Hassas Meseleye Korkak Yorum

Bezmi$h

Banned
Ülkemizin kanayan yaralarından çocuk gelin meselesi, “Lal Gece”de tek bir mekan ve ‘gerdek gecesi’ tasviri üzerinden tiyatro estetiği gerekliliği olan bir formüle transfer ediliyor. Reis Çelik’in Gökhan Tiryaki’yi tutup projeye Nuri Bilge Ceylan profesyonelliğini katma çabası ise bu ‘zor şablon’u kurtarmaya yetmiyor. Gerçek bir tonlama sorunu yaşayan “Lal Gece”, bir türlü teatrallik açmazını bertaraf edemezken olgun adam-küçük kız ya da damat-gelin ilişkisinde hiç de doğru bir noktaya gitmemiş. Bu da filmin ideolojik açıdan fazlasıyla zedelenip köylerde sübyancılığa varan görücü usulü evlilik ve çocuk gelin meselesini belli oranda onaylamasını sağlıyor.

“Lal Gece”nin (2012) temellerine bakınca, kültürel/sosyal bir kapalı mekan tasviriyle yüzleştiğinizi hissedebiliyorsunuz. Reis Çelik, böylesi meselelerinden bir yenisini daha bizlere armağan etmek için ‘sinemaskop’ formatında bir temsil seçmiş. İlyas Salman ile Dilan Aksüt’ün damat ile gelini canlandırdığı eser de buradan bir yol belirlemiş kendisine.

Meselesinin üzerine oryantalist bir bakışla gitmesi ters tepiyor
Ancak Reis Çelik’in “Hoşçakal Yarın” (1997), “İnat Hikayeleri” (2003) gibi eserlerdeki kapsamlı, politik tutarlılığı olan hikayeleri, ‘basit’ planlarla anlatma zekasının bir gıdımını dahi buraya transfer edemediği kesin. “Mülteci”deki (2007) günümüz dekupajına uyum sağlayamadığını ve anlatısında düşüşler olduğunu kabul etmek bir özgüven ister. Reis Çelik de bu tespiti iyi yapmış.
Zira daha ziyade Gökhan Tiryaki’nin sinematografisinin getirdiği keskin pastel renklerle örülü görsel yapı ve onun HD kalitesini ‘ön’e yerleştirmiş yönetmen. Fakat bunun ötesinde bir noktaya ulaşamayan filmin meselesiyle ilgili açtığı kapılar çok dar ve korkak...
Damat tarafının ‘gerdek gecesi’nde yapması uygulaması gereken ‘suistimal’e varıp ‘şiddet’e eğilmeye kadar gidebilecek motivasyonları elinin tersiyle iten eser, bu noktadan da bir ‘mizahi’ dokunuşla ‘ciddi metinler’i parçalayıp ‘oryantalist’ bir havaya bürümüş. Bu da filme ‘ucu açık’ sonu da dahil olmak üzere yanlış bir Türkiye temsili getirmiş. “Lal Gece”nin olgun erkek-genç kız ilişkisi filmindeki ‘sübyancılık’a kadar uzanan dünya temsillerinin arasındaki yeri ise hiç cesur değil.

Her kitleyi memnun etme peşine düşünce sosyal meselesini hissettiremiyor
Zira Tiryaki’ye ve bütçesinin düşüklüğüne güvenen Reis Çelik’in, ‘diyalog’, ‘karakter hareketi’ ve ‘sanat yönetimi’ni kullanma zekiliği hiç de bir tiyatro estetiği yaratacak yetkinlikte cereyan etmiyor. 91 dakikalık süre ise bir gerdek gecesine göre fazla gelmiş belli ki ona. Bu da ne Bergman, ne Fassbinder, ne de bir başkasının geleneğini hissettirirken kendine liberal bir düstur belirlemesi de her açıdan yanlış bir filmi bizlere armağan ediyor. Zhang Yimou’nun ilk dönemindeki geleneğine yakın seyreden Çelik’in bir anda ‘köklü değişimi’ kavrayamamasını sağlıyor.
Anlayacağınız yönetmen, bilmediği sularda boğulup önceki filmlerinin ‘görsel dil’ açısından dağınık ama en azından samimi ruhunu dahi yitirmiş. Baştan sona korkak, politik, her kitleyi memnun etme peşindeki, bu amaçlar ışığında da ‘sosyal meselesi’ni haram eden bir eser “Lal Gece”. Büyük oranda da detaylarla kaybolup ‘oryantalist’ çekiciliğini korurken ‘polyannacılık’ yapması ve karakterlerini ‘karikatürize’ etmesiyle öne çıkabiliyor. Buna istinaden Aksüt’ün tiplemesinin izinden “San Lorenzo Gecesi” (“La Notte di San Lorenzo”, 1982) veya “Meme ve Ay” (“La Teta i La Lluna”, 1994) gibi bir ‘çocuksu hayalcilik’ izlemek istediğimizde ise o bile gerçekleşmiyor.

FİLMİN NOTU: 3.5
Künye:
Lal Gece
Yönetmen: Reis Çelik
Oyuncular: İlyas Salman, Dilan Aksüt
Süre: 91 dk.
Yapım Yılı: 2012


‘AMERİKALI’NIN FENDİ, DÜNYAYI YENDİ!

Kendisini 2. Dünya Savaşı arifesinde Japonya-Çin çekişmesinin göbeğinde bir kilisede bulan John Miller, aslında savaşın orta yerinde ‘ayırıcı’ ve ‘iyileştirici’ bir görev üstlenecektir. Zira 1937’deki Nanjing Katliamı’nın son bulması için Çin Cumhuriyeti ve Japon İmparatorluğu yetmemiştir. İpi kesecek ‘zeki’ ve ‘şapşal’ bir Amerikalı şarttır. Bu da büyük oranda “Savaşın Çiçekleri”nin ‘ayrımcı’ ve ‘emperyalist’ bakışını ortaya koyuyor aslında. 2000’lerde “Kahraman” ile wuxia türüne kayan, geçmişin toplumsal gerçekçi minimalist sinemacısı Zhang Yimou, burada kendi imzasını koymadan ‘parayı alıp gitmek istiyorum’ memuriyetine kapılmış belli ki. Bu da yönetmenin 1999’da “Eve Dönüş Yolu”nda gördüğümüz ‘kariyer ivmesini değiştirme’ arzusuyla içine düştüğü ‘çağ dışı melodram’ açmazından bir tane de ‘göstere göstere milliyetçilik yapan savaş-dramı’ ile 2011’de yaşamasını sağlıyor.

1930’larda ucu 2. Dünya Savaşı’na da değen Çin ile Japonya arasındaki 2. Sino-Japon Savaşı’nın Nanjing cephesinde yaşananlara el atan bir büyük prodüksiyon... “Savaşın Çiçekleri” (“Jin Líng Shí San Chai”, 2011) perdede fazla temsil bulmayan bu tarihsel olayı masaya yatırmakla kalmıyor. Aynı zamanda dramatik yapısını Bosna Savaşı’nın istilacı ‘dini’ çatışmasına benzer bir ‘rejimsel’ çarpışmayla inşa ediyor. İmparatorluk ve kaostan kurtulamayan cumhuriyetçi düzeni karşı karşıya getirip ‘masum’ların katledilmesine bir ‘Schindler’ arıyor. Ancak bunu tanıtmak ya da bilinir kılmaktan fazlasını yaptığını söylemek güç bu eserin...
Yönetmenin kariyerindeki ikinci geçiş noktası
Zira Zhang Yimou, Çin’in beşinci kuşak yönetmenlerinden biri olarak ‘sosyal gerçekçi’ tabanıyla ülkedeki rejimlere veya siyasi gelişmelere karşı çıkan bir yönetmendir. Onun bu ‘muhalif’ duruşunu filmografisi boyunca ‘detay bilgi’lerle köşeye sıkıştırılan sınıfsal açıdan düşmüş karakterleri ele alarak idame ettirdiğine tanıklık ettik. En son “O Ağacın Altında”daki (“Shan Zha Shu Zhi Lian”, 2010) yasak ilişki mizanseninde dahi ‘Mao karşıtı’ duruşunu gözlemlemiştik. Ancak burada belli ki 94 milyon dolarlık bütçe ve ‘euro-pudding’ havası ‘ruh’unu alıp götürmüş sinemacının.
1999’de “Eve Dönüş Yolu” (“Wo De Fu Qin Mu Qin”) ile sinemaskopa geçişi ‘kitle simsarı çağ dışı bir duygusal melodram’ ile doldurmasının ardından “Kahraman” (“Ying Xiong”, 2002) ile wuxia’ya geçmişti yönetmen. Böylece ‘sosyal meselesiz’ ve ‘apolitik’ yaklaşımının devamında ‘biçimci’ bir geleneği devreye sokarken farklı renk filtreleriyle de yepyeni bir model yaratmayı ihmal etmemişti. O yöndeki ‘büyük bütçe’ düşüncesi ve fazlaca figüranla çalışma mantığı burada bir savaş dramasına transfer ediliyor. Ancak elbette 1999’da olan 2011’de de ‘göstere göstere milliyetçilik yapan bir savaş draması’na dönüşüyor.

Batı elinin değmesiyle ‘barış’ geliyor
Amerikalı defnedici John Miller’in ‘el’inin değmesiyle Çin-Japon çekişmesindeki yönü belli eden bir eser görünümünde “Savaşın Çiçekleri”. Bu noktada da Nagisa Oshima’nın “Merry Christmas Mr. Lawrence”daki (1983) 2. Dünya Savaşı zeminli Japon İmparatorluğu’nun temsilcilerini, İngiliz bir askere karşı ‘Yeşilçam kötüsü’ olarak çizme duruşu farklı bir zeminine kavuşuyor burada.
Öyle ki ordu bireyleri adeta ‘çizgi film kötüsü’ne çevrilerek hem kartonlaştırılıp hem de erkekleştirilirken, Çinliler de büyük oranda ‘güzellik’, ‘saflık’ ve ‘iyi niyet’ simgesine dönüştürülüyor. Ancak onları kurtaranın hiç de hikayede yeri olmadan son anda ‘araya atılmış gibi duran Christian Bale’ın ‘Batıcı’ ve ‘Amerikalı’ tiplemesi olması şaşırtıcı. Üstelik Batıcılık tanımının bir katolik kilisesinde kazara rahip kılığına girmesi de her şeyi açığa çıkarıyor.

‘En iyisi bizim Amerikalı’ demenin farklı bir yolu
“Savaşın Çiçekleri”, Amerikalının hıristiyanlıkla ilişkisini, bağnazlığını eleştirmektense Japonya’nın yaptığı kıyım üzerinden rejimler arası savaşın sığlığını topa tutmaya çalışıyor. Yimou’nun gözünden adeta sağcı bir duruş harekete geçip ilk döneminin ‘Marksist birey hikayeleri’nin tam tersi bir yol çiziliyor. Kadınlar da ancak bu yapay karakter sayesinde kurtulabilecek bir ‘elle tutulur’luluğa indirgeniyor ve feminist okumalar bir hışımla devre dışı bırakılıyor.
Onların ‘cinsellik’, ‘şarkıcılık’ ve ‘güzellik’ ile yüklenen ‘cariye’likleri öne çıkarılıyor. Bu röntgenci ve din karşıtı karakter arada kaybolunca da filmin destansı yapısı sadece başlangıçtaki çarpıcı savaş sekansıyla tanımlanır hale geliyor. Bale ile Çinli kızların birbirleriyle kurdukları iletişimin adeta ‘Amerika-üçüncü dünya ülkesi’ çekişmesini andırması ise bir anlamda filmin ultra emperyalist bakışı adına eteğindekileri dökmesine yarıyor. Tabiri caizse ‘Çinlisi ahlaki açıdan tartışmalı işlerle uğraşıyor, Japonu adam öldürüyor, en iyisi bizim kahraman Amerikalı’ demek istediğini açığa çıkarıyor.

Japonya’da yasaklanırsa şaşırmayalım
Dostluk, hoşgörü, fedakarlık, sevgi gibi kavramlar da seyirciyi etkisine almak için ‘güzelliğe tutulma’ tanımının şovenistliğiyle sarılıyor. Japon askerlerin uyguladıkları şiddet ya da yol açtıkları tecavüz sahneleri ise aslında ‘boş yere bağıran bir çizgi film kötüsü’nden farklı bir yere yerleşmiyor. Yani Japonya’da yasaklanırsa şaşmayacağımız kadar imparatorluk ve Japonya karşıtı bir film bu.
Yimou ise işçilik ve ideoloji adına bir hayal kırıklığı sunuyor. Sinemaskop oranında onun sevdiği ‘renk doku’larını, plastik duyguyu ilk savaş sekansında ve kadınların kiliseye girdiği bölümde bulundursa da bunu bütüne 146 dakikalık süresine karşın yayamıyor. Savaş sekanslarındaki ‘karamsar’ gri renk paletinin kilisede ‘kırmızı’ ile ‘röntgenci’liği ‘aşk’la ve ‘umut’la doldurarak ise sadece ‘zaman zaman’ görsel açıdan etkili olabiliyor.
“Savaşın Çiçekleri” de seyircinin ‘özdeşleşmesi’ne olanak tanıyan komedi tonunun da katkısıyla Oscar simsarı bir projeye dönüşürken, süresiyle kendini ‘ciddi’ olarak görmesiyle de ‘tehlikeli’ sıfatını hak ediyor. Zira filmin bunu yaparken birilerinin, bazı ülkelerin kellesini koparmasını affetmek mümkün değil. Adeta 2. Dünya Savaşı cephesine “Pearl Harbor”daki (2001) ‘tektipleştirme’ ya da ‘emperyalist’ yaklaşım kadar net bir şekilde odaklanan, politik açıdan yanlış bir yapım var karşımızda.

FİLMİN NOTU: 3.5
Künye:
Savaşın Çiçekleri (Jin líng shí san chai / The Flowers of War)
Yönetmen: Zhang Yimou
Oyuncular: Christian Bale, Ni Ni, Xinji Zhang, Tianyuan Huang, Dawei Tong
Süre: 146 Dk.
Yapım Yılı: 2011

KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

205: Korku Odası (205 - Zimmer der Angst): 3
360: 4
Aramızda Bebek Var (Un Heureux Evénement): 5.5
Aşk Perisi (La Fée / The Fairy): 7
Aşk Sanatı (L’Art d’Aimer): 3.7
Barbara: 7
Baskın (Serbian Maut / The Raid): 4
Bir Mafya Hikayesi (Les Lyonnais): 4.5
Bu Dans Senin (Take This Waltz): 5.8
Bu Gece Benimsin (You Instead): 5.5
Buz Devri: Kıtalar Ayrılıyor (Ice Age: Continental Drift): 3.5
Can Yoldaşım (Darling Companion): 1.8
Cehennem Melekleri 2 (The Expendables 2): 4
Cinnet Gecesi (The Incident): 2.4
Cosmopolis: 7
Çernobil’in Sırları (Chernobyl Diaries): 5.5
D@bbe: Bir Cin Vakası: 3.5
Daha İyi Bir Hayat (Une Vie Meilleure / A Better Life): 3.8
Dedektif Dee: Gizemli Alev: 6.1
Esaret (À Moi Seule / Coming Home): 5.3
Eva: 4
Gökyüzünde Bir Ayna (Katmandú, Un Espejo En El Cielo / Kathmandu Lullaby): 3.5
Hayatının Seçimi (The Ledge): 3.5
Hizmetkar Albert Nobbs (Albert Nobbs): 3.5
İnanılmaz Örümcek Adam (The Amazing Spider-Man): 4.5
İsyan (Lockout): 3.5
Kara Şövalye Yükseliyor (The Dark Knight Rises): 6.2
Karanlık Gölgeler (Dark Shadows): 5.8
Kayıp (Gone): 2.5
Kıyamet Kitabı (Doomsday Book): 5.3
Lanetli Ruh (Emergo): 5.5
Miss Bala: 6.8
Ne Adam Ama (What a Man): 5
Olmak İstediğim Yer (This Must be The Place): 6.5
Ölüm Uykusu (Mientras Duermes / Sleep Tight): 4.2
Özgür Adamlar (Les Hommes Libres / Free Men): 4
Peki Şimdi Nereye?: 5
Pirana 3DD (Piranha 3DD): 5
Polis (Polisse): 7.5
Ruh Eşim (Café de Flore): 6.5
Ruhlar Oteli (The Innkeepers): 5.3
Sahte Gelin (The Decoy Bride): 2.2
Sert Rüzgarlar (Des Vents Contraires): 6
Skor Sıfır (The Inbetweeners Movie): 5.4
Tepedeki Ev (Kokuriko-zaka Kara / From Up on Poppy Hill): 5
Tımarhane (Graystone Park): 2.5
Tinker Bell: Gizemli Kanatlar (Secret of the Wings): 3.5
Uyarısız Şiddet: ATM (ATM): 4
Vahşiler (Savages): 5.5
Vampir Avcısı: Abraham Lincoln (Abraham Lincoln: Vampire Hunter): 4.5
Yasak Aşk (En Kongelig Affære): 3.5
Yaşam Savaşı (La Guerre est Déclarée): 6.3

Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst