Salvo
Kayıtlı Üye
Harun'un Ölümü Ve El-Emin'in Tahta Çıkışı
Her ne kadar Abbasilerin iktidarı ele geçirmesinde kendilerine birinci derecede yardımcı olan Horasan ordusu idiyse de, vilayetteki muhalefet, Emeviler döneminde olduğu gibi devam etti. Bunun sebebi de, yeni hükümdarların ihtilal öncesi propagandasını yaptıkları merhamet ve adalet rejimini kurmadıklarının görülmesiyle, halkın hayal kırıklığına uğramış olmasıydı; aslında, bölge halkına göre Abbasiler, daha kötü değillerse bile, seleflerinden daha iyi de değillerdi.
807'de, valiliğini Ali bin İsa'nın yaptığı ve görevde bulunduğu 10 yıl içerisinde büyük bir servet yaparak, kötülüğüyle ün salmış bir Tiran olduğu Horasan vilayetinde bir isyan çıktı. İsyan yavaş yavaş vilayetin her tarafına yayıldı ve bir sonraki yıl Halife Harun bölgeyi bizzat ziyaret etmeye karar verdi ve aynı zamanda oğlu el-Memun'u (daha sonra halife oldu), Horasan valisi olarak Merv'e yerleştirdi. Fırat kıyısındaki Rakka'da bulunan sarayından yola çıkarak, nihayet Horasan'daki Tus'a (İran'da bugünkü Meşhed yakınlarında) ulaştı, fakat sıhhati hızla bozuluyordu. Şehre ulaştıktan kısa bir süre sonra, 45 yaşında olan Halife, yirmiüç yıllık iktidardan sonra, 809 Martında öldü. Halifelik görevini kendisinden sonra sırayla üç oğlu, el-Emin, el-Me'mun ve el-Mutasım yürüttüler.
Harun Reşid, imparatorluk içerisinde durmadan seyahat ederek, seferlerin sekizinde ordularına bizzat komutanlık ettiği çeşitli savaşlarla Bizans fethini devam ettirerek ve çölde uzun ve monoton deve yolculuğu demek olan dokuzdan fazla hac yaparak çok faal bir hayat yaşamıştı. Kendisi bütün zevklerden vazgeçerek, hayatını dolu dolu sürdürmüştü. Onun idaresinde Abbasi imparatorluğu (yüz ölçümü küçülmüş de olsa) şöhretin, zenginliğin ve kültürün zirvesine erişti. Bağdat, lüksü ve zarafeti ile tek rakibi olan Konstantiniye'yi bile çok geride bırakarak, dünyanın en zengin şehri olmuştu. Sanayi ve hem imparatorluk içinde hem de deniz aşırı ülkelerle yapılan ticaret, altın devrini yaşıyordu. Araplar, yol üzerinde bulunan Hindistan, Seylan ve Endonezya ile alışveriş yaparak Çin'deki Kanton'a kadar düzenli seferler yapan büyük bir ticaret gemisi filosu kurmuşlardı. Rusya ve buradan da (putperestlerin yaşadığı) İskandinavya ile ticari bir bağlantı vardı. Fakat Avrupa'nın geri kalan yerleriyle ticaret yapılmıyordu. Bunun sebebi de, kısmen İslamiyet ve Hristiyanlık arasındaki bitimsiz düşmanlık, kısmen de -dünya ticaretinin en büyük yolu olan- Akdeniz'in, savaş gemileri ve korsanlarla dolu olmasıydı. Böylece, Batı Avrupa'nın, Asya ile ticareti, karadan ve denizden Müslümanların blokajıyla kesilerek, Avrupalıların kendi zirai ekonomileriyle yetinmek zorunda kalmalarına sebep olmuş ve bu da Avrupa'da bir şehir taciri sınıfı yerine, orta sınıf toprak sahipleri ile feodal bir sistemin kurulmasına katkıda bulunmuştu. Bu durum, Hristiyanlığın Doğuda yayılmasını da sınırlamıştır. Beynelmilel ticaret, tabii olarak bir bankacılık sistemi gerektirmiş, bunun çıkışına sebeb olmuş ve öyle geliştirmişti ki, imparatorluğun bir ucunda alınan bir çek, bir diğer ucunda paraya çevrilebiliyordu. Fakat bu dönem sadece bir bolluk dönemi olarak kalmamış, aynı zamanda bir zarafet, kültür, edebiyat ve sanat dönemi olmuştur. Dünyayı fethetme düşüncesi, pek çoğu için mazide kalmıştı. Eğitilmiş insanlar çoğaldı ve bunlar arasındaki halka açık entellektüel tartışmalar, büyük ölçüde savaş planlarının yerini aldı. Fakat yine de ülkenin iç ve dış düşmanlara karşı nasıl savunulacağını düşünenleryok değildi. 804'teki, geniş çaplı Anadolu seferi haricinde, Deylem'de (792), Suriye'de (ykl. 792-6), Mısır'da (794), Kayravan'da (798) ve Semerkant'ta (805) içerdeki ayaklanmaları bastırmak için de -pek çok- savaşlar yapılmıştı.
Her ne kadar Bizans'a karşı, Abbasi, ihtilali sırasında kaybedilen askeri üstünlük yeniden kazanıldıysa da, önemli ve kalıcı bir bölgesel yayılma olmadı. Hatta tam tersine, Harun'un başa geçtiği sıralarda, Güney Batı Asya ve Afrika'nın Kuzey bölümü imparatorluk sınırları içerisindeydi. Fakat Harun'un halifeliği bittiğinde, Mısır'ın Batısında Bağdat otoritesi tamamen silinmişti.
Harun, imparatorluğun Batı kanadına karşı açık bir ilgisizlik gösteriyordu.
Harun'un ismi sık sık Hind, İran, Arap ve Mısır orijinli, yazarı ve tarihi belli olmayan ve Alaaddin'in Sihirli Lambası, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Gemici Sinbad gibi popüler masalları ile folklorun bir parçası haline gelen, bir dizi büyüleyici hikayeden oluşan bir kolleksiyon olan Binbir Gece Masallarında (Arap Geceleri olarak da bilinir) geçer. Avrupa ve Asya'da konuşulan pek çok önemli dile tercüme delimiş olan Binbir Gece Masallarında, Harun ve avanesi, mükemmel tasvirlerle, romantikleştirilerek idealize edilirler. Harun'un aslında -özellikle Batılı okuyucular arasında- eğer İslam Devletinin Hz. Peygamberin (s.a.v.) 632'deki vefatından, 1253'te Moğollar tarafından yıkılışına kadar başında bulunmuş olan 55 halifenin değilse bile Abbasi halifelerinin en meşhuru olması, bu masallar sayesindedir.
Her ne kadar Abbasilerin iktidarı ele geçirmesinde kendilerine birinci derecede yardımcı olan Horasan ordusu idiyse de, vilayetteki muhalefet, Emeviler döneminde olduğu gibi devam etti. Bunun sebebi de, yeni hükümdarların ihtilal öncesi propagandasını yaptıkları merhamet ve adalet rejimini kurmadıklarının görülmesiyle, halkın hayal kırıklığına uğramış olmasıydı; aslında, bölge halkına göre Abbasiler, daha kötü değillerse bile, seleflerinden daha iyi de değillerdi.
807'de, valiliğini Ali bin İsa'nın yaptığı ve görevde bulunduğu 10 yıl içerisinde büyük bir servet yaparak, kötülüğüyle ün salmış bir Tiran olduğu Horasan vilayetinde bir isyan çıktı. İsyan yavaş yavaş vilayetin her tarafına yayıldı ve bir sonraki yıl Halife Harun bölgeyi bizzat ziyaret etmeye karar verdi ve aynı zamanda oğlu el-Memun'u (daha sonra halife oldu), Horasan valisi olarak Merv'e yerleştirdi. Fırat kıyısındaki Rakka'da bulunan sarayından yola çıkarak, nihayet Horasan'daki Tus'a (İran'da bugünkü Meşhed yakınlarında) ulaştı, fakat sıhhati hızla bozuluyordu. Şehre ulaştıktan kısa bir süre sonra, 45 yaşında olan Halife, yirmiüç yıllık iktidardan sonra, 809 Martında öldü. Halifelik görevini kendisinden sonra sırayla üç oğlu, el-Emin, el-Me'mun ve el-Mutasım yürüttüler.
