Hayır ve Şer Dostlar (Ruhçuluk,Uzaylılar ve Cinler)

nones

Bayan Üye
«Büyük mücadele, günbegün, madde dünyasının her noktasında devam ediyor. Rûh kuvvetleri ile ile maddeci bencilliğin çirkin kuvvetleri arasındaki harp, fakat mukadder zafere doğru yürümekteyiz. Ara sıra gerilemeler olacağını, rûh kuvvetlerinin mağlubiyete uğramış gibi görüneceğini bile bile yürüyoruz. Kuvvetli ve güçlü varlıklar, bizim safımızda yer aldığı içindir ki; zafer, bizim olacaktır.» (Two Worlds)
1. Bölüm

Bedensiz varlıklarla dolu kâinât, galaksiler, gezegenler, yıldızlar, bu tanımadığımız dostlarla dolu. Kendi dilleri, kendi keyifleri, kendi kanunları ile beslenir, büyür ve yaşarlar. Bazen görünen bu varlıklar, kendi hayat tarzları içinde medenî ve teknolojik gelişmelere sahiptirler. İnsanları çok iyi bilirler. Kimi ALDATABİLECEKLERİNİ, kime YALAN SÖYLETECEKLERİNİ ve kimi AJAN OLARAK KULLANABİLECEKLERİNİ çok iyi tanırlar. Değişik bedenlerde, renklerde ve şekillerde görünürler. Ama mâhiyetleri aynıdır. Bir âlim gibi konuşabildiği gibi, bazen bir aptal olabileceğini akıldan uzak tutmamalıdır. Şüphecilere saldırır, onları tesîr altına alabilmenin her türlü yolunu denerler. Bunlar, CİNLER'dir. "Uzaydan Gelenler", bunlardır. Bunlar, uzaydan gelseler de insana çok yakındırlar. Bazı şeylere yabancılıklarında insanlar gibidirler.[1]
Gordon Cireigheton, Meksika

1953 Ağustos ortalarında, akşamın tatlı sularında 40 yaşlarındaki Meksikalı taksi şöförü Salvador Villanueva, bozulmuş taksinin altında tâmirle meşgûl iken; dikişsiz, boydan elbiseli, 120 - 130 cm boylarında iki adamla karşılaştığını, birinin güzel İspanyolca konuştuğunu, yanındaki arkadaşının ise anladığını; fakat bir kelime bile konuşmadığını, yağmur yağmaya başladığını, bu arada onları arabaya davet ettiğini, daha sonra; «Biz, bu gezegenden değiliz. Biz, uzaklardan geliyoruz. Ama sizin dünyanız hakkında çok şey biliyoruz.» dediklerini söyler. Yağmur yağmasına rağmen herhangi bir çamura bulaşmadıklarını, daha sonra kendi araçlarına bindiklerini ve Salvadorluyu da çağırdıklarını ifade eder.[2]
Rûhânî varlıkların en şereflileri, melekler ve meleklerin de en büyüklerinden vahiy meleği Cebrail'in, vahyi tebliği esnasında değişil şekillerde görüldüğünü biliyoruz. Bu değişik kılığa girme, bütün rûhânîlerin ortak vasfıdır. Cinler ve şer yaratıklar olan şeytanlar da rûhânî varlık olma sebebiyle, insanlara değişik şekilde görünebilirler.[2]

Yakın komşumuz Ay'la ilgili olmak üzere dikkate değer bir haberi, de Kanada'nın Miniut Gazetesi, şu şekilde yayınlamıştı:
Charroux - Vergessene Velten

Amerikan astronotları, Ay'da canlılar gördüler. Armstrong, 20 Temmuz, saat 15.56'da uydumuza ayak bastığında göz kamaştırıcı bir ışık gördü. Bu ışık, dünyadan izlenen televizyon kameraları görüş sahası içindeydi. Houston Uzay Ekibi, yayını derhal kesti. Kulaklıktan şu ses duyuldu: "Galiba, ah..." ve ses bağlantısı kesildi. Miniut Gazetesi'nin yazdığına göre Armstrong, Ay'da yumurta şeklinde bir araç görmüştü. Bu araçtan insana benzer varlıklar çıkmıştı ve üzerlerinde parlayan elbiseler vardı.[3] "Sözler"in yazarı, Ay'da habis rûhlu rûhânî varlıkların olduğunu yıllar önce söylemişti.[1] Belirtilen kaynağı ve adı geçen ifadeleri ziyaretçiler buraya aktarabilir.[!]

Alman asıllı Brezilyalı olan Raben Hellwig'in gördüğü 1.60 cm boyundaki varlıkların rahatlıkla insanlar arasında barınabileceğini söylüyor.[4] Rûhânî varlıkların da bizler gibi medenî varlıklar olduğu muhakkak. Muhakemeleri, konuşmaları insanalrdan mükemmel. Bu yönüyle bizim pek çok kanunlarımızı bilirler ve yaptıklarımızdan haberdardırlar.[1] Şekilleri ve boyları, cinslerine göre değişebilir.[!]
İspanya. Antonio Ribera (Ofensifa Gazetesi)

14 yaşındali köyün sığırtmacı Maximo Monoz Hernaiz, kendisinin yanına meçhûl varlıklar geldiğini ve kendisiyle konuştuklarını, konuşmalarını anlamadığını, 65 cm uzunluğundaki bir adamın kendisine tokat attığını söylüyor.[5] Cinlerin bu tür kimselere görünmeleri ve tesîr etmeleri, konuşmaları hiç de az rastlanan vakalardan değildir.[a] Şeytanların şerrinden sığınırız. Bu şer, korkunç kabuslar (örneğin goncalas, karabasan) şeklinde göze çarpar.[1]

Attâbî, anlatıyor; İbn-i Zübeyr, iki karış uzunluğunda bir adam gördü ve "Sen, nesin?" diye sorunca, adam, "Ben, cin [taifesin]den bir adamım." diye cevap verdi. Bunun üzerine [İbn-i Zübeyr], kamçıyla ona vurdu ve o da kaçıp gitti.[6] Cinlerin çobana vurması, anormal bir hadise değildir. Çünkü çoban, gördüğü varlıkların tesîri altında kalmıştır. İkinci misâlde, insanın şuurlu ve karşısındaki varlığı bildiği için ona kamçı atmıştır.[1]

Ebû Bekr Muhammed b. Muhammed b. Süleyman mücahidden yapılan bir rivâyeti naklediyor. "Namaza kalktığım zaman, Şeytan, bana İbn-i Abbas'ın kılığında göründü. Ona İbn-i Abbas'ın sözünü anlattım. Bir defasında yanıma bıçak aldım. Aynı kılıkta yine bana görününce hücum ettim ve bıçağı vurduğum gibi, büyük bir gürültüyle yere düştü. Ondan sonra da onu bir daha görmedim." [6]

Cinler, Peygamberimiz'in (S.A.V.) davetine mazhar olmuşlardı.[1] Hem Hazret-i Hamza, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan niyaz etti ki, "Ben Cebrâil'i görmek istiyorum." Kâbede ona gösterdi. Dayanamadı, bîhuş oldu, yere düştü. Bu çeşit melâikeleri görmek vukuatı çoktur. Bütün bu vukuat, bir nevi mucize-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmı gösteriyor ve delâlet ediyor ki, onun misbâh-ı nübüvvetine melekler dahi pervanelerdir.

1. Cinnîler ise, onlarla görüşmek ve görmek, değil Sahabeler, belki avâm-ı ümmet dahi çoklarıyla görüşmeleri çok vuku buluyor. Fakat en kati, en sahih haberle, eimme-i hadis bize diyorlar ki, İbni Mes'ud: "Batn-ı Nahl'de, ecinnîlerin ihtidâsı gecesinde ecinnîleri gördüm ve Sudan kabilesinden Zut denilen uzun boylu taifeye benzettim. Onlara benziyordular." [7]

