Günümüzde pek çoğumuzun hayatı koşuşturma ve mücadele ile devam etmekte, hayatımızın amacı ya da anlamı mutlu olmaktan çok uzaklarda, kendimize yaşadığımız çağın bize dayattığı maddi hedefler belirlemişiz ve pek çoğumuz o maddi hedefler için yaşamakta ve onlar için çalışmaktayız. Acaba hiç hayatımızı, yaşadıklarımızı, hedeflerimizi, gözden geçiriyor muyuz?
Kendimize hedef diye koyduğumuz şeyleri hiç sorguluyor muyuz ve bu hedeflerimize ulaşınca. Örneğin; birkaç yıldır hayalini kurduğumuz arabayı alınca, neler hissediyoruz? Bizim kaç gün mutlu hissetmemize yetiyor?
Anlatmaya çalıştığım, tüm bu hedeflerimizin peşinde koşarken aslında hayatı ıskalıyoruz. Hayat bir şekilde avuçlarımızdan kayıp gidiyor. Böyle anlamsızca, hiç kendimizi sorgulamadan yaşanan bir hayatın ikinci bölümünde yani emeklilikte bizi ciddi bir orta yaş krizi ve yanında da ağır bir depresyon beklemektedir. Emekli olup, iş hayatından uzaklaşınca ve kendimizle ve yaşadığımız yıllarla baş başa kaldığımızda, cevaplamamız gereken bir sürü soru ortaya çıkıyor. Hayal edin ki 60 yaşında emekli oldunuz, maddi hiçbir sıkıntınız yok, hayatınız ve geleceğiniz maddi anlamda güvencede ama bu güvencenin yanında, sizden yıllar önce uzaklaşmış ve artık kim olduğunu ve size karşı ne hissettiğini bile bilmediğiniz bir eşiniz, hiçbir zaman duygusal anlamda doyurucu bir ilişki içinde olamadığınız ve artık evden ayrılmış olan çocuklarınız. Böyle bir tablo içinde sizi bekleyen şey, kendi kendinize soracağınız ve cevaplayamayacağınız ağır sorular. Ben ne yaptım? Nasıl bir hayat yaşadım? Yaşadığım 60 yılda mutlu muydum? Bu tipik orta yaş krizinde sizi bekleyen şey duygusal anlamda yalnızlık ve pişmanlıktır. Hissettiğimiz pişmanlık duygusu ise, yaşamadığımız, hep ertelediğimiz hayatın ve anların bize hissettirdikleridir. Bizler pişmanlığı daha çok yaşanmamışlıklarda yaşarız. İnsanlar, yaşadığım ya da yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim, iyi ki yaşadım bunları derler. Ama ya yaşamadıkları ya da erteledikleri? Esas bizi kederlendiren yaşamadığımız, görmezden geldiklerimizin bize yaşattığı sorumluluk duygusudur.
Bizler yani insanoğlu, hayatının bir başı ve sonu (doğum ve ölüm) olduğunu bilen şanslı canlılardanız, bunu bilmek bizi daima kaygılandırır. Yaşamımızın anlamlı olup olmadığını daima sorgularız. Çünkü dünya sadece bizim onu oluşturduğumuz biçimiyle anlam taşır. Kendimize yarattığımız bu dünyada, kendi yaşamımızdan ancak biz sorumluyuz. Hayatına birtakım anlamlar yükleyen ve değerler atfeden sadece bizleriz. Biz ne kadar mutlu isek dünyada bizim için o derecede anlamlı hale geliyor. Yaşadığımız günden ve aldığımız nefesten keyif alıyoruz.
Hiç sabahları odanızın camını açıp, sabahın serin havasını içinize çeker misiniz?
Geçtiğiniz ya da yürüdüğünüz yollarda, etrafınızdaki güzelliklerin farkında mısınız?
Acaba hayatınızın ya da yaşadığınızın farkında mısınız?
En önemlisi mutlu musunuz?
Bir gün öleceğini bilen varlıklar olarak, gereksiz oyalanmalarla, önemsiz kaygılarla bunalmış hayatlarımızı zenginleştirmek ve daha anlamlı kılmak tamamen bizim elimizde.
Unutmayın ki, kötü bir yaşam, kötü bir ölüm getirir.
Hayatınızın yönünü mutluluğa doğru çevirebilmek için işe sağduyunuzu dinlemekle başlayabilirsiniz. Sağduyunuzu dinlemeyi öğrenmelisiniz. O size doğru yolu mutlaka gösterecektir.
Duygusal durumunuzun farkında olmak, ne yaşadığını biliyor olmak bile bir başlangıç, değişim için bir adımdır. Hayat monoton ve ben mutsuzum durumundan çıkıp, mutsuzluğunuzun gerçek ve objektif sebeplerini bilmek, kendi hayatımız üstündeki egemenlik hissini artıracaktır. Günün, hayatın, olayların getirdiğini yaşamaktansa, kendi hayatımıza egemen olmak, bu geminin kaptan koltuğuna oturmak ve rotamız neresi diye sormak değişim ya da gelişim için çok çok güzel bir başlangıçtır.
Hayata karşı çözümsüz kaldığımız durum ve olaylarda, problemin gerçekte ne olduğunu bilmek çözüme doğru atılan bir adımdır.
Çevremizde çok sık rastladığımız mutsuzum diyen insanların pek çoğunun, esas problemlerini ve o problemi oluşturan koşulları, problemin temelini bilmediklerinden emin olun. Bizler önümüze çıkan sorunlarda, sorun odaklı yaşamayı seven insanlarız. Sorunumuzu tespit edip, çözüp yolumuza devam etmektense, orda takılıp kalmaya ve sorunu gözümüzde daha da büyütüp içinde boğulmaya daha meyilliyiz. Bazı insanlar ise yaşadıklarından acı çekmeye ve bu acıyı daha büyütmeye ve acıyla kendilerini narkotize etmeye daha yatkınlar.
Bu tarz insanların psikolojik yardım almadan bakış açılarını değiştirmeleri oldukça zordur.
Ama eğer ki yaşadığınız acının bir anlamı ve sebebi varsa, bu acıyı ve depresif hali yaşamak en doğalıdır. Anlamı olan acıları aşmak daha kolaydır.
Bir kez geldiğimiz ve bir gün gideceğimizi bildiğimiz şu yaşam yolculuğumuzda, yaşadığımızın farkında olmak, her anını bilerek ve isteyerek yaşamak, yaşadığımız anlardan keyif almak, hayatı anlamlı ve keyifli hale getirmek sadece bizim seçimimizden ibaret.
Aldığımız nefes, içtiğimiz bir yudum su için şükretmekle işe başlayabiliriz. Bu yaşamın bize değerli bir armağan olduğunu unutmayalım. Bize hediye edilen ve özenli koruduğumuz değerli armağanlarımız vardır ya hayatımızı da öyle değerli kılalım ve koruyalım. Hayatı hissedelim.
Hayatımızda sorunlar olması kaçınılmaz ama o sorunlarla mücadele gücü ve sorunların çözümleri sadece sizin içinizde.
Mücadeleyle ve çalışarak başardıklarımıza bakalım. Başardıklarımız bize mutluluk, güven ve güç verecektir. Bu güçle hayatımızın rotasını değiştirebilir, mutluluğa doğru yelken açabiliriz.
Geçmişimizle ve kendimizle barışmanın yollarını arayalım. Çünkü kendisiyle barışık olmayan bir kimsenin çevresiyle ve hayatıyla barışık olması da oldukça zordur.
Çözemediğiniz sorunlarınız için bir uzmandan yardım almaktan çekinmeyin. Göreceksiniz ki çözümler çok yakınınızda hatta sizin içinizde, size gerekli olan sadece birinin dostça uzanan profesyonel yardım eli.
Mutluluğu içinizde hissetmediğiniz sürece, onun yüzünüze ve hayatınıza yansıması mümkün değildir. Hayatınızı değiştirmek için bir adım atın, bir yerlerden başlayın.
Unutmayın ki Yaşam ısmarlanamaz .
Alıntı