Orhan Kemal, Ahmed Arif, Nazım Hikmet, Ahmet Haşim, Cahit Zarifoğlu, Cemil Meriç, Peyami Safa, Hasan İzzettin Dinamo ve Ahmet Muhip Dıranas. Bütün insanları eşitleyen ölümün eli, aynı ayda dokundu onlara: Haziran.
1. Orhan Kemal 2 Haziran 1970
Hasan Hüseyin Korkmazgilin 13 yıl yüreğinde taşıdıktan sonra yazdığı şiirin adıdır: Haziranda Ölmek Zor. Nazım Hikmetin ölümüyle oluşmaya başlayan dizeler, başka bir dostunun, Orhan Kemalin ölümüyle kağıda dökülmüş ve onun güzel anısına adanmıştır.
orhan kemal
sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
Hasan Hüseyinin bu şiirini ithaf ettiği Orhan Kemal de 2 Haziran 1970te öldü. Son iki yıldır sağlığı ciddi bir şekilde bozulan Orhan Kemal, hem gezi hem de tedavi için gittiği Bulgaristanda yaşamını yitirdi.
6 Haziranda cenazesi özel bir arabayla Kapıkule sınır kapısına getirildi. Eski arkadaşlarından bir grup onu karşıladı ve İstanbula kadar arabasına eşlik ettiler. Ertesi gün Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verildi. O da şiirle başlamıştı edebiyata, Nazım Hikmetin yönlendirmesiyle düz yazıya geçmişti.
2. Ahmed Arif 2 Haziran 1991
Ahmed Arif de öldü aynı gün, 2 Haziran 1991de. Dağların, Anadolunun ve sevdanın ozanıydı.
ahmed arif
Canımın gizlisinde bir can idin ki,
Kan değil, sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi
3. Nazım Hikmet 3 Haziran 1963
Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963 sabahı kapıya bırakılan gazete ve mektupları almak için yatağından kalktı. 1952de geçirdiği kalp krizinden sonra hasta bir kalple yaşamaya alışmıştı belki. Bursa Hapishanesinde geçirdiği yıllardan beri biliyordu kalbinin durumunu. Yine de son yıllarda ölüm daha bir düşüyordu aklına ve dizelerine
nazım hikmet
Ölümünden birkaç ay önce yazdığı şiirde şöyle diyordu:
Bizim avludan mı kalkacak cenazem?
Nasıl indireceksiniz beni üçüncü
kattan?
Asansöre sığmaz tabut,
Merdivenler daracık
Kapıdaki gazeteleri aldıktan sonra kalbi durdu. Sessizce öldü. Sessizce, çünkü karısı çıkan değil, çıkmayan seslerden korkarak fırladı yataktan. O anı şöyle anlatıyor:
Koridora fırladım ve askılığın yanında, yerde gördüm seni. Sırtınla kapıya yaslanmış, elinle yere dayanmış, bir bacağını Türk usulünce altına almış, ötekini hafifçe ileriye uzatmış, oturuyordun. Beyaz ve alışılmadık bir şekilde sakin yüzünün anlatımından daha ilk saniyede anladım ölmüş olduğunu.
Hasan Hüseyin devam ediyor:
yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran 63ü
Nazım Hikmetin cenazesi iki gün sonra Novadeviçi Mezarlığına defnedildi. En ünlü Rusların gömülü olduğu bu mezarlıkta, Turgenyev, Çehov, Gogol ve Mayakovski gibi yazar ve şairlere komşu oldu.
4. Ahmet Haşim 4 Haziran 1933
Ahmet Haşim, uzun bir süredir kalp ve böbreklerinden rahatsızdır. O gün öğleden sonra birden yatağından fırlar. Doktoru gideli yarım saat olmuştur. Yeni evlendiği eşi Güzin Hanım çıplak ayakla yere bastığını görerek ayağına terlik vermek ister. Haşim, terlik giymenin sırası olmadığını söyleyerek yatağa düşer; ölmüştür.
ahmet haşim
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim adlı kitabında, doktorunun Keşke bir an evvel ölse de kurtulsa; çünkü her gün çektiği azap bin ölüme bedeldir dediğini yazar. Aynı kitapta ölüm haberini alınca, bir yıldır beklemesine rağmen yıldırımla vurulmuşa döndüğünü de anlatır.
Haşim ölüm fikriyle o kadar çelişmektedir ki onun gözünde: Ahmet Haşim hayat demekti. Bu formül haricinde bir Ahmet Haşim tasavvur etmek, fizikçe uyuşmaları mümkün olmayan unsurları bir araya toplamak gibi tabii kanunların, aklın, idrakin kabul edemeyeceği bir şeydi.
5. Cahit Zarifoğlu 7 Haziran 1987
1950li yılların ikinci yarısı, Kahramanmaraş Lisesi Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Ali Kutlay, Hasan Seyithanoğlu, Rasim-Alaaddin Özdenören kardeşler ve sonradan aralarına katılan Mehmet Akif İnan Yedi Güzel Adam. Cahit Zarifoğlunun yoksul evinde şiir günleri düzenlediler. İkinci Yeni şiir akımını benimsediler. Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyarın şiirlerini gece gündüz demeden, bıkmadan usanmadan birbirlerine yüksek sesle okudular. Zarifoğlunun kırık penayla çaldığı gitarı soluksuz dinlediler.
cahit zarifoğlu
Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreyaya daha bir yakınlık duydu. Sezai Karakoçun şiirlerinden çok Cemal Süreyanın şiirlerini beğeniyordu. 1962de hiç tanımadığı o yıllar Pariste bulunan Cemal Süreyaya mektup yazdı:
İstanbula döndüğünüzde sizinle ev tutup birlikte oturabilir miyiz?
Enis Batura göre, Cahit Zarifoğlu bir gün keşfedilecek özel bir adadır. Selim İleriye göre, onun şiiri, bir gün, çok daha aydınlık bir ortamda, acısını asıl okuruna iletebilecektir.
Zarifoğlu Avrupayı otostopla dolaşmıştır. Planörle uçmuş, motorsuz uçak kullanmış, güreşle ilgilenmiş. Şiirleri ünlü Alman şair Rilkeye benzetildiğinde o hiç Rilkeyi okumamıştır henüz.
Uzun bir ömür yaşayamadan 47 yaşında, kanserden 2 ay gibi kısa bir sürede, yine bir Haziranda aramızdan ayrılmıştır.
Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düştü sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kim bilir rüzgârlı eteklerinle
Kim bilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim sensiz
Bu sessizlikle
Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sensizlikle
6. Cemil Meriç 13 Haziran 1987
Cemil Meriçin üslubuna yansıyan yalnızlık daha çocukluk yıllarında başlamıştır. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Yunanistandan Hatay‟a göç eder. Bu çevrede uyanan ilk yalnızlık ve yabancılık hislerini şu cümlelerle ifade etmektedir:
Antakyadan sonra Reyhaniye. Çerkez Mahallesindeki ev. Bahçe, dere, mektep. Babamı yine akşamları görebiliyorum. Ablam Antakyada okuyor. Ben yalnızım. Babam hep çatık kaşlı, annem hep mızmız. Kasabanın çocukları hep korkunç. Bol bol dayak yiyor, hep hakarete uğruyorum. şikayet edeceğim kimse yok. Mektep bahçesinde çocuklar oynuyor Ben yine yalnızım ve yabancıyım, yabancı yani düşman. Dilim başka ve gözlüklerim var Kendimden utanıyorum.
Uzun süredir gözlerinden rahatsızlık çeken Cemil Meriç, 1954 yılında miyop olan gözlerini bir kaza sonucu kaybetmiştir. Gündüzünü kaybeden kuş misali, gözlerini kaybetmek Meriç için büyük bir üzüntü kaynağı, bir yıkılış olmuştur. İntihar etmeyi bile düşünmüştür.
cemil meriç
Doktorun Gözlerinizin açılması mümkün değil sözleri üzerine, eşi Fevziye Hanım Cemil eşin olarak izin veriyorum, nereye gidersen git, yeter ki yaşa der. Bunun üzerine Hataya gider, kaldığı otelin lokantasında Lamia Hanımla tanışır, Jurnalde yer alan mektupların başlangıcı o geceye kadar gider.
Lamia Hanım o günden sonra Cemil Meriçin hayatından çıkmaz. Eşi Fevziye hanım bu ilişkiyi bilir, başlangıçta zorlansa da, sonraları eşinin hayatı sevmesi, karamsarlıktan kurtulması, üretmesi için bu aşkı kabullenir. Jurnal 2deki mektuplar bu aşkın belgeleridir adeta. Bu mektuplar bize, aşkın yüceliğini, vazgeçilmezliğini ve sıcaklığını yaşatır. Taparcasına sevmek, dürüstçe sevmek, yüreğiyle aşkı büyütmek, doğrusu, ancak bu kadar mümkün olabilir
Arzularımı susturamıyorum. Şımarığım, yaramazım, alçağım. Sel yatağına çekilmedi henüz. Mektuplarınla yaşıyorum. Garip bir hayat bu, seninle yatıyor, seninle kalkıyorum, ama yine de mütehassir (hasret çeken, özleyen)im, yine de Lamiam benim, bütünüm, kemalim, zindanımı aydınlatan ışık, gözbebeğim.
Dünya kapkaranlıktı, bir kâbusu yaşıyordum. Bir akşam sen belirdin ufkumda. Önce sesdin, ışıl ışıl bir ses. Sonra alev oldun. Şimdi şafağımsın, Lamiam.
Yıllar pencerelerimizden kuşlar gibi uçup gidecek, biz, ölüm dudaklarımızda son şarkımızı yarıda bıraktığı gün aynı ürperti, aynı susuzluk, aynı hayranlık içinde can vereceğiz.
Sen benim vatanım, beşiğim, mezarım, kâinatım(sın).
1984te felç geçirdi, 1987 yılının Haziranında ise beyin kanaması geçirerek yaşama veda etti. Yıllar sonra yine yalnızlığıyla, münzevi yalnızlığıyla hatırlanacak ama giderek artan okurları sayesinde artık yalnız kalmayacaktı.
7. Peyami Safa 15 Haziran 1961
İki yaşımda iken babam ve kardeşim Sivasta on ay içinde öldü. Böyle kısa bir fasılayla hem kocasını, hem çocuğunu kaybeden bir kadının hıçkırıkları arasında kendimi bulmaya başladım. Belki bütün kitaplarımı dolduran bir facia beklemek vehmi ve yaklaşan her ayak sesinde tehlike sezmek korkusu böyle bir başlangıcın neticesidir.
On dört yaşından itibaren tek geçim kaynağı yazı olan, tepkileri ve romanlarından daha roman olan hayatı ile, Peyami Safa da bir Haziran gününde yaşama veda etmiştir.
peyami safa
Hastalıklar ömrü boyunca yakasını bırakmamıştır. Hastalıklı bir çocukluk dönemi geçirmiş bu, onun bedenini zayıf bırakmakla birlikte edebi kişiliğinin gelişmesinde etkili olmuştur. 9. Hariciye Koğuşunda kendi hastalığını anlatmıştır. Hastalıkların ilerleyen yaşlarda da yakasını bırakmadığı Peyami, yakın dostlarına sürekli Bende her hastalık var demiştir. Hayatının önemlice bir kısmı hastane köşelerinde geçen romancı, tıp konusunda Prof. Dr. Ayhan Songarın da belirttiği gibi birçok doktoru aşan bir birikim, uzmanlık ve tecrübe kazanmıştır. Bunu kitaplarında da görmek mümkündür.
Annesini kaybeden Peyami, hayatına yeni bir yön çizmeye karar vermiştir. 1937 yılında amatör bir yazar olarak hikayesini göstermek üzere kendisini ziyarete gelen Nebahat Hanımla tanışır ve evlenir. Evliliklerinin hemen akabinde Nebahat Hanımın bedensel ve sinirsel hastalıkları ortaya çıkar. Bu hastalıklar zaman içerisinde ilerler ve Nebahat Hanım yatalak hale gelir.
Tek çocuğu Merve Safanın, karaciğer iltihabından, 27 Şubat 1961de Erzincanda yedek subay olarak askerliğini yaparken vefat etmesi, zaten hayatı boyunca hastalık ve acılarla boğuşmuş olan Peyami için kaldırabileceği bir acı değildir. Zaten Peyami Safa yaklaşık 4 ay sonra Türk Düşüncesi dergisinde yazıları çıkan entellektüel sevgilisinin evinde 15 Haziran 1961de yemekten sonra öksürük nöbeti tutar ve arkasından kan kusar. İşte bu fena! son sözleri olur.
8. Hasan İzzettin Dinamo 20 Haziran 1989
Doğumundan ölümüne kadar bütün yaşamı acılar, yoksulluklar, işkenceler, sürgünler ve hapisler içinde geçti yazar-şair Hasan İzzettin Dinamonun.
Trabzon Akçaabattaki mutlu çocukluğu kısa sürdü. Babası 1915te savaşta ölünce, 6 çocuk ve annesi ile zor günler geçirdi. Bu nedenle 2 kız kardeşiyle beraber o zamanki adı Darüleytam olan öksüzler yurduna gönderildi. Ögretmenlik yaparken, komünizm propogandası nedeniyle 4 yıl hapis yattı. Hemen askere alındı. Ağır askerlik koşulları nedeniyle birkaç kez firar etti. Bu nedenle askerliğini yaklaşık 7 yıl yaptı.
hasan izzettin dinamo
Tezkereyi aldığında ne evi, ne aşı, ne işi vardı. Memleketinde kimse kalmamıştı. Seyyar fotoğrafçılık yaptı. Bir gazeteci arkadaşı vesilesiyle gazetede adab-ı muaşeret köşesini yazdı. Nazım Hikmet şiirlerinden sonra toplumcu şiirler yazmaya başladı. Tutuklanmalar, sürgünler, takipler, mahpusluklar hayatından hiç eksik olmadı. Ama o Menekşede kiraladığı gecekonduda hep yazdı. 9 roman ve şiirler Kurtuluş Savaşını Kutsal İsyan da, Çağdaşlaşma sürecini Kutsal Barış da yazdı..
Bu zorluklarla dolu hayat, 20 Haziran 1989da son buldu.
aradığım fazla değil
bir lokma ekmek kapısı
ne ebediyetin yapısı
ne cennetin lokantası
yıldızları bile seyredemiyorum
vakit darlığından
her akşam boynu bükük
eve dönüyorum
eski ümitlerimin mezarlığından
9. Ahmet Muhip Dıranas 27 Haziran 1980
Edebiyatımızda Fahriye Abla şiirinin şairidir. Ama kendisi bundan hiç memnun değildir. Başka şiirlerinin yok sayılıp, sadece bu şiirle anılması onu üzüyordu. Hatta keşke yazmasaydım demiştir. Tabii şiirle ilgili başka şeylere de üzüldü.
Şiirdeki En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya dizesi Erzincanlıları rahatsız etti. Dıranas bunun teknik bir nedenden olduğunu, bir önceki dizedeki delikanlıya sözüne kafiye olsun diye yazdığını söylese de anlatamadı. Hatta, şairin anma gecelerinden birinde eşi Münire Dıranasa, Fahriye Ablayı kıskanıp kıskanmadığı bile soruldu.
ahmet muhip dıranas
Şiirleri edebiyatın önemli isimlerince, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Nurullah Ataç tarafından küçümsendi. Manzume dendi. Şiirde iddiasızdı, ama resimde alabildiğine iddialıydı. Feyhaman Duran, Bedri Rahmi, Cemal Tollu, Hikmet Onat gibi ressamları acımazca eleştirecek kadar.
Soyadının yazımında da hep sorun yaşadı.
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan lavanta çiçeği kokan kederleri, Hoyrattır bu akşamüzerleri, Ey unutuş kapat artık pencereni dizeleriyle de hatırlanacakken, Fahriye Ablanın solmayacak gölgesiyle yetinmek zorunda kaldı.
71 yaşında 21 Haziran 1980de Ankarada hayata gözlerini kapadı.
Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak
Ben aşkımla bahar getirdim sana;
Tozlu yollarından geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim san
1. Orhan Kemal 2 Haziran 1970
Hasan Hüseyin Korkmazgilin 13 yıl yüreğinde taşıdıktan sonra yazdığı şiirin adıdır: Haziranda Ölmek Zor. Nazım Hikmetin ölümüyle oluşmaya başlayan dizeler, başka bir dostunun, Orhan Kemalin ölümüyle kağıda dökülmüş ve onun güzel anısına adanmıştır.
orhan kemal
sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
Hasan Hüseyinin bu şiirini ithaf ettiği Orhan Kemal de 2 Haziran 1970te öldü. Son iki yıldır sağlığı ciddi bir şekilde bozulan Orhan Kemal, hem gezi hem de tedavi için gittiği Bulgaristanda yaşamını yitirdi.
6 Haziranda cenazesi özel bir arabayla Kapıkule sınır kapısına getirildi. Eski arkadaşlarından bir grup onu karşıladı ve İstanbula kadar arabasına eşlik ettiler. Ertesi gün Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verildi. O da şiirle başlamıştı edebiyata, Nazım Hikmetin yönlendirmesiyle düz yazıya geçmişti.
2. Ahmed Arif 2 Haziran 1991
Ahmed Arif de öldü aynı gün, 2 Haziran 1991de. Dağların, Anadolunun ve sevdanın ozanıydı.
ahmed arif
Canımın gizlisinde bir can idin ki,
Kan değil, sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi
3. Nazım Hikmet 3 Haziran 1963
Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963 sabahı kapıya bırakılan gazete ve mektupları almak için yatağından kalktı. 1952de geçirdiği kalp krizinden sonra hasta bir kalple yaşamaya alışmıştı belki. Bursa Hapishanesinde geçirdiği yıllardan beri biliyordu kalbinin durumunu. Yine de son yıllarda ölüm daha bir düşüyordu aklına ve dizelerine
nazım hikmet
Ölümünden birkaç ay önce yazdığı şiirde şöyle diyordu:
Bizim avludan mı kalkacak cenazem?
Nasıl indireceksiniz beni üçüncü
kattan?
Asansöre sığmaz tabut,
Merdivenler daracık
Kapıdaki gazeteleri aldıktan sonra kalbi durdu. Sessizce öldü. Sessizce, çünkü karısı çıkan değil, çıkmayan seslerden korkarak fırladı yataktan. O anı şöyle anlatıyor:
Koridora fırladım ve askılığın yanında, yerde gördüm seni. Sırtınla kapıya yaslanmış, elinle yere dayanmış, bir bacağını Türk usulünce altına almış, ötekini hafifçe ileriye uzatmış, oturuyordun. Beyaz ve alışılmadık bir şekilde sakin yüzünün anlatımından daha ilk saniyede anladım ölmüş olduğunu.
Hasan Hüseyin devam ediyor:
yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran 63ü
Nazım Hikmetin cenazesi iki gün sonra Novadeviçi Mezarlığına defnedildi. En ünlü Rusların gömülü olduğu bu mezarlıkta, Turgenyev, Çehov, Gogol ve Mayakovski gibi yazar ve şairlere komşu oldu.
4. Ahmet Haşim 4 Haziran 1933
Ahmet Haşim, uzun bir süredir kalp ve böbreklerinden rahatsızdır. O gün öğleden sonra birden yatağından fırlar. Doktoru gideli yarım saat olmuştur. Yeni evlendiği eşi Güzin Hanım çıplak ayakla yere bastığını görerek ayağına terlik vermek ister. Haşim, terlik giymenin sırası olmadığını söyleyerek yatağa düşer; ölmüştür.
ahmet haşim
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim adlı kitabında, doktorunun Keşke bir an evvel ölse de kurtulsa; çünkü her gün çektiği azap bin ölüme bedeldir dediğini yazar. Aynı kitapta ölüm haberini alınca, bir yıldır beklemesine rağmen yıldırımla vurulmuşa döndüğünü de anlatır.
Haşim ölüm fikriyle o kadar çelişmektedir ki onun gözünde: Ahmet Haşim hayat demekti. Bu formül haricinde bir Ahmet Haşim tasavvur etmek, fizikçe uyuşmaları mümkün olmayan unsurları bir araya toplamak gibi tabii kanunların, aklın, idrakin kabul edemeyeceği bir şeydi.
5. Cahit Zarifoğlu 7 Haziran 1987
1950li yılların ikinci yarısı, Kahramanmaraş Lisesi Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Ali Kutlay, Hasan Seyithanoğlu, Rasim-Alaaddin Özdenören kardeşler ve sonradan aralarına katılan Mehmet Akif İnan Yedi Güzel Adam. Cahit Zarifoğlunun yoksul evinde şiir günleri düzenlediler. İkinci Yeni şiir akımını benimsediler. Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyarın şiirlerini gece gündüz demeden, bıkmadan usanmadan birbirlerine yüksek sesle okudular. Zarifoğlunun kırık penayla çaldığı gitarı soluksuz dinlediler.
cahit zarifoğlu
Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreyaya daha bir yakınlık duydu. Sezai Karakoçun şiirlerinden çok Cemal Süreyanın şiirlerini beğeniyordu. 1962de hiç tanımadığı o yıllar Pariste bulunan Cemal Süreyaya mektup yazdı:
İstanbula döndüğünüzde sizinle ev tutup birlikte oturabilir miyiz?
Enis Batura göre, Cahit Zarifoğlu bir gün keşfedilecek özel bir adadır. Selim İleriye göre, onun şiiri, bir gün, çok daha aydınlık bir ortamda, acısını asıl okuruna iletebilecektir.
Zarifoğlu Avrupayı otostopla dolaşmıştır. Planörle uçmuş, motorsuz uçak kullanmış, güreşle ilgilenmiş. Şiirleri ünlü Alman şair Rilkeye benzetildiğinde o hiç Rilkeyi okumamıştır henüz.
Uzun bir ömür yaşayamadan 47 yaşında, kanserden 2 ay gibi kısa bir sürede, yine bir Haziranda aramızdan ayrılmıştır.
Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düştü sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kim bilir rüzgârlı eteklerinle
Kim bilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim sensiz
Bu sessizlikle
Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sensizlikle
6. Cemil Meriç 13 Haziran 1987
Cemil Meriçin üslubuna yansıyan yalnızlık daha çocukluk yıllarında başlamıştır. Ailesi Balkan Savaşı sırasında Yunanistandan Hatay‟a göç eder. Bu çevrede uyanan ilk yalnızlık ve yabancılık hislerini şu cümlelerle ifade etmektedir:
Antakyadan sonra Reyhaniye. Çerkez Mahallesindeki ev. Bahçe, dere, mektep. Babamı yine akşamları görebiliyorum. Ablam Antakyada okuyor. Ben yalnızım. Babam hep çatık kaşlı, annem hep mızmız. Kasabanın çocukları hep korkunç. Bol bol dayak yiyor, hep hakarete uğruyorum. şikayet edeceğim kimse yok. Mektep bahçesinde çocuklar oynuyor Ben yine yalnızım ve yabancıyım, yabancı yani düşman. Dilim başka ve gözlüklerim var Kendimden utanıyorum.
Uzun süredir gözlerinden rahatsızlık çeken Cemil Meriç, 1954 yılında miyop olan gözlerini bir kaza sonucu kaybetmiştir. Gündüzünü kaybeden kuş misali, gözlerini kaybetmek Meriç için büyük bir üzüntü kaynağı, bir yıkılış olmuştur. İntihar etmeyi bile düşünmüştür.
cemil meriç
Doktorun Gözlerinizin açılması mümkün değil sözleri üzerine, eşi Fevziye Hanım Cemil eşin olarak izin veriyorum, nereye gidersen git, yeter ki yaşa der. Bunun üzerine Hataya gider, kaldığı otelin lokantasında Lamia Hanımla tanışır, Jurnalde yer alan mektupların başlangıcı o geceye kadar gider.
Lamia Hanım o günden sonra Cemil Meriçin hayatından çıkmaz. Eşi Fevziye hanım bu ilişkiyi bilir, başlangıçta zorlansa da, sonraları eşinin hayatı sevmesi, karamsarlıktan kurtulması, üretmesi için bu aşkı kabullenir. Jurnal 2deki mektuplar bu aşkın belgeleridir adeta. Bu mektuplar bize, aşkın yüceliğini, vazgeçilmezliğini ve sıcaklığını yaşatır. Taparcasına sevmek, dürüstçe sevmek, yüreğiyle aşkı büyütmek, doğrusu, ancak bu kadar mümkün olabilir
Arzularımı susturamıyorum. Şımarığım, yaramazım, alçağım. Sel yatağına çekilmedi henüz. Mektuplarınla yaşıyorum. Garip bir hayat bu, seninle yatıyor, seninle kalkıyorum, ama yine de mütehassir (hasret çeken, özleyen)im, yine de Lamiam benim, bütünüm, kemalim, zindanımı aydınlatan ışık, gözbebeğim.
Dünya kapkaranlıktı, bir kâbusu yaşıyordum. Bir akşam sen belirdin ufkumda. Önce sesdin, ışıl ışıl bir ses. Sonra alev oldun. Şimdi şafağımsın, Lamiam.
Yıllar pencerelerimizden kuşlar gibi uçup gidecek, biz, ölüm dudaklarımızda son şarkımızı yarıda bıraktığı gün aynı ürperti, aynı susuzluk, aynı hayranlık içinde can vereceğiz.
Sen benim vatanım, beşiğim, mezarım, kâinatım(sın).
1984te felç geçirdi, 1987 yılının Haziranında ise beyin kanaması geçirerek yaşama veda etti. Yıllar sonra yine yalnızlığıyla, münzevi yalnızlığıyla hatırlanacak ama giderek artan okurları sayesinde artık yalnız kalmayacaktı.
7. Peyami Safa 15 Haziran 1961
İki yaşımda iken babam ve kardeşim Sivasta on ay içinde öldü. Böyle kısa bir fasılayla hem kocasını, hem çocuğunu kaybeden bir kadının hıçkırıkları arasında kendimi bulmaya başladım. Belki bütün kitaplarımı dolduran bir facia beklemek vehmi ve yaklaşan her ayak sesinde tehlike sezmek korkusu böyle bir başlangıcın neticesidir.
On dört yaşından itibaren tek geçim kaynağı yazı olan, tepkileri ve romanlarından daha roman olan hayatı ile, Peyami Safa da bir Haziran gününde yaşama veda etmiştir.
peyami safa
Hastalıklar ömrü boyunca yakasını bırakmamıştır. Hastalıklı bir çocukluk dönemi geçirmiş bu, onun bedenini zayıf bırakmakla birlikte edebi kişiliğinin gelişmesinde etkili olmuştur. 9. Hariciye Koğuşunda kendi hastalığını anlatmıştır. Hastalıkların ilerleyen yaşlarda da yakasını bırakmadığı Peyami, yakın dostlarına sürekli Bende her hastalık var demiştir. Hayatının önemlice bir kısmı hastane köşelerinde geçen romancı, tıp konusunda Prof. Dr. Ayhan Songarın da belirttiği gibi birçok doktoru aşan bir birikim, uzmanlık ve tecrübe kazanmıştır. Bunu kitaplarında da görmek mümkündür.
Annesini kaybeden Peyami, hayatına yeni bir yön çizmeye karar vermiştir. 1937 yılında amatör bir yazar olarak hikayesini göstermek üzere kendisini ziyarete gelen Nebahat Hanımla tanışır ve evlenir. Evliliklerinin hemen akabinde Nebahat Hanımın bedensel ve sinirsel hastalıkları ortaya çıkar. Bu hastalıklar zaman içerisinde ilerler ve Nebahat Hanım yatalak hale gelir.
Tek çocuğu Merve Safanın, karaciğer iltihabından, 27 Şubat 1961de Erzincanda yedek subay olarak askerliğini yaparken vefat etmesi, zaten hayatı boyunca hastalık ve acılarla boğuşmuş olan Peyami için kaldırabileceği bir acı değildir. Zaten Peyami Safa yaklaşık 4 ay sonra Türk Düşüncesi dergisinde yazıları çıkan entellektüel sevgilisinin evinde 15 Haziran 1961de yemekten sonra öksürük nöbeti tutar ve arkasından kan kusar. İşte bu fena! son sözleri olur.
8. Hasan İzzettin Dinamo 20 Haziran 1989
Doğumundan ölümüne kadar bütün yaşamı acılar, yoksulluklar, işkenceler, sürgünler ve hapisler içinde geçti yazar-şair Hasan İzzettin Dinamonun.
Trabzon Akçaabattaki mutlu çocukluğu kısa sürdü. Babası 1915te savaşta ölünce, 6 çocuk ve annesi ile zor günler geçirdi. Bu nedenle 2 kız kardeşiyle beraber o zamanki adı Darüleytam olan öksüzler yurduna gönderildi. Ögretmenlik yaparken, komünizm propogandası nedeniyle 4 yıl hapis yattı. Hemen askere alındı. Ağır askerlik koşulları nedeniyle birkaç kez firar etti. Bu nedenle askerliğini yaklaşık 7 yıl yaptı.
hasan izzettin dinamo
Tezkereyi aldığında ne evi, ne aşı, ne işi vardı. Memleketinde kimse kalmamıştı. Seyyar fotoğrafçılık yaptı. Bir gazeteci arkadaşı vesilesiyle gazetede adab-ı muaşeret köşesini yazdı. Nazım Hikmet şiirlerinden sonra toplumcu şiirler yazmaya başladı. Tutuklanmalar, sürgünler, takipler, mahpusluklar hayatından hiç eksik olmadı. Ama o Menekşede kiraladığı gecekonduda hep yazdı. 9 roman ve şiirler Kurtuluş Savaşını Kutsal İsyan da, Çağdaşlaşma sürecini Kutsal Barış da yazdı..
Bu zorluklarla dolu hayat, 20 Haziran 1989da son buldu.
aradığım fazla değil
bir lokma ekmek kapısı
ne ebediyetin yapısı
ne cennetin lokantası
yıldızları bile seyredemiyorum
vakit darlığından
her akşam boynu bükük
eve dönüyorum
eski ümitlerimin mezarlığından
9. Ahmet Muhip Dıranas 27 Haziran 1980
Edebiyatımızda Fahriye Abla şiirinin şairidir. Ama kendisi bundan hiç memnun değildir. Başka şiirlerinin yok sayılıp, sadece bu şiirle anılması onu üzüyordu. Hatta keşke yazmasaydım demiştir. Tabii şiirle ilgili başka şeylere de üzüldü.
Şiirdeki En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya dizesi Erzincanlıları rahatsız etti. Dıranas bunun teknik bir nedenden olduğunu, bir önceki dizedeki delikanlıya sözüne kafiye olsun diye yazdığını söylese de anlatamadı. Hatta, şairin anma gecelerinden birinde eşi Münire Dıranasa, Fahriye Ablayı kıskanıp kıskanmadığı bile soruldu.
ahmet muhip dıranas
Şiirleri edebiyatın önemli isimlerince, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Nurullah Ataç tarafından küçümsendi. Manzume dendi. Şiirde iddiasızdı, ama resimde alabildiğine iddialıydı. Feyhaman Duran, Bedri Rahmi, Cemal Tollu, Hikmet Onat gibi ressamları acımazca eleştirecek kadar.
Soyadının yazımında da hep sorun yaşadı.
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan lavanta çiçeği kokan kederleri, Hoyrattır bu akşamüzerleri, Ey unutuş kapat artık pencereni dizeleriyle de hatırlanacakken, Fahriye Ablanın solmayacak gölgesiyle yetinmek zorunda kaldı.
71 yaşında 21 Haziran 1980de Ankarada hayata gözlerini kapadı.
Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak
Ben aşkımla bahar getirdim sana;
Tozlu yollarından geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim san