Hayatımız pamuk ipliğine mi bağlı?

ParadokS

Kayıtlı Üye
Kerem Akça, bu hafta vizyona giren filmleri değerlendirdi.

Ülkemizde 2000’lerde sayısı artan kara komedilerin belki de en detaycı versiyonu. “40”, biçimci bir ruhla üretilmiş, üç karakter üzerinden yürüyen bir İstanbul portresi olarak anılabilir. Hayatın pamuk ipliğine ya da tesadüflere bağlı kaldığı metropol tasvirini de, sinemaskop formatında biçimci bir stille zafere ulaştırıyor. “Amores Perros”un çok hikayeli örgüsünü, Tarantino’nun diyalog yazma usulünü, “Koş Lola Koş”un çanta peşindeki hayatlara bağlı çatısını ve Guy Ritchie’nin yönetmenlik geleneğini birleştirirseniz “40”ı elde edebilirsiniz. İlk filmiyle yeteneğini kanıtlayan Emre Şahin’in, Ömer Faruk Sorak’un temelini attığı ‘yerli sinemanın biçimci yönetmenleri’ ekolüne dahil olması uzun sürmeyecektir.


Eğitimini ABD’de tamamlayan Emre Şahin, Türkiye’ye gelip ortak yapım bir projeye imza attığında karşımıza yaşadığı yerin izlerini taşıyan, hafif ‘bağımsız’ ruhlu “40” (2009) ile çıkıyor. Elimizdeki eser, hikaye anlatma sinemasını İngiltere’deki ‘video klipçi yönetmenler’ ekolünün gözüyle kavrayan ve suç filmine postmodern bir değişim geçirten yüksek tempolu bir tür sineması örneği.

Kara komedi alanında biçimci bir deneme.

Kara komedi alanında boy gösteriyor ve çokça Guy Ritchie, Danny Boyle gibi biçimci yönetmenlerin işlerini getiriyor akla. Öyle ki Şahin, burada İstanbul’un kenar semtlerinde yaşayan üç kişinin hayatlarını elde tuttuğu sürekli sallanan kamerasıyla portrelemeyi seçmiş. Bunu yaparken de onları ‘para dolu bir çanta’nın etrafında toplamış.

Yönetmenin tesadüfler üzerine kurduğu dramatik yapısında ise yüksek tempolu bir kurgu tekniği görmek mümkün. Bunun üzerine renklerle de oynayarak; her karakterin ruh haline sarı, mavi ve yeşilin ayrı ayrı anlamlarından girdiği söylenebilir. Flashbackler ise bu konuda ‘detaysal’ bir yorum sunuyor işin doğrusu.

Buna istinaden yönetmen, sözünü ettiğimiz sinemacıların biçimci stillerini benimsiyor burada. Ana akışın yanında, flashback sahnelerinde ve araya giren üç merkezi karakterin röportajlarında da bu durum hissedilebiliyor. Genelde hızlı kurguyu benimseyen ve flulaşma (overexposed) efekti kullanan Şahin’in, özellikle Nijeryalı göçmen karakterin geçmişini anlatırken daha baskın bir şekilde sarının tonlarına odaklandığı gözlemlenebiliyor.

Dünyada 80’lerden beri yükselen biçimci yönetmenler ekolüne katılıyor.

Her formalist yönetmen gibi yakın plan ve dar açı objektif odaklı bir görsel yapı kurması mutluluk verici. Sıçramalı kurgu, ara plan, hareketten kesme, donuk kare gibi kurgu tekniklerinden asla geri durmayan, devamlı biçim kaygısının sınırları zorlayan bir mantığa sahip “40”. Adeta kamerayı hareket ettirmese veya sahneleri kesmese rahat etmeyecek zekadaki bir yönetmenin imzasını taşıyor. Böylece Guy Ritchie, Danny Boyle, Tony Scott gibi 80’ler sonrası çıkan bu alana mensup yeteneklerin geleneklerini kavrayabiliyor.

Filmin el attığı kara komedi alt türü ise daha önce ulusal temelini “İnşaat”tan (2002) alıp “Pardon”da (2005) başarısız olduktan sonra, “Vavien” (2009) ve “Gişe Memuru” (2010) ile zirve yapmıştı. Ancak sanki daha çok iskeletiyle “Vay Arkadaş” (2010) ile akrabalık kuruyor “40”. Bunu da “Paramparça: Aşklar ve Köpekler”in (“Amores Perros”, 2000) çok hikayeli olay örgüsü, kesişen hayatlar duygusu ve el kamerası anlayışıyla kavramayı seçmiş.

Guy Ritchie ve Danny Boyle’un stilini Innaritu’nunkiyle birleşiyor

“Vavien” daha çok Coen Kardeşler’in ‘klasik anlatı sineması’ izindeki tarzlarını andırırken, burada Şahin’in sinema görüşü 90’ların İngiliz sinemasının temsilcilerini getiriyor akla. Çünkü “Fargo”nun (1996) çanta peşindeki karakterlerinden çok, “Trainspotting” (1996) ve “Ateşten Kalbe Akıldan Dumana”nın (“Lock, Stock and Two Smoking Barrels”, 1998) tiplemelerini özümseyen karakterler etrafında dönüyor yapıt.

Zira o yıllarda Danny Boyle’un “Trainspotting”iyle başlayan bir ‘alt kültürün arasına giren biçimci filmler ekolü’ hakimiyet kurmuştu. Bunun da kaynağında ülkenin ‘alt kültürü’nün bir portresini çizmek vardı. Yani para için her şeyini verebilecek cebinde hiçbir şeyi kalmamış bireylerin ve gangsterlerin hikayeleri ele alınıyordu bu filmlerde.

Metropolde hayatlarımız garanti altında mı?

Emre Şahin ise burada; Nijerya’dan Paris’e göç etmek isterken İstanbul’a düşmüş bir Afrikalı, mafyaya borcu olan bir kurye ve numaralarla kafayı bozmuş mutsuz bir evli kızdan oluşan üç düşmüş karakterin izini sürüyor. Bunları ise “Koş Lola Koş”un (“Lola Rennt”, 1998) hız üzerine sinemaya getirdiği geleneği izleyen tesadüfler odaklı bir yapının etrafında buluşturuyor.

Bu bağlamda ana kız karakterin bu yapıya ‘numaraların sihirine inanıyorum’ katkısı yapması ve 40’ın önemli bir rakam olması da şaşırtıcı değil. Filmin tesadüfleri aslında ‘İstanbul’daki hayat pamuk ipliğine bağlı’ demek için kullandığı hissedilebiliyor. Ancak bir diğer taraftan da bu tantananın içinde biraz da ‘sihirli bir güç’ var demek için yerleştirdiği de söylenebilir.

Görsel işçilik birinci sınıf, ama dramatik yapıda belli hasarlar var

Bu noktalardan bakınca aslında Emre Şahin’in, Amerikan klasik sinemasına yakın durduğu için “Koş Lola Koş”un ‘üç hikayede farklı tesadüflerle tükenen karakterlerin oluşturduğu film modeli’nin yakınından bile geçmediği gerçeği ortada. Ancak üç karakterin içinde bulunduğu hikayeyi illa da ‘bir öykü anlatacağım’ diye dokuduğu da söylenemez. Innaritu, Boyle ve Ritchie’nin geleneklerini Tarantino’nun küfürlü diyalog yazma ya da alt kültürü kavrama becerisiyle harmanlıyor yönetmen.

Bu haliyle de “40”, bilgisayar oyunu gibi isminden başlayarak keyifle izlenen yüksek tempolu biçimci bir sinema ürününe dönüşüyor. Türkiye’nin alt kültürünün acıklı portresini zeki bir dile kavuşturan filmin, kapanışını akılcı bir noktaya bağlaması takdir edilmeli. Ancak bunun yanında dramatik yapısının belli hasarları olduğunu es geçmemek de şart.



En az Tarantino kadar zeki bir alt kültür lehçesi kullanmış



Zira bazı sahnelerin, senaryoda yazılmamış gibi durdukları veya bu hızlı kurgu geleneğinin içinde tam olarak halledilemedikleri söylenebilir. Hikaye kurgusunun ise lineer akışı fazlaca dağıtırken gereğinden çok serbest durduğu için ‘özdeşleşme’ sıkıntısına alevlendirdiği söylenebilir. Ancak elbette Şahin’in ilk filminde böyle hatalar yapması kabul edilebilir. Önemli olan burada Türkiye’de pek görülmeyen prodüksiyon kalitesinin kurgu, görüntü yönetimi, müzik, kostüm, sanat yönetimi gibi konularda profesyonel bir işe dönüşmesi. Özellikle Tarlabaşı’nı yansıtma açısından örnek teşkil etmesi temellimiz eldeki eserin.



Bu durum neyse ki Ntare Guma Mbaho Mwine, Ali Atay, Deniz Çakır gibi profesyonel oyunculara da yansımış. Tabii alt kültür hikayesi olarak “Kara Köpekler Havlarken” (2008) ve “Başka Semtin Çocukları” (2008) ile birlikte anılması da doğal olacaktır “40”ın. Ancak “Kara Köpekler Havlarken”in ilkel sinemasından ziyade “Başka Semtin Çocukları”nın Amerikan klasik sinemasının gramerini benimseyen dünyasına yakın görülebilir Şahin’in filmi.



Bu noktada da aslında bir kara komedi olarak bu ikiliden ayrılıyor. Bunu yaparken üç ana karakterinin üç boyutlu yazılmış olması, küfür dozunun ise Türkçemizde tamamen orijinal cümlelerle çıkagelmesi şaşırtıcı ve sevindirici. Demek sadece Tarantino ve Guy Ritchie bu konuda zeki değilmiş!



FİLMİN NOTU: 6



Künye:



40

Yönetmen: Emre Şahin

Oyuncular: Ntare Guma Mbaho Mwine, Ali Atay, Deniz Çakır, Rıza Akın, Yosi Mizrahi, Sarp Aydınoğlu

Süre: 90 dk.

Yapım Yılı: 2010



KANDIR FAŞİSTİ, YAP DEVRİMİ



Çatısını özgün bir cümleye yaslayan ve oradan politik ya da felsefik metinler çıkaran, Fransa tabanlı bir romantik-komedi. “Aşkın Halleri”, başrol oyuncularının performans yetisiyle ve diyalog zekasıyla ayakta dursa da, özündeki fikri geliştirmekten ziyade daha farklı şeylerin izini sürmesiyle dağınık bir hal almış. Bunun üzerine görsel yapıda da bir kafa karışıklığı eklenince, ‘mesajı doğru, bütünü yanlış’ bir film çıkıyor karşımıza.



Temelindeki ‘küçükken tutucu mekanizmaya karşı harekete geçtim. Faşist-milliyetçi erkeklerle beraber olup veya evlenip, onların politik görüşlerini değiştirme kararı aldım’ çatılı felsefesiyle dikkat çekici bir mizah portresi çıkaran “Aşkın Halleri” (“Le Nom Des Gens”, 2010), işin doğrusu seyir düzeyini 100 dakika boyunca ayakta tutuyor. Zira Filmin Fransız toplumundaki belli dayatmaları, inançları ve seçimleri hicvettiği iskeleti izleyene de geçiyor.



Doğru mesajı ve felsefik olgunluğuyla dikkat çekiyor



Bunu felsefe dozu yüksek, sonu doğru bir romantik-komedinin içinde canlandırması da takdir edilmeli. Zira burada ailesi tutucu olan Arthur Martin’in ‘solcu bir adama oy verdiğim duyulmasın!’ zihinli bakış açısı, özgürlükçü Baya Benmahmoud’unkiyle birleşince sanki malzeme kat sayısı daha da artmış gibi. Sara Forestier ile Jacques Gamblin’in bu aşk hikayesini kalkındıran performansları ise dramatik yapıyı ayakta tutuyor.



Nihai sonuçta metinsel anlamda Woody Allen’ın ‘diyalog odaklı romantik-komedi’ geleneğinin özgün bir temsiliyle yüzleşiyoruz. Ancak nedendir bilinmez senarist-yönetmen Michel Leclerc, filmin görünümünün altında yatan bu cümlenin üzerine gitmekten ziyade çok sevdiği ‘değişik fikirler’e odaklanmayı seçmiş. Böyle olunca da dağınık bir iskeletle yüzleşmemiz kaçınılmaz hale geliyor.



Hangi meselenin üzerine gideceğine karar vermeyince dağınık bir yapıya hapsolmuş



Zira filmin orijinal adının tam karşılığı olan ‘insanların isimleri’ üzerine yapılan alaycı konuşma ile start almasının ardından, masalsı birer karakter geçmişi depolamasına karşın bir şekilde o dokuda kalma sıkıntısı var. Bu durum, “Aşkın Halleri”nin yukarıda bahsettiğimiz temelinde yatan cümleyi orta yerinde açıklanan bir ‘sürpriz’ olarak kurgulamasını sağlamış.



Böyle olunca da iki karakterin eğlenceli flashbacklerini iyi betimlemesi bir tarafa onların tonunu belirleme sıkıntısı çekmiş Leclerc. Yani bir taraftan politik bir içerik, bir taraftan durum komedisi malzemesi, bir taraftan da hayal-gerçek ikilemini servis etmeye çalışmasından zarar görmüş.



Özgürlükçü bakış açısını görsel anlamda kaldıramamış



Belki Arthur Martin’in geçmişini siyah-beyaz 35 mm, Baya’nınkini super 8 renkli pelikülle perdeye aktarması anlaşılabilir. İlki tutucu, ikincisi özgürlükçü bir duyguya sahip. Ancak filmin seks sahnelerine odaklanan kısımlarındaki montaj sekanslarda veya belli planlarda yine bir 16 mm algısıyla ‘özgürlükçü dönem’i geri getirme düşüncesi var.



Bunun modern hayat kadını olarak sunulan Baya’nın annesinin hippi olmasından da destek alarak, 60’ların sonunda izlediğimiz “Bırak Güneş İçeri Girsin” (“Hair”, 1979), “The Trip” (1967), “Psych-Out” (1968), “The Big Cube” (1969) gibi eserlerin eklektik yapılarını hatırlattığı çok açık. Ancak bu durum, görsel yapıyı dağıtmaya yarayan bir stil numarasından öteye gidemiyor. En azından son dönemden “Özgürlük Yolu”nun (“Into the Wild”, 2007) bu noktada başarılı bir yapısı olduğunu biliyoruz.



Jeunet ile Allen’ı ayırmak lazım



Leclerc de zaten filmini böylesi münferit ama bütünden bağımsız görsel müdahalelerle sarmış gibi gözüküyor. Bunun sebebi temeline “Amélie” (“Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain”, 2001) ile başlayan masalsı romantik-komedi şablonunu alması belki. Zira Allen ile Jeunet’nin eğilimleri arasında dağlar kadar fark var. Ama gelin görün ki film bu durumu ayakta tutunca hem görsel hem de dramatik yapının dağınık hale gelmesinin kurbanı olmuş.



Yönetmen, ele almak istediği özgün fikri yan öğelerle sabote edince de karşımıza kafası karışık bir ilk film çıkarmış. Leclerc’in ilerideki işleri ve söyledikleri takip edilebilir. Ancak burada flashback tonlamasından hayali sekans bütününe kadar gerçek bir algısal bozukluk hakim. Dağınıklığı her saniyede hissetmeniz de “Aşkın Halleri”nin zeki diyaloglarla depoladığı mizah duygusuna biraz mesafeli kalmanızı sağlıyor ister istemez.



FİLMİN NOTU: 4



Künye:



Aşkın Halleri (Le Nom de Gens / The Names of Love)

Yönetmen: Michael Leclerc

Oyuncular: Jacques Gamblin, Sara Forestier, Zinedine Soualem, Carolo Franck, Jacques Boudet, Michele Moretti

Süre: 105 dk.

Yapım Yılı: 2010





NE ZAMANA BAKSAN AYNI KÖLELİK



İspanyol sinemasının son 10 yılından aşina olduğumuz isimlerden Iciar Bollain, burada Bolivya’daki kölelik ve kızılderilik sorunsalının devam etmesine ‘film çekimi süreci’ ile karşılaştırmalı olarak bakış atıyor. En ilgisiz izleyiciyi bile içine almayı beceren “Yağmuru Bile”, altı dolu dramatik yapısıyla günümüz dünyası ile ilgili çarpıcı noktalara açılıyor. Ancak unutulmuş diyarlardan çıkarttığı portre ile dikkat çeken film, sinemaskop formatında ilk kez çalışan yönetmeninin el kamerasını kullanırken görsel anlamda tonlama sorunları yaşaması sebebiyle beklenmedik hasarlara uğramış.



Sinemada sosyal meselelere yaklaşımıyla dikkat çeken Iciar Bollain, bu damarıyla dikkat çeken bir anlatıcıdır. “Gözlerimi de Al”da (“Te doy mis ojos”, 2003) aile içi şiddet, “Matahariler”de (“Mataharis”, 2007) cinsiyet ayrımcılığı meselesine el atmasından sonra şimdi de kölelik ve kızılderililik konularında açığa çıkmayan bir Güney Amerika öyküsüne odaklanmış.



En ilgisiz izleyiciyi bile içine alabilecek bir öykü



“Yağmuru Bile” (“También la lluvia”, 2010), etkileyici hikayesiyle en ilgisiz izleyiciyi bile kendine bağlamayı beceren bir sosyopolitik analiz sunuyor. Zira Kristof Kolomb’un filmini çekmek için Bolivya’ya giden bir yönetmenin, orada halktan oyuncu seçmesi ile açığa çıkan ‘su savaşı’ ve maddi sorunlar yüzünden kaosa giren hayatlar gözler önüne seriliyor.



Yağmurun bile sömürüldüğü bir bölge analizi ile yüzleşiyoruz. Bu bağlamda da 16. yüzyılın o keskin liderlik-kölelik ayrımının günümüzde de son derece kan dökücü ve hayat bozucu halde olduğuna birinci ağızdan tanıklık edebiliyoruz.



Günümüz dünyasının kökü kazınmış



Bunun bir film çekme sürecine odaklanarak anlatılması da sinemanın evrensel ve katman açıcı bir sanat olduğuna vurgu yapıyor. Yönetmenin Luis Tosar ve Gael Garcia Bernal gibi oyunculardan güç alarak Bolivya’nın sömürgecilik meselesine İspanya üzerinden bakış atması, adeta rahat özdeşleşilir karakterler veriyor elimize. Böylelikle bu temasal bütünlük, 2.35:1 oranında son derece akıcı bir şekilde takip edilebiliyor.



Ancak Bollain’in ‘el kamerası ile anlatı’dan bir anda dev perdeye geçiş yapması, bir uyumsuzlukla ve alışma süreci sebebiyle gerçek anlamda tempoyu tutturamamasını sağlıyor. Bu sayede elimize çarpıcı ve çok katmanlı hikaye kalıyor sadece. Onun izlerinin ise ‘halen Bolivya’da böyle olaylar oluyor, günümüz dünyasının kökü kazınmış’ noktasına gelmesi, ırksal ayrım üzerine etkileyici metinler açıyor. Kölelik sorunsalının ‘küreselleşme’ sonrası da kanayan bir yara olabileceği, hazin bir bakış açısıyla gözler önüne seriliyor.



Tüm bunların devamında Bollain’in sosyal meselelere el atmasını sürdürmesi yedinci sanat için farz hale geliyor. Bu noktada sinema dilini de geliştirerek yoluna devam ettiği eserlerini merakla bekliyoruz.



FİLMİN NOTU: 5.5



Künye:



Yağmuru Bile (También la lluvia / Even the Rain)

Yönetmen: Icíar Bollaín

Oyuncular: Lluis Tosar, Gael Garcia Bernal, Karra Elejalde, Raúl Arévalo, Cassandra Ciangherotti

Süre: 137 dk.

Yapım Yılı: 2010



GELENEĞİ DOĞRU TOPRAKTA YEŞERTMELİ



Hollanda’nın gelişmiş tür filmi geleneğine uygun bir polisiye denemesi denebilir. Zira türün ‘cinayet araştırma filmi’ alt türünde faaliyet gösteren bu eserin, 2008 tarihli TV dizisi kıvamındaki Belçika kaynaklı orijinalinin seviyesini yukarılara çektiği çok açık. Filmin senaryosunda trajik açmazlara sürüklense de, özellikle kurgu ve sinematografiyi iyi düzenleyen prodüksiyon kalitesiyle ‘Hollanda’daki burjuva konformizmi’ni taşlarken bir sinemasal düzene sokulduğu söylenebilir. “Çatı Katı”, en kısa tanımıyla türün kalıplarını yerine getiren bir yapıt.



2008’de yine aynı isimli bir Belçika filmine malzeme olan “Çatı Katı” (“Loft”), bu sefer Hollanda desteğini alıyor arkasına. Aslında ‘iki ülke arasında ne fark var?’ diyebilirsiniz. Ancak Belçika sineması, daha çok Dardenne Kardeşler, Chantal Akerman gibi auteur yönetmenler yetiştiren geleneğiyle bilinir. Hollanda sinemasının ise ‘tür sineması’ ile ilişki kuran popüler kanadı her zaman daha bir önplanda.



Akıcı izleğinden ve burjuva konformizmi eleştirisine soyunan damarından güç almış



Bu durum da belli ki 2010 tarihli “Çatı Katı”nın omurgasına sinmiş. Antoinette Beumer’in el kamerası ile sabit kamerayı dengeli ölçülerde kullandığı görsel yapısı, iki kurgucudan da güç alarak akıcı bir izlek oluşturuyor. Böylelikle omurganın ‘yeniden çevrim’ algısını cinsellik ve şiddet dozajını da dengeleyerek yerleştirmesi, bir ‘parıltı’ salgılıyor.



Lafın özü burada dedikousal ivmesi “Seks Oyunları” (“Cruel Intentions”, 1998) kadar karton duran bir dramatik yapı mevcut evet. Ancak o noktadan Hollanda’nın konformist burjuva sınıfının yaşamına dair bir eleştiri de depolanıyor. Polisiye izleğinin içinde ‘cinayetin altında ne yatıyor?’u incelemeye çalışan eserin yozlaşmayı, ikiyüzlülüğü ve kokuşmuşlukları perdeye ‘şık’ ve ‘uymacı’ bir sinemasal bakışla yansıttığı söylenebilir.



En büyük artısı seyirciyi sürekli ayakta tutan kurgusu



Belki “Çatı Katı”nın senaryosal açmazlarını ve karaktersel gelişimleri konusunda ciddi sıkıntıları var. Hatta ana karakterlerine birer geçmiş dahi yazmadığı ve son 20 dakikadaki ‘sürpriz son’ algısını neredeyse çocuk zihinlerine uygun bir şekilde inşa ettiği söylenebilir. Ancak belli ki “Ben X” (2007) ve “Darfur için Söyle”nin (“Sing for Darfur”, 2008) ile Hollanda’nın ‘kurgusal düzeni’ne ‘biçimci bir vurgu’yla devrim yaşatan iki kurgucunun tutulması filmin lehine olmuş. Annelien van Wijnbergen ve Philippe Ravoet, ilerleyen dönemde Hollywood’da önemli yerlere gelirse şaşırmamak lazım.



Zira bu sayede bir cinayet olayının geriye dönüş ve ileriye gidişlerle akıcı bir şekilde incelendiğini izleyebiliyoruz. Paralel kurgu ve ara plan algısının temposal duruşu belirlemesi dikkat çekici bir bütüne kavuşuyor. Buna renklerle zekice oynayan ve üç boyutlu sinematografik görüşler salgılayan görüntü yönetmeni de katkıda bulunuyor.



“Çatı Katı”nın Belçika filminin yönetmeninin imzasını taşıyacak, 2013 tarihli Hollywood yeniden çevriminde nelerle karşılaşırız bilemeyiz. Ancak burada ‘yozlaşmış burjuva konformizmi’ üzerine bir şeyler söyleyen ve kendine ‘cinayet araştırma’ meselesini malzeme edinen bir polisiye denemesi mevcut. Bunu da eğrisiyle doğrusuyla bir bilince kavuşturuyor. Bunu özellikle not düşmek lazım.



