Efsunkar
Bayan Üye
Kaybolmuş serçenin ağıdı tuttu seni. Göğe bakarken yalnız giden uçağın ardında kalakaldın. Körpe iç ekişlerini çektin nice vakit. Sen ki, yeni yetme bir ölüşle sınandın…
Şimdi çek git! Dağ başını gözüm alanda bil; zindanı görmemişe “Yûsuf”demezler! Kelimeleri diz cadde kenarlarına. Koyu gölgelere adını ver. Şafak sökmeden boşalt ceplerini.
Haykır! Lâl hecesini daha vermedi aşk. Köprülerin geçirdiği sen değilsin! Düşüne saadet erişmeden, hani o kıyılarına yakılmış güller düşmeden, küllerin üşümeden gelemeyeceksin!
Akıl, bir kâse gibi dolar insana. Bir nokta, büyürse apansız yorgun yamaçlarda; karşı yoldan geleni, içerine düşeni unutma! Deniz büyüyor şimdi. Ellerinin ayasında bir çocuk ağlıyor sahtesiz. İki yana sallanıyor bulamadığın dünya. Tut onu çatlayan bin ağrıyla.
Fakirin topladığı, kemter gelişidir. Attığın iğneleri, balık getirmedi mi? Dua ettin de, gökten sofra mı inmedi?
Kavminin kavl kırbacı şaklamış gözlerinde. Bakışların yere geçmiş. Toprağın hangi katmanında aradın mâzini? Yalın bir ayak, Tûr’a değmedi mi? Sözün, esmer bir susuşa hasret. Kıyma, kelepçelerin kanattığına! Araya sokma, sonlanmayan araları. Bir şehirle ağla köşe başında.
Başı okşanan bir yetim gibi ağla!
Aczin fakr sultanlığında, sedefteki inciyi sakla. Kolay geçmez yılların. Alaya alınmaz hiçbir sevda, tasalanma. Tesellisi olmuyor yaşlanmanın. Kuraklık, nemi olmayan ayna. Bilmemekle bilendin, bilindin. Kederin, seni aşkın bilmesiydi. Yol, çöldeki izlerini severken; kalbini yaktıkça güneş eğildi.
Kuyu olmanın şânı, derin olmaktır! Menzilinde aşkın, delirme mak******* akıl kâsesine zemzem sunmaktır! Tadını hatırla gök bezmindeki evet’in. Ağaca selâm vereni hatırla. Kırılan her dalın, beslerken kökünü, kaç içindeki âyetli mağaraya. Seni örten geceye, besmele çeken güne, hâlâ hıçkırığı duyulan hurma kütüğüne bak. Târifi yok aşk yemeğinin.
Gönül neyle rızıklanır kaşık kalbe dalmışsa?
Âşıklık tutuşmaksa, bu ateşten hicranı söndürmesin hiç kimse. El etmesin çadırların sesine. Göz ilişmesin haram bir nazarla. Deşmeye uğraşmasın gözyaşı tünelini. Hayatta görüp göreceğin bir aşktı, ölümlü yaşamakla başladı. Uyandığın her sabah bir geceye uyutuyor seni. Kandilin yağ isteği, sana! Hiç bilmedim ki yıldızlar niye yanar böyle uzaktan?
Hangi sebepten sebepsiz kalır, bu muamma ahval?
Başını duvardan duvara vuran Kusvâ, neyi anlatır?
Rüzgâra haber yollat, köyümün kokusunu alsın getirsin! Ninemin duaları gibi, gitsindi içim. Bitsindi uyutmayan ağrılar. Hüzne çember çizen çocuksun kalbim; iftirakından bîvefa, kesik kesik öksüren bir hasta… Fayda vermeyen ilâçlardan âzâde, al beni Yâr… İçim çürüdü. Gurbetçiye memleket, cemâlin… Kerem eyle Sultan-ı Rahimim…
/ Bâb-ı aşkın yolu, serçelerin avluda sorduğudur.
Gayrı soluğuma sükut vurulmuş mudur? /
*
Fâtıma Zehra MERİNOS
Şimdi çek git! Dağ başını gözüm alanda bil; zindanı görmemişe “Yûsuf”demezler! Kelimeleri diz cadde kenarlarına. Koyu gölgelere adını ver. Şafak sökmeden boşalt ceplerini.
Haykır! Lâl hecesini daha vermedi aşk. Köprülerin geçirdiği sen değilsin! Düşüne saadet erişmeden, hani o kıyılarına yakılmış güller düşmeden, küllerin üşümeden gelemeyeceksin!
Akıl, bir kâse gibi dolar insana. Bir nokta, büyürse apansız yorgun yamaçlarda; karşı yoldan geleni, içerine düşeni unutma! Deniz büyüyor şimdi. Ellerinin ayasında bir çocuk ağlıyor sahtesiz. İki yana sallanıyor bulamadığın dünya. Tut onu çatlayan bin ağrıyla.
Fakirin topladığı, kemter gelişidir. Attığın iğneleri, balık getirmedi mi? Dua ettin de, gökten sofra mı inmedi?
Kavminin kavl kırbacı şaklamış gözlerinde. Bakışların yere geçmiş. Toprağın hangi katmanında aradın mâzini? Yalın bir ayak, Tûr’a değmedi mi? Sözün, esmer bir susuşa hasret. Kıyma, kelepçelerin kanattığına! Araya sokma, sonlanmayan araları. Bir şehirle ağla köşe başında.
Başı okşanan bir yetim gibi ağla!
Aczin fakr sultanlığında, sedefteki inciyi sakla. Kolay geçmez yılların. Alaya alınmaz hiçbir sevda, tasalanma. Tesellisi olmuyor yaşlanmanın. Kuraklık, nemi olmayan ayna. Bilmemekle bilendin, bilindin. Kederin, seni aşkın bilmesiydi. Yol, çöldeki izlerini severken; kalbini yaktıkça güneş eğildi.
Kuyu olmanın şânı, derin olmaktır! Menzilinde aşkın, delirme mak******* akıl kâsesine zemzem sunmaktır! Tadını hatırla gök bezmindeki evet’in. Ağaca selâm vereni hatırla. Kırılan her dalın, beslerken kökünü, kaç içindeki âyetli mağaraya. Seni örten geceye, besmele çeken güne, hâlâ hıçkırığı duyulan hurma kütüğüne bak. Târifi yok aşk yemeğinin.
Gönül neyle rızıklanır kaşık kalbe dalmışsa?
Âşıklık tutuşmaksa, bu ateşten hicranı söndürmesin hiç kimse. El etmesin çadırların sesine. Göz ilişmesin haram bir nazarla. Deşmeye uğraşmasın gözyaşı tünelini. Hayatta görüp göreceğin bir aşktı, ölümlü yaşamakla başladı. Uyandığın her sabah bir geceye uyutuyor seni. Kandilin yağ isteği, sana! Hiç bilmedim ki yıldızlar niye yanar böyle uzaktan?
Hangi sebepten sebepsiz kalır, bu muamma ahval?
Başını duvardan duvara vuran Kusvâ, neyi anlatır?
Rüzgâra haber yollat, köyümün kokusunu alsın getirsin! Ninemin duaları gibi, gitsindi içim. Bitsindi uyutmayan ağrılar. Hüzne çember çizen çocuksun kalbim; iftirakından bîvefa, kesik kesik öksüren bir hasta… Fayda vermeyen ilâçlardan âzâde, al beni Yâr… İçim çürüdü. Gurbetçiye memleket, cemâlin… Kerem eyle Sultan-ı Rahimim…
/ Bâb-ı aşkın yolu, serçelerin avluda sorduğudur.
Gayrı soluğuma sükut vurulmuş mudur? /
*
Fâtıma Zehra MERİNOS