ashli
Bayan Üye
Hayatın anlamı gerçekten de pek çokları tarafından zannedildiği gibi, “Mutlu Olmak” mıdır? Çevremize baktığımızda mutsuzların, mutlulardan daha fazla olduğunu görüyoruz. Mutluluk ve mutsuzluk çeşitli etmenlere göre insandan insana değişen bir duyumdur. Küçük bir çocuk, bir çikolata ile mutlu olabileceği gibi, hemen arkasından kardeşinden yiyeceği bir tokat ile ağlar. Bu örneği büyütürsek, toplumun çeşitli kadamelerindeki insanları da içine alabilir. Genellikle, şöyle koltuğumuza oturup, “Oh... Allah'a şükür, çok rahatım...” dediğimiz anda çok geçmeden canımızı sıkacak, hiç değilse, o bir anlık mutluluğu dağıtıve recek bir olayla karşılaşırız.
Duyulara bağlı olan süreksiz, çabuk yıpranır, dayanıksız hazlar içinde kalarak mutluluğu bize vermek isteyenler elbetteki başkalarını uyuttuklarını zanneden insanlardır. Çünkü biliyoruz ki, mutluluk veya mutsuzluk duyusal şeylerdir. Rölatif şeylerdir. O günkü halimize bakar. Beni mutlu eden sizi mutsuz eder. Yani bu derecede pamuk ipliğine bağlı olan birtakım kavramları insanlara bir amaçmış gibi sunmanın gereği nedir? Çünkü, “İnkarcı Materyalizm “in başka türlü manevi bir destek bulmasına imkan yoktur da onun için. En son getirip dayandırdıkları nokta budur: “İnsanlığın mutluluğu için.“ Materyalizmde ruh, gelecek hayat, Yaradan gibi kavramlar olmadığına göre, öldükten sonra bir “hiç”lik söz konusu olduğuna göre, canlılara evren içerisinde hiçbir şuursal süreklilik tanınmadığına göre, onlarca yaşamanın amacı “mutluluktur”.
Dolayısıyla, ne kadar mutlu olabilirsek o kar sayılmalıdır. Peki hiç mutlu olmadan ötealeme gidenler ne olacak? Milyonlarca mutsuzun hiç hakkı yok mu? Bunun sebebini de iktisadi fırsat eşitliğinin verilmemiş olmasına mı bağlayıvereceğiz.
Bütün bunları söylemeye hiç gerek yoktur. Çünkü insanların yaşaması mutlu olmak ya da mutsuz olmak için değildir. İnsanlar, kendi kendilerini tanımak ve kendi güçlerini artırmak için yaşarlar. Nedir? Nereden gelip, nereye gider? Ne yapması lazımdır? Ne için acı çeker? Niçin bazı şeyler bizde mutluluk hissi doğurur da, başkalarında doğurmaz? Bunları insanın araması, bilmesi, araştırması gerekir. Daha doğrusu zihinlerden, önce, mutluluk ve mutsuzluk kavramlarını kaldırmanın yollarını aramak lazımdır. İnsanları gerçekten bedbaht eden bu sözcükten kurtulmalıdır. Çok körü körüne, çok ilkelce, çok barbarca bir eylem. Çünkü mutluluğun teşekkülünün nasıl meydana geldiğini, nelerin ayaklar altına alındığını, bir anlık bir saadet için neleri ortadan kaldırdığımızı bir bilsek, onun EGO Tatmininden başka birşey olmadığını anlayabiliriz.
İkinci önemli bir husus, mutluluktan ziyade, mutluluğun arkasında yatan fikir ve düşüncelerdir. Yani insanları mutluluk aramaya doğru yönelten itici güç nedir? İhtiyaçlar ve Buda' nın deyimiyle “arzular”, sürüp gittiği sürece insanlar mutluluk ve mutsuzluk duyguları altında çalkalanıp duracaktır. İhtiyaçların tatmini meselesi sürüp gittiği sürece, arzular devam ettiği sürece mutluluk ve mutsuzluk kavramları da insanla beraber kafaların içinde sürüp gidecektir. Ne vakit ki, arzuları yenmek kabil olur, arzuların üstesinden gelinir, o zaman mutluluk ve mutsuzluk kavramları da kendiliğinden sahneden çekiliverir.
Bizde bu ikili hali meydana getiren, bizim arzumuzun tatmin edilmiş veya edilmemiş olmasıdır. Arzu yerine getirilmiş, cevaplandırılmışsa, mutlusunuzdur. Arzuya cevap bulamadığınız sürece de, mutsuz olursunuz. Ama, arzulamazsanız, ne olur? Bütün insanlar ya da çoğu birçok şeyleri arzulamaz iseler, yani ego tatminleri yavaş yavaş artarsa, doygunlaşırsa, ne olur? Mutluluk ve mutsuzluk sözcükleri de yavaş yavaş ortadan kalkar. Mutluluğu aramak da ortadan kalkar. Çünkü artık arzu etmez hale gelinir. Arzular yok olur. Istırabın kaynağı da arzudur. Mutluluğu aramak, ıstıraptan kaçmak demektir. Istıraptan kaçmak ya da bir an olsun kurtulmak için mutluluk ararız. Ve mutlu olmak isteriz. Ya da kendimizin mutlu olduğumuzu sanırız. Kendimizi mutlu olmaya inandırırız. Hiç olmazsa daha az ıstırap duymak içindir. Veya duyulan ıstırabı değişik kavramlarla değiştirmek içindir. Ama ıstırabın kaynağını bulur ve onu tadil edersek, o zaman ıstıraptan kaçma meselesi de kendiliğinden ortadan kalkar, dolayısıyla mutlu olmak-olmamak gibi, birtakım çalkantılı hallerden kurtulmuş oluruz. Fakat arzulardan kurtulmanın yolu nasıl olacak?
Buda’nın anlattığı tarzda mı? Mümkündür. Fakat bize öğretilenlere göre, arzulardan kurtulmak için, bir savaşa girişmek boşunadır.
Arzulardan kurtulunmaz. Çünkü arzunun temelinde tekamül etmek ihtiyacı vardır. Yani tekamül etmek ihtiyacı arzuyu doğurur. Fakat burada bir nokta var: Bilgi dediğimiz bir unsur giriyor, işin içerisine. Yani tekamül etmek ihtiyacı ve ondan doğan arzunun arasına bilgi dediğimiz bir üçüncü unsur giriyor. Bu bilgi, tekamül ihtiyacımızın ne olduğunu anlamak, onun farkına varmak demektir. Yaşamadaki tekamül ihtiyacımızın ne olduğunu kavradığımız andan itibaren arzularımızı derhal o yönde harekete geçireceğiz. Yani arzular duygusal olmaktan, başı boş olmaktan şartlandırılmış olmaktan bir nevi şuuraltı itilimleriyle yönetilen güdümlü tarzda olmaktan çıkacaktır. Hedefi belirlenmiş arzular haline gelecektir. İşte o zaman şuurlu yaşam başlar. Hedefini, niçinini nedenini bilerek yapılan yaşam vardır ki, o arzu insanda ıstırap doğurmaz. Ondan ıstırap doğmaz. Ondan ancak bilgi gelir. Oradan hayatın kaynağı fışkırır. Gerçekten de yapacağınız iş odur. Ve ıstırabımızın büyük sebeplerinden bir tanesi de kendi tekamül ihtiyaçlarımıza yönelik hareketlerde bulunmayışımızdır.
O asıl yönden saptığımız sürece, ıstırap içerisinde kalırız ve bunun da bir türlü farkında olamayız. Kendi gerçek ruhsal ihtiyaçlarımız yönünde hareket etmediğimiz için ıstırap ve dolayısıyla mutsuzluk, içinde bulunuyoruz. Çok fazla çalışmamızdan dolayı tabii olarak maddesel enerjimizin karşılığını alırız, ama bu her zaman mutlu olacağımızı, huzur içinde bulunacağımızı göstermez. Çok büyük maddesel varlıklara kavuşabiliriz, ama gerçek ihtiyaçlarımız bunlar olmayabilir ve bundan dolayı da sebebini bilmediğimiz huzursuzluklar ıstıraplar içinde kıvranırız.
Bu demek değildir ki, para kazanmayalım, fabrikalar kurmayalım, çalışmayalım. Hepsini yapmalıyız. Ama tüm insanlık olarak, insanlığın kendi tekamül ihtiyacı açısından ele aldıktan sonra bunların yönünü değiştirebiliriz. Yani gerçekten de dünya insanının böyle bir yıkıcı teknolojik gelişmeye ihtiyacı var mıydı, yok muydu? Görünüşe göre, yoktu, çünkü, teknoloji hiçbir zaman insanları mutlu etmedi. Hep savaşa sürükledi, hep birbirimizin boğazını sıktırdı. Hala dünya insanının burnundan kan gelmektedir. Hep ıstırap getirmektedir. Her gelişme ayrıca bir ıstıraba sebep olmaktadır. Nihayet son zamanlarda geliştirilen Nötron Bombası bunun en belirgin örneği değil midir? Belki de bizim bunlara ihtiyacımız bile yoktu. Belki dünya insanlığı gerçek tekamül ihtiyaçlarını keşfedebilseydi, bambaşka bir sistem geliştirilebilirdi. Ve bu sistem bizi, dünya insanlarını, çok daha hümanist, hemcinslerine ve tüm tabiata daha sevgi dolu yapabilirdi... Aksine insanlara bugün sevgiden bahsettikçe, nefretini kamçılamış oluyorsunuz.
Kısaca diyebiliriz ki, Ruh kavramı, kendi realitemize göre, ne anlıyorsak odur. Ruhlarının tekamül ihtiyaçlarına göre enkarne olmuş olan bizler, bu gerçek ruhsal ihtiyaçlarımızın paralelinde yaşadığımız nisbette bu hayatımızı değerlendirmiş, dolayısıyla ıstıraplardan uzaklaşmış, gelecek hayatlarımız için de daha az ıstıraplı eprövlere kendimizi hazırlamış oluruz.
Duyulara bağlı olan süreksiz, çabuk yıpranır, dayanıksız hazlar içinde kalarak mutluluğu bize vermek isteyenler elbetteki başkalarını uyuttuklarını zanneden insanlardır. Çünkü biliyoruz ki, mutluluk veya mutsuzluk duyusal şeylerdir. Rölatif şeylerdir. O günkü halimize bakar. Beni mutlu eden sizi mutsuz eder. Yani bu derecede pamuk ipliğine bağlı olan birtakım kavramları insanlara bir amaçmış gibi sunmanın gereği nedir? Çünkü, “İnkarcı Materyalizm “in başka türlü manevi bir destek bulmasına imkan yoktur da onun için. En son getirip dayandırdıkları nokta budur: “İnsanlığın mutluluğu için.“ Materyalizmde ruh, gelecek hayat, Yaradan gibi kavramlar olmadığına göre, öldükten sonra bir “hiç”lik söz konusu olduğuna göre, canlılara evren içerisinde hiçbir şuursal süreklilik tanınmadığına göre, onlarca yaşamanın amacı “mutluluktur”.
Dolayısıyla, ne kadar mutlu olabilirsek o kar sayılmalıdır. Peki hiç mutlu olmadan ötealeme gidenler ne olacak? Milyonlarca mutsuzun hiç hakkı yok mu? Bunun sebebini de iktisadi fırsat eşitliğinin verilmemiş olmasına mı bağlayıvereceğiz.
Bütün bunları söylemeye hiç gerek yoktur. Çünkü insanların yaşaması mutlu olmak ya da mutsuz olmak için değildir. İnsanlar, kendi kendilerini tanımak ve kendi güçlerini artırmak için yaşarlar. Nedir? Nereden gelip, nereye gider? Ne yapması lazımdır? Ne için acı çeker? Niçin bazı şeyler bizde mutluluk hissi doğurur da, başkalarında doğurmaz? Bunları insanın araması, bilmesi, araştırması gerekir. Daha doğrusu zihinlerden, önce, mutluluk ve mutsuzluk kavramlarını kaldırmanın yollarını aramak lazımdır. İnsanları gerçekten bedbaht eden bu sözcükten kurtulmalıdır. Çok körü körüne, çok ilkelce, çok barbarca bir eylem. Çünkü mutluluğun teşekkülünün nasıl meydana geldiğini, nelerin ayaklar altına alındığını, bir anlık bir saadet için neleri ortadan kaldırdığımızı bir bilsek, onun EGO Tatmininden başka birşey olmadığını anlayabiliriz.
İkinci önemli bir husus, mutluluktan ziyade, mutluluğun arkasında yatan fikir ve düşüncelerdir. Yani insanları mutluluk aramaya doğru yönelten itici güç nedir? İhtiyaçlar ve Buda' nın deyimiyle “arzular”, sürüp gittiği sürece insanlar mutluluk ve mutsuzluk duyguları altında çalkalanıp duracaktır. İhtiyaçların tatmini meselesi sürüp gittiği sürece, arzular devam ettiği sürece mutluluk ve mutsuzluk kavramları da insanla beraber kafaların içinde sürüp gidecektir. Ne vakit ki, arzuları yenmek kabil olur, arzuların üstesinden gelinir, o zaman mutluluk ve mutsuzluk kavramları da kendiliğinden sahneden çekiliverir.
Bizde bu ikili hali meydana getiren, bizim arzumuzun tatmin edilmiş veya edilmemiş olmasıdır. Arzu yerine getirilmiş, cevaplandırılmışsa, mutlusunuzdur. Arzuya cevap bulamadığınız sürece de, mutsuz olursunuz. Ama, arzulamazsanız, ne olur? Bütün insanlar ya da çoğu birçok şeyleri arzulamaz iseler, yani ego tatminleri yavaş yavaş artarsa, doygunlaşırsa, ne olur? Mutluluk ve mutsuzluk sözcükleri de yavaş yavaş ortadan kalkar. Mutluluğu aramak da ortadan kalkar. Çünkü artık arzu etmez hale gelinir. Arzular yok olur. Istırabın kaynağı da arzudur. Mutluluğu aramak, ıstıraptan kaçmak demektir. Istıraptan kaçmak ya da bir an olsun kurtulmak için mutluluk ararız. Ve mutlu olmak isteriz. Ya da kendimizin mutlu olduğumuzu sanırız. Kendimizi mutlu olmaya inandırırız. Hiç olmazsa daha az ıstırap duymak içindir. Veya duyulan ıstırabı değişik kavramlarla değiştirmek içindir. Ama ıstırabın kaynağını bulur ve onu tadil edersek, o zaman ıstıraptan kaçma meselesi de kendiliğinden ortadan kalkar, dolayısıyla mutlu olmak-olmamak gibi, birtakım çalkantılı hallerden kurtulmuş oluruz. Fakat arzulardan kurtulmanın yolu nasıl olacak?
Buda’nın anlattığı tarzda mı? Mümkündür. Fakat bize öğretilenlere göre, arzulardan kurtulmak için, bir savaşa girişmek boşunadır.
Arzulardan kurtulunmaz. Çünkü arzunun temelinde tekamül etmek ihtiyacı vardır. Yani tekamül etmek ihtiyacı arzuyu doğurur. Fakat burada bir nokta var: Bilgi dediğimiz bir unsur giriyor, işin içerisine. Yani tekamül etmek ihtiyacı ve ondan doğan arzunun arasına bilgi dediğimiz bir üçüncü unsur giriyor. Bu bilgi, tekamül ihtiyacımızın ne olduğunu anlamak, onun farkına varmak demektir. Yaşamadaki tekamül ihtiyacımızın ne olduğunu kavradığımız andan itibaren arzularımızı derhal o yönde harekete geçireceğiz. Yani arzular duygusal olmaktan, başı boş olmaktan şartlandırılmış olmaktan bir nevi şuuraltı itilimleriyle yönetilen güdümlü tarzda olmaktan çıkacaktır. Hedefi belirlenmiş arzular haline gelecektir. İşte o zaman şuurlu yaşam başlar. Hedefini, niçinini nedenini bilerek yapılan yaşam vardır ki, o arzu insanda ıstırap doğurmaz. Ondan ıstırap doğmaz. Ondan ancak bilgi gelir. Oradan hayatın kaynağı fışkırır. Gerçekten de yapacağınız iş odur. Ve ıstırabımızın büyük sebeplerinden bir tanesi de kendi tekamül ihtiyaçlarımıza yönelik hareketlerde bulunmayışımızdır.
O asıl yönden saptığımız sürece, ıstırap içerisinde kalırız ve bunun da bir türlü farkında olamayız. Kendi gerçek ruhsal ihtiyaçlarımız yönünde hareket etmediğimiz için ıstırap ve dolayısıyla mutsuzluk, içinde bulunuyoruz. Çok fazla çalışmamızdan dolayı tabii olarak maddesel enerjimizin karşılığını alırız, ama bu her zaman mutlu olacağımızı, huzur içinde bulunacağımızı göstermez. Çok büyük maddesel varlıklara kavuşabiliriz, ama gerçek ihtiyaçlarımız bunlar olmayabilir ve bundan dolayı da sebebini bilmediğimiz huzursuzluklar ıstıraplar içinde kıvranırız.
Bu demek değildir ki, para kazanmayalım, fabrikalar kurmayalım, çalışmayalım. Hepsini yapmalıyız. Ama tüm insanlık olarak, insanlığın kendi tekamül ihtiyacı açısından ele aldıktan sonra bunların yönünü değiştirebiliriz. Yani gerçekten de dünya insanının böyle bir yıkıcı teknolojik gelişmeye ihtiyacı var mıydı, yok muydu? Görünüşe göre, yoktu, çünkü, teknoloji hiçbir zaman insanları mutlu etmedi. Hep savaşa sürükledi, hep birbirimizin boğazını sıktırdı. Hala dünya insanının burnundan kan gelmektedir. Hep ıstırap getirmektedir. Her gelişme ayrıca bir ıstıraba sebep olmaktadır. Nihayet son zamanlarda geliştirilen Nötron Bombası bunun en belirgin örneği değil midir? Belki de bizim bunlara ihtiyacımız bile yoktu. Belki dünya insanlığı gerçek tekamül ihtiyaçlarını keşfedebilseydi, bambaşka bir sistem geliştirilebilirdi. Ve bu sistem bizi, dünya insanlarını, çok daha hümanist, hemcinslerine ve tüm tabiata daha sevgi dolu yapabilirdi... Aksine insanlara bugün sevgiden bahsettikçe, nefretini kamçılamış oluyorsunuz.
Kısaca diyebiliriz ki, Ruh kavramı, kendi realitemize göre, ne anlıyorsak odur. Ruhlarının tekamül ihtiyaçlarına göre enkarne olmuş olan bizler, bu gerçek ruhsal ihtiyaçlarımızın paralelinde yaşadığımız nisbette bu hayatımızı değerlendirmiş, dolayısıyla ıstıraplardan uzaklaşmış, gelecek hayatlarımız için de daha az ıstıraplı eprövlere kendimizi hazırlamış oluruz.