meridyen2
Kayıtlı Üye
Her Durumda Hüsn-ü Zan Sahibi Olmanın Önemi
İnsan nefsi çevresinde gördüğü bir tavrı öncelikle şüpheyle ve olumsuz bir bakış açısıyla algılama eğilimindedir. Ancak gerçekler her zaman ilk bakışta algılandığı gibi olmayabilir. Mümin nefsindeki bu eğilime karşı hüsn-ü zan ederek yani herşeyi olumlu bakış açısıya değerlendirer tedbir almalıdır.
Bazı insanlar bir duruma şahit olduklarında ya da bir olayla karşılaştıklarında refleks olarak ilk önce bunu olabilecek en olumsuz ihtimale göre yorumlama eğilimi gösterirler. Bu yaklaşımın ardında elbetteki haklı pek çok yön vardır. Ve yapılan bu ilk teşhisler, çoğu zaman pek çok konuda doğru sonuç da verir. Ancak bazen de gerçekler, ilk bakışta algılandığı gibi olmaz. Göze çarpan ana konunun yanında, arka planda insanın o an için bilmediği pek çok detay da olabilir. Tüm bu detaylar, o kişinin yaptığı tavrın olumsuz değil, hatta tam tersine çok makul, mantıklı ve isabetli olduğunu gösterebilir.
İşte bu ihtimali de göz önünde bulundurarak müminlerin, bir durumla karşılaştıklarında konuyu olabilecek en olumlu şekilde yorumlayabilecek bir bakış açısı içerisinde olmaları gerekir. Bu pek çok açıdan hem çok doğru hem de çok faydalı bir yaklaşımdır.
Kuran Ahlakında Hüsn-ü Zan Etmek ve Bir şeyi, Öncelikle Olabilecek En Güzel Bakış Açısıyla Yorumlamak Esastır
Yüce Allah Kuranda, olumsuz gibi görünen bir durumla karşılaştıklarında müminlerin birbirlerine öncelikle hüsn-ü zan etmeleri gerektiğini şöyle bildirmiştir:
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır. (Nur Suresi, 11)
Onu işittiğiniz zaman, erkek müminler ile kadın müminlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür demeleri gerekmez miydi? (Nur Suresi, 12)
Kuranda bildirilen bu örneklerde olduğu gibi Müslümanlar, bir durum ilk bakışta ne kadar farklı görünürse görünsün, mutlaka olabilecek en iyi ihtimali bulmaya çalışıp o yönde düşünmelidirler. Çünkü eğer değerlendirdikleri kişi Allahtan korkan, iman eden, Kuran ahlakına uyan, güvenilir bir müminse, bu kişi, Allahın dilemesi dışında, mutlaka Kuran ahlakına uygun bir tavır içerisinde hareket ediyordur. Bu gerçeğe rağmen, tavırları tam tersi bir izlenim veriyorsa, o zaman bunun mutlaka bir açıklaması olabileceği düşünülmelidir. Hemen şüpheye kapılıp olumsuz bir yakıştırma yapmadan önce, bu durumun sebebi araştırılmalı ya da açıklaması için kişinin kendisine sorulmalıdır. Ancak hiçbir zaman için herhangi bir bilgiye dayanmadan peşin bir hüküm verilmemelidir.
Bu da yine müminin Allah korkusunun ve yaşadığı Kuran ahlakının bir gereğidir. Bunun aksi yönde bir tavır almak Kuran ahlakına uygun olmayacağı gibi, kişilere fayda getirecek bir yaklaşım da değildir. Eğer söz konusu kişinin uygunsuz görünen tavrı, hiçbir makul açıklaması olmaksızın gerçekten de yanlış olsa bile, hüsn-ü zan etmek her halükarda olabilecek en akılcı, en yapıcı, en tutarlı yaklaşım olacaktır.
Hüsn-ü Zan Etmek Ortamdaki Olumsuzluğu Görmezden Gelmek ya da Buna Karşı Bir Tedbir Almamak Demek Değildir
Ortamda yanlış olan bir şey varsa, bu düzeltilmeye çalışılmalı, bu yönde akılcı adımlar atılmalıdır. Ancak olumsuzluk olduğunda bile, olumlu konuşmak, olumluya yormak, ortaya olabilecek en iyi ve en yapıcı sonuçları çıkaracaktır. Dolayısıyla müminin bu bakış açısı Kuran ahlakına en uygun ve en akılcı olan yaklaşımdır. Bu, insanın, farkında olmasa bile, aslında günlük hayatta çok fazla karşılaştığı bir durumdur. Örneğin;
Bir arada olan iki kişiden birinin çok güzel bir yemeği tek başına yediğini ve yanındaki kişinin hiçbir şey yemediğini gören biri, hemen şöyle bir kanaate varabilir: Yemek yiyen kişi egoist, bencil ve düşüncesiz bir karakter sergilediği için yanındaki kişiyi gözardı etmektedir. Açgözlülüğünden ve düşüncesizliğinden dolayı ona ikram etmeksizin yemeğini tek başına yemekte hiçbir sakınca görmemektedir. Bu olayı görüp bu kanaate varan bir insan, bu kişiye karşı içinde gizli bir öfke duyabilir.
Ya da uyuyan bir kişinin yanında bağırarak telefonda konuşan birini gören bir kimse, bu kişi hakkında çok düşüncesiz ve umursuz olduğu fikrine kapılabilir.
Araba kullanırken yanındakilerle hiç konuşmayan bir kişinin, durgun ya da ters bir tavır içerisinde olduğu, yanındaki insanlara tavır koyduğu şeklinde bir yargıya varılabilir.
Bir başkasının bir konudaki bir talebini yerine getirmeyen bir kişi, merhametsiz, uyumsuz ya da katı olmakla suçlanabilir.
Yanındaki bir kişinin sevdiği bir eşyasını elinden alan bir kişi, o an için o kimseye çok öfkeli ve mantıksız bir insan olarak görünebilir. Sevdiği bir yemeği yemesini engelleyen bir kişi, o insan tarafından anlayışsız, sevgisiz ve şefkatsiz biri gibi algılanabilir.
Bir insan, kendisine karşı nefsine ağır gelen konuşmalar yapan birinin, kendisine karşı çok kızgın olduğu ve öfkesinden dolayı bu sözleri söylediğini sanabilir.
Bunlar gibi bu konuyu açıklayabilecek daha pek çok örnek verilebilir. Ancak burada önemli olan şudur: Çok kısa bir süre dahi, daha akılcı ve hüsn-ü zan ile bakılarak düşünüldüğünde, ilk bakışta son derece net bir şekilde olumsuz görünen bu tavırların aslında çok makul, mantıklı, akılcı açıklamaları olduğu görülebilecektir. Öyle ki, hatta bu kimselerin bu tavırlarının aslında sevgi, şefkat, merhamet ve müminlere olan düşkünlüklerinden kaynaklandığı da kavranabilecektir.
Örneğin bir yemeği tek başına yediği ve yanındakine ikram etmediği sanılan biri belki de çok ısrar etmiş ama karşı taraf yeni yemek yemiş olduğu için bu teklifi kabul etmemiştir. Belki o kişinin o yemeğin içeriğindeki bir besine karşı bir alerjisi vardır ve bu sebeple o kişi ona zarar vermemesi için kendi yemeyi tercih etmiştir. Belki de yanındaki kişi, az önce yemeğin kendi payına düşen kısmını yemiş ve bitirmiştir. Bunlar gibi, ilk bakışta çirkin bir anlam verilebilen bu durumu açıklayabilecek daha pek çok makul mazeret olabilir.
Uyuyan bir kişinin yanında bağırarak telefonda konuşan kişi de aynı şekilde belki de bunu, düşüncesizliğinden değil, teknik imkansızlıktan ve zaruret oluşmasından dolayı yapmış olabilir. Telefonun sadece o odada olması, o an için bu kişiyi orada konuşmaya mecbur etmiş olabilir. Veya aynı zamanda telefondaki kişinin, sesi duyamayacak bir yerde olması, bu kişiyi mecburen bağırmak durumunda bırakmış olabilir. Ya da bir trafik kazası, yangın ya da hastalık gibi acil bir durumun haber verilmesi gerekmiş ve o kişi de o anda bu kimsenin uykusunu ikinci planda görerek vakit kaybetmeden hemen oradan telefon açmış olabilir.
Aynı şekilde araba kullanırken sessiz duran bir kişi, belki yakın zamanda bir araba kazası yapmış ve yeniden böyle büyük bir risk altına girmemek için, bütün dikkatini trafiğe vermekte ve hiçbir hata yapmamaya gayret etmektedir. Ya da o anda belki başındaki ya da midesindeki bir ağrıyla mücadele etmekte ve bu sebeple yine araba kullanırken daha fazla güç sarf ettiği için gücünü konuşarak harcamamaktadır.
Bir şey istediği halde, bu talebe karşı kayıtsız kalan ya da sevdiği bir şeyi o kişinin elinden alan bir insan da belki, o talebin o kişiye fiziksel ya da manevi açıdan zarar vereceğini bilmekte ve bu yüzden de o kişinin isteğini reddetmektedir. Bu onun merhametsiz ya da katı olduğunu göstermez. Tam tersine bu tavrı onun o kişiye karşı olan merhametinin, sevgisinin ve düşkünlüğünün bir alametidir.
Sevdiği bir yemeği yemesine engel olan bir kişi de aynı şekilde, belki de o kişinin bir yönden zarar görmesini engellemektedir. Belki kilo almasını, belki tansiyonunun, kolesterolünün ya da şekerinin çıkmasını, belki de midesini tahriş edecek, karaciğerini yoracak bir durum oluşmasını engellemeye çalışıyordur. Böyle bir durumda peşinen bunun merhametsizlik olduğunu düşünmek çok büyük bir yanlışlık olacaktır. Belli ki burada, o kişiye yönelik bir koruyup kollama, şefkat ve düşkünlük söz konusudur.
Nefsine ağır gelen sözler söyleyen bir insan da belki başka türlü o kişiye etki edemeyeceğini bilmekte ve onu daha iyi ahlaklı olması için Kuran ahlakına uygun bir üslupla teşvik etmekte ve harekete geçirmeye çalışmaktadır. Bu, onun öfkeli ya da o kişiye karşı şefkatsiz olmasından kaynaklanan bir durum değildir. Hedef aldığı da zaten kişinin kendisi değil, sadece onun nefsidir. Nitekim ilk anda bu sözler o kişinin ağrına gitse de, Allahın izniyle belki de daha çok etkilenip daha çok düşünmesine ve bunların sonucunda da çok daha iyi bir ahlaka sahip olmasına vesile olacaktır. Kuranda müminlerin bu şekilde nefislere yönelik etkili sözler söylemelerinin faydalı olacağı şöyle bildirilmiştir:
İşte bunların, Allah kalplerinde olanı bilmektedir. O halde sen, onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle. (Nisa Suresi, 63)
Mümin Daima Hüsn-ü Zanla Bakmasını Bilmelidir
Yüce Allah Kuranda müminlere; kime, hangi durumda, hangi sebeplerle ve hangi olaylarda nasıl bir bakış açısıyla yaklaşmaları gerektiğini bildirmiştir. Bu, mümin için çok kesin ve sarsılmaz bir ölçüdür. Bu nedenle müminlerin, tüm tavırlarıyla ve samimiyetle Kuran ahlakını yaşayan, hiçbir durumda bu özelliklerinden taviz vermeyen, güvenilir bir Müslümana hüsn-ü zanna dayalı, çok olumlu bir bakış açısı olması gerekir. Bu kişinin yanlış gibi görünen tavırları ya da sözleri olsa bile, bunlara hayır ve hikmet gözüyle bakması, hayra yorması, konuyu o kişi açısından en lehe olacak şekilde değerlendirmesi gerekir. Müslüman kardeşlerinin her tavrının ardında bir doğruluk payı ve hikmet olabileceğine ihtimal vererek, hemen olumsuz düşünmek yerine, ilk önce hüsn-ü zan edip sonra konuyu araştırmaya yönelmelidir.
Mümin nefsindeki bu reflekse karşı Kuran ahlakının gerektirdiği gibi karşılık verdiği takdirde, Allahın izniyle sorun olduğunu sandığı pek çok konunun, aslında üzerinde dahi durulmayacak son derece makul olaylar olduğunu görebilecektir. Yüce Allah Kuranda Müslümanlara daima birbirlerine destekçi olmalarını emretmektedir:
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
İftiraya Maruz Kalan Müminlere Karşı Hüsn-ü Zanla Yaklaşmak Mümin Özelliğidir
Müminlerin birbirlerine karşı hüsn-ü zanlı olmaları son derece önemli bir konudur. Çünkü din ahlakına karşı olanlar tarihteki örneklerinde görüldüğü gibi, ortaya bir iddia atarken bunu çeşitli komplo ve yalanlarla kendilerince güçlendirmekte; iftiralarını sahte delillerle veya yalancı şahitlerle sözde makul ve inanılır hale getirmek için gayret göstermektedirler. Bunu yaparken de iftira attıkları kişileri özellikle diğer Müslümanların gözünde küçültmek, Müslümanların aralarını açmak istemektedirler. Yakın tarihimizde Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin maruz kaldığı komplolar bunun bir örneğidir. Bediüzzaman din ahlakına ve manevi değerlerine son derece bağlı bir insan olmasına rağmen, kendisini sözde din ahlakına karşı samimiyetsiz gösterecek iftiralara maruz kalmıştır. İşte burada iman etmeyenlerin sinsi bir planı yer almaktadır; Müslümanların arasını açarak birbirlerine destek olmalarını engellemeye çalışmaktadırlar.
İman etmeyenlerin müminlere karşı öfkeleri o kadar şiddetlidir ki, amaçları kendilerince iman edenleri tamamen etkisiz hale getirmek ve onları kendi batıl dinlerine döndürmektir. Din ahlakından uzak insanlar, Allahın salih kullarını her zaman asılsız suçlamalarla karalamak için çalışacaklardır. İşte bu, Müslümanların çok dikkatli olması gereken bir konudur. Ancak çok önemli bir gerçek daha vardır. Allah inkar edenlerin tuzaklarını her zaman boşa çıkaracaktır. Allah ayetlerde şöyle bildirir:
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. Allahı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma. Gerçekten Allah azizdir, intikam sahibidir. (İbrahim Suresi, 46-47)
(makale harun yahya)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 84. sayı (Haziran 2011) 32. sayfada yayınlanmıştır.
İnsan nefsi çevresinde gördüğü bir tavrı öncelikle şüpheyle ve olumsuz bir bakış açısıyla algılama eğilimindedir. Ancak gerçekler her zaman ilk bakışta algılandığı gibi olmayabilir. Mümin nefsindeki bu eğilime karşı hüsn-ü zan ederek yani herşeyi olumlu bakış açısıya değerlendirer tedbir almalıdır.
Bazı insanlar bir duruma şahit olduklarında ya da bir olayla karşılaştıklarında refleks olarak ilk önce bunu olabilecek en olumsuz ihtimale göre yorumlama eğilimi gösterirler. Bu yaklaşımın ardında elbetteki haklı pek çok yön vardır. Ve yapılan bu ilk teşhisler, çoğu zaman pek çok konuda doğru sonuç da verir. Ancak bazen de gerçekler, ilk bakışta algılandığı gibi olmaz. Göze çarpan ana konunun yanında, arka planda insanın o an için bilmediği pek çok detay da olabilir. Tüm bu detaylar, o kişinin yaptığı tavrın olumsuz değil, hatta tam tersine çok makul, mantıklı ve isabetli olduğunu gösterebilir.
İşte bu ihtimali de göz önünde bulundurarak müminlerin, bir durumla karşılaştıklarında konuyu olabilecek en olumlu şekilde yorumlayabilecek bir bakış açısı içerisinde olmaları gerekir. Bu pek çok açıdan hem çok doğru hem de çok faydalı bir yaklaşımdır.
Kuran Ahlakında Hüsn-ü Zan Etmek ve Bir şeyi, Öncelikle Olabilecek En Güzel Bakış Açısıyla Yorumlamak Esastır
Yüce Allah Kuranda, olumsuz gibi görünen bir durumla karşılaştıklarında müminlerin birbirlerine öncelikle hüsn-ü zan etmeleri gerektiğini şöyle bildirmiştir:
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır. (Nur Suresi, 11)
Onu işittiğiniz zaman, erkek müminler ile kadın müminlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür demeleri gerekmez miydi? (Nur Suresi, 12)
Kuranda bildirilen bu örneklerde olduğu gibi Müslümanlar, bir durum ilk bakışta ne kadar farklı görünürse görünsün, mutlaka olabilecek en iyi ihtimali bulmaya çalışıp o yönde düşünmelidirler. Çünkü eğer değerlendirdikleri kişi Allahtan korkan, iman eden, Kuran ahlakına uyan, güvenilir bir müminse, bu kişi, Allahın dilemesi dışında, mutlaka Kuran ahlakına uygun bir tavır içerisinde hareket ediyordur. Bu gerçeğe rağmen, tavırları tam tersi bir izlenim veriyorsa, o zaman bunun mutlaka bir açıklaması olabileceği düşünülmelidir. Hemen şüpheye kapılıp olumsuz bir yakıştırma yapmadan önce, bu durumun sebebi araştırılmalı ya da açıklaması için kişinin kendisine sorulmalıdır. Ancak hiçbir zaman için herhangi bir bilgiye dayanmadan peşin bir hüküm verilmemelidir.
Bu da yine müminin Allah korkusunun ve yaşadığı Kuran ahlakının bir gereğidir. Bunun aksi yönde bir tavır almak Kuran ahlakına uygun olmayacağı gibi, kişilere fayda getirecek bir yaklaşım da değildir. Eğer söz konusu kişinin uygunsuz görünen tavrı, hiçbir makul açıklaması olmaksızın gerçekten de yanlış olsa bile, hüsn-ü zan etmek her halükarda olabilecek en akılcı, en yapıcı, en tutarlı yaklaşım olacaktır.
Hüsn-ü Zan Etmek Ortamdaki Olumsuzluğu Görmezden Gelmek ya da Buna Karşı Bir Tedbir Almamak Demek Değildir
Ortamda yanlış olan bir şey varsa, bu düzeltilmeye çalışılmalı, bu yönde akılcı adımlar atılmalıdır. Ancak olumsuzluk olduğunda bile, olumlu konuşmak, olumluya yormak, ortaya olabilecek en iyi ve en yapıcı sonuçları çıkaracaktır. Dolayısıyla müminin bu bakış açısı Kuran ahlakına en uygun ve en akılcı olan yaklaşımdır. Bu, insanın, farkında olmasa bile, aslında günlük hayatta çok fazla karşılaştığı bir durumdur. Örneğin;
Bir arada olan iki kişiden birinin çok güzel bir yemeği tek başına yediğini ve yanındaki kişinin hiçbir şey yemediğini gören biri, hemen şöyle bir kanaate varabilir: Yemek yiyen kişi egoist, bencil ve düşüncesiz bir karakter sergilediği için yanındaki kişiyi gözardı etmektedir. Açgözlülüğünden ve düşüncesizliğinden dolayı ona ikram etmeksizin yemeğini tek başına yemekte hiçbir sakınca görmemektedir. Bu olayı görüp bu kanaate varan bir insan, bu kişiye karşı içinde gizli bir öfke duyabilir.
Ya da uyuyan bir kişinin yanında bağırarak telefonda konuşan birini gören bir kimse, bu kişi hakkında çok düşüncesiz ve umursuz olduğu fikrine kapılabilir.
Araba kullanırken yanındakilerle hiç konuşmayan bir kişinin, durgun ya da ters bir tavır içerisinde olduğu, yanındaki insanlara tavır koyduğu şeklinde bir yargıya varılabilir.
Bir başkasının bir konudaki bir talebini yerine getirmeyen bir kişi, merhametsiz, uyumsuz ya da katı olmakla suçlanabilir.
Yanındaki bir kişinin sevdiği bir eşyasını elinden alan bir kişi, o an için o kimseye çok öfkeli ve mantıksız bir insan olarak görünebilir. Sevdiği bir yemeği yemesini engelleyen bir kişi, o insan tarafından anlayışsız, sevgisiz ve şefkatsiz biri gibi algılanabilir.
Bir insan, kendisine karşı nefsine ağır gelen konuşmalar yapan birinin, kendisine karşı çok kızgın olduğu ve öfkesinden dolayı bu sözleri söylediğini sanabilir.
Bunlar gibi bu konuyu açıklayabilecek daha pek çok örnek verilebilir. Ancak burada önemli olan şudur: Çok kısa bir süre dahi, daha akılcı ve hüsn-ü zan ile bakılarak düşünüldüğünde, ilk bakışta son derece net bir şekilde olumsuz görünen bu tavırların aslında çok makul, mantıklı, akılcı açıklamaları olduğu görülebilecektir. Öyle ki, hatta bu kimselerin bu tavırlarının aslında sevgi, şefkat, merhamet ve müminlere olan düşkünlüklerinden kaynaklandığı da kavranabilecektir.
Örneğin bir yemeği tek başına yediği ve yanındakine ikram etmediği sanılan biri belki de çok ısrar etmiş ama karşı taraf yeni yemek yemiş olduğu için bu teklifi kabul etmemiştir. Belki o kişinin o yemeğin içeriğindeki bir besine karşı bir alerjisi vardır ve bu sebeple o kişi ona zarar vermemesi için kendi yemeyi tercih etmiştir. Belki de yanındaki kişi, az önce yemeğin kendi payına düşen kısmını yemiş ve bitirmiştir. Bunlar gibi, ilk bakışta çirkin bir anlam verilebilen bu durumu açıklayabilecek daha pek çok makul mazeret olabilir.
Uyuyan bir kişinin yanında bağırarak telefonda konuşan kişi de aynı şekilde belki de bunu, düşüncesizliğinden değil, teknik imkansızlıktan ve zaruret oluşmasından dolayı yapmış olabilir. Telefonun sadece o odada olması, o an için bu kişiyi orada konuşmaya mecbur etmiş olabilir. Veya aynı zamanda telefondaki kişinin, sesi duyamayacak bir yerde olması, bu kişiyi mecburen bağırmak durumunda bırakmış olabilir. Ya da bir trafik kazası, yangın ya da hastalık gibi acil bir durumun haber verilmesi gerekmiş ve o kişi de o anda bu kimsenin uykusunu ikinci planda görerek vakit kaybetmeden hemen oradan telefon açmış olabilir.
Aynı şekilde araba kullanırken sessiz duran bir kişi, belki yakın zamanda bir araba kazası yapmış ve yeniden böyle büyük bir risk altına girmemek için, bütün dikkatini trafiğe vermekte ve hiçbir hata yapmamaya gayret etmektedir. Ya da o anda belki başındaki ya da midesindeki bir ağrıyla mücadele etmekte ve bu sebeple yine araba kullanırken daha fazla güç sarf ettiği için gücünü konuşarak harcamamaktadır.
Bir şey istediği halde, bu talebe karşı kayıtsız kalan ya da sevdiği bir şeyi o kişinin elinden alan bir insan da belki, o talebin o kişiye fiziksel ya da manevi açıdan zarar vereceğini bilmekte ve bu yüzden de o kişinin isteğini reddetmektedir. Bu onun merhametsiz ya da katı olduğunu göstermez. Tam tersine bu tavrı onun o kişiye karşı olan merhametinin, sevgisinin ve düşkünlüğünün bir alametidir.
Sevdiği bir yemeği yemesine engel olan bir kişi de aynı şekilde, belki de o kişinin bir yönden zarar görmesini engellemektedir. Belki kilo almasını, belki tansiyonunun, kolesterolünün ya da şekerinin çıkmasını, belki de midesini tahriş edecek, karaciğerini yoracak bir durum oluşmasını engellemeye çalışıyordur. Böyle bir durumda peşinen bunun merhametsizlik olduğunu düşünmek çok büyük bir yanlışlık olacaktır. Belli ki burada, o kişiye yönelik bir koruyup kollama, şefkat ve düşkünlük söz konusudur.
Nefsine ağır gelen sözler söyleyen bir insan da belki başka türlü o kişiye etki edemeyeceğini bilmekte ve onu daha iyi ahlaklı olması için Kuran ahlakına uygun bir üslupla teşvik etmekte ve harekete geçirmeye çalışmaktadır. Bu, onun öfkeli ya da o kişiye karşı şefkatsiz olmasından kaynaklanan bir durum değildir. Hedef aldığı da zaten kişinin kendisi değil, sadece onun nefsidir. Nitekim ilk anda bu sözler o kişinin ağrına gitse de, Allahın izniyle belki de daha çok etkilenip daha çok düşünmesine ve bunların sonucunda da çok daha iyi bir ahlaka sahip olmasına vesile olacaktır. Kuranda müminlerin bu şekilde nefislere yönelik etkili sözler söylemelerinin faydalı olacağı şöyle bildirilmiştir:
İşte bunların, Allah kalplerinde olanı bilmektedir. O halde sen, onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle. (Nisa Suresi, 63)
Mümin Daima Hüsn-ü Zanla Bakmasını Bilmelidir
Yüce Allah Kuranda müminlere; kime, hangi durumda, hangi sebeplerle ve hangi olaylarda nasıl bir bakış açısıyla yaklaşmaları gerektiğini bildirmiştir. Bu, mümin için çok kesin ve sarsılmaz bir ölçüdür. Bu nedenle müminlerin, tüm tavırlarıyla ve samimiyetle Kuran ahlakını yaşayan, hiçbir durumda bu özelliklerinden taviz vermeyen, güvenilir bir Müslümana hüsn-ü zanna dayalı, çok olumlu bir bakış açısı olması gerekir. Bu kişinin yanlış gibi görünen tavırları ya da sözleri olsa bile, bunlara hayır ve hikmet gözüyle bakması, hayra yorması, konuyu o kişi açısından en lehe olacak şekilde değerlendirmesi gerekir. Müslüman kardeşlerinin her tavrının ardında bir doğruluk payı ve hikmet olabileceğine ihtimal vererek, hemen olumsuz düşünmek yerine, ilk önce hüsn-ü zan edip sonra konuyu araştırmaya yönelmelidir.
Mümin nefsindeki bu reflekse karşı Kuran ahlakının gerektirdiği gibi karşılık verdiği takdirde, Allahın izniyle sorun olduğunu sandığı pek çok konunun, aslında üzerinde dahi durulmayacak son derece makul olaylar olduğunu görebilecektir. Yüce Allah Kuranda Müslümanlara daima birbirlerine destekçi olmalarını emretmektedir:
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
İftiraya Maruz Kalan Müminlere Karşı Hüsn-ü Zanla Yaklaşmak Mümin Özelliğidir
Müminlerin birbirlerine karşı hüsn-ü zanlı olmaları son derece önemli bir konudur. Çünkü din ahlakına karşı olanlar tarihteki örneklerinde görüldüğü gibi, ortaya bir iddia atarken bunu çeşitli komplo ve yalanlarla kendilerince güçlendirmekte; iftiralarını sahte delillerle veya yalancı şahitlerle sözde makul ve inanılır hale getirmek için gayret göstermektedirler. Bunu yaparken de iftira attıkları kişileri özellikle diğer Müslümanların gözünde küçültmek, Müslümanların aralarını açmak istemektedirler. Yakın tarihimizde Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin maruz kaldığı komplolar bunun bir örneğidir. Bediüzzaman din ahlakına ve manevi değerlerine son derece bağlı bir insan olmasına rağmen, kendisini sözde din ahlakına karşı samimiyetsiz gösterecek iftiralara maruz kalmıştır. İşte burada iman etmeyenlerin sinsi bir planı yer almaktadır; Müslümanların arasını açarak birbirlerine destek olmalarını engellemeye çalışmaktadırlar.
İman etmeyenlerin müminlere karşı öfkeleri o kadar şiddetlidir ki, amaçları kendilerince iman edenleri tamamen etkisiz hale getirmek ve onları kendi batıl dinlerine döndürmektir. Din ahlakından uzak insanlar, Allahın salih kullarını her zaman asılsız suçlamalarla karalamak için çalışacaklardır. İşte bu, Müslümanların çok dikkatli olması gereken bir konudur. Ancak çok önemli bir gerçek daha vardır. Allah inkar edenlerin tuzaklarını her zaman boşa çıkaracaktır. Allah ayetlerde şöyle bildirir:
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. Allahı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma. Gerçekten Allah azizdir, intikam sahibidir. (İbrahim Suresi, 46-47)
(makale harun yahya)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 84. sayı (Haziran 2011) 32. sayfada yayınlanmıştır.