Harun Reşid, imparatorluk içerisinde durmadan seyahat ederek, seferlerin sekizinde ordularına bizzat komutanlık ettiği çeşitli savaşlarla Bizans fethini devam ettirerek ve çölde uzun ve monoton deve yolculuğu demek olan dokuzdan fazla hac yaparak çok faal bir hayat yaşamıştı. Kendisi bütün zevklerden vazgeçerek, hayatını dolu dolu sürdürmüştü. Onun idaresinde Abbasi imparatorluğu (yüz ölçümü küçülmüş de olsa) şöhretin, zenginliğin ve kültürün zirvesine erişti. Bağdat, lüksü ve zarafeti ile tek rakibi olan Konstantiniye'yi bile çok geride bırakarak, dünyanın en zengin şehri olmuştu. Sanayi ve hem imparatorluk içinde hem de deniz aşırı ülkelerle yapılan ticaret, altın devrini yaşıyordu. Araplar, yol üzerinde bulunan Hindistan, Seylan ve Endonezya ile alışveriş yaparak Çin'deki Kanton'a kadar düzenli seferler yapan büyük bir ticaret gemisi filosu kurmuşlardı. Rusya ve buradan da (putperestlerin yaşadığı) İskandinavya ile ticari bir bağlantı vardı. Fakat Avrupa'nın geri kalan yerleriyle ticaret yapılmıyordu. Bunun sebebi de, kısmen İslamiyet ve Hristiyanlık arasındaki bitimsiz düşmanlık, kısmen de -dünya ticaretinin en büyük yolu olan- Akdeniz'in, savaş gemileri ve korsanlarla dolu olmasıydı. Böylece, Batı Avrupa'nın, Asya ile ticareti, karadan ve denizden Müslümanların blokajıyla kesilerek, Avrupalıların kendi zirai ekonomileriyle yetinmek zorunda kalmalarına sebep olmuş ve bu da Avrupa'da bir şehir taciri sınıfı yerine, orta sınıf toprak sahipleri ile feodal bir sistemin kurulmasına katkıda bulunmuştu. Bu durum, Hristiyanlığın Doğuda yayılmasını da sınırlamıştır. Beynelmilel ticaret, tabii olarak bir bankacılık sistemi gerektirmiş, bunun çıkışına sebeb olmuş ve öyle geliştirmişti ki, imparatorluğun bir ucunda alınan bir çek, bir diğer ucunda paraya çevrilebiliyordu. Fakat bu dönem sadece bir bolluk dönemi olarak kalmamış, aynı zamanda bir zarafet, kültür, edebiyat ve sanat dönemi olmuştur. Dünyayı fethetme düşüncesi, pek çoğu için mazide kalmıştı. Eğitilmiş insanlar çoğaldı ve bunlar arasındaki halka açık entellektüel tartışmalar, büyük ölçüde savaş planlarının yerini aldı. Fakat yine de ülkenin iç ve dış düşmanlara karşı nasıl savunulacağını düşünenleryok değildi. 804'teki, geniş çaplı Anadolu seferi haricinde, Deylem'de (792), Suriye'de (ykl. 792-6), Mısır'da (794), Kayravan'da (798) ve Semerkant'ta (805) içerdeki ayaklanmaları bastırmak için de -pek çok- savaşlar yapılmıştı.
Her ne kadar Bizans'a karşı, Abbasi, ihtilali sırasında kaybedilen askeri üstünlük yeniden kazanıldıysa da, önemli ve kalıcı bir bölgesel yayılma olmadı. Hatta tam tersine, Harun'un başa geçtiği sıralarda, Güney Batı Asya ve Afrika'nın Kuzey bölümü imparatorluk sınırları içerisindeydi. Fakat Harun'un halifeliği bittiğinde, Mısır'ın Batısında Bağdat otoritesi tamamen silinmişti.
Harun, imparatorluğun Batı kanadına karşı açık bir ilgisizlik gösteriyordu.
Harun'un ismi sık sık Hind, İran, Arap ve Mısır orijinli, yazarı ve tarihi belli olmayan ve Alaaddin'in Sihirli Lambası, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Gemici Sinbad gibi popüler masalları ile folklorun bir parçası haline gelen, bir dizi büyüleyici hikayeden oluşan bir kolleksiyon olan Binbir Gece Masallarında (Arap Geceleri olarak da bilinir) geçer. Avrupa ve Asya'da konuşulan pek çok önemli dile tercüme delimiş olan Binbir Gece Masallarında, Harun ve avanesi, mükemmel tasvirlerle, romantikleştirilerek idealize edilirler. Harun'un aslında -özellikle Batılı okuyucular arasında- eğer İslam Devletinin Hz. Peygamberin (s.a.v.) 632'deki vefatından, 1253'te Moğollar tarafından yıkılışına kadar başında bulunmuş olan 55 halifenin değilse bile Abbasi halifelerinin en meşhuru olması, bu masallar sayesindedir.