Hegel'in Muhteşem Keşfi:Dialektik İdealizm

Efsunkar

Bayan Üye
Metafizik anlayış, gerçekliği, düşünen özne ve üstünde düşünülen nesne olarak ikiye böler, yani özne ile nesneyi birbirinden kopuk olarak ele alır. Hegel bu kopukluğu geliştirdiği özne - nesne diyalektiği ile aştı.

Marks diyalektik yöntemi, evet, Hegel’den almıştır. Ama bu nasıl bir almaydı, Marks’tan okuyalım:

“Benim diyalektik yöntemim, Hegelci yöntemden yalnızca farklı değil, fakat onun tam karşıtıdır. Hegel’e göre insan beyninin yaşam süreci, yani düşünme süreci -ki Hegel bunu ‘Fikir’ adı altında bağımsız bir özneye bile dönüştürür- gerçek dünyanın yaratıcısıdır. Gerçek dünya, ‘Fikir’in sadece dışsal ve görüngüsel biçimidir. Bana göre ise durum tersinedir. Fikir, maddi dünyanın insan zihninde yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir.
“Hegel diyalektiğinin mistik yönünü, otuz yıl kadar önce, henüz daha moda olduğu bir sırada eleştirmiştim… Diyalektiğin Hegel’in elinde mistikleşmiş olması, diyalektiğin genel işleyiş biçimini ilk kez Hegel’in kapsamlı ve bilinçli bir tarzda sunduğu gerçeğini örtemez. Hegel’de diyalektik baş aşağı duruyor. Mistik kabuğun içindeki akla uygun özü keşfetmek istiyorsanız, diyalektiğin tekrar ayakları üstünde doğrultulması gerekir.

“Mistikleştirilmiş biçimi ile diyalektik (Hegel’deki diyalektik - YZ), şeylerin mevcut durumunu yüceltip göklere çıkarıyor gibi göründüğünden Almanya’da moda olmuştu. Oysa akla uygun biçimiyle diyalektik, burjuvazi ile onun doktriner profesörlerine bir skandal ve nefret uyandırıcı gibi gelir. Çünkü diyalektik, bir yandan şeylerin mevcut durumunu pozitifinden tanıyıp kavrar, bir yandan da bu durumun inkârını ve kaçınılmaz çöküşünü içinde barındırır. Çünkü diyalektik, tarihsel olarak gelişmiş her toplumsal biçimi akışkan bir hareket içinde görür. Bu nedenle onun geçici doğasını, onun anlık varlığından daha az olmamak üzere hesaba katar. Çünkü hiçbir şeyin dayatılmasına izin vermez, özünde eleştirici ve devrimcidir.” (K. Marks, “Almanca İkinci Baskıya Sonsöz”, 24 Ocak 1873, Kapital, (İng.), c. 1, s. 29.)


Hegel’e kadar tarih üstüne kafa yoranlar, tarihin akışını insanın dışındaki doğa olaylarına, doğa üstü güçlere, takdir-i ilâhiye, liderlerin aklına esenlere, kaderin cilvelerine, savaş talihine vb. bağlıyorlardı. Hegel’e kadar tarih, kopuk kopuk olaylar dizisi olarak anlatılıyordu. Ama Hegel’in geliştirdiği diyalektik, tarihe bütünsellik içinde bakılabileceği gösterdi.

Hegel’e göre insanın özü “Fikir” idi. Fikir, zihinsel yaratıcı gücün binlerce yıllık gelişiminin bir ürünüydü. İnsan kendi zihinsel yaratıcı gücünü faaliyette bulunarak “dışarıya” çıkarır, yani nesnelleştirirdi. İnsan fikrini hayata geçirdikçe, maddi yaşam dönüşmekte, böylece doğa gitgide insanın bir yapıtı haline gelmekteydi. Yani insanın özü olan “Fikir”, insan faaliyeti üzerinden maddi dünyayı yaratmaktaydı. O halde insanların maddi yaşamını meydana getiren aslında insanların zihnindeki fikirlerin hareketiydi.

Hegel, fikirlerin tarihsel hareketini bütünsel bir çerçeveye oturttu. Hegel’e göre tarihte ortaya çıkmış her fikir, Mutlak Fikir’e doğru giden yolda bir aşamaydı. O halde her fikir, Mutlak Fikir’e yönelen düşünce hareketinin bir aşamasını ifade ettiği için, aslında bütünsel bir sürecin bir parçasıydı.
Marks’a göre fikir, maddi gerçekliğin insan zihninde yansıyarak düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir. O halde Hegel’in fikirler üzerinden giderek mistik sisler arkasında hayal-meyal gördüğü bütünsel gerçeklik, aslında reel insan faaliyetinin tarihsel hareketidir. Marks, Hegel diyalektiğini böyle eleştiriye tabi tutarak mistik kabuğundan soyundurunca, Hegel’in muhteşem buluşu bütün ihtişamıyla ortaya çıktı:

Hegel kendine özgü mistik dille, tarihte bütünselliği sağlayanın, yani tarihi yaratanın aslında insan faaliyeti olduğu söylüyordu. Demek ki, insan, tarihsel süreç içinde kendi faaliyetiyle kendisini yaratmaktaydı. Hegel, aslında, insan faaliyetinde muhteşem bir yaratıcılık, kuruculuk kudreti olduğunu keşfetmişti. Demek ki, kuran da kurtaran da insandı.

İnsanın kendi faaliyetiyle kendi dünyasını yaratmakta olduğu buluşunun sarsıcı sonuçları vardı. Ne var ki Hegel, insan faaliyetini “Fikir” dediği gerçek üstü bir gücün türevi olarak mistikleştirmişti. Bu nedenle Hegel’in keşfi, Hegel’in elinde hiçbir devrimci anlam taşımıyordu.

Hegel, insan ile doğa arasındaki diyalektiği “şeylerin mevcut durumunu” yücelten, yani hâlihazırdaki mülkiyet, mübadele, mübadele değeri, para, ücretli emek, sermaye, sivil toplum, devlet gibi mistik toplumsal biçimleri olduğu gibi kabul eden bir tarzda işlemişti. Yani Hegel, hareketin mevcut haline takılıp kalmış, mevcut toplumsal biçimleri zihninde dondurmuştu. Hareketin mevcut sapkın halinin yarattığı toplumsal olgular mistik olduğu için, Hegel’in diyalektiği de mistikleşmişti. Hegel diyalektiği, hareketin mevcut sapkın halini inkâr eden bir unsur içermediği için muhafazakârdı.


Marks, Hegel diyalektiğini ayakları üstünde doğrultarak şu sonucu ortaya çıkardı: İnsan faaliyeti akışkan bir hareket halinde kendi tarihini kendisi yaratmakta olduğuna göre, faaliyetin mevcut hali kalıcı olamazdı. Yani Hegel’in ve ekonomi politikçilerin dediği gibi, insanlık nihai durumuna gelmiş değildi. O halde insan, şimdiye kadar nasıl kendi faaliyetiyle kendisini yaratagelmiş ise, şimdi de yine kendi faaliyetiyle mevcut durumu değiştirebilir ve geleceğini kendi insan doğasına göre yaratabilirdi.

Marks insan faaliyetini mevcut sapkın halinden kurtaracak olanın, yine insan faaliyeti olduğunu söyledi. İnsanı kurtaracak olan faaliyet, devrimci, yani pratik-eleştirel nitelikteki insan faaliyetiydi. İnsan faaliyetinin içine hapsolduğu bu insana aykırı toplumsal ilişki biçimleri, bu tersine dönmüş dünya, ancak, toplumsal emek sürecini özgürce birleşmiş doğrudan üreticilerin denetimine sokmayı hedefleyen devrimci, pratik-eleştirel faaliyetle, yani sınıf mücadelesiyle aşılabilirdi.

Marks’ın Hegel eleştirisinden çıkan sonuçlar şunlardır:

1. İnsan, kendi dışındaki ilâhi bir gücün kendisi için çizdiği güzergâhta sürüklenen bir vesile değildir.
2. İnsan, “bilimsel” bir kaçınılmazlığı yaşama geçiren bir aktör de değildir. Komünizme gidiş kaderde yazılmış değildir.
3. İnsan, kendi öznel faaliyetiyle kendi insan doğasını kendisi inşa eden, inşa etmekte olduğu insan doğasına göre kendi gelişme güzergâhını kendisi açan, kendi gelecek dünyasını kendisi yaratan muhteşem bir öznelliktir.

*
Yusuf Zamir
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst