The Prisoner of Azkaban ile artık seyirci kitlesini yavaş yavaş değiştirmeye başlayan Harry Potter serisi, yapımcıların Alfonso Cuarondan vazgeçmeleri sebebiyle Mike Newellın eline geçti. Britanyanın en çok bilinen yönetmenlerinden olan ve geçmişi televizyon için yaptığı dizi ve filmlerle zengin yönetmen Mike Newellı 1994 tarihli Four Weddings and a Funeral, 2003 tarihli Mona Lise Smile, 2007de Altın Küreye aday gösterilen Javier Bardemli Love in the Time of Choleradan hatırlayacaksınız. İki sezon önce yaptığı bir diğer fantastik film olan oyun uyarlaması Prince of Persia: The Sands of Time ise yönetmenin beyazperde maceraları arasında belki de en kötü olanı olarak tarihe geçti. Neden mi bunlardan bahsediyorum? Geçmişi başarılı bir yönetmen olarak Mike Newell, son iyi filmi olarak lanse edilen Harry Potter and the Goblet of Firedan sonra bildiğiniz bozdu. Artık Harry Potter kendisine ağır mı geldi bilinmez ama iyi ki oturmuş o yönetmen koltuğuna zira sekiz filmden oluşan bir serinin en renkli ve fantastik bölümünü bizlere sunan kişi Newelldan başkası değildi.
Cuaronun Newella bıraktığı miras ile artık çocuk filmlerinden uzaklaşan Harry Potter serisi, Goblet of Fire ile bir başka dönüm noktası yaşadı. Kitabın yazarı J.K. Rowlingin hayal gücünün doruklarındayken yazdığı Goblet of Fireda Harry, birden bire kendini Üç Büyücü Turnuvası adı verilen ölümcül bir yarışın içinde buluyor. Beauxbatons ve Durmstrang isimli başka iki büyücülük okulunun katılımı ile gerçekleşen bu yarış ile birlikte yeni fantastik yaratıklar, yeni mekanlar, yeni karakterler ve yeni maceralar görüyoruz.
Her şeyden önce Voldemortun artık vücut bulmuş ruhu ile karşılaştığımız filme yeni katılan oyunculardan en önemlisi elbette baş kötümüze hayat veren Ralph Fiennes. Sonraki dört filmde karşılaşacağımız usta oyunculuğu ile bize hayallerimizin de ötesinde bir Voldemort karakteri sunan başarılı isim, geçmiş kariyeri boyunca layık görülmediği pek çok ödülden Voldemort karakteri sebebiyle de uzak kaldı. Hazır Voldemorttan bahsetmişken, her zaman söylediğim bir şey var ki o da Voldemortun makyajının bir sanat eseri kıvamında olması. Özel efektlerle bezeli protez makyajlardan farklı olarak adeta oyuncunun mimiklerini hayata geçirmesine yardımcı olan bu makyaj ile Harry Potter serisinin makyaj ekibi hiçbir zaman Amerikan Akademisi tarafından ödüle layık görülmedi.
Yarı devlerden, ejderhalara, su altında yaşayan ürkütücü canavarlardan ölüm yiyenlere pek çok yeni fantastik öğenin katıldığı filmde bir diğer önemli isim ise Mad-Eye Moody karakterine hayat veren Brendon Gleeson. Daha sonra Deathly Hallows ikilemesinin ilk bölümünde de karşımıza çıkacak olan Gleeson, filmde kilit bir rol üstleniyor. Ona lakabını veren deli göz ise Harry Potter serisinin yapım tasarım ekibinin fantastik sinemaya sunduğu bir diğer şaheser.
Yeni büyüler öğrendiğimiz, bu büyüler sonucunda ölümle tanıştığımız ve üzüldüğümüz Harry Potter and the Goblet of Fire, serinin eleştirmenlerce en fazla beğenilen filmlerinden oldu. Bunda Mike Newellın katkısı hiç şüphesiz ki çok büyük. Daniel Radcliffein gittikçe kötüleşen oyunculuğuna rağmen geri kalan her şeyiyle yetişkinler için ideal bir fantastik macera özelliğini taşıyan film özel efektleriyle ön plana çıkan ilk Harry Potter filmi olma özelliğini de taşıyor.
Burak Hazine