FİLMİN NOTU: 4.5



Künye:



Çatı Katı (Loft)

Yönetmen: Antoinette Beumer

Oyuncular: Barry Atsma, Fedja van Huet, Kim van Kooten, Anna Drijver, Katja Herbers, Charlie Dagelet, Jeroen van Koningsbrugge

Süre: 108 dk.

Yapım Yılı: 2010





KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU



Aşk ve Küller (Blue Valentine): 6

Aşka Son Şans (La Chance de Ma Vie / Second Chance): 3.1

Ateşli Oda (Habitación en Roma / Room in Rome): 7.9

Başka Bir Yerde (Somewhere): 8.2

Beastly: 5.2

Beni Asla Bırakma (Never Let Me Go): 4.3

Bir Ayrılık (Jodaeiye Nader az Simin / A Separation): 2.5

Çığlık 4 (Scream 4): 7.8

Çömez (Cherry): 5.5

Dehşet Evi (Secuestrados / Kidnapped): 6.6

Dehşetin Gözleri (Zwart Water / Two Eyes Staring): 3.5

Demir Kapılar (Iron Doors): 4.1

Devlerin Günahı (There Be Dragons): 3.5

Gönül Avcısı (L’Arnacoeur / Heartbreaker): 5.3

Gördüğüm En Güzel Kadın (La Prima Cosa Bella / The First Beautiful Thing): 5.5

Hangover 2: Felekten Bir Gece Daha (The Hangover: Part II): 5.3

Hanna: 7.9

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2 (Harry Potter and the Deathly Hallows: Part II): 5.8

Hayali Aşklar (Les Amours Imaginaires): 4.3

Hızlı ve Öfkeli 5: Rio Soygunu (Fast Five): 4

İhanet (Partir / Leaving): 5.5

Julia’nın Gözleri (Los Ojos de Julia / Julia’s Eyes): 7.5

Kadın İsterse (Potiche): 4

Kadının Fendi (Made in Dagenham): 3.5

Kaledeki Yalnızlık: 5.2

Kar Beyaz: 6.3

Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde (Pirates of the Carribbean: On Stranger Tides): 5

Kartal (The Eagle): 3.3

Kayıp Hazine ((St. Trinian’s 2: The Legend of Fritton’s Gold): 1.2

Kırmızı Başlıklı Kız: Kötülere Karşı (Hoodwinked Too! Hood VS. Evil): 5.6

Kıyamet Gecesi (Vanishing on 7th Street): 5.5

Kiracı (The Resident): 5

Koğuş (The Ward): 7.3

Kung Fu Panda 2: 6.2

Kutsal Savaşçı (Priest): 7

Küçük Beyaz Yalanlar (Les Petits Mouchoirs / Little White Lies): 4

Küçük Günahlar: 6

Lanetli Miras (La Herencia Valdemar / Valdemar Legacy): 2.6

Larry Crowne: 4.1

Misafir: 1.4

Mutlu Azınlık (Happy Few): 8

Mutluluğun Peşinde (Rabbit Hole): 4

Mutluyum, Devam Et (Happythankyoumoreplease): 2.9

Ödünç Sevgili (Something Borrowed): 4.1

Öfkeli Çılgınlık Karamsar Çile: 4.9

Ölüm Odası (Chatroom): 7

Ömrümüzden Bir Sene (Another Year): 6.5

Özgürlük Yolu (The Way Back): 3

Ruhlar Bölgesi (Insidious): 10

Serseriler (Neds): 6.5

Sevimli Cüceler: Cino ve Jülyet (Gnomeo & Juliet): 4.3

Super 8: 3.5

Şeytanı Gördüm (Akmerul boatda / I Saw the Devil): 7

Suçlu Kim? (Henry’s Crime): 4.9

Tanrılar ve İnsanlar (Des Hommes et des dieux / Of Gods and Men): 1.7

Transformers: Ay’ın Karanlık Yüzü (Transformers: Dark of the Moon): 6

Thor: 3.6

Troll Avı (Trolljegeren / Trollhunter): 4.2

Tuzak (Wrecked): 2.8

Türkan: 2

X-Men: Birinci Sınıf (X-Men: First Class): 6

Zor Hedef (À Bout Portant / Point Blank): 5.4​
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst