekir diye düşünüyorum.” Kendimi aradım” (Fr. 101). Panteizm, tüm varlıkların tanrı ile aynı olduğunu iddia eden görüştür, her şey o bütünledir. Bu fikir, insanda bir dünya görüşü olarak yer edebilir ama bu kişi kendini aramaya, tanımaya çalışıyor ise, bu felsefesi ile eyleme dönüyor ise, işte o zaman mistisizmin kapıları aralanır.

Herakleitos, herkesin içindeki tanrıya, ilkeye işaret etti ama nesnel olan, her yerde geçerli olan ortak bir ilkeden, logostan bahsederek görelilikten uzak durdu. Maddenin vurgusu, ruha yöneldiğini iddia edip tamamen gerçekten, çelişkilerden, değişimden uzaklaşıp; ruhu yüceltirken maddi evreni küçümseyen, dolayısıyla ruhu maddeden ayıran anlayışlara değil, değişime, evrensel usa yönlendirdi. İkiciliği reddedip -maddi bağımlılığı değil de- maddeyi vurgulayarak, hurafelerden uzak kalarak, gerçekçi bir yaklaşımla bütünselliğin, batı felsefe tarihindeki emeklemeden yürümeye ilk büyük adımını atmış oldu.

Korcan Evgin
 
Son düzenleme:
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst