Hacı Bektaşta Kutsal Sayılan Yerler

sEmih

Kayıtlı Üye

Hacıbektaş'ta Kutsal Sayılan Yerler,

Ç i l l e h a n e:

Şehrin üç kilometre kadar doğusunda, tatlı meyilli bir sırt üstündedir. Buraya Arafat dağ denir. Bunun üzerine Çillehâne denilen yekpâre bir kaya vardır. Buradan şehir ve daha ilerisindeki arazi kuşbakışı olarak pek güzel görünmektedir. Bu kaya kitlesinin sol tarafında bir ufak kaya parçasının arkasındaki genişçe bir delikten içeri girilebilir. İçi dar ve düzensiz bir odaçık gidibir. Burasının dışarıya çık ufak, yumurtamsı şekilde, pencere makaamında bir deliği vardır.

(Vilâyetnâme Hacı Bektâş velî'de "Suluca Karahöyüğe gelüb karâr ettiğidür" başlıklı bölümde bu delik hakkında şu kayıt var: Hazret-i Hünkâr ol mağara içine girüb sâkin oldu. İ'tikâf niyyetin kıldı. Günlerden birgün vilâyet erenlerinden bir nice kimseler hazret-i Hünkârı görmeğe geldiler. Ol mağaradan içeri girüb Hazret-i Hünkârı gördüler. Şeref-i dest pûs edüb oturdular. ......... Esnâyı kelâmda: Erenler Şâhı işbu i'tikâf ettiğiniz makaam merğub ve mahfîdir amma kati târik (karanlık) ve karagûluktur. Hiçbir ziya girecek yeri yoktur. Nolaydı bunun bir a'lâ revzene (pencere)si olsaydı, gayetle hûb olurdu, dediler Çûn ki Hazret-i Hünkâr ol azîzlerden bu kelâmı işidecek Bismillâhir Rahmânir-Rahîym deyüp mübârek eliyle ol mağaranın yabandan cânibine bir yumruk öyle urdu ki ol taşdan bir adam çıkacak mikdarı bir delik açıldı) (Fakiirdeki Ta'lik yazılı yazma nüsha s: 94-95).

İşte Çillehâne'deki delik Vilâyetnâme'de sözü geçen bu penceredir. Ziyâret mahali olan bu yerde, herkes, bir defa bu mağara içine girib bu delikten dışarı çıkar. Bektâşîler arasında yaygın bir inanışa göre, günahlı olan bu delikten geçemez, ne kadar zayıf da olsa da delik onu sıkarmış. Bir adak adayınca serbest bırakırmış. Günahsız olanlar rahatça geçermiş, delik ona âdeta açılır genişlermiş. Ne kadar toplu bir insan olsa bile...

Fakiir İbrahim Turan bey, Yunus ve İbrâhim Baba'larla, bir diğer gidişimde yukarıki zevâttan başka Faiz Baba, Cevdet İşçimen ve Mehmed Bayraktar kardeşlerimizle bunu denedik. Hepimiz rahatçı geçtik.

M i n d e r K a y a:


Çillehâne'nin kasabaya bakan 10-15 metre kadar ön tarafında Minder kaya denilen ve gerçekten minder biçiminde bir kaya vardır. Arka tarafında sırt dayamak için ikinci bir kaya vardır. Hazret-i Pîr buraya oturur, arkasını dayar çevreyi ve şehri seyredermiş. Bektâşîlerin ziyâret yerlerinden biri olub her gelen buna bir defa oturur.



K a d ı n c ı k a n a m e v k i i:

Çillehâneden 300 metre kadar kuzeyde, büyücek bir alıç ağacı bulunan yerdir. Hazret-i Pîr çillehâne'de iken, Kadıncık ana burada kendisine bezleme yapar, yemesi için götürürmüş. Bu ağacı gördüğümüzde dalları, bağlanmış renk renk bez parçalarıyla donanmış hâlde idi. Buraya Bektâşî olmayanlar da ziyârete gelir ve özellikle kadınlar kendisinden yardım ve şefaat dilerlermiş.

Çillehâne ile bu ağaç arasındaki arazîde, üzerleri karadut gibi pürtüklü, esmer renkli, içleri açılınca beyaz, ekseri hamur lezzetinde bir nesne bulunur. Halk arasında buna Hamur diyorlar. Kandıncık ana'nın Hazret-i Pîr'e hamurdan yaptığı bezlemeleri götürürken onlardan dökülen parçacıklar imiş, diye bir inanç vardır. Nohud kadar, fındın kadar dut gibi üzeri kabarcılkıl, ufak, fayr-i muntazam yuvarlak, üzeri toprak renginde cisimlerdir.

(Çok önceleri bir kitabda okumuştum. Hindistan'da bir Raca'nın toprakları içinde bir (Ekmek madeni) varmış. Bunu işletir, çıkan maddeyi ekmek gibi pişirerek halka satarmış. Raca'nın başlıca gelirini bu sağlarmış.

Kezâ, Çinli'lerin pek makbul ve ünlü kırlangıç yuvasından yapılma yemekleri de bu çeşit bir toprağın çamuruyla yapılmış yuvalar olsa gerektir.)


K u l u n ç k a y a:

Arafat dağında, Kadıncık ana mevkiinde, Alıc ağacından biraz daha ileridedir. Toprak yolun kenarında bir kayadır. Hafif meyilli olan üst yüzü konkav (içbükey) şekildedir. Bunun yukarısından, sırt üstü yatarak aşağı doğru kayıyorlar. Taşın bu yüzü, üzerinde kayılmaktan, cilâlanmış gibi pırıl pırıldır. Halk arasıda bel ağrılarına iyi geldiği inancı vardır.


Z e m z e m p ı n a r ı:

Arafat dağında, çillehânenin sol tarafında, sırtın altında taştan yapılmış bir çeşmedir. Zamzem pınarı diye ünlüdür. Suyu, musluksuz bir taç oluktan durmadan akar. Önünde bir yalağı vardır. Çeşmenin önünde etrafı taş duvarla çevrili bir bahçesi var. Hâlen duvarlar bakımsız ve yer yer yıkıktır. Bu bahçenin ön tarafında da bir alıc ağacı olup bunun üzerinde de dilekler için bağlanmış bezler vardır. Bu ağacın olduğu yere cevher deresi derler. Buradan alınan toprak "Cevher veya cevheh toprağı" adıyla Bektâşîler arasında meşhurdur. Muharrem'de oruç açarken Kerbelâ'dan getirilmiş cevher toprağından bir miktar karıştırarak onu içerler; eğer o yoksa, işte buranın cevherinden karıştırılır. Kezâ hastalara da iyi geleceği hakkında bir inanç vardır. Çocuğu olmayan kadınlara da içirirler.

Vilâyetnâme'lerde, Hazret-i Pîr'in, Çillehâne civarında bir yeri mübârek parmağıyla eşüb, bir lâtif pınar çıkub aktığı ve hâlen buna zemzem pınarı denildiği kaydı vardır (Örneğin fakiir'deki ta'lik yazma nüsha s: 94).

Zemzem pınarının geniş oluk şeklindeki musluksuz lülesinin yukarısında bir kitâbe var. Bir de Kemerin yukarısındaki üçgen şeklindeki sivri kısmının ön yüzünde bir diğer kitâbe vardır. Bu üstteki, mermer üzerine girift bir hatla yazılmıştır. Şöyledir:

Âb-ı Zemzem didi Bektâş-ı velî ma'lûm-u nâs
Sâhib-ül-hayrât Mîr Mahmûd Muammer Ayâs (Abbas?)
Târîhi Dokuzyüz altmışyedi'de oldu temâm
An Abdâl-i Bektâşî Hüseyn an der Aras

Bu kitâbe taş üzerine bir beyti bir satır olarak yazılıdır. Birinci mısra'ın son kelimesi (elif) harfiyle başlıyor, ikinci harf bir noktalı (B) dir. İki noktalı (Y) olacakken unutulmuşu veya yanlış imlâ ile Abbas yazılmak istenilmiş olabilir.

Lülenin üzerindeki kitâbe şöledir:

Çakıran karyesinden bir mîr-i âtıfet hû
İsmi ânın Kahraman, hayrâtı idüb arzû
Bir bağçe kıldı inşâ bir çeşme itti icrâ
Hizmette kasdı hâlâ Derâh-ı Pîr'e yâhû
Baba efendi elhakk sa'y eylemekte ancak
Namında Feyzî mutlak fikreylesen ayân bû
Bir çıktı cevher âsâ târihi söyle Baba
Bu bağçe pek dilâra oldu bu çeşme dilcû
Sene 1326

Bu kitâbe de mermere bir beyti bir satırda olmak üzere yazılmıştır. Târihi tamâmdır. Kitâbe musammat şeklinde yazılmıştır. Feyzî baba zamanında Çakıranlı Kahraman isimli bir zât tarafından ihyâ edildiği anlaşılıyor.

* * *
(Meded yâ Hazret-i Hünkâr Hacı Bektâş velî Hü).


B a l ı m e v i (K a d ı n c ı k a n a e v i):

Kasabanın kuzey tarafında, Dergâh-ı Pîr'in alt tarafında bir binâdır. Aslında burası İdris hoca'nın evidir. Bunun karşısında (kuzeyinde) ünlü Karahöyük vardır. Aralarında bir dere çukurluğu olub bunun Balımevi yakasında Akpınar adlı ünlü çeşme vardır.

Balım evine dış kapıdan girilince taş döşelim bir yoldan yirmi adım kadar sonra solda, iki yan yana oda görülür. Birisi yüksekçedir. Evin şimdiki sahibi, kalaycı Hidayet Akcan, gelen konukları burada ağırlar, yatırır. Konuklar için ayrı bir oda dâimâ hazır durur. Onlardan ücret almaz, eşi de buraları tertemiz tutar.

Yolun sağında ve solundaki bu odalardan beş – on adım daha ileride ayrı bir oda vardır. Hâlen içinde yatan, oturan yoktur.

Odanın kapısının önünde ufacık, ensiz bir bahçesi var. Hidayet Akcan, yukarı bahçede toprak altında bulduğu, manzum kitâbeli iki mezartaşını Kadıncık ana evi denilen bu tek odanın önüne, kapının iki yanına koymuş. Üzerlerindeki tarih beyitleri şöyledir:

Söyledi Mekkî erenler cevher-i târîhini
Hakk deyu Ahmed Baba vardı rikâb-ı Hazrete
1326 (1908 – 1909)

(Tarih, yalnız noktalı harfleri hisablıyarak, doğrudur.)

Diğerinde:

Hüznile Kâmî dedi târîh-i tâm-ı rıhletin
Nâgihân gitti Emin Baba civâr-ı vahdete
1311 (1893 M.)

(Tarih doğrudur).

Bu odanın kapısından girilince karşıda, solda yeşil bir örtü ile kapalı, dolab şeklinde bir yer var. Burası ocak imiş, baca deliği sonradan tıkanmış. Söylenti şudur ki: Kadıncık ana ve İdris hoca Hazret-i Pîr'e gelen ziyâretçileri, sırtlarındaki gömleğe kadar harcıyarak, ağırlamışlar. Sonunda Kadıncık ana'nın hizmet etmek üzere konuklar yanına varacak gömleği bile kalmamış. Hazret-i Pîr gelib hizmet etmediğini farkedince sorub durumu öğrenmiş. İşte o zaman bu ocak içinden bir el, bir bohça içinde elbiseler sunmuş. Kadıncık ana da bunları giyerek hizmete koyulmuş.

Oda kapısının karşısında şamdanlar dizili yüksekçe bir yer var.

Odanın sol taraf duvarı oda içine doğru yıkılmakta iken, Hazret-i Pîr, bunu eliyle durdurmuş ve düzeltmiş. İşâret olsun diye hâlâ eğri durur. Bir yerinde de muntazam konkav (içbükey) kısmı var. Kulunç olanlar bellerini buraya sürterler ve oraya niyâz ederler.

Hacı Bektâş vilâyetnâmesinde (Hazret-i Hünkârın mübârek eliyle divârı doğrulttuğudur) başlıklı bölümde, bu duvar hakkındaki hikâye şöyle geçer: "Hazret-i Hünkâr Kadıncık evinde namâz-ı zahrı edâ ederken nâgâh gördüler evin bir dîvârı eğilüb rukû'a vardı. Şöyle ki inhidâma yakın oldu. Kadıncık bu hâli görücek etti: Hey Sultânım, şol divâr yıkılmağa meyleyledi, siz gelin, namâzı bu cânıbde kılın, dedi. Hazret-i Hünkâr tahiyyâta oturub selâm verdikten sonra mübârek eliyle ol dîvâra işâret eyledi. Kalk yâ mübârek dedi. Ol dîvâr yıkılmağa meyletmiş iken Hakk subhânehû ve teâlâ avn-ı inâyetiyle ve Hazret-i Hünkâr'ın vilâyetiyle filhâl durdu. Ve Hünkâr etti: Kadıncık, hiç havfetme, Kıyâmet'e değin dura bu dîvâr yıkılmaya. Ol evin dîvârları ince kerre yıkıldı, yapıldı. Amma ol dîvâr henüz yıkılmadı. Erenlerin nefesi berekâtıyla hâlâ öyle durur. Erenlerin nutku yerin bulacaktır vesselâm."

Bektâşîler arasında, bu duvarın, kıyâmete kadar yıkılmadan, bu şekilde duracağına bir inanç vardır.

Kadıncık ana'nın ve İdris hoca'nın mezarları yoktur. Yine Bektâşîler arasındaki inanca göre, Kadıncık ana bu odadaki ocağın içinde sırrolmuştur.

Ocağın önünde 40x40 santim ölçüde bir mermer taş var. Kadıncık ana bunun üzerinde Bazlama ve ekmek yaparmış.

Hazret-i Pîr ilk gelişlerinde burada kısa bir müddet konuk olmuş, Pîrevi'nin çekirdeği olan Kızılca Halvet yapılır yapılmaz oraya geçmişlerdir.

Odanın sağ tarafı duvarında bir kandil yuvası var.

Giriş kapısının karşısında, yüksekte ufak bir pencere, sağ duvarda ayni hizâda iki ufak pencere var. Tavanda, kapının sol kenarından başlayan ve karşıdaki ocağın sağ kenarında biten bir kemer var. Tavan kavak ağacı üzerine toprak döşelidir. Duvarlar taştır.

Ocağın tam karşısında, giriş kapısının solunda, kemerden sonra kalan birbuçuk metre kadar duvarda:

"Tâ'mir-i elhac Mehmed Baba sene 1314 (1896 M.)"

yazısı vardır. Giriş kapısı iç tarafında kapı üstünde sülüs yazı ile Kelime-i Tevhîd yazılı. Sol duvardaki kulunç yeri denen konkav kısım sıvaları üzerinde, önceleri, yazı varmış. Sıyrılmış, aşınmış, bunlardan yalnız "Bektâş" kelimesi okunuyor.

Vaktiyle evkaaf me'mûrlarından Topal Akif adlı biri bu yazıları sildirmiş, duvarı kazıdmış. Bektâşîler üzerindeki etkisini kaldırmak düşüncesiyle.

Bu tahribden yalnız Bektâş ismi yazılı bölümün kurtulmuş olması da nazar-ı dikkati çekicidir.

Bu Topal Akif'in sonradan felç olub çok çektiğini, evin şimdiki sahibi ve hâdimi Hidâyet Akcan ve Hacıbektaş'daki birçok kimseler oybirliği ile söylediler. Kadıncık ana evi ve Dergâh-ı Pîr çevresinde gözleri yaşlı dolaşır, dururmuş, öylece ölüb gitmiş.

Bu odadaki, yeşil örtülü ocak zeminindeki toprağa da (Cevher toprağı) denir. Özellikle çocuğu olmayan kadınlar bunu su ile karıştırıp içince çocukları olur, diye bir inanç vardır. Gördüğümüzde, buradan toprak alına alına epeyce aşağıya inmiş idi. Ocağın duman çıkacak deliği hâlen betonla tıkanmıştır.

Bu odanın arka tarafında güzel, genişçe bir bahçe var. Güzel ağaçlar ve ufak bir havuzu da var.

(Balımevi'ne giderken, yolda, eski yapı bir mescid görülür ki, kitâbesine göre (Süleyman şâh bin Beyazîd han zamanında Ali bin Şehsüvar bey) tarafından 926 (1519 M.) yılında yapılmıştır. Eski yapı karakterinde ufak bir yerdir. Buna halk Cuma camii der. Arabça kitâbe şöyledir:

(Hâzâ binâ-el-mescid fî eyyâm-ı Sultân-ül-a'zam Selîm Şâh bin Bayezîd han Alibin Şehsüvâr bey Fî sene 926)

Hazreti Pîr Suluca Karahöyük'e ilk gelişlerinde bu mescidde bir erbaîn çıkarmışlardır. Bu eski mescidin yerine sonradan şimdiki yapılmış veya eskisi onarılmıştır.

Balımevi'nde, vaktiyel tesbit heyeti 125 kalem eşya bulmuştur. Mefrûşât, kab-kacak, ev eşyası, iki aded saz, keman, eski bir sancak ve ziraat âletleri gibi..


A k p ı n a r:

Balımevi'nin altında, Karahöyük'e bakan tarafta, taştan yapılmış bir çeşmedir. Oluğundan bilek kalınlığında bir su dâimî akar. Oluk yukarısında 1187 (1773 M.) de Dervîş İbrâhim onarttığına dair yazı var.

Bu pınar bütün Bektâşîlerce kutsal sayılmaktadır. Bütün Vilâyetnâme'erde bunun hikâyesi vardır. Hazret-i Pîr, birgün, halîfelerinden sarı İsmail ile buraya gelmiş. İsmil, Hazret-i Hünkâr'ın saçlarını kesermiş. O sırada yanlarına İdris hoca'nın kardeşi Sarı gelmiş. Su tasına ayağı dokunmuş devirmiş. Sarı İsmail Sultan gibid evden su almak isteyince Hazret-i Pîr durdurmuş ve eliyle orasını biraz eşeleyüb (Ak pınarım) diye üç defa seslenince bu su oradan akmış.

Fakiir'deki yazma Vilâyetnâmelerden birinde Sarı'nın ayağıyla su tasını devirdiği kaydı varsa da yine fakiirdeki diğer yazmalarda bu yoktur. Hazret-i Pîr, Halîfesi Sarı İsmail Sultâna su ve bıçak alarak kendisinin saçlarını kesmesini ister ve oraya giderler, traş işi yarıda iken Hünkâr bu suyu çıkartır. Çıkan sudan çevredeki kayalara su serptikçe, kızgın bir yüzeye serpiliyormuş gibi buğu tüter. Sarı İsmail bunun hikmetini sorunca Hazret-i Pîr şöyle söyler: (Beli ilkim karadonlu can babayı Gülü hân kazana koyub kaynadırlar, ânın suyun ılışdırıruz.)

Bu sıralarda Hünkâr'ın Gülü hân'a yolladığı elçisi Karadonlu Can Baba'yı imtihan için onlar kazana koyub kaynatmaktadırlar. Üç gün bitince çıkarır görürler ki Can baba sapasağlam.. Hepsi İslâmiyyeti kabul ederler. Bunun hikâyesi Vilâyetnâmelerde vardır. Bu pınar için Hazret-i Pîr (Bu pınar Horasan vilâyetinden bizimle beraber geldi. Lüzumunda çağırdık meydana çıktı. Her kim ki bundan yıkana gövdesi cehennem od'una yanmaya) demiştir.


H a m u r k a y a:

Balımevi'nin alt tarafında, bir ufak köprüden geçilerek varılan, Karahöyük'ün kasaba tarafında karşısındaki sırtta bir kayadır. Üzerinde bir hamura batmış yumruk izleri gibi oyuntular vardır. Bu kaya hakkında Vilâyetnâme'lerde kayıd vardır. Bunllardan birisini okuyalım (Fakiirdeki yazmalardan A. nüshası, yaprak: 42 a)

"Rivâyettir, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektâş-el-Horasânî kuddusaallâhu sırrahul'aziz birgün Karahöyüğün taşra kenarına, höyüğün garbî tarafına seyrâna çıkmıştı. Gördü kim köylüden bir kimse kerpiç eylemeğe balçık kazar (Karar?). İleru gelüb kenduler dahi balçığa girüb ayaklarıyla ayakladı. Ol kerpiç balçığın kazan (karan?) kimene itti: Dervîş, bu balçığı ben dahi, gör işte, ayaklayabilürin. Amma hâl eri vilâyet ve kerâmet ıssı olmak budur kim şol kaya üzerine çıkasın, ayaklayasın, ayağın izleye. Balçık gibi ânı hamır kılasın, yoğurasın, dedi. Andan Hazret-i Hünkâr Hacı Bektâş-el-Horasânî Kuddisallâhü sırrahül'aziz ol şahıs işâret eyledüğü kayanın üzerine çıktı dahi dizledi ve ayaklarıyla ayakladı. Şöyle ki dizleri ve ayakları şol hamıra gömülür gibi gömüldü, iz eyledi. Dahi bugüne dek bellu muayyen durur. Adına hamır kaya derler."


Ç a m a ş ı r k a y a:

Akpınardan inib karşıdaki Karahöyük tepesinin eteğine varmak üzere dere çukurluğuna varılınca, orada, Karahöyük eteğinin güney doğusunda bir büyük kaya görülür. Üzerinde el batırılmış şekilde çukur yerleri vardır. Bu girintili yerlerin bazıları oldukça derindir. Büyücek bir oyuğunda mumlar yakılmış olub, bu, bölüm oldukça islenmiş bir durumdadır.

Çamaşırlarını yıkamak üzere aldıklarında Hazret-i Pîr, bunun içine girer, beklermiş, diye bir söylenti vardır.

A t k a y a:
Kasabanın güney tarafında bir büyücek kaya parçasıdır. Hazret-i Pîr'in, üzerine çıkıb, at gibi yürüttüğü söylenilen kayadır.

Bunun hakkında da Vilâyetnâmeler'de kayıt vardır ve hepsi biribirini tutmaktadır.

Hazret-i Pîr'e haber veriyorlar ki Akşehir'de oturan erlerden Seyyid Mahmûd Hayrânî, bir arslana at gibi binmiş, eline de bir yılan almış kamçı gibi kullanarak, üçyüz dervîşi ile geliyor. Arkasını Vilâyetnâmeden okuyalım. (Fakiirdeki Yazma A nüshası, yaprak: 86 a-b):

"... Bir arslana binüb bir yılanı kamçı idinüb üçyüz molla dervîşle erenleri ziyâyerete gelüyor ve Aliler sırtına yakıyn geldi, dediler. Hazret-i Hünkâr dahi kalkub, meyanin cüst kılub itti: ol kimse canluya binüb geldiyse biz cansuza binelüm, karşu varalum, dedi. Meğer Kızılca halvet yakınında bir kızıl kaya vardı. Şöyle bir dam dîvârı gibi büyük kaya idi. Filhâl ol kayanun üzerine sıçrayup bindi, itti: Ey kayacuk, Allâhın izniyle ol geli duran erenlerden yana revâne olğıl, dedi. Bu yana, Hayrânî Seyyid Mahmûd Aliler sırtı'na çıkageldi. Gördü kim karşusunda bir er, bir dîvâr gibi cânsuz kayaya binmiş karşu gelür. Bu heybeti görücek parmak ağzına bırağub "zehî kuvvetlû er" deyüp Hazret-i Hünkâr'ın kuvvetine ucbe kaldı. Filhâl arslandan indi, elinden ilanı salıverdi Hünkâr ululuğu Tekye kaya'nın şimdi olduğu yere geldi. Gördüler kim Seyyid Mahmûd Hayrân arslandan indi, ilanı elinden salıverdi. Anlar dahi kaya'ya "dur" dedi, işâret eyledi. Kaya dahi durdu.

Kendileri kayadan aşağı indiler, durdular. Andan Seyyid Mahmûd Hayrân hünkâr ululuğuna karşı gelüb yüz urub niyâz etti, Hünkârın elin öpüb ayaklarına düştü. Andan üçyüz molla dervîş dahi gelüb Hazret-i Hünkâr heman ol kayanın dibinde oturdular, bir azîm iclâs oldu. Rivâyettir Hazret-i Hünkâr sırrahül'azîz bir hafta temam Seyyid Mahmûd Hayrân'la ol kaya dibinde sohbet ettiler. Tam köyde bişüb kotarılub ol araya gelürdü. Yeme-içme, deme-işitme, sima-sefâ olurdu."

Şimdi, bu kayanın sol yanında (Buhâra'lı Şeyh Hacı Hamza) efendi adı yazılı bir sin var. Dergâh-ı şerîfde nakşî şeyhi = İmâm imiş. Taşında 3 Nisan 1328 (1912) taihi var.

Kayanın arka tarafında ise Veliyeddin efendi, onun sol yanında kışkardeşi Şefika hanım (1934), onun solunda da Cemaleddin efendi kızı ve Veliyeddin efendinin oğulu Hüseyin efendinin eşi Zehrahanıma aid mezarlar var.

Veliyeddin efendinin kızının önünde, Cemâleddin efendi oğlu Hamdullah eşi Tokadlı Naciye hanım mezarı var: (doğumu: 1900, vefatı: 1928).

Veliyeddin efendi taşındaki tarih (1283 – 1356) dır.


K a r a h ö y ü k:
Hazret-i Pîr'in, eski adıyla Hadım olan şimdik Hacıbektaş kasabasına ilk geldiği yer olarak söylenir. Efsâne, onu Karahöyük tepesine güvercin şeklinde inmiş olarak anlatır. Vilâyetnâme'ye göre Hazret-i Pîr Rûm'a (Anadolu'ya) yaklaşırken, oradaki erenlere uzaktan bir es-selâm-ü aleyküm der. O sırada elliyedi bin rûm Abdâlı varimiş, sohbette imişler. Rûm'un gözcüsü Karaca Ahmed imiş. Hünkâr'ın selâmı o mecliste olan, Karaca Ahmed'in mürşidi (uyarıcı'sı) Seyyid Nureddîn'in kızı olan Fatma Bacı'ya ma'lûm olur. O sırada bacı erenlere yiyecek hazırlamakla uğraşırken, ayağa kalkub Hacı Bektâşın tarafına dönerek, el göğüse koyub, üç kerre Aleyküm-üs-selâm, der. Mecliste olanlar kime selâm verdin deyince, olanı anlatır, "Horasân erenlerinden biri geliyor", der. Oradakiler "İmdi ne tedbîr idelüm tâ ki Rûm'a girmeye eğer Rûm'a girecek olursa ayruk Rûm'u bastı, zabteder, Rûm'da bize oyun kalmaz", derler. Yolu bağlarlar. Hazret-i Pîr Rûm sınırına gelince yolu bağlanmış görür, Bismillâh ve Bi-emrillâh diye vilâyet kuvvetiyle sıçrar ve Arş'ın damına konar. Oradan bir güvencin şeklini vurunur. Doğru Suluca Karahöyük üzerinde bir taş üstüne konar. Mübârek ayakları, güvercin donunda iken, ol taşa hamura gömülür gibi iz bırakır.

Bundan sonra Hacı Tuğrul (Tunrul: diğer nüsha) doğan şekline girüb üzerine varınca, Hacı Bektâş velî Hazretleri insan şekline dönüb onu boğazından yakalar, sıkar, aklı başından gider.

Sonradan Hazret-i Hünkâr, ona "Er er'e öyle gelmez. Siz bize zâlim donunda geldinüz, biz size mazlûm donunda geldük. Eger göğercinden dahi mazlûm don bulasuz ol dondan gelürdük," dedi.

Bu konu bütün Vilâyetnâme'lerde vardır. Eskiden, üzerinde güvercin ayak izleri olan bu taş, Balım evi'nde duruyormuş. Fakiir gittiğimde orada bulamadım. Evin yeni sâhibi Hidâyet Akcan da bunu bilmiyor.

Son defa, Mayıs 1964 de ziyâretimde "Suluca Karahöyük tepesinde duruyor", dediler. Y. Ölmez ve F. Tuncer Babalarla, C. İşçimen ve M. Bayrakdar kardeş hep birlikte Karahöyük tepesine çıktık. Söyledikleri taş eskiden bir yapıda kullanılmak üzere yontulmuş, bir şekle konmuş, üzerinde tabiî olaylar sebebiyle küçük çukurcuklar meydana gelmiş bir taştır. Eskiden bilinen taş değildir.

Karahöyük, kasabaya giriş yolundan gelirken, epeyce uzaklardan da görülen, ufak bir tepedir. Höyük ismi, onun eski çağlardan kalma, arkeolojik bakımdan da değeri olabilecek bir yapma tee olması ihtimâlini düşündürüyor.

Son yıllarda tepenin bütün sırtları ağaçlandırılmış, doruğuna kadar borularla tazyikli su çıkarılmış, ağaçların muntazaman sulanması ve bakımına önem verilmiştir. Son gördüğümde çamlar bir metre kadar uzamışlardı.

Höyük eteğinde akan suya "Öksürük suyu" diyorlar. İki gözden çıkar bir sudur.


H a n b a ğ ı:

Hacıbektâş kasabasının güney batısında, üç kilometre kadar bir mesafede, yüzyirmi dönüm kadar arazîsi olan bir yerdir. Vaktiyle Tatar Han'ı buraya askerleriyle gelüb konaklamış. Hânbağ'ı adı bundan gelirmiş. (Bir söylentiye göre de, Pîrevi Aşevi'ndeki büyük Karakazan'ın bu tatar hânına aid olduğuna inanılır). Buradan giderken tekkeye hediye etmişler diye.

Hânbâğı, Turâbî Baba zamanında te'sis edilmiş olub Hacı Hasan Baba ihyâ etmiştir. Kapıdan girilince eski güvencinlik'ler görülüyor. Girişin ön kısmında Medân evi, Mutbak, bunların önünde de büyük bir dört köşe havuz var. Gördüğümde yapıların moloz yığını ve meydân evinin kerpiç duvarları kalmıştı. Havuzun dibinde biraz su ve birçok yosunlu taş yığını vardı.

Vaktiyle burada, atlar ve süt hayvanları (inekler) için ayrıca yerler varmış. Ayrıca şıra sıkma yeri ve bir şarabhâne var.

Güvercinlik yakınında kovanlar bulunurmuş.

Yapıların biraz ilerisinde ve güvencinlik alt tarafında Veli Baba mermadı var. Baş ve ayak uçlarında kalın, bir metre boyunda taş sütunlar var. Baş tarafındaki üzerinde, çok eski devirde yazılmış, lâtif harfleri görülüyorsa da aşıntı ve yosunlar arasında hemen tamamı kaybolmuş bir hâldedir.

Meydân evi'nin üst tarafında, sınır duvarı yakınında, dervişlere aid, üç tane sin var ise de üzerlerinde isim, tarih vesair bir yazı yoktur.

Hacı Hasan Dede, etraf taş duvarları yaptırırken, "Taş yok" diye haber gelmiş. Birgün, dergâh arazisinin ikiyüz metre yukarısında uzanmış yatmış ve sonra dervişlerini çağırarak, burayı kazınız, demiş. Gösterdiği yerden çıkan taşlarla duvarlar tamamen yapılmız. Biz gördüğümüzde yüz metre kadar bir yer, çukur olarak belli oluyordu.

Hanbâğı, hâlen Ali ve Hasan Yenal isimli iki kardeşin malıdır. Evkaftan satın almışlar. Kendileri aslen Sivas'lı olub Hazret-i Pîr'e saygı gösteren insanlardır.

Hânbâğı ve biraz sonra anlatacağım Dedebâğı'ndan başka Dergâhın "Kütükçe çiftliği, Kaya çiftliği, Kızılöz çiftliği, İlicek çiftliği" gibi arazileri vardı. Bunların topu Dörtbin dörtyüz seksen yedi dönüm olarak tesbit edilmiştir.

