ashli
Bayan Üye
The Grey/Gri Kurt (2011)
Tanrı'nın unuttuğu, dünyanın öteki ucunda yaşanan bir uçak kazası sonrası çetin coğrafi koşullara karşı hayatta kalma mücadelesi veren kahramanların sonuncusu Ottway, Alaska'dan dönerken ekibiyle birlikte vahşi doğanın ortasında, kurtlarla başbaşa kalır. Şimdi hem dondurucu soğukla hem de onlara akşam yemeği olarak bakan bozkurtlarla savaşmak zorundadır...
Yapımcı, senarist ve yönetmen Joe Carnahan'ın bu son aksiyon ve gerilim dolu filmi başrolde Liam Neeson'ı tek adam konumunda iyice yıldızlaştırırken, türün meraklılarına da heyecan dozu yüksek ve kaliteli bir yapım vaat ediyor. Filmin yurtdışındaki eleştirmen ve seyirciler tarafından oldukça beğenildiğini de ekleyelim.
127 Saat/127 Hours (2010)
2003 yılında, tek başına çıktığı bir yürüyüşte, kolu bir kaza sonucu dev bir kayanın altında sıkışan ve 127 saat boyunca çölün ıssızlığında mahsur kalan Aron Ralstonın öyküsü, Danny Boyleun ellerinde alabildiğine stilize bir özgünlüğe bürünmüştü. Daracık bir tek mekanda, bir anlatıcının hayal gücünü herşeyiyle kısıtlayan bir sabitlikle kotarılan film, Danny Boyleun ıssızlık psikolojisini devşiren hamleleriyle hiç beklenmedik noktalara temas ederek etkileyici olmayı fazlasıyla başarıyordu.
Bazı anlarında Ralstonın psikolojik çöküşüyle sağlam bir gerilim filmine dönüşen 127 Saat, James Franconun kusursuz oyunculuğuyla da akıllarda kalıyordu. Filmden geriye akıllarda kalan en önemli detaylardan bir diğeri ise, hiç şüphe yok ki A.R. Rahmannın filme bir kimlik kazandıran enfes müzikleriydi.
Ölümüne Kaçış/Essential Killing (2010)
Polonyalı yönetmen Jerzy Skolimowski'nin uzun bir aradan sonra beyazperdeye dönüşünü temsil eden bu kaçış ve hayatta kalma filmi, gerek başroldeki Vincent Gallo'nun tek kelime etmeyen muhteşem performansı, gerek karlarla kaplı uçsuz bucaksız ormanı bir anlatım aracı olarak kullanması olsun, 2010'nun dört dörtlük yapımlarından biri olarak hafızalarımıza kazınmıştı.
Muhammed adındaki bir Taliban askerinin, aslında varlığından bile şüphe edeceğimiz bir ordu tarafından takip edilişini nefes nefese anlatan film, hayatta kalmak için öldürmekten başka çaresi olmayan bir insanın en ilkel duygularını da başarıyla beyazperdeye taşıyan bir yapım. Vincent Gallo'nun 2010 Venedik Film Festivali'nde bu performans ile En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü aldığını filmin ayrıca Özel Jüri Ödülü'ne layık görüldüğünü de hatırlatalım...
Buried/Toprak Altında (2010)
Rodrigo Cortés imzalı, 2010 tarihli Toprak Altında(Buried), tek karakterle dramatik yapı yaratmanın daha da uç bir örneği. Aslında yine ek karakterler var bu filmde. Sadece hiçbirini görmüyoruz. Telefonla ulaşılabilenler veya sadece hakkında bilgi aldığımız, öyküye katkısı olan insanlar mevcut.
Cortés ve senarist Chris Sparling, filmin tamamını bir tabutun içinde tutarak daha da yüksek bir hedef seçmişler kendilerine. Ve tek bir karakterin, kımıldaması mümkün olmayan bir tabutun içindeki hikayesini seyirciyi hiç sıkmadan (klostrofobisi olanları bunaltabilir tabii ama o ayrı bir mesele) doksan dakika boyunca idare edebilmek, büyük takdiri hak eden bir başarı. Bu başarıda görüntü yönetmeni Eduard Graunun katkısı da unutulmamalı. Senaristin yeni filmi ATMnin de bir kapalı alan öyküsü olması, enteresan bir dip not.
Cehenneme Bir Adım/The Descent (2005)
Neil Marshall'ın klostrofobik korku şaheseri Cehenneme Bir Adım, mağaraya dalmaya giden hatunlar neandartal canavarlar tarafından saldırıya uğramadan önce yaklaşık bir saat boyunca gayet etkileyici, doğaüstü elementlerden uzak bir yaşamda kalma savaşı sunuyor.
Özellikle kızların incecik geçitler içinde sıkışıp kaldığı sekanslar sırasında azıcık bile klostrofobiden yakınan seyirciye panik krizi geçirtebilir. Tabi incecik mağaralarda sıkışıp kalmanın üzerine bir de insan yemeye can atan yaratıklardan kaçmak zorunda kalınca işler iyice zorlaşıyor. Her zaman daha kötüsü olabilir derler ya...
Zombilerin Şafağı/Shaun of the Dead (2004)
Korku ve komedi janrlarının aynı potada eritilmesine epeyce alışmıştık; ancak mizahi açıdan bu kadar kaliteli olanına hiç rastlamamıştık. Simon Pegg,Edgar Wright ve Nick Frost üçlüsünün taze zihinleriyle bizi tanıştıran Zombilerin Şafağı (Shaun of the Dead) için tarihteki birçok külte göndermeler içeren bir modern kült dememiz son derece doğru olacaktır.
Korku-komedi türünün bilinen tuzaklarının hiçbirine düşmeden ve asla bir skeçler silsilesine dönüşmeden, kendi meselesi çerçevesinde hikayesini de anlatmayı tamamen başaran Zombilerin Şafağı, yürüyen ölüler üzerinden yapılan mizahın halen yaratıcı olabileceğini de gösteriyor.
Touching The Void/ Boşluğa Dokunmak(2003)
Çoğu yapmaca gerilim filminden bile daha çok geren bu muazzam belgeselin başarısı, yaşamda kalma savaşını takip ettiğimiz Joe Simpsonun filmin başından beri halen yaşıyor olduğunu bilmemize rağmen süresi boyunca ağzımız yüreğimizde izletmesinde yatıyor.
Perunun Siula Grande dağına tırmanırken tepede ayağı kırık kaybolan Joenun kampına geri dönüş serüvenini röportajlar ve canlandırmalar aracılığıyla izliyoruz. Joenun şuurunu yitirmeye başladığı sırada kafasında bir Boney M şarkısının durmadan çalması gibi detaylar hikayenin acımasız gerçekliğini bir o kadar daha destekliyor.
Cast Away/Yeni Hayat (2000)
Dramatik yapının ancak iki ve hatta daha fazla karakter arasında oluşturulabileceği kabul edildiğinden, popüler sinemada kendinize seçebileceğiniz en güç hedeflerden biri tek kişi üzerine kurulu bir film yapmaktır. Adaya düşen yalnız bir adam üzerine tam 143 dakikalık bir filmi, seyirciyi sıkmadan hayata geçirebilmek ne senarist ne yönetmen ne de oyuncu için hiç kolay iş değildir.
Yönetmen Robert Zemeckis, senarist William Broyles Jr. ve bu rolüyle Altın Küre kazanıp Oscara da aday gösterilen Tom Hanksin bu modern Robinson Crusoe filmindeki başarısını ciddiye almamız bundan. Tabii işin kolayına kaçtıkları yerler var filmde. Hanksin karısıyla ilgili geriye dönüşler gibi... Ama bir voleybol topundan karakter yaratmak gibi son derece kıymetli başarıları da var Yeni Hayatın. O voleybol topunun seyircileri nasıl ağlattığını iyi hatırlıyorum. Hanksin kilo vermesi için sete ara verilen aylara Zemeckisin Gizli Gerçek (What Lies Beneath) gibi bir başka sıkı filmi sığdırabilmiş olması da takdirle hatırlanması gereken bir diğer detay.
Alive/Yaşamak İçin (1993)
1972de And dağlarına çarparak düşen bir uçak, Dağların arasında, karların içinde bir uçak enkazına sığınarak yaşamak ve gerekirse en sevdikleri arkadaşlarının cesetlerini yemek zorunda kalan Uruguaylı Rugby takımının oyuncuları... Hepsi koyu Katolik olan bu gençlerin başına gelenler, içgüdülerin tüm öğrenilmiş ahlaki ve moral değerlerden daha üstün gelebileceğinin kanıtı gibi Konu bu kadar güçlü olunca ve hikaye Frank Marshall gibi işbilir bir yönetmenin ellerine teslim edilince filmi de iyi oluyor doğal olarak. Ethan Hawkeın yıldız potansiyelinin ortaya çıktığı film olarak da bilinir.
Kurtuluş/Deliverance (1972)
Bir grup doğa sporları meraklısı şehirli züppenin, yapılacak baraj yüzünden yakında kuruyacak bir nehirde geçireceği outdoor haftasonunun Amerikan konuk sevmezliği yüzünden nasıl bir psikopat deneyime dönüşebileceği ve yaşama içgüdüsünün insanın içinde, bir ateşin başına çöreklenmiş olarak oturan ilkeli nasıl canlandırabileceği üzerine muhteşem bir hikaye Aradan geçen yıllara rağmen, rahatsız ediciliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Boorman filmlerinin tamamında olduğu üzere
Aşırı şiddet içeren sahneleri yüzünden her seyircinin hoşuna gidecek bir yapım olmayabilir ama bu listenin en güçlü filmidir desek yanılmış olmayız. Şerif Görenin çektiği, başrollerinde Müjde Ar ve Tarık Akan'ın oynadığı bir replikası da mevcuttur. Tabi Yeşilçamın klişelerine bulanmış ve kolu kanadı kırılmış olarak
Kaynak: beyazperde.com