HAZRETİ OSMAN-I ZİNNÛREYN
Eshâb-ı kirâmın en büyüklerinden ve Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) dâmâdı, üçüncü halifesi. 577 senesinde Mekkede doğdu. Babası Affân olup, Kureyş kabilesinin Benî Ümeyye kulundandı. Hazreti Osmanın soyu, Abd-i Menafta Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) temiz nesebi ile birleşir. Dünyada iken Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hazreti Rukıyyeden Abdullah isminde bir oğlu olmuş ve bu sebeble Ebû Abdullah künyesi ile de tanınmıştır.
Hazreti Osman, ilk müslüman olanların beşincisidir. Müslüman olmadan önce ticâret ile uğraşırdı. Zengin bir tüccâr olup, mükemmel ve zarif bir cemiyet insanı idi. Kabilesi arasında geniş bir çevresi ve büyük itibarı vardı. İslâmiyet gelmeden önce Hazreti Ebû Bekir ile yakın arkadaş ve dost idi. Ona karşı içten bir sevgi duyar, iş husûsunda da görüşüp konuşurlardı. O da Hazreti Ebû Bekir gibi cahiliyet devrinin kötülüklerinden uzak durmuştur. Hazreti Ebû Bekir müslüman olduktan sonra, Hazreti Osman da onun teşviki ile müslüman oldu. Müslüman oluşunu kendisi şöyle anlatır:
Benim kâhin bir teyzem vardı. Bir gün onun evine varmıştım. Bana dedi ki: Sana bir hatun nasîb olacak ki, ne sen ondan önce bir hatun görmüş olursun, ne de o, senden önce bir erkek görmüş olur. Güzel yüzlü ve zahide bir hatun olup, bir büyük Peygamber kızı olsa gerektir. Ben teyzemin bu sözüne hayret ettim. Yine bana dedi ki: Bir peygamber geldi. Ona gökten vahy nâzil oldu. Ben dedim ki: Ey teyzem, böyle bir sır, şehirde hiç duyulmadı. O halde bu sözü açık söyle. O zaman teyzem dedi ki: Muhammed bin Abdullaha peygamberlik geldi. Halkı dine davet eder. Çok zaman geçmez ki, Onun dîni ile âlem nurlanır. Ona karşı gelenin başı kesilir.
Teyzemin bu sözleri, bana çok tesir etti. Endişeye düştüm. Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) ile, aramızda büyük bir dostluk vardı. Birbirimizden hiç ayrılmazdık. Bu meseleyi görüşmek üzere, iki gün sonra hemen Ebû Bekir ( radıyallahü anh )in yanına gittim. Teyzemin söylediklerini Ona söyledim. Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) bana dedi ki: Ya Osman! Sen akıllı bir kimsesin. Hiç görmez ve işitmez ve bir şeye fayda ve zarar vermez olan bir kaç taş ilâhlığa nasıl lâyık olur? Ben, Doğru söylüyorsun, teyzemin sözü gerçektir dedim.
Hazreti Ebû Bekir, Osmana ( radıyallahü anh ) İslâmiyeti anlattıktan sonra Onu Resûlullahın ( aleyhisselâm ) huzûruna götürdü. Peygamberimiz, Hazreti Osmana şöyle buyurdu:
Yâ Osman. Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe davet eder. Sen de icabet eyle! (Kabûl et) Ben bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim Hazreti Osman Resûlullahın yüksek halleri ve güler yüzle söylediği sözler karşısında kendinden geçip, büyük bir şevk ve teslimiyetle Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh deyip müslüman oldu. Sonra da daha önce Şama gittiği sırada gördüğü bir rüyayı şöyle anlattı: Yâ Resûlallah! Biz Muan ile Zerka denilen yer arasında idik. Bir ara orada uyumuşduk. O sırada Ey uyuyanlar. Uyanın. Ahmed ( aleyhisselâm ) Mekkede zuhur etti. diye nidâ eden bir ses işittik. Mekkeye gelince de sizin Peygamber olarak gönderildiğinizi öğrendik.
Teyzem, müslüman olduğumu duyunca çok sevinip aşağıdaki şiiri okuyarak yanıma geldi.
Sözlerim sebebiyle, Hak teâlâ Osmana
Doğru yolu gösterdi, hidâyet verdi ona.
Kendi fikrini bırak, uy Resûlün fikrine,
Her sözü doğru olan, Allahın Resûlüne.
Hak dîni ile gönderilen, iki kızını nikahladı ona,
Ufukda mecz olan ayla güneş gibi oldu.
Hazreti Osman müslüman olduktan sonra, diğer müslümanlar gibi o da çeşitli işkencelere uğradı. Bilhassa amcası tarafından çok işkence yapıldı. Müslüman olduğu için amcası, onu ip ile belinden ağaca bağlayıp, yoruluncaya kadar kırbaç ile döverdi. O bütün işkencelere sabreder hep kelime-i şehâdet okurdu. Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) kızı Rukıyye ile evlendi. Peygamberimizin kızları Rukıyye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Lehebin oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları müslüman olmaya davete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları da düşmanlık edip, Resûlullahın kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece Resûlullahı ( aleyhisselâm ) sıkıntıya düşürmek istediler. Bunun üzerine vahiy gelerek Rukıyye Hazreti Osmana nikâh edildi. Rukıyye, Bedr Savaşından sonra vefât edince, Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hazreti Osmana nikâh edildi. Bu bakımdan Ona Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) iki kızıyla evlenme nimetine kavuşmuş olduğu için iki nûr sahibi manasına Zinnûreyn denilmiştir.
Hazreti Osman müslüman olunca, müşrikler tarafından yapılan işkencelere uzun zaman tahammül edip, Habeşistana hicret etmeye izin verilince, hanımı Rukıyye ( radıyallahü anha ) ile Habeşistana hicret etti. Böylece Habeşistana ilk hicret eden Müslümanlardan biri de Hazreti Osmandır. Ayrıca Hud aleyhisselâmdan sonra ailesi ile birlikte ilk hicret edenlerden oldu. Bir müddet sonra Mekkeye dönüp, ikinci olarak tekrar Habeşistana hicret etti. Bu ikinci hicretten sonra Mekkeye dönüp, son olarak Medineye hicret etti. Böylece dîni uğruna üç kere hicret etti.
Medineye hicret ettiği ilk günlerde şehirde su sıkıntısı çekiliyordu. Rume kuyusundan başka içecek su yoktu. Bu kuyu ise bir Yahudiye âit olup suyunu satardı. Resûlullah ( aleyhisselâm ): Rume kuyusunu, kim satın alır, kendi kovasını müslümanların kovası ile beraber tutarsa, Cennetteki kovası bundan hayırlı olur. buyurdular. Hazreti Osman kuyuya varıp, Yahudi ile pazarlık etti. Yahudi kuyunun hepsini satmadı. Hazreti Osman da, nöbetleşe bir gün kendisinin, bir gün Yahudinin olmak üzere yarısını satın aldı. Hazreti Osman kendi nöbet gününde kuyuyu müslümanlara serbest bırakırdı. Yahudi, nöbetinde suyu para ile satardı. Müslümanlar Hazreti Osmanın nöbetinde iki günlük sularını alır, Yahudinin nöbetinde kuyunun yanına uğramazdı. Yahudinin işi böylece bozuldu. Sonra: Yâ Osman, işimi bozdun deyince Hazreti Osman kuyunun diğer yarısını da aldı. (İlk yarısını onikibin dirheme almıştı, ikinci yarısını sekizbin dirheme aldı. Hepsini sebil etti.)
Hazreti Osman Bedir Savaşı hariç bütün savaşlarda bulundu. Hudeybiye andlaşmasında Mekkeye elçi olarak gönderildi. Tebük seferinde onbin kişilik İslâm ordusunun, bütün ihtiyâçlarını karşılayıp donattı. Ayrıca bin altın da para yardımında bulundu. Bütün malını İslâmiyetin yayılması, insanların kurtulması, seâdete kavuşması için Allah yolunda harcadı.
Bedir Savaşı yapıldığı sırada, Peygamberimizin kızı olan, hanımı Hazreti Rukıyyenin ağır hasta olması sebebiyle, Bedir Savaşına katılmasına izin verilmedi. Zafer haberi geldiği gün hazret-i Rukıyye vefât etti. Hazreti Osmanın Hazreti Rukıyyeden, Abdullah adında bir oğlu olup, hicretin dördüncü yılında altı yaşında vefât etti. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ), kızı Rukıyyenin vefâtından sonra diğer kızı Ümmü Gülsümü Hazreti Osman ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm de vefât edince Peygamberimiz ( aleyhisselâm ): Ya Osman bir kızım daha olsaydı, onu da sana verirdim buyurdu.
Hazreti Osman, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vahiy kâtiblerinden idi. Güzel yazar, güzel konuşur ve çok kuvvetli bir hatîb idi. Dâima Kurân-ı kerîm okur, ondan çeşitli meseleler çıkarırdı. Kurân-ı kerîmi hıfzı (ezberi) çok kuvvetli idi. Namazda bir rekatte bütün Kurân-ı kerîmi okuyan dört kişiden biri de Hazreti Osmandır. Çok okuduğu için iki mushaf elinde eskimiştir.
İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan müslümanlar çoğalıp Medineye geliyordu. Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) mescidi dar gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlullah ( aleyhisselâm ) Bizim mescidimizi bir zira olsun genişleten Cennete gider buyurdu. Hazreti Osman, Yâ Resûlallah, malım mülküm sana feda olsun. Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum dedi. Mescidi kırk zira (20 metre) genişletti ve bütün masraflarını karşıladı. Bunun üzerine Allahın mescidlerini ancak, Allaha, âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve yalnız Allahdan korkan kimseler tamir eder. İşte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır. meâlindeki Tevbe sûresi onsekizinci âyeti nâzil oldu. Ekseriyetle Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) yanından ayrılmazdı. Veda Haccında da Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile beraber bulundu. Peygamberimizin vefâtından sonra Hazreti Ebû Bekirin kendisinden sonra Hazreti Ömerin hâlife olmasını bildirdiği ahidnâme, Hazreti Osman tarafından yazılıp hazırlandı. Hazreti Ömerin halifeliği sırasında seçtiği altı kişilik husûsi şûra azalarından biri de Hazreti Osman idi. Bu şûra Hazreti Ömerin şehîd edilmesinden sonra Hazreti Osmanı halife seçti. Eshâb-ı kiram ona bîat ettiler. Böylece hicretin 24. yılında (m. 644) senesinde Muharrem ayının birinci günü hilafet makamına geldi.
12 sene hilâfet makamında kalan Hazreti Osman, cesur idi. Hiçbir felâket karşısında sarsılmamıştır. Bunun için halifeliği de başarılı geçmiştir. Bilhassa halifeliğinin ilk yılları, İslâm târihinde altın bir devir teşkil eden Ebû Bekir ve Ömer ( radıyallahü anh ) devirlerinin bir devamıydı. Devrinde bir çok fetihler yapılmıştır. Horasan, Hindistan, Maverâünnehir, Kafkasya, Kıbrıs adası ve kuzey Afrikanın bir çok yerleri, Onun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır.
Yine onun halifeliği sırasında Şamda vâlilik yapan Hazreti Muâviye komutasındaki ordu Kıbrıs adasını alarak Akdenizde önemli bir mevki elde etti.
Hazreti Osman herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun tayin ettiği vâlileri, emirleri, onu sevmekte ve emirlerini yapmakta, askerlikte ve memleketleri feth etmekte, çalışkanlıkta en seçme kimselerdi. Onun zamanında İslâm memleketleri batıda İspanyaya kadar, doğuda Kabil ve Belhe kadar genişletildi, İslâm orduları denizde ve karada büyük zaferlere ulaştı.
Hazreti Osman, Hicazdaki ve Irakdaki bakımsız yerleri, güvendiği kimselere ve yakınlarına verir, ziraat aletleri de temin ederek çalıştırır, millete çok toprak kazandırarak ziraatı geliştirip, bağlar, meyve bahçeleri yetiştirdi. Kuyular kazdırıp, kanallar açtırdı. Arabistanın kuru toprakları onun zamanında en bereketli yerler gibi olmuştu. Emniyet ve huzûr da böylece kendiliğinden meydana gelmişti. Hanlar, misâfirhâneler yapılmıştı. Ticâret ve nakliyatta kolaylık da, bunlara bağlı olarak gelişmişti. Mal, servet artıp iş hayatı canlandı. Onun zamanında Medinede tarla sürmeyen, bağ yetiştirmeyen kimse kalmadı. Bu bereketi ve huzûru gören Eshâb-ı kiram, Hazreti Osmanı çok takdîr ettiler. Hazreti Osmanın hizmetlerinden biri de Hazreti Ebû Bekirin bir araya toplattığı Kurân-ı kerîm nüshasından, altı nüsha daha yazdırıp, büyük İslâm merkezlerine göndermesidir. Bu bakımdan Ona Nâşir-ül-Kurân (Kurânın yayıcısı) denilmiştir. Ömerin ( radıyallahü anh ) hilâfeti zamanı olan on sene ile Osmanın ( radıyallahü anh ) oniki senesinden ilk altısı, refah ve rahatlıkla geçerek, İslâm memleketlerinin hepsinde dînî hükümler uygulandı ve İslâm dünyâsı çok genişledi. Hatta, bütün Arabistan ve Afrikanın büyük bir kısmı, İslâm memleketinin bir parçası olmuş, Trablusgarb, Fizan, Bingazi, Tunus, Cezayir, Fas, Merakeş, Dimyat, Zeyyad, Aden, Sanâ, Asir, Bahreyn, Hadremut, Katif, Necd, bütün Irak. Hindistan ve Sind, Çin, Semerkand, Hayve, Buhârâ ve Türkistan, İran, Kafkasya İslâmın idâresi altına girerek, İslâm sancağı, İstanbul surlarının önüne kadar götürülmüştü. Feth edilen memleketlerin ahalisi de seve seve müslüman olmakla şereflendiklerinden İslâm nüfusu pek artmış, milyonları aşmıştı. Bu kadar genişlik ve çokluk sebebiyle fikirlerde ayrılık çoğalmış, düşünüş tarzları, idrâk şekilleri arasında ayrılık baş göstermişti. Müslüman şekline giren münâfıkların körüklemesi ile halifeye karşı çıkan isyan yüzünden, Osman ( radıyallahü anh )ın hilâfetinin son altı senesi karışık ve gürültülü geçti. Yahudiler ve diğer İslâm düşmanları, çeşitli ihtilaflar çıkararak, fitne ve fesadı yaymak teşebbüsüne geçtiler. Fitnenin ve fesadın en büyük kaynağı Mısırda idi. Buradaki fitne hareketini; Yemenli bir Yahudi olan Abdullah İbni Sebe adındaki bir münâfık yapıyordu. Her tarafa yerleştirdiği adamları ile temas halinde olup, fitnenin yayılması için her yola başvuruyordu. İslâmiyeti içerden yıkmak için faaliyete geçen Abdullah İbni Sebe, önce Basra ve Kûfede gizli teşkilât kurdu. Daha sonra Medineye gelip, orada bir takım fitne ve karıştırıcılık faaliyeti göstermek istedi ise de, tutunamayıp, Mısıra kaçtı. Mısırda yıkıcı faaliyetlerini devam ettirmek üzere, kendisi gibi fitneci kimseleri etrâfına topladı ve faaliyete geçti. Burada fitnenin ilk tohumlarını atıp, sebeiyye fırkasını ortaya çıkardı. Kurduğu gizli teşkilâtla, cahil ve başı boş Mısır kıbtilerini aldatarak bir çapulcu alayı topladı. Âsîlerden onüçbin kişi, Medine-i münevvere şehrini sarmağa kadar ileri gidip, halifeye, hilâfetden çekilmesini teklif etmişlerdir. Osman ( radıyallahü anh ) ise, (Server-i âlemin ( aleyhisselâm ) bana giydirdiği elbiseyi, elimle çıkarmam) buyurdu. Sahâbe-i kiramın ve Tabiîn-i kiramın hepisinin ictihâdları da böyle idi. Fakat, âsiler ikna edilemedi. Hicretin otuzbeşinci senesinde Medineye gelerek, Hazreti Osmanın evini kuşattılar. Muhasara, kırk gün devam etti. Hazreti Hasan ve Hüseyin ile Talha ( radıyallahü anh ) halifenin kapısında nöbet tuttular. Eshâb-ı kiramın büyüklerinden Abdullah bin Selâm hazretleri buyuruyor ki: Muhasarada bulunan Hazreti Osmanı ziyâret etmek üzere yanına gittim. Selâm verdim. Hazreti Osman selâmımı aldı. Oturdum, az sonra Hazreti Osman. Kardeşim bu gece rüyamda şu pencereden Resûl-i Ekremi gördüm bana Osman seni muhasara ettiler öyle mi? diye sordu. Ben de Evet yâ Resûlallah dedim. Resûl-i Ekrem Seni susuz bıraktılar, öylemi? diye tekrar sordular. Ben de Evet yâ Resûlallah dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem bana bir bardak su verdi ve ben de o suyu içtim. Hatta soğukluğunu göğüsümde duyarcasına kandım. Sonra Resûl-i Ekrem bana İstersen seni onlara galip getirelim, istersen iftarı bizim yanımızda yap buyurdu. Ben de Resûl-i Ekremin yanında iftarı tercih ettim dedi.
Hazenül-Kuşeyrî diyor ki: Abdullah bin Selâm, Hazreti Osmanın evinden ayrıldıktan sonra Osman ( radıyallahü anh ) evini saran adamların karşısına çıktı ve onlara Sizi benim üzerime teşvik ve tahrik eden o iki kişiyi getirin göreyim dedi. Kızıl deve veya eşek gibi iki adam Osmanın ( radıyallahü anh ) karşısına çıktı. Hazreti Osman: Size Allah ve Resûlüne yemîn verdirerek soruyorum. Resûl-i Ekrem Medineye geldiği vakit, Rûme kuyusundan başka içilecek tatlı su bulunmadığı için Rûme kuyusunu kim satın alır, kendi kovasını müslümanların kovası ile beraber tutarsa, Cennetteki kovası bundan hayırlı olur. buyurduğu vakit, bol para verip onu satın alan ve millete vakf eden ben değil miyim? Şimdi siz ondan, hatta bir bardak acı sudan olsun beni men ediyorsunuz dedi. Onlar Evet doğrudur dediler. Sonra yine Hazreti Osman: Allah ve İslâmiyet hakkı için size soruyorum: Darda olan İslâm ordusunu tamamiyle kendi servetimden techîz etmedim mi? diye sordu. Onlar: Evet doğrudur. dediler. Hazreti Osman: Allah ve İslâmiyet adına size yemîn verdiriyorum; mescid müslümanlara dar geldiği vakit, Resûl-i Ekrem: Cennette daha hayırlısını almak üzere falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder? buyurduğu vakit onu satın alıp mescide katan ben değil miyim? Böyle iken, şimdi siz benim mescidde namaz kılmama mâni oluyorsunuz dedi. Onlar: Evet, doğrudur dediler. Hazreti Osman: Allah ve İslâmiyet adına yemîn verdirerek soruyorum: Resûl-i Ekrem, Ebû Bekir, Ömer ve benimle Şebir dağında otururken, dağ sallanıp taşı yuvarlandığı ve Resûl-i Ekrem taşı ayağıyla itip: Ey Şebirdağı dur. Zira senin üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başka kimse yoktur.buyurmadı mı? dedi. Onlar: Vallahi doğru söylüyorsun dediler. Bunun üzerine Hazreti Osman Allahü Ekber diye tekbir aldıktan sonra: Kâbenin Rabbi hakkı için şahid olun ki, ben şehîdim dedi. Daha sonra âsiler, komşu duvarından aşarak içeriye girdiler. Osman ( radıyallahü anh ) oruçlu olup, Kurân-ı kerîm okuyordu. Âsiler Hazreti Osmanın üzerine saldırıp şehîd ettiler. Bu arada, hanımı Naile ( radıyallahü anha )nın da parmakları kesildi. Abdullah bin Selâm, Hazreti Osmanın şehîd edildiği esnada yanında bulunanlara Hazreti Osman son olarak o esnada ne dedi? diye sordu. Dediler ki: Hazreti Osman Yâ Rabbi Ümmet-i Muhammed arasındaki tefrikayı kaldır ve kendilerini birleştir diye üç kere duâ etti. Abdullah bin Selâm diyor ki: Hazreti Osman o şekilde duâ etmeseydi, kıyâmete kadar müslümanlar bir araya gelemezdi. Asiler, Osmanın ( radıyallahü anh ) evini soydular. Devlet hazînesi olan beyt-ül-mâlı da yağma ettiler. Medine-i Münevvereyi kana buladılar. Halifenin cenâzesi üç gün defn edilmedi. Nihâyet Zübeyr bin Avvâm ( radıyallahü anh ) ve onyedi kişi cenâze namazını kıldıktan sonra, Bâki mezarlığına defn ettiler. Hazreti Osman şehîd olduğu zaman 82 yaşında bulunuyorlardı.
Hazreti Osmanın şehîd edilme haberi, İslâm ülkesinde geniş üzüntüler uyandırdı. Her tarafta büyük bir huzûrsuzluk ve hüzün başladı. İslâm düşmanları fitneyi çıkarmışlar, kinlerini kusmuşlardı. Hazreti Osmanın şehîd edildiği zamana kadar tam bir birlik içinde olan müslümanlar arasında bazı kimseler ayrılarak harici ve sebeiyye gibi fırkalara bölündüler. Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) bildirdiği ve Eshâb-ı kiramın tabi olduğu doğru yoldan ayrılmayan müslümanlar ise, fitneyi yok etmek için büyük gayretler gösterdiler. Doğru yoldan asla sapmadılar.
Hazreti Osman dâima adâletli davrandı. Müslümanların rahatı için büyük titizlik gösterdi. Fitne hareketine bir takım ithamlarla başlayan âsilerin her türlü bozuk iddialarına, ikna edici cevaplar verip, delîllerini gösterdi. Fakat âsilerin maksadı karışıklık çıkarmak ve fitne yaymak olduğundan Hicretin 35nci yılında Hazreti Osmanı şehîd ettiler. Osman ( radıyallahü anh ) şehîd olunca, bütün müslümanlar Hazreti Aliyi halife seçtiler. Hadîs-i şeriflerde Hazreti Osman hakkında buyuruldu ki: Her peygamberin Cennetde bir arkadaşı vardır. Benim arkadaşım da Osmandır.
Resûlullah kızı Rukıyyeyi Osmana verdikten bir zaman sonra kızına Osman bin Affânı nasıl buldun dedi. Hayırlı, iyi gördüm, dedi. Ey canım kızım, Osmana çok saygı göster. Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen odur. buyurdu.
Hazreti Âişe buyuruyor ki: Resûlullah ( aleyhisselâm ) evinde mübârek baldırları, yani topuğu ile dizi arası açık yatıyordu. Hazreti Ebû Bekir kapıya gelip izin istedi. Habîb-i ekrem izin verdiler. Hallerini değiştirmediler. Sonra Hazreti Ömer gelip izin istedi. Ona da izin verdiler ve mübârek baldırları açık olarak yattıkları vaziyette sohbet ediyorlardı. Hazreti Osman gelip izin isteyince, Resûl-i Ekrem oturdu ve örtündü. Hepsi gittikten sonra Server-i âleme sordum: Babam Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) İçeri girdi, hiç hareket etmediniz. Hazreti Ömer içeri girince yine aynı vaziyette durdunuz. Hazreti Osman içeri girince doğrulup oturdunuz ve elbisenizi düzelttiniz. Bunun hikmeti nedir? Cevabında: Meleklerin haya ettiği bir kimseden ben haya etmez meyim? buyurdular. Bir rivâyette ise Resûlullah ( aleyhisselâm ) Osman çok haya sahibi bir kimsedir. Eğer o halde izin verseydim içeri girip söyleyeceğini anlatmazdı. buyurmuştur.
Birgün Resûlullah ( aleyhisselâm ) yakında meydana gelecek fitneleri zikir ediyordu. O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu. Server-i âlem: O fitne günü bu şahıs hidâyet üzere olacaktır. buyurdular: Kalkıp o şahsa baktım. Osman bin Affân ( radıyallahü anh ) idi. Rivâyet eden diyor ki: O şahsı Resûl-i Ekreme göstererek Yâ Resûlallah! Bu mudur? dedim.Evet buyurdular. Yine aynı husûsta hasen hadîs olarak Âişe-i Sıddîkadan ( radıyallahü anha ) rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Yâ Osman! Allah sana (hilâfet denen) bir gömlek giydirecek. Eğer münâfıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşasıya kadar sakın onu çıkarma buyurulmuştur. Bu hadîs-i şerîf sebebiyle Hazreti Osman muhasara edildiği zaman kendisi halifelikten çekilmemiştir.
Yine hasen hadîs olarak İbni Ömer ( radıyallahü anh ) rivâyeti ile Resûl-i Ekrem: Hazreti Osman zamanında çıkacak fitneyi zikr ettikten sonra Hazreti Osmanı işâret ederek O fitnede bu, mazlûm olarak katl edilir. buyurmuştur.
Resûlullah ( aleyhisselâm ) hadîs-i şerîfde: Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihar etmiştir. Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim. Yine buyurdu: Bütün melekler benim ile iftihar ederler. Ben de Osman bin Affân ile öğünürüm. Resûlullah, Hazreti Osmana buğz eden bir kimsenin cenâze namazını kılmamıştır.
Eshâb-ı kiramdan Cabir ( radıyallahü anh ) anlatır. Biz Muhacirlerden bir cemaat Resûlullahın huzûrunda idik. Aramızda Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahmân bin Avf, Sad bin Ebî Vakkas ( radıyallahü anh ) da vardı. Habîb-i Ekrem: Herkes dostunun yanına varsın. buyurdu. Herkes sevdiğinin yanına gitti. Resûl-i Ekrem de Hazreti Osmanı yanına aldı. Sen dünyâda ve âhırette benim sevdiğimsin buyurdu. Resûlullah ( aleyhisselâm ) bir hadîs-i şerîfte: Ben Allahü teâlânın huzûrunda, Hazreti Osmanın düşmanlarının hasmıyım, onlara karşıyım. buyurdu. Yine buyurdu ki: Biz Osman bin Affânı, Allahü teâlânın halîli ve kerîm olan babamız İbrâhîm aleyhisselâma benzetiyoruz. Abdullah bin Ömerin bildirdiği hadîs-i şerîfte Osman ümmetimin en hayırlısı ve en çok ikram edenidir. buyuruldu.
İbni Mesûd ( radıyallahü anh ) rivâyet ediyor. Bir gazâda Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile beraberdim. Yiyecek bitti. Askeri üzüntü, sıkıntı kapladı. Resûl-i Ekrem bu hâle vakıf oldu. Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızk gönderecektir. buyurdu. Hazreti Osman bu sözünü işitince: Resûl-i Ekremin her sözünün muhakkak; doğru olması lazımdır. diye düşünüp yiyecek bulmağa çalıştı. Bir yerde ondört deve yükü yiyecek buldu. Fazla fiat ile alıp dokuz yükünü güneş batmadan Habîb-i Ekremin huzûruna getirdi: Yâ Osman! Bunlar nedir? diye sordular. Osmandan Allahın Resûlüne hediyyedir dedi.
Seyyid-i Kâinatın ( aleyhisselâm ) buyurdukları, gecikmeden yerine gelince müminler sevindiler, münâfıklar mahzûn oldular. Server-i âlem hazretleri mübârek ellerini açıp: Yâ Rabbi! Osmana çok ecir ver diyerek hayır duâ buyurdular.
Abdullah bin Abbas, Resûlullahın: Ya Rabbi! Osmanı kıyâmet gününün sıkıntılarından kurtar, ona rahatlık ver. O bizim birçok sıkıntımızı gidermiştir. buyurduğunu bildirmiştir. Bir hadîs-i şerîfde de, Osmanın şefaati sayesinde, Cehenemi hak etmiş yetmişbin kişi, hesabsız Cennete girecektir. Hazreti Osmanın menkıbelerinden bazıları şöyledir:
Birgün Osman bin Affân ( radıyallahü anh ) Resûlullahı ( aleyhisselâm ) evine davet etti. Resûlullah: Yalnız beni mi davet ediyorsun? buyurdular. Hazreti Osman: Eshâb-ı kiram da gelsinler Yâ Resûlallah dedi. Bilâl-i Habeşîyi ( radıyallahü anh ) bütün Eshâb-ı kirama, Hazreti Osmanın davetine gelmeleri için haber vermekle vazîfelendirdi. Kendileri Hazreti Ali ile Hazreti Osmanın evine doğru yola çıktılar. Hazreti Osman, Peygamberimizin mübârek adımlarını sayıyordu. Peygamberimiz farkına varıp, sebebini sordu. Yâ Resûlallah! Her adımınıza bir köle âzâd olsun dedi. Davetten sonra bütün kölelerini âzâd etti.
Halifeliği sırasında adâlet ile davranmaya çok dikkat ederdi. Birgün bir gencin kulağını çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi: Efendim, herkesin birbirinden hakkını alacağı kıyâmet gününü düşününüz. Bu söz Hazreti Osmana çok tesif etti. Ey genç sen de, benim kulağımı çek ödeşelim. buyurdu. Genç, Hazreti Osmanın kulağını çekti. Hazreti Osman: Biraz daha çek deyince genç: Siz kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben de o günkü hesaptan korkuyorum. dedi.
Osman ( radıyallahü anh ) cömert, haya sahibi idi. Gecenin bir kısmında uyur, sonra ibadete kalkardı. Gündüzleri de oruçla geçirirdi. Hak teâlâ Zümer sûresinin dokuzuncu âyet-i kerîmesini Hazreti Osman veya Ebû Bekir veya Ömer veya devamlı itaateden her mümin için indirmiştir. Bu âyet-i kerîmede:
Yoksa, o, ahiret (azâbın)dan korkarak, Rabbinin rahmetini umarak gecenin saatlerinde secdeye kapanır, kıyamda durur bir halde tâat ve ibadet eden kimse (gibi) midir? De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak temiz akıl sahibleridir ki (bunlar) hakkıyla düşünür. buyurulmuştur. Müfessirlerin çoğu bu âyet-i kerîmenin Hazreti Osman hakkında indirildiğini bildirmişlerdir.
Muhtaç olanlara bol bol yemek yedirir, kendisi de evde sirke ile zeytinyağı yerdi. Halîfe iken, deveye binince kölesini de arkaya alır, böyle yaptığı için çekinmez sıkılmazdı. Kabristana uğradığı zaman oturur, ağlardı. Öyle ki sakalı ıslanırdı.
Hazreti Osman bir defasında Resûlullahın evinde hiç yiyecek kalmadığını işitmişti. Hemen bir semiz koyun, bir miktar bal ve bir çuval un alıp, Hazreti Âişenin evine götürdü. Hazreti Âişeye şöyle dedi: Ey müminlerin annesi, Resûl-i Ekremin bunu, diğer hanımları arasında paylaştıracağını zannediyorum. Hiç paylaştırmasın çünkü ben onlara da bunların aynısını gönderdim. dedi. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) eve gelip durumu öğrenince Yâ Rabbi! Osmanın geçmiş gelecek, gizli, aşikâr bütün günahlarını affet diyerek duâ etti.
Allahü teâlâ, Peygamberlere (aleyhimüsselâm) verdiği faziletler ve güzel menâkıbdan bazılarını Hazreti Osmana da vermiştir.
Birincisi: Şehîd olmaktır. Allahü teâlâ, peygamberlerinden Zekeriyya ve Yahyâya (aleyhimüsselâm ) vermiştir.
İkincisi: Zühd ve Hicrettir. Hak teâlâ, peygamberi Îsâ bin Meryeme (aleyhisselâm ) vermiştir.
Üçüncüsü: Cömertliktir. Hak teâlâ bu fazîleti peygamberi İbrâhîme (aleyhisselâm ) vermiştir.
Dördüncüsü: İhtiyârlıktır. Hak teâlâ ihtiyârlığı peygamberi Nûh (aleyhisselâm )a vermiştir.
Beşincisi: Haslet, haya etmek üstünlüğüdür.
Hak teâlâ hayayı Hazreti Âdem ve Muhammed (aleyhimüsselâm )a vermiştir. Hak teâlâ bu beş üstünlüğü Hazreti Osmanda toplamıştır.
Hazreti Ali, Hazreti Fâtıma ile evleneceği zaman düğün masrafı yapmak üzere zırhını satılması için pazara göndermişti. Hazreti Osman pazardan geçerken Hazreti Alinin zırhını tanıdı. Dellalı çağırıp bu zırhın sahibi buna ne kadar para istiyor? diye sordu. Dellal dörtyüzdirhem istiyor dedi. Gel parasını verip alayım dedi. Evine gittiler, zırhı alıp parasını verdi. Sonra bu zırhın yanına dörtyüz dirhem para koyup Hazreti Aliye gönderdi ve şöyle haber yolladı. Bu zırh senden başkasına lâyık değildir. Bu dörtyüz dirhemi de düğününe harca, bizi mazur gör...
Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ) bir gün Hazreti Osmanın huzûruna gidiyordu. Yolda bir kadına gözü ilişti ve baktı. Huzûra varınca Hazreti Osman: Sana ne oldu? Gözlerinizde zinâ eseri görüyorum. buyurdu. Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ): Yâ Emîr-el-Müminîn, Resûlullahdan sonra vahy iner mi? diye sordu, cevabında: Hayır, vahy inmez, fakat müminin firaseti doğrudur. Nitekim Resûl-i Ekrem: Müminin firasetinden kaçınınız. Çünkü, mümin Allahın nûru ile bakar buyurmuştur, dedi.
Bir defasında Medinede kıtlık vardı. O sırada Hazreti Osmanın Şamdan yüz deve yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kiram satın almak için yanına gittiler. Hazreti Osman sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim dedi. Eshâb-ı kiram durumu Hazreti Ebû Bekire bildirip bundan üzüldüklerini söylediler. Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu? dediler. Hazreti Ebû Bekir; Osman ( radıyallahü anh ) Resûlullahın ( aleyhisselâm ) dâmâdı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız beraber gidelim buyurdu. Hazreti Ebû Bekir yanına gidip, Yâ Osman, Eshâb-ı kiram senin bir sözüne üzülmüşler deyip durumu anlattı. Hazreti Osman, Evet ey Resûlullahın halifesi, onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu buğdayı bire yediyüz verip alana verdik dedi. Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medinede bulunan fakirlere, Eshâb-ı kirama bedava dağıttı. Yüz deveyi de kesip fakirlere yedirdi. Hazreti Ebû Bekir bu işe çok sevinip, Hazreti Osmanın alnından öptü.
Hazreti Osman, Peygamberimizden ( aleyhisselâm ) 146 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:
Kıyâmet günü üç sınıf insan şefaat eder: Bunlar, peygamberler, âlimler ve şehîdlerdir.
En hayırlınız Kurân-ı kerîmi öğrenen ve öğretendir.
Bir kul her gün sabah ve akşam şu duâyı üç defa okursa, o kimse zararlardan korunur. (Bismillâhillezî lâ yedurru maasmihi şeyün fil ardı ve lâ fissemâi ve hüvessemiulalîm).
Yatsı namazını (cemaatla) kılan, gece yarısına kadar ibadet etmiş, sabah namazını cemaat ile kılan ise gecenin tamamını ibadet ile geçirmiş sayılır.
O halde evladınıza ikram edin. Çünkü anne ve babanızın sizde hakkı olduğu gibi, evladınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır.
Adem oğlunun ancak üç şeyde hakkı vardır: Belini doğrultacak kadar yemekte, avret yerini örtecek kadar elbisede ve kendini saklayacak evde, fazlasının ise hesabı vardır.
Buyurdu ki: Dünya için üzülmek kalbe zulmet, âhıret için üzülmek ise kalbe nûrdur.
Ârifin alâmetlerindendir. Kalbi havf ve recâ, dili hamd ve sena, gözü yaşlı ve hayâlı, isteği günahları ve dünyâyı terk ve rıza üzerine olmaktır. İnsanların en iyisi Rabbine kavuşmadan önce, Rabbini kendinden râzı eden, içine girmeden önce kendi kabrini en güzel yapandır. Ezan okunurken sükût edip dinleyene iki, yalnız sükût edene ise bir ecir vardır. Buna karşılık duyduğu halde konuşana iki, uzakta olduğu için duymayıp konuşana da bir günah vardır.
İnsanların en iyisi, dünyâ onu terk etmeden, dünyâyı terk edendir. Rabbine kavuşmadan önce, Rabbini kendinden râzı edendir.
İbadetin tadını dört şeyde buldum: Allahın farz kıldıklarını yapmada, yasaklarından sakınmada, Allahdan sevâb bekleyerek emr-i marûf yapmada ve Allahın gadabından kaçınarak nehy-i münker etmede.
Dört şey vardır ki, dışı fazîlet, içi farzdır: Sâlihlerle düşüp kalkmak fazîlet, onlara uymak farz; Kurân okumak fazîlet, onunla amel farz; kabir ziyâreti fazîlet, kabir için hazırlanmak farz, hasta ziyâreti fazîlet, vasıyyetini almak farzdır.
Ölümü bilip gülene, dünyânın fani olduğunu bilip ona rağbet edene, işlerin takdîrle olduğunu bilip, istediği olmayınca üzülene, hesaba inanıp mal toplayana, Cehenneme inanıp günah işleyene, Allahü teâlâya inanıp dünyâ ile rahatlayana, şeytanı düşman bilip, ona itaat edene çok şaşarım! Eğer gönüller manevî pisliklerden temiz olsaydı, Kurânın zevkine doyulmazdı. Beş vakit namazı vaktinde devam üzere kılana dokuz şey ikram edilir. Allah onu sever, bedeni sağlam olur, melekler onu korur, evine bereket iner, yüzünde sâlihler siması olur, Allahü teâlâ kalbini yumuşatır, sıratı parlak şimşek gibi geçer, Allahü teâlâ Onlar için korku ve üzüntü yoktur zümresine onu ilhak eyler, Allahü teâlâ onu Cehennemden korur.
On şey çok zayi olmuştur. Sual sorulmayan âlim, amel edilmeyen ilim, kabûl edilmeyen doğru görüş, kullanılmayan silâh, içinde namaz kılınmayan mescid, okunmayan mushaf, infâk edilmeyen mal, binilmeyen vasıta, dünyâyı isteyenin içindeki zühd ilmi, içinde âhiret yolculuğu için azık edinilmeyen uzun ömür.
Eshâb-ı kirâmın en büyüklerinden ve Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) dâmâdı, üçüncü halifesi. 577 senesinde Mekkede doğdu. Babası Affân olup, Kureyş kabilesinin Benî Ümeyye kulundandı. Hazreti Osmanın soyu, Abd-i Menafta Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) temiz nesebi ile birleşir. Dünyada iken Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hazreti Rukıyyeden Abdullah isminde bir oğlu olmuş ve bu sebeble Ebû Abdullah künyesi ile de tanınmıştır.
Hazreti Osman, ilk müslüman olanların beşincisidir. Müslüman olmadan önce ticâret ile uğraşırdı. Zengin bir tüccâr olup, mükemmel ve zarif bir cemiyet insanı idi. Kabilesi arasında geniş bir çevresi ve büyük itibarı vardı. İslâmiyet gelmeden önce Hazreti Ebû Bekir ile yakın arkadaş ve dost idi. Ona karşı içten bir sevgi duyar, iş husûsunda da görüşüp konuşurlardı. O da Hazreti Ebû Bekir gibi cahiliyet devrinin kötülüklerinden uzak durmuştur. Hazreti Ebû Bekir müslüman olduktan sonra, Hazreti Osman da onun teşviki ile müslüman oldu. Müslüman oluşunu kendisi şöyle anlatır:
Benim kâhin bir teyzem vardı. Bir gün onun evine varmıştım. Bana dedi ki: Sana bir hatun nasîb olacak ki, ne sen ondan önce bir hatun görmüş olursun, ne de o, senden önce bir erkek görmüş olur. Güzel yüzlü ve zahide bir hatun olup, bir büyük Peygamber kızı olsa gerektir. Ben teyzemin bu sözüne hayret ettim. Yine bana dedi ki: Bir peygamber geldi. Ona gökten vahy nâzil oldu. Ben dedim ki: Ey teyzem, böyle bir sır, şehirde hiç duyulmadı. O halde bu sözü açık söyle. O zaman teyzem dedi ki: Muhammed bin Abdullaha peygamberlik geldi. Halkı dine davet eder. Çok zaman geçmez ki, Onun dîni ile âlem nurlanır. Ona karşı gelenin başı kesilir.
Teyzemin bu sözleri, bana çok tesir etti. Endişeye düştüm. Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) ile, aramızda büyük bir dostluk vardı. Birbirimizden hiç ayrılmazdık. Bu meseleyi görüşmek üzere, iki gün sonra hemen Ebû Bekir ( radıyallahü anh )in yanına gittim. Teyzemin söylediklerini Ona söyledim. Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) bana dedi ki: Ya Osman! Sen akıllı bir kimsesin. Hiç görmez ve işitmez ve bir şeye fayda ve zarar vermez olan bir kaç taş ilâhlığa nasıl lâyık olur? Ben, Doğru söylüyorsun, teyzemin sözü gerçektir dedim.
Hazreti Ebû Bekir, Osmana ( radıyallahü anh ) İslâmiyeti anlattıktan sonra Onu Resûlullahın ( aleyhisselâm ) huzûruna götürdü. Peygamberimiz, Hazreti Osmana şöyle buyurdu:
Yâ Osman. Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe davet eder. Sen de icabet eyle! (Kabûl et) Ben bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim Hazreti Osman Resûlullahın yüksek halleri ve güler yüzle söylediği sözler karşısında kendinden geçip, büyük bir şevk ve teslimiyetle Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh deyip müslüman oldu. Sonra da daha önce Şama gittiği sırada gördüğü bir rüyayı şöyle anlattı: Yâ Resûlallah! Biz Muan ile Zerka denilen yer arasında idik. Bir ara orada uyumuşduk. O sırada Ey uyuyanlar. Uyanın. Ahmed ( aleyhisselâm ) Mekkede zuhur etti. diye nidâ eden bir ses işittik. Mekkeye gelince de sizin Peygamber olarak gönderildiğinizi öğrendik.
Teyzem, müslüman olduğumu duyunca çok sevinip aşağıdaki şiiri okuyarak yanıma geldi.
Sözlerim sebebiyle, Hak teâlâ Osmana
Doğru yolu gösterdi, hidâyet verdi ona.
Kendi fikrini bırak, uy Resûlün fikrine,
Her sözü doğru olan, Allahın Resûlüne.
Hak dîni ile gönderilen, iki kızını nikahladı ona,
Ufukda mecz olan ayla güneş gibi oldu.
Hazreti Osman müslüman olduktan sonra, diğer müslümanlar gibi o da çeşitli işkencelere uğradı. Bilhassa amcası tarafından çok işkence yapıldı. Müslüman olduğu için amcası, onu ip ile belinden ağaca bağlayıp, yoruluncaya kadar kırbaç ile döverdi. O bütün işkencelere sabreder hep kelime-i şehâdet okurdu. Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) kızı Rukıyye ile evlendi. Peygamberimizin kızları Rukıyye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Lehebin oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları müslüman olmaya davete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları da düşmanlık edip, Resûlullahın kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece Resûlullahı ( aleyhisselâm ) sıkıntıya düşürmek istediler. Bunun üzerine vahiy gelerek Rukıyye Hazreti Osmana nikâh edildi. Rukıyye, Bedr Savaşından sonra vefât edince, Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hazreti Osmana nikâh edildi. Bu bakımdan Ona Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) iki kızıyla evlenme nimetine kavuşmuş olduğu için iki nûr sahibi manasına Zinnûreyn denilmiştir.
Hazreti Osman müslüman olunca, müşrikler tarafından yapılan işkencelere uzun zaman tahammül edip, Habeşistana hicret etmeye izin verilince, hanımı Rukıyye ( radıyallahü anha ) ile Habeşistana hicret etti. Böylece Habeşistana ilk hicret eden Müslümanlardan biri de Hazreti Osmandır. Ayrıca Hud aleyhisselâmdan sonra ailesi ile birlikte ilk hicret edenlerden oldu. Bir müddet sonra Mekkeye dönüp, ikinci olarak tekrar Habeşistana hicret etti. Bu ikinci hicretten sonra Mekkeye dönüp, son olarak Medineye hicret etti. Böylece dîni uğruna üç kere hicret etti.
Medineye hicret ettiği ilk günlerde şehirde su sıkıntısı çekiliyordu. Rume kuyusundan başka içecek su yoktu. Bu kuyu ise bir Yahudiye âit olup suyunu satardı. Resûlullah ( aleyhisselâm ): Rume kuyusunu, kim satın alır, kendi kovasını müslümanların kovası ile beraber tutarsa, Cennetteki kovası bundan hayırlı olur. buyurdular. Hazreti Osman kuyuya varıp, Yahudi ile pazarlık etti. Yahudi kuyunun hepsini satmadı. Hazreti Osman da, nöbetleşe bir gün kendisinin, bir gün Yahudinin olmak üzere yarısını satın aldı. Hazreti Osman kendi nöbet gününde kuyuyu müslümanlara serbest bırakırdı. Yahudi, nöbetinde suyu para ile satardı. Müslümanlar Hazreti Osmanın nöbetinde iki günlük sularını alır, Yahudinin nöbetinde kuyunun yanına uğramazdı. Yahudinin işi böylece bozuldu. Sonra: Yâ Osman, işimi bozdun deyince Hazreti Osman kuyunun diğer yarısını da aldı. (İlk yarısını onikibin dirheme almıştı, ikinci yarısını sekizbin dirheme aldı. Hepsini sebil etti.)
Hazreti Osman Bedir Savaşı hariç bütün savaşlarda bulundu. Hudeybiye andlaşmasında Mekkeye elçi olarak gönderildi. Tebük seferinde onbin kişilik İslâm ordusunun, bütün ihtiyâçlarını karşılayıp donattı. Ayrıca bin altın da para yardımında bulundu. Bütün malını İslâmiyetin yayılması, insanların kurtulması, seâdete kavuşması için Allah yolunda harcadı.
Bedir Savaşı yapıldığı sırada, Peygamberimizin kızı olan, hanımı Hazreti Rukıyyenin ağır hasta olması sebebiyle, Bedir Savaşına katılmasına izin verilmedi. Zafer haberi geldiği gün hazret-i Rukıyye vefât etti. Hazreti Osmanın Hazreti Rukıyyeden, Abdullah adında bir oğlu olup, hicretin dördüncü yılında altı yaşında vefât etti. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ), kızı Rukıyyenin vefâtından sonra diğer kızı Ümmü Gülsümü Hazreti Osman ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm de vefât edince Peygamberimiz ( aleyhisselâm ): Ya Osman bir kızım daha olsaydı, onu da sana verirdim buyurdu.
Hazreti Osman, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vahiy kâtiblerinden idi. Güzel yazar, güzel konuşur ve çok kuvvetli bir hatîb idi. Dâima Kurân-ı kerîm okur, ondan çeşitli meseleler çıkarırdı. Kurân-ı kerîmi hıfzı (ezberi) çok kuvvetli idi. Namazda bir rekatte bütün Kurân-ı kerîmi okuyan dört kişiden biri de Hazreti Osmandır. Çok okuduğu için iki mushaf elinde eskimiştir.
İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan müslümanlar çoğalıp Medineye geliyordu. Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) mescidi dar gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlullah ( aleyhisselâm ) Bizim mescidimizi bir zira olsun genişleten Cennete gider buyurdu. Hazreti Osman, Yâ Resûlallah, malım mülküm sana feda olsun. Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum dedi. Mescidi kırk zira (20 metre) genişletti ve bütün masraflarını karşıladı. Bunun üzerine Allahın mescidlerini ancak, Allaha, âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve yalnız Allahdan korkan kimseler tamir eder. İşte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır. meâlindeki Tevbe sûresi onsekizinci âyeti nâzil oldu. Ekseriyetle Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) yanından ayrılmazdı. Veda Haccında da Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile beraber bulundu. Peygamberimizin vefâtından sonra Hazreti Ebû Bekirin kendisinden sonra Hazreti Ömerin hâlife olmasını bildirdiği ahidnâme, Hazreti Osman tarafından yazılıp hazırlandı. Hazreti Ömerin halifeliği sırasında seçtiği altı kişilik husûsi şûra azalarından biri de Hazreti Osman idi. Bu şûra Hazreti Ömerin şehîd edilmesinden sonra Hazreti Osmanı halife seçti. Eshâb-ı kiram ona bîat ettiler. Böylece hicretin 24. yılında (m. 644) senesinde Muharrem ayının birinci günü hilafet makamına geldi.
12 sene hilâfet makamında kalan Hazreti Osman, cesur idi. Hiçbir felâket karşısında sarsılmamıştır. Bunun için halifeliği de başarılı geçmiştir. Bilhassa halifeliğinin ilk yılları, İslâm târihinde altın bir devir teşkil eden Ebû Bekir ve Ömer ( radıyallahü anh ) devirlerinin bir devamıydı. Devrinde bir çok fetihler yapılmıştır. Horasan, Hindistan, Maverâünnehir, Kafkasya, Kıbrıs adası ve kuzey Afrikanın bir çok yerleri, Onun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır.
Yine onun halifeliği sırasında Şamda vâlilik yapan Hazreti Muâviye komutasındaki ordu Kıbrıs adasını alarak Akdenizde önemli bir mevki elde etti.
Hazreti Osman herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun tayin ettiği vâlileri, emirleri, onu sevmekte ve emirlerini yapmakta, askerlikte ve memleketleri feth etmekte, çalışkanlıkta en seçme kimselerdi. Onun zamanında İslâm memleketleri batıda İspanyaya kadar, doğuda Kabil ve Belhe kadar genişletildi, İslâm orduları denizde ve karada büyük zaferlere ulaştı.
Hazreti Osman, Hicazdaki ve Irakdaki bakımsız yerleri, güvendiği kimselere ve yakınlarına verir, ziraat aletleri de temin ederek çalıştırır, millete çok toprak kazandırarak ziraatı geliştirip, bağlar, meyve bahçeleri yetiştirdi. Kuyular kazdırıp, kanallar açtırdı. Arabistanın kuru toprakları onun zamanında en bereketli yerler gibi olmuştu. Emniyet ve huzûr da böylece kendiliğinden meydana gelmişti. Hanlar, misâfirhâneler yapılmıştı. Ticâret ve nakliyatta kolaylık da, bunlara bağlı olarak gelişmişti. Mal, servet artıp iş hayatı canlandı. Onun zamanında Medinede tarla sürmeyen, bağ yetiştirmeyen kimse kalmadı. Bu bereketi ve huzûru gören Eshâb-ı kiram, Hazreti Osmanı çok takdîr ettiler. Hazreti Osmanın hizmetlerinden biri de Hazreti Ebû Bekirin bir araya toplattığı Kurân-ı kerîm nüshasından, altı nüsha daha yazdırıp, büyük İslâm merkezlerine göndermesidir. Bu bakımdan Ona Nâşir-ül-Kurân (Kurânın yayıcısı) denilmiştir. Ömerin ( radıyallahü anh ) hilâfeti zamanı olan on sene ile Osmanın ( radıyallahü anh ) oniki senesinden ilk altısı, refah ve rahatlıkla geçerek, İslâm memleketlerinin hepsinde dînî hükümler uygulandı ve İslâm dünyâsı çok genişledi. Hatta, bütün Arabistan ve Afrikanın büyük bir kısmı, İslâm memleketinin bir parçası olmuş, Trablusgarb, Fizan, Bingazi, Tunus, Cezayir, Fas, Merakeş, Dimyat, Zeyyad, Aden, Sanâ, Asir, Bahreyn, Hadremut, Katif, Necd, bütün Irak. Hindistan ve Sind, Çin, Semerkand, Hayve, Buhârâ ve Türkistan, İran, Kafkasya İslâmın idâresi altına girerek, İslâm sancağı, İstanbul surlarının önüne kadar götürülmüştü. Feth edilen memleketlerin ahalisi de seve seve müslüman olmakla şereflendiklerinden İslâm nüfusu pek artmış, milyonları aşmıştı. Bu kadar genişlik ve çokluk sebebiyle fikirlerde ayrılık çoğalmış, düşünüş tarzları, idrâk şekilleri arasında ayrılık baş göstermişti. Müslüman şekline giren münâfıkların körüklemesi ile halifeye karşı çıkan isyan yüzünden, Osman ( radıyallahü anh )ın hilâfetinin son altı senesi karışık ve gürültülü geçti. Yahudiler ve diğer İslâm düşmanları, çeşitli ihtilaflar çıkararak, fitne ve fesadı yaymak teşebbüsüne geçtiler. Fitnenin ve fesadın en büyük kaynağı Mısırda idi. Buradaki fitne hareketini; Yemenli bir Yahudi olan Abdullah İbni Sebe adındaki bir münâfık yapıyordu. Her tarafa yerleştirdiği adamları ile temas halinde olup, fitnenin yayılması için her yola başvuruyordu. İslâmiyeti içerden yıkmak için faaliyete geçen Abdullah İbni Sebe, önce Basra ve Kûfede gizli teşkilât kurdu. Daha sonra Medineye gelip, orada bir takım fitne ve karıştırıcılık faaliyeti göstermek istedi ise de, tutunamayıp, Mısıra kaçtı. Mısırda yıkıcı faaliyetlerini devam ettirmek üzere, kendisi gibi fitneci kimseleri etrâfına topladı ve faaliyete geçti. Burada fitnenin ilk tohumlarını atıp, sebeiyye fırkasını ortaya çıkardı. Kurduğu gizli teşkilâtla, cahil ve başı boş Mısır kıbtilerini aldatarak bir çapulcu alayı topladı. Âsîlerden onüçbin kişi, Medine-i münevvere şehrini sarmağa kadar ileri gidip, halifeye, hilâfetden çekilmesini teklif etmişlerdir. Osman ( radıyallahü anh ) ise, (Server-i âlemin ( aleyhisselâm ) bana giydirdiği elbiseyi, elimle çıkarmam) buyurdu. Sahâbe-i kiramın ve Tabiîn-i kiramın hepisinin ictihâdları da böyle idi. Fakat, âsiler ikna edilemedi. Hicretin otuzbeşinci senesinde Medineye gelerek, Hazreti Osmanın evini kuşattılar. Muhasara, kırk gün devam etti. Hazreti Hasan ve Hüseyin ile Talha ( radıyallahü anh ) halifenin kapısında nöbet tuttular. Eshâb-ı kiramın büyüklerinden Abdullah bin Selâm hazretleri buyuruyor ki: Muhasarada bulunan Hazreti Osmanı ziyâret etmek üzere yanına gittim. Selâm verdim. Hazreti Osman selâmımı aldı. Oturdum, az sonra Hazreti Osman. Kardeşim bu gece rüyamda şu pencereden Resûl-i Ekremi gördüm bana Osman seni muhasara ettiler öyle mi? diye sordu. Ben de Evet yâ Resûlallah dedim. Resûl-i Ekrem Seni susuz bıraktılar, öylemi? diye tekrar sordular. Ben de Evet yâ Resûlallah dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem bana bir bardak su verdi ve ben de o suyu içtim. Hatta soğukluğunu göğüsümde duyarcasına kandım. Sonra Resûl-i Ekrem bana İstersen seni onlara galip getirelim, istersen iftarı bizim yanımızda yap buyurdu. Ben de Resûl-i Ekremin yanında iftarı tercih ettim dedi.
Hazenül-Kuşeyrî diyor ki: Abdullah bin Selâm, Hazreti Osmanın evinden ayrıldıktan sonra Osman ( radıyallahü anh ) evini saran adamların karşısına çıktı ve onlara Sizi benim üzerime teşvik ve tahrik eden o iki kişiyi getirin göreyim dedi. Kızıl deve veya eşek gibi iki adam Osmanın ( radıyallahü anh ) karşısına çıktı. Hazreti Osman: Size Allah ve Resûlüne yemîn verdirerek soruyorum. Resûl-i Ekrem Medineye geldiği vakit, Rûme kuyusundan başka içilecek tatlı su bulunmadığı için Rûme kuyusunu kim satın alır, kendi kovasını müslümanların kovası ile beraber tutarsa, Cennetteki kovası bundan hayırlı olur. buyurduğu vakit, bol para verip onu satın alan ve millete vakf eden ben değil miyim? Şimdi siz ondan, hatta bir bardak acı sudan olsun beni men ediyorsunuz dedi. Onlar Evet doğrudur dediler. Sonra yine Hazreti Osman: Allah ve İslâmiyet hakkı için size soruyorum: Darda olan İslâm ordusunu tamamiyle kendi servetimden techîz etmedim mi? diye sordu. Onlar: Evet doğrudur. dediler. Hazreti Osman: Allah ve İslâmiyet adına size yemîn verdiriyorum; mescid müslümanlara dar geldiği vakit, Resûl-i Ekrem: Cennette daha hayırlısını almak üzere falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder? buyurduğu vakit onu satın alıp mescide katan ben değil miyim? Böyle iken, şimdi siz benim mescidde namaz kılmama mâni oluyorsunuz dedi. Onlar: Evet, doğrudur dediler. Hazreti Osman: Allah ve İslâmiyet adına yemîn verdirerek soruyorum: Resûl-i Ekrem, Ebû Bekir, Ömer ve benimle Şebir dağında otururken, dağ sallanıp taşı yuvarlandığı ve Resûl-i Ekrem taşı ayağıyla itip: Ey Şebirdağı dur. Zira senin üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başka kimse yoktur.buyurmadı mı? dedi. Onlar: Vallahi doğru söylüyorsun dediler. Bunun üzerine Hazreti Osman Allahü Ekber diye tekbir aldıktan sonra: Kâbenin Rabbi hakkı için şahid olun ki, ben şehîdim dedi. Daha sonra âsiler, komşu duvarından aşarak içeriye girdiler. Osman ( radıyallahü anh ) oruçlu olup, Kurân-ı kerîm okuyordu. Âsiler Hazreti Osmanın üzerine saldırıp şehîd ettiler. Bu arada, hanımı Naile ( radıyallahü anha )nın da parmakları kesildi. Abdullah bin Selâm, Hazreti Osmanın şehîd edildiği esnada yanında bulunanlara Hazreti Osman son olarak o esnada ne dedi? diye sordu. Dediler ki: Hazreti Osman Yâ Rabbi Ümmet-i Muhammed arasındaki tefrikayı kaldır ve kendilerini birleştir diye üç kere duâ etti. Abdullah bin Selâm diyor ki: Hazreti Osman o şekilde duâ etmeseydi, kıyâmete kadar müslümanlar bir araya gelemezdi. Asiler, Osmanın ( radıyallahü anh ) evini soydular. Devlet hazînesi olan beyt-ül-mâlı da yağma ettiler. Medine-i Münevvereyi kana buladılar. Halifenin cenâzesi üç gün defn edilmedi. Nihâyet Zübeyr bin Avvâm ( radıyallahü anh ) ve onyedi kişi cenâze namazını kıldıktan sonra, Bâki mezarlığına defn ettiler. Hazreti Osman şehîd olduğu zaman 82 yaşında bulunuyorlardı.
Hazreti Osmanın şehîd edilme haberi, İslâm ülkesinde geniş üzüntüler uyandırdı. Her tarafta büyük bir huzûrsuzluk ve hüzün başladı. İslâm düşmanları fitneyi çıkarmışlar, kinlerini kusmuşlardı. Hazreti Osmanın şehîd edildiği zamana kadar tam bir birlik içinde olan müslümanlar arasında bazı kimseler ayrılarak harici ve sebeiyye gibi fırkalara bölündüler. Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) bildirdiği ve Eshâb-ı kiramın tabi olduğu doğru yoldan ayrılmayan müslümanlar ise, fitneyi yok etmek için büyük gayretler gösterdiler. Doğru yoldan asla sapmadılar.
Hazreti Osman dâima adâletli davrandı. Müslümanların rahatı için büyük titizlik gösterdi. Fitne hareketine bir takım ithamlarla başlayan âsilerin her türlü bozuk iddialarına, ikna edici cevaplar verip, delîllerini gösterdi. Fakat âsilerin maksadı karışıklık çıkarmak ve fitne yaymak olduğundan Hicretin 35nci yılında Hazreti Osmanı şehîd ettiler. Osman ( radıyallahü anh ) şehîd olunca, bütün müslümanlar Hazreti Aliyi halife seçtiler. Hadîs-i şeriflerde Hazreti Osman hakkında buyuruldu ki: Her peygamberin Cennetde bir arkadaşı vardır. Benim arkadaşım da Osmandır.
Resûlullah kızı Rukıyyeyi Osmana verdikten bir zaman sonra kızına Osman bin Affânı nasıl buldun dedi. Hayırlı, iyi gördüm, dedi. Ey canım kızım, Osmana çok saygı göster. Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen odur. buyurdu.
Hazreti Âişe buyuruyor ki: Resûlullah ( aleyhisselâm ) evinde mübârek baldırları, yani topuğu ile dizi arası açık yatıyordu. Hazreti Ebû Bekir kapıya gelip izin istedi. Habîb-i ekrem izin verdiler. Hallerini değiştirmediler. Sonra Hazreti Ömer gelip izin istedi. Ona da izin verdiler ve mübârek baldırları açık olarak yattıkları vaziyette sohbet ediyorlardı. Hazreti Osman gelip izin isteyince, Resûl-i Ekrem oturdu ve örtündü. Hepsi gittikten sonra Server-i âleme sordum: Babam Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) İçeri girdi, hiç hareket etmediniz. Hazreti Ömer içeri girince yine aynı vaziyette durdunuz. Hazreti Osman içeri girince doğrulup oturdunuz ve elbisenizi düzelttiniz. Bunun hikmeti nedir? Cevabında: Meleklerin haya ettiği bir kimseden ben haya etmez meyim? buyurdular. Bir rivâyette ise Resûlullah ( aleyhisselâm ) Osman çok haya sahibi bir kimsedir. Eğer o halde izin verseydim içeri girip söyleyeceğini anlatmazdı. buyurmuştur.
Birgün Resûlullah ( aleyhisselâm ) yakında meydana gelecek fitneleri zikir ediyordu. O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu. Server-i âlem: O fitne günü bu şahıs hidâyet üzere olacaktır. buyurdular: Kalkıp o şahsa baktım. Osman bin Affân ( radıyallahü anh ) idi. Rivâyet eden diyor ki: O şahsı Resûl-i Ekreme göstererek Yâ Resûlallah! Bu mudur? dedim.Evet buyurdular. Yine aynı husûsta hasen hadîs olarak Âişe-i Sıddîkadan ( radıyallahü anha ) rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Yâ Osman! Allah sana (hilâfet denen) bir gömlek giydirecek. Eğer münâfıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşasıya kadar sakın onu çıkarma buyurulmuştur. Bu hadîs-i şerîf sebebiyle Hazreti Osman muhasara edildiği zaman kendisi halifelikten çekilmemiştir.
Yine hasen hadîs olarak İbni Ömer ( radıyallahü anh ) rivâyeti ile Resûl-i Ekrem: Hazreti Osman zamanında çıkacak fitneyi zikr ettikten sonra Hazreti Osmanı işâret ederek O fitnede bu, mazlûm olarak katl edilir. buyurmuştur.
Resûlullah ( aleyhisselâm ) hadîs-i şerîfde: Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihar etmiştir. Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim. Yine buyurdu: Bütün melekler benim ile iftihar ederler. Ben de Osman bin Affân ile öğünürüm. Resûlullah, Hazreti Osmana buğz eden bir kimsenin cenâze namazını kılmamıştır.
Eshâb-ı kiramdan Cabir ( radıyallahü anh ) anlatır. Biz Muhacirlerden bir cemaat Resûlullahın huzûrunda idik. Aramızda Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahmân bin Avf, Sad bin Ebî Vakkas ( radıyallahü anh ) da vardı. Habîb-i Ekrem: Herkes dostunun yanına varsın. buyurdu. Herkes sevdiğinin yanına gitti. Resûl-i Ekrem de Hazreti Osmanı yanına aldı. Sen dünyâda ve âhırette benim sevdiğimsin buyurdu. Resûlullah ( aleyhisselâm ) bir hadîs-i şerîfte: Ben Allahü teâlânın huzûrunda, Hazreti Osmanın düşmanlarının hasmıyım, onlara karşıyım. buyurdu. Yine buyurdu ki: Biz Osman bin Affânı, Allahü teâlânın halîli ve kerîm olan babamız İbrâhîm aleyhisselâma benzetiyoruz. Abdullah bin Ömerin bildirdiği hadîs-i şerîfte Osman ümmetimin en hayırlısı ve en çok ikram edenidir. buyuruldu.
İbni Mesûd ( radıyallahü anh ) rivâyet ediyor. Bir gazâda Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile beraberdim. Yiyecek bitti. Askeri üzüntü, sıkıntı kapladı. Resûl-i Ekrem bu hâle vakıf oldu. Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızk gönderecektir. buyurdu. Hazreti Osman bu sözünü işitince: Resûl-i Ekremin her sözünün muhakkak; doğru olması lazımdır. diye düşünüp yiyecek bulmağa çalıştı. Bir yerde ondört deve yükü yiyecek buldu. Fazla fiat ile alıp dokuz yükünü güneş batmadan Habîb-i Ekremin huzûruna getirdi: Yâ Osman! Bunlar nedir? diye sordular. Osmandan Allahın Resûlüne hediyyedir dedi.
Seyyid-i Kâinatın ( aleyhisselâm ) buyurdukları, gecikmeden yerine gelince müminler sevindiler, münâfıklar mahzûn oldular. Server-i âlem hazretleri mübârek ellerini açıp: Yâ Rabbi! Osmana çok ecir ver diyerek hayır duâ buyurdular.
Abdullah bin Abbas, Resûlullahın: Ya Rabbi! Osmanı kıyâmet gününün sıkıntılarından kurtar, ona rahatlık ver. O bizim birçok sıkıntımızı gidermiştir. buyurduğunu bildirmiştir. Bir hadîs-i şerîfde de, Osmanın şefaati sayesinde, Cehenemi hak etmiş yetmişbin kişi, hesabsız Cennete girecektir. Hazreti Osmanın menkıbelerinden bazıları şöyledir:
Birgün Osman bin Affân ( radıyallahü anh ) Resûlullahı ( aleyhisselâm ) evine davet etti. Resûlullah: Yalnız beni mi davet ediyorsun? buyurdular. Hazreti Osman: Eshâb-ı kiram da gelsinler Yâ Resûlallah dedi. Bilâl-i Habeşîyi ( radıyallahü anh ) bütün Eshâb-ı kirama, Hazreti Osmanın davetine gelmeleri için haber vermekle vazîfelendirdi. Kendileri Hazreti Ali ile Hazreti Osmanın evine doğru yola çıktılar. Hazreti Osman, Peygamberimizin mübârek adımlarını sayıyordu. Peygamberimiz farkına varıp, sebebini sordu. Yâ Resûlallah! Her adımınıza bir köle âzâd olsun dedi. Davetten sonra bütün kölelerini âzâd etti.
Halifeliği sırasında adâlet ile davranmaya çok dikkat ederdi. Birgün bir gencin kulağını çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi: Efendim, herkesin birbirinden hakkını alacağı kıyâmet gününü düşününüz. Bu söz Hazreti Osmana çok tesif etti. Ey genç sen de, benim kulağımı çek ödeşelim. buyurdu. Genç, Hazreti Osmanın kulağını çekti. Hazreti Osman: Biraz daha çek deyince genç: Siz kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben de o günkü hesaptan korkuyorum. dedi.
Osman ( radıyallahü anh ) cömert, haya sahibi idi. Gecenin bir kısmında uyur, sonra ibadete kalkardı. Gündüzleri de oruçla geçirirdi. Hak teâlâ Zümer sûresinin dokuzuncu âyet-i kerîmesini Hazreti Osman veya Ebû Bekir veya Ömer veya devamlı itaateden her mümin için indirmiştir. Bu âyet-i kerîmede:
Yoksa, o, ahiret (azâbın)dan korkarak, Rabbinin rahmetini umarak gecenin saatlerinde secdeye kapanır, kıyamda durur bir halde tâat ve ibadet eden kimse (gibi) midir? De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak temiz akıl sahibleridir ki (bunlar) hakkıyla düşünür. buyurulmuştur. Müfessirlerin çoğu bu âyet-i kerîmenin Hazreti Osman hakkında indirildiğini bildirmişlerdir.
Muhtaç olanlara bol bol yemek yedirir, kendisi de evde sirke ile zeytinyağı yerdi. Halîfe iken, deveye binince kölesini de arkaya alır, böyle yaptığı için çekinmez sıkılmazdı. Kabristana uğradığı zaman oturur, ağlardı. Öyle ki sakalı ıslanırdı.
Hazreti Osman bir defasında Resûlullahın evinde hiç yiyecek kalmadığını işitmişti. Hemen bir semiz koyun, bir miktar bal ve bir çuval un alıp, Hazreti Âişenin evine götürdü. Hazreti Âişeye şöyle dedi: Ey müminlerin annesi, Resûl-i Ekremin bunu, diğer hanımları arasında paylaştıracağını zannediyorum. Hiç paylaştırmasın çünkü ben onlara da bunların aynısını gönderdim. dedi. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) eve gelip durumu öğrenince Yâ Rabbi! Osmanın geçmiş gelecek, gizli, aşikâr bütün günahlarını affet diyerek duâ etti.
Allahü teâlâ, Peygamberlere (aleyhimüsselâm) verdiği faziletler ve güzel menâkıbdan bazılarını Hazreti Osmana da vermiştir.
Birincisi: Şehîd olmaktır. Allahü teâlâ, peygamberlerinden Zekeriyya ve Yahyâya (aleyhimüsselâm ) vermiştir.
İkincisi: Zühd ve Hicrettir. Hak teâlâ, peygamberi Îsâ bin Meryeme (aleyhisselâm ) vermiştir.
Üçüncüsü: Cömertliktir. Hak teâlâ bu fazîleti peygamberi İbrâhîme (aleyhisselâm ) vermiştir.
Dördüncüsü: İhtiyârlıktır. Hak teâlâ ihtiyârlığı peygamberi Nûh (aleyhisselâm )a vermiştir.
Beşincisi: Haslet, haya etmek üstünlüğüdür.
Hak teâlâ hayayı Hazreti Âdem ve Muhammed (aleyhimüsselâm )a vermiştir. Hak teâlâ bu beş üstünlüğü Hazreti Osmanda toplamıştır.
Hazreti Ali, Hazreti Fâtıma ile evleneceği zaman düğün masrafı yapmak üzere zırhını satılması için pazara göndermişti. Hazreti Osman pazardan geçerken Hazreti Alinin zırhını tanıdı. Dellalı çağırıp bu zırhın sahibi buna ne kadar para istiyor? diye sordu. Dellal dörtyüzdirhem istiyor dedi. Gel parasını verip alayım dedi. Evine gittiler, zırhı alıp parasını verdi. Sonra bu zırhın yanına dörtyüz dirhem para koyup Hazreti Aliye gönderdi ve şöyle haber yolladı. Bu zırh senden başkasına lâyık değildir. Bu dörtyüz dirhemi de düğününe harca, bizi mazur gör...
Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ) bir gün Hazreti Osmanın huzûruna gidiyordu. Yolda bir kadına gözü ilişti ve baktı. Huzûra varınca Hazreti Osman: Sana ne oldu? Gözlerinizde zinâ eseri görüyorum. buyurdu. Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ): Yâ Emîr-el-Müminîn, Resûlullahdan sonra vahy iner mi? diye sordu, cevabında: Hayır, vahy inmez, fakat müminin firaseti doğrudur. Nitekim Resûl-i Ekrem: Müminin firasetinden kaçınınız. Çünkü, mümin Allahın nûru ile bakar buyurmuştur, dedi.
Bir defasında Medinede kıtlık vardı. O sırada Hazreti Osmanın Şamdan yüz deve yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kiram satın almak için yanına gittiler. Hazreti Osman sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim dedi. Eshâb-ı kiram durumu Hazreti Ebû Bekire bildirip bundan üzüldüklerini söylediler. Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu? dediler. Hazreti Ebû Bekir; Osman ( radıyallahü anh ) Resûlullahın ( aleyhisselâm ) dâmâdı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız beraber gidelim buyurdu. Hazreti Ebû Bekir yanına gidip, Yâ Osman, Eshâb-ı kiram senin bir sözüne üzülmüşler deyip durumu anlattı. Hazreti Osman, Evet ey Resûlullahın halifesi, onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu buğdayı bire yediyüz verip alana verdik dedi. Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medinede bulunan fakirlere, Eshâb-ı kirama bedava dağıttı. Yüz deveyi de kesip fakirlere yedirdi. Hazreti Ebû Bekir bu işe çok sevinip, Hazreti Osmanın alnından öptü.
Hazreti Osman, Peygamberimizden ( aleyhisselâm ) 146 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:
Kıyâmet günü üç sınıf insan şefaat eder: Bunlar, peygamberler, âlimler ve şehîdlerdir.
En hayırlınız Kurân-ı kerîmi öğrenen ve öğretendir.
Bir kul her gün sabah ve akşam şu duâyı üç defa okursa, o kimse zararlardan korunur. (Bismillâhillezî lâ yedurru maasmihi şeyün fil ardı ve lâ fissemâi ve hüvessemiulalîm).
Yatsı namazını (cemaatla) kılan, gece yarısına kadar ibadet etmiş, sabah namazını cemaat ile kılan ise gecenin tamamını ibadet ile geçirmiş sayılır.
O halde evladınıza ikram edin. Çünkü anne ve babanızın sizde hakkı olduğu gibi, evladınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır.
Adem oğlunun ancak üç şeyde hakkı vardır: Belini doğrultacak kadar yemekte, avret yerini örtecek kadar elbisede ve kendini saklayacak evde, fazlasının ise hesabı vardır.
Buyurdu ki: Dünya için üzülmek kalbe zulmet, âhıret için üzülmek ise kalbe nûrdur.
Ârifin alâmetlerindendir. Kalbi havf ve recâ, dili hamd ve sena, gözü yaşlı ve hayâlı, isteği günahları ve dünyâyı terk ve rıza üzerine olmaktır. İnsanların en iyisi Rabbine kavuşmadan önce, Rabbini kendinden râzı eden, içine girmeden önce kendi kabrini en güzel yapandır. Ezan okunurken sükût edip dinleyene iki, yalnız sükût edene ise bir ecir vardır. Buna karşılık duyduğu halde konuşana iki, uzakta olduğu için duymayıp konuşana da bir günah vardır.
İnsanların en iyisi, dünyâ onu terk etmeden, dünyâyı terk edendir. Rabbine kavuşmadan önce, Rabbini kendinden râzı edendir.
İbadetin tadını dört şeyde buldum: Allahın farz kıldıklarını yapmada, yasaklarından sakınmada, Allahdan sevâb bekleyerek emr-i marûf yapmada ve Allahın gadabından kaçınarak nehy-i münker etmede.
Dört şey vardır ki, dışı fazîlet, içi farzdır: Sâlihlerle düşüp kalkmak fazîlet, onlara uymak farz; Kurân okumak fazîlet, onunla amel farz; kabir ziyâreti fazîlet, kabir için hazırlanmak farz, hasta ziyâreti fazîlet, vasıyyetini almak farzdır.
Ölümü bilip gülene, dünyânın fani olduğunu bilip ona rağbet edene, işlerin takdîrle olduğunu bilip, istediği olmayınca üzülene, hesaba inanıp mal toplayana, Cehenneme inanıp günah işleyene, Allahü teâlâya inanıp dünyâ ile rahatlayana, şeytanı düşman bilip, ona itaat edene çok şaşarım! Eğer gönüller manevî pisliklerden temiz olsaydı, Kurânın zevkine doyulmazdı. Beş vakit namazı vaktinde devam üzere kılana dokuz şey ikram edilir. Allah onu sever, bedeni sağlam olur, melekler onu korur, evine bereket iner, yüzünde sâlihler siması olur, Allahü teâlâ kalbini yumuşatır, sıratı parlak şimşek gibi geçer, Allahü teâlâ Onlar için korku ve üzüntü yoktur zümresine onu ilhak eyler, Allahü teâlâ onu Cehennemden korur.
On şey çok zayi olmuştur. Sual sorulmayan âlim, amel edilmeyen ilim, kabûl edilmeyen doğru görüş, kullanılmayan silâh, içinde namaz kılınmayan mescid, okunmayan mushaf, infâk edilmeyen mal, binilmeyen vasıta, dünyâyı isteyenin içindeki zühd ilmi, içinde âhiret yolculuğu için azık edinilmeyen uzun ömür.