2. Putlar şer güçlerin en çok ibadet ettikleri ve en çok madde âlemine görünmek için içine sığındıkları sığınaklardır. Hadis imamlarının beyanına göre, tahriç ve kabul edildikleri, Hz. Halid İbn-i Velid Vakası'dır ki, Uzza denilen sanemi (putu) tahrip ettikleri vakit, siyah bir kadın şeklinde, o sanem (put) içinden bir cinnîye (dişi cinnî) çıktı. Hz. Halid, bir kılıçile o cinnîyeyi iki parça etti. Resul-u Ekrem (S.A.V.), o hadise için ferman etmiş ki; "Uzza sanemi içinde ona ibadet ediliyordu. Artık ona hiç kimse ibadet etmeyecek." [8]

3. İnsanların hidayetlerine ortak olurlar ve güzel sözleriyle beslenirler. (Kâfirlerden ders alanlar başka) Hem Hz. Ömerden meşhur bir haberdir ki, demiş; "Biz, Resul-u Ekrem'in (S.A.V.) yanında iken, ihtiyar şeklinde elinde bir âsâ [ile] "Hâme" isminde bir cinnî geldi, imân etti. Resûl-u Ekrem (S.A.V.), ona kısa sûrelerden birkaç sûreyi ders [olarak] verdi. Dersini alıp gitti." [7]

Bu başka gezegenin [ya da boyutun] varlıkları, bazen çağrılan rûhlar adı altında göründükleri ve şerlerini sürdürdükleri , aslında bunların cinler ve şeytanlar (şeytânîler) oldukları bir gerçektir. Mâzî (geçmiş) hakkında hayli mâlumatları (bilgileri) olan cinler ve şeytanîler, çağırılan rûhlar diliyle bazı konuşmalar yapabilirler.[1]

1717 yılının yılbaşı arefesinde,Weber, Gensner ve Zener adlı üç kişi, Almanya'da Jena yakınında ıssız bir kulübede toplandılar. İçlerinden sağ kalan tek kişi olan Weber'(in anlattıkların)a göre amaçları, kendilerine bir hazinenin yerini gösterebilecek bir rûh çağırmaktı. Çeşitli büyü törenlerini yerine getirdiler; ama sihirli çemberi yere çizecekleri yerde tavana çizdiler. Güneş spiriti Ok'u çağıracaklardı. Weber, gerekli değişiklikleri (incontation) ikinci kez tekrarlarken, gözleri karardı ve kendilerinden geçtiler. Hatırladıkları son şey, öbür iki arkadaşının masada oturduklarıydı. Ertesi gün öldüklerinde, Gesner ve Zener ölmüşlerdi. Weber de ölüme yakın birtakım korkulu sesler çıkarabiliyordu. Kulübeye o gece bırakılan bekçilerden, ertesi sabah biri ölü, öbür ikisi de baygın durumda bulundular. İkisi de ayıldıklarında, gece, kötü rûhların saldırısına uğradıklarını söylediler. Weber ise tam olarak iyileşemedi. Yakılmış olan ateşten çıkan dumanların baygınlığa ve ölüme yol açmış olabileceği ihtimali de bu olayın bütün yönlerini açıklayamamaktadır. Gesner ve Zener, altlarını kirletmişlerdi. Bu, bir duman zehirlenmesinden çok, ani bir korku ve şok belirtisiydi. Ayrıca Zener'in bedebi, korkunç yara ve tırnak izleriyle kaplıydı. Boynu ve yüzü, yanıklardan tanınmaz hâle gelmişti.[9] Burada da görüldüğü gibi, bu olayda bir rûhun değil, dış olaylara karışabilecek güçteki yaratıkların payı vardır.[1]

Benzeri bir olay, çağdaş İngiliz büyücüsü Aleister Crowley'in başına gelmiştir. 1909 yılında öğrencisi ve arkadaşı olan Victor Neuburg'la birlikte Crowley, güçlü şeytan (demon) Koronzon'u çağırmaya karar verdi. Crowley'in aracılığıyla Koronzon belirdi ve Neuburg'u emniyette olduğu sihirli çemberin dışına çıkartmaya uğraştı. Sonunda çemberin üzerine kum atarak onu [çemberi] bölen yaratık, içeri dakıp Neuburg'un gırtlağına sarıldı. Neuburg, can havliyle Yaratıcı'nın adlarını sayıp Kronzon'a sihirli bıçağı sapladı. Kronzon, bir müddet daha uğraştı ise de kendisini var etmek için kesilmiş güvercinlerin kanındaki hayat enerjisi kesilince, ortadan kayboldu.[9] Şerrinden her fırsatta sığındığımız şeytân[iler], cinler ve kötü rûhlar, Allah'ın isimleri, Kurân ayetleri, evliyâ ve şehitlerin gücü karşısında erimektedir. Bunun içindir ki, [Eûzu] Besmele, dinimizde bir remizdir: KORUNMANIN REMZİ. Şeytân[îler], bu korunma karşısında kuvvetini kaybetmektedir. [Bu yüzdendir ki] şeytân[îler], evvela kendisinin varlığını insana inkar ettirerek başlar. Bu noktada işi bitirmiştir.[c] [1]

Bilim adamları tarafından incelenen Baniel Hunglos Home ve Bayan Eusapia Palladino gibi bazılarının civarında ortaya çıkan görüntüler, fiziki olaylar ve "rûhlar"ı hiçbir zaman sahtekarlıkla ya da bilimsel yollarla açıklanamadı. Bu uğurda yaratılışı ve rûh hâli müsâid kimselerin bu görünmeyen varlıklara tesir ettikleri, çok uzaklar gönderdikleri, iş yaptırdıkları, olaylardan anlaşılmaktadır.Bu ise iki türlüdür. Birinci yol, müspet; yani gösteren, bu görünmeyen varlıklara hâkimdir. Onları tesir altına alabilmiştir. Onları her yönüyle kontrol etme gücüne sahiptir. Yalan ve yanlışlıklarını bilmektedir.
Diğeri, görünmeyen bu bedensiz görüntü varlıklar, göstericiye hâkimdir. Onu konuşturur. Ona görünürler ve onu rahatlıkla aldatabilirler. Zaten bu keyfiyette olan kimsenin, neticede çılgınlaşacağı [aklını kaybedeceği ya da cinnet geçireceği] veya bunalıma düşeceği muhakkaktır.
Dipnotlar
[a] Bu olay, üniversite yıllarında kaldığımız evde bir dostumun, cinlerle iletişim kurmak için 40 gün hayvani gıda perhizi olan uygulamanın 20. gününde, odada tek başınayken bilinmeyen bir yerden gelen, yüzüne yediği tokat hadisesini hatırlattı. Bu anektodu aktarmakta, destekleyici bir delil ya da ispat olarak kullanmıyorum. Genelleme yapmadan sadece, belirtilen ifadedeki fikre delil olarak kullanmadığımın altını çizerek benzer bir hadiseyi aktarıyorum. Bunun yanında cinlerle iletişimi hafife alan, merak, macera ya da deneyim amacıyla bu tür iletişim yollarına başvuranların giriş kapısı olan, ama çıkış kapısı olmayan bir âlemde karşılaşacakları tehlikelerin de altını çiziyorum. Cinleri merak edip okuyup araştırmak, doğaldır ve insan, tanımadığından korkar. Ama bunun ötesine geçip iletişim kurma yolları aramak, araştırmanın ötesine geçip geri dönüşü olmayan bir süreci tetiklemek, size, bedeninize ve rûh sağlığınıza telafisi olmayan zararlar vereceğini, çoğu kişinin bu yüzden sonunun akıl hastanesinde ya da cinnet geçirmek sûretiyle ailesine, en yakınlarına ve kendine zarar vererek mahpushanede ya da mezarlıkta bittiğini hatırlatıyorum. (Akhenaton'un Not'u)
Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:362; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:282; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:736.
[c] Hıristiyanlığın da inanışı hemen hemen bu yöndedir. Bknz. Kamil Musa[oğulları]'nın "Şeytan Nedir?" vaazı. (Akhenaton'un Not'u)
 
---> Hayır ve Şer Dostlar (Ruhçuluk,Uzaylılar ve Cinler)

Bayan Eusapia Palladino Vakası: Araştırmacılar, tedbirsiz ve dikkatsiz davranırlarsa, hile yapacağını açık açık beyân etmişti. Bununla birlikte morali yerinde olduğu zaman sahtekârlığın perdesi olan karanlığa lüzûm duymuyor ve gösterilerini aydınlık odalarda yapıyorlardı. Kolları ve bacakları sıkıca tutulduğu zaman bile, uzağındaki cisimlerden çatırtı ve hışırtı sesleri geliyordu.

