'hayaL
Bayan Üye
Her Vakit Bir Yanış..
“Aşk derdidir cihanda âşıka maksûd olan
Vasl-ı dilberdir hemîn bu dâr-ı dünyâdan murâd” (Avnî: Fâtih Sultan Mehmed)
(Cihanda âşıka gereken şey, aşk derdidir. Nitekim bu dünya evinden maksat da sevgiliye vuslattır.)
Ezân sesi duyuldu, âşık bir anda silkindi…
“Ezan sesleri, kalbimin mescidine öyle muhrik gelir ki, onun tesiri ile gönül mâbedimin kapısı aşk ateşiyle yanar durur.” (Hazret-i Mevlânâ)
Suya koştu. Su harâreti keser, fakat bu âşığın ateşini artırdıkça artırdı. Vuslatın dalına konacaksın ne de olsa, mübârek olsun hey âşık. Bizi de al yanına, bu kavurucu dünya çölleri bizi acımasızca yakmada. Gel bize bir nazar et de biz de yanalım aşkına... Hey âşık, durma hadi, uç öz vatanına… Bu çöllerde serap gördük hep, onlarla avunduk. Derya, deniz zannettiğimiz bataklıklarda kaldık. Meğer susuz kalmış olan biz, suya kanan senmişsin. Hadi, uç gayri, durma buralarda…
Bizi de al yanına, fakat bu ayağımıza bağlı prangalarla ne sen olabiliriz, ne de yakınına gelebiliriz. Hadi, durma, uç öz yurduna, ezel şarâbının mest-i hayranı olan âşık, uç!
Kıyâma durdu. Rûhu yükseldi yükseldi… Uğruna zamanların, mekânların ve maddenin acımasızca harcandığı bütün köleliklerin üzerinden baktı. Özgürlüğünü haykırdı.
“Ancak Sana kulluk eder ve ancak Sen’den yardım dileriz.” (el-Fâtihâ, 5)
Başını eğdi, huzuruna doyamadığı sevgilisinin önünde… “Ben batanları, solanları, kaybolanları sevmem” diyen İbrahim -aleyhisselâm- gibi büyük bir övgüyle:
“Azîm olan Allâh’ım!.. Sen, her türlü kusur ve noksandan münezzehsin.” dedi.
Secdeye baş koydu. Hasret kalan sevgililerin buluşma ânında dökülen gözyaşları gibi, feryat edercesine hıçkırıklara boğuldu.
“…Secde et ve yaklaş!” (el-Alâk, 19) âyetinin sırrında kayboldu, öldü, dirildi, sevdi, sevildi, eridi, nûra garkoldu…
“Bize doğru yolu gösteren, bizi kötülüklerden alıkoyan namaz, beş vakitte kılınır. Hâlbuki âşıklar, dâimâ namazdadırlar! O gönüllerindeki aşk, başlarındaki ilâhî sevgi, ne beş vakitle yatışır, ne de beş yüz bin vakitle geçer gider!” (Hazret-i Mevlânâ)
Ayşegül Zobi
“Aşk derdidir cihanda âşıka maksûd olan
Vasl-ı dilberdir hemîn bu dâr-ı dünyâdan murâd” (Avnî: Fâtih Sultan Mehmed)
(Cihanda âşıka gereken şey, aşk derdidir. Nitekim bu dünya evinden maksat da sevgiliye vuslattır.)
Ezân sesi duyuldu, âşık bir anda silkindi…
“Ezan sesleri, kalbimin mescidine öyle muhrik gelir ki, onun tesiri ile gönül mâbedimin kapısı aşk ateşiyle yanar durur.” (Hazret-i Mevlânâ)
Suya koştu. Su harâreti keser, fakat bu âşığın ateşini artırdıkça artırdı. Vuslatın dalına konacaksın ne de olsa, mübârek olsun hey âşık. Bizi de al yanına, bu kavurucu dünya çölleri bizi acımasızca yakmada. Gel bize bir nazar et de biz de yanalım aşkına... Hey âşık, durma hadi, uç öz vatanına… Bu çöllerde serap gördük hep, onlarla avunduk. Derya, deniz zannettiğimiz bataklıklarda kaldık. Meğer susuz kalmış olan biz, suya kanan senmişsin. Hadi, uç gayri, durma buralarda…
Bizi de al yanına, fakat bu ayağımıza bağlı prangalarla ne sen olabiliriz, ne de yakınına gelebiliriz. Hadi, durma, uç öz yurduna, ezel şarâbının mest-i hayranı olan âşık, uç!
Kıyâma durdu. Rûhu yükseldi yükseldi… Uğruna zamanların, mekânların ve maddenin acımasızca harcandığı bütün köleliklerin üzerinden baktı. Özgürlüğünü haykırdı.
“Ancak Sana kulluk eder ve ancak Sen’den yardım dileriz.” (el-Fâtihâ, 5)
Başını eğdi, huzuruna doyamadığı sevgilisinin önünde… “Ben batanları, solanları, kaybolanları sevmem” diyen İbrahim -aleyhisselâm- gibi büyük bir övgüyle:
“Azîm olan Allâh’ım!.. Sen, her türlü kusur ve noksandan münezzehsin.” dedi.
Secdeye baş koydu. Hasret kalan sevgililerin buluşma ânında dökülen gözyaşları gibi, feryat edercesine hıçkırıklara boğuldu.
“…Secde et ve yaklaş!” (el-Alâk, 19) âyetinin sırrında kayboldu, öldü, dirildi, sevdi, sevildi, eridi, nûra garkoldu…
“Bize doğru yolu gösteren, bizi kötülüklerden alıkoyan namaz, beş vakitte kılınır. Hâlbuki âşıklar, dâimâ namazdadırlar! O gönüllerindeki aşk, başlarındaki ilâhî sevgi, ne beş vakitle yatışır, ne de beş yüz bin vakitle geçer gider!” (Hazret-i Mevlânâ)
Ayşegül Zobi