Araştırmacıların nasıl olduğunu anlayamadıkları bir başka olay da, medyumun alnındaki eski bir yara içinden esen rüzgârdı.

Yine bayan Palladimo ile alâkalı açıklanamayan başka bir olay, iki kişinin zorlukla kaldırabilecekleri bir kanepeye odanın öbür ucundan hareket ettirişidir. Medyum, gözlerini faltaşı gibi açarak kanepeye dikmiş; kanepe, durduğu yerden ona doğru ilerlemiş, sonra yine eski yerine dönmüştür.

Bir keresinde de araştırmacıların tavana astıkları ve kimsenin erişemeyeceği yükseklikteki müzik kutusunu aklıyla uzaktan kurmayı başarmıştı ki, bu da normal şartlarda iki elin kullanılmasını gerektiriyordu.[1]

Allah'ın insanlara bahşettiği eşyayı uzaktan hareket ettirme kâbiliyeti, çok az insanda vardır. Eşyanın kânununu anlayanlara hücrelerin şuurlu birer rûh hâline gelmeleri, peygamberlere müyesserdir. Ağaç-taş mûcizeleri, kuru direğin ayrılıktan ağlaması, kumların tesbîhi, Ay ve Güneş'in hareketlerini yavaşlatması; keçi, deve, kurt mûcizeleri; dere, tepe ve yolların gösterdiği hârikulâde haller, peygamber mûcizeleridir. Allah'ın irâdesi ile tahakkuk eder. Diğeri (peygamberlere ait olmayanlar) ise kendi dünyasında hâkimiyeti altına aldığı bedensiz varlıklara iş yaptırmasıdır.[8]

Mukaddes Kitâbımız Kurân'da bu olayı takip edelim. Hz. Süleyman (a.s.), cin ve şeytanları ve habis ruhları teshir edip şerlerini men ve faydalı işlerde hizmet ettirdiğini ifâde eden şu ayetler:

وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَن يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذَلِكَ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظِينَ

«Bir de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapt eden bizdik.» (Enbiya 82) [2]

âyetiyle diyor ki: Yerin insandan sonra zişuûr (şuur sahibi) olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temâs edebilir. Şeytânlar da düşmanlığı bırakmaya mecbûr olup, ister istemez hizmet edebilirler ki; Allah'ın emirlerine musahhar olan bir kuluna onları musahhar etmiştir. Cenâb-ı Hakk, bu âyetin lisân-ı remziyle der ki:

«Ey insan, bana itaat eden bir abdime (kuluma) cin ve şeytanları ve şerîrleri itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime musahhar olsan (uysan), çok mevcûdât, hatta cin ve şeytan dâhî sana musahhar olabilirler. (ele geçirebilirler)»

İşte beşerin sanat ve fennin imtizâc(uyuşması)ından süzülen, maddî ve mânevî fevkâlâde hassasiyetinden tezahür eden ispiritizma gibi celb-i ervâhla (ruh çağırma), cinlerle muharebeyi (iletişimi) şu âyet, en nihâyet hudûdunu çiziyor ve en fâideli sûretlerini tâyin ediyor ve ona yolu dâhî açıyor. Fakat şimdiki gibi kendine emvât (ölüler) nâmını veren cinlere ve şeytanlara ve ervâh-i hâbiseye (habis şerli ruhlara) musahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil; belki tılsım-i Kurânî'ye ile onları teshir etmek(etkilemek)tedir ve şerlerinden kurtulmaktadır.[3]

Ayrıldığımız nokta, yukarıda da temâs ettiğimiz gibi bu görünmeyen varlıklara hâkim olabilecek kudrete sâhip olmaktır. Aksi halde oyuncak olmak, alay mevzusu edilmek ihtimâli, daha da kuvvetlidir.

Âli (yüce) rûhlar, kâinâtla münâsebettârdır (ilişki içindedir). Onlar, bizi kollar. Bizim için acı çekerler, bizim için dûâ ederler. Bizim sırtımızı sıvazlayanlar vardır. Onlar, gayba gözleri açık olanlarla sohbet ederler. Rüyâdaki hitâbeyi o meclîs-i âlî (yüce meclis)'de bizzat irâd ederler. Onlar, kabirlerin iç âlemini görürler, görüşürler. Kötü rûhların elîm encâmını (sonunu) ve âli rûhların özlenen âkıbetlerini seyrederler.[8]

Avukat Yakup Uçak, anlatıyor:

Gelen yolculardan öğrendiğime göre: Çorum'dan Ankara'ya gitmek üzere; Samsun otobüsü, kalabalık bir yolcu grubu ile yola çıkıyor. Kızılırmak köprüsünü geçip Elmadağı yokuşuna geliyorlar. Yokuşun tam ortasında (bir tarafında derin uçurum, diğer tarafında sarp yamaçlar bulunan yolun kenarında) ak saçlı, elinde sopa ile bir ihtiyar peydâ olur (belirir). Nur yüzlü ihtiyâr, elini kaldırarak otobüsü durduruyor ve şöföre hitâben kendisinin arabaya alınmasını söylüyor. Yolcular da görüyorlar ihtiyarı. Şöförün "Olmaz." demesine rağmen yolcular, "Sıkışıp aramıza alırız. İhtiyarı yolda bırakma, al..." diye muavine sesleniyorlar. Muavin, arabadan aşağı iniyor ve etrafa bakınıyor; fakat ihtiyarı göremiyor. Yolcular da bakınıyor; ihtiyarı onlar da göremiyorlar. Muavin, şöföre; "Ağabey, ihtiyar yok. Yola devam edelim." diyor. Yolcular da "devam" diye bağırıyorlar. Şöförden ses çıkmıyor, hareket etmiyor. Bunun üzerine direksiyona koşuyorlar. Bir de bakıyorlar ki arabanın frenlerini bağlayarak durduktan sonra şöförün ölmüş olduğunu görüyorlar. Herkes, heyecana kapılıyor. Kimi, ihtiyarı arıyor; kimi, hayatının kurtulduğuna şaşıyor. Şöförün yokuşta ölmesi mukaddermiş. Eğer idâreci varlıklar, o ihtiyarı yollamamış olsalardı, o yolcuların hâli ne olurdu? [4]

Veliyullahtan Mesnevihan Rıza Efendi'ye ait bir vâkâyı Milliyet Gazetesi'nin 11 Nisan 1974 tarihli nüshâsından alarak aşağıya aktarıyoruz. Bu vakada adı geçen binbaşı, ordumuzun tanınmış emeklilerindendir.

Rıza Efendi, bazı meczuplar gibi hârâbâtı bir adam idi. Beyazıd'da Kahveci Ali Efendi'nin kahvesine sık sık gider otururdu. O devirde bilardo oyunu İstanbul'da moda olmağa başlamış, bazı gazino ve kahvehaneler yeni yeni oyun masası edinmişti. Kahveci Ali Efendi'nin de vardı. Meraklı müşteriler “Serasker Kapısı” olan şimdiki Üniversite binasındaki subaylardı. Fırsat buldukça kahveye gelir, bilardo oynarlardı.

Rıza Efendi de aynı kahveye gelir, bir kenarda sessiz otururdu. Bilardo meraklılarından bir Kurmay Binbaşı, bir gün kahveciye Rıza Efendiyi ima ederek:

"Böyle herifleri neden buraya alırsın?"

demiş, kahveci şu mukabelede bulunmuştu:

"Efendim, zararsız bir insandır, ona buradan git, gelme diyemem! Bir kenarda oturur, bazen bir kahve içer, çubuğuna tütün koyarım. Kah erkenden gider, kah kahve kapanıncaya kadar oturur. Bazen gitmez, o vakit kapıyı üstüne kilitler giderim! Sabah gelip kilidi açtığımda kendisini bulamam! Bundan dolayı kalbini kırmam, kıramam."

Kurmay Binbaşı, bu sözlerden ne anlar bilinmez, fakat iyiden iyiye meraklanır. Ve bir akşam geç saatlere kadar kahvede oturarak Rıza Efendiyi takibe azmeder. Kahve kapanacağı zaman Rıza Efendi kalkar. Binbaşı da peşine düşer. Şehzadebaşı'nı geçerler. Edirnekapı'ya gelirler. Kale dışına çıkarlar. Rıza Efendi epey önden gitmektedir. Derken mezarlığa girer. Zifiri karanlıkta ilerler. Binbaşı da eli tabancasında takiptedir. Selvilerin korkunç uğultusuna rağmen Rıza Efendinin sesi duyulur.

“Esselamu aleyküm!”

Selam, mezarlardan alınır.

“Ve aleykümüsselam!…”

Binbaşının bütün kanı çekilmiş gibidir. Fakat merak yakasını bırakmaz. Bir kenara sinmiş dinlemektedir. Bir ses:

“Ey ihvan! diye başlar, devam eder. Bu gece Moskof keferesinin Ehl – i İslam'a olan teadisinden (düşmanlığından) bahsedelim. Bu kafire ders vermek gerekir. Ne çare ki devlet o kudrette değil!”

Bir başka ses:

“Öyleyse, der, ona Japonya'yı musallat edelim…”

Binbaşı gerisini dinlemeden oradan yavaşça uzaklaşır, evine döner. Ertesi gün neticeyi arkadaşlarına nakleder. Subaylar, Ali Efendi'nin kahvesine koşarlar. Bir kenarda çubuğunu çeken Rıza Efendi'yi sessiz sessiz seyrederler. Kendileri bir şey sormazlar, ondan bir hareket beklerler. Rıza Efendi çubuğunu bitirir, ağır ağır ayağa kalkar, gözleriyle Binbaşı'yı arar. Ve ona eliyle: “Gel!” işareti eder. Binbaşı heyecanla yaklaşır. Rıza Efendi:

“Paşa,” der, “Rus – Japon harbine hazır ol!…”

Herkes olduğu yerde donmuştur. Rıza Efendi bu bir sözden sonra kahveden çıkar, gider…

Sene 1904…Rus – Japon harbi patlak vermiş, sonunda Rusya mağlup edilmiştir.[5][6]

Bu vâkâda görüldüğü gibi bâzı rûhların misâl-i bedenleriyle görüldüğü, gelip aramızda yaşadığı, ancak beşerî münâsebetlerinde bir başkalık içinde oldukları muhakkaktır.

Şimdi, ölüm meleğiyle ilgili görüntülerin değişikliği vegörev esnâsındaki durumunu ele alacağız. Ancak şunu söylemek yerinde olacaktır: her insanın ölüm sırasında çıkardığı ses, değiştirdiği renk, çırpınmaları, is koku ve feryatları veya uykuya yatar gibi, tatlı bir rüyâ görür gibi yüzleri gülen, solmamış dudaklarında bir tebessümle gözlerini yumduklarını görmemek mümkün değildir. Ölüm sonrası hayat, vardır. Bu, bir rüyâda yaşar gibi misâli bedenlerle devâm eder. Ahiret yurdunda ise mutlak vücutla varlık başlayacaktır. Mevzunun bu ahiret dediğimiz 2. dirilişe intikal etmeden rûhun bekâ ve mevcûdiyetinin kendi sınırları içinde kalmasıdır.

Şu kadarını söylemek mümkün: Bu dünya kapısını açan Kudret, ahiret kapısını da açacak, bu kapı, edebiyete intikal eden sonsuz bir var oluşun başlangıcı olacaktır.[8]

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاءٌ وَلَكِنْ لَا تَشْعُرُونَ

«Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.» (Bakara 154) [7]

ilâhî hitabı, muhteşem bir ikinci hayat merdivenini aydınlatır. Beş mertebede gerçekleşen hayat, seyrini ilâhî kanunlar içinde devam ettiri. Bizim anlayamamamız, bizim göremememiz, olmadığına delâlet etmez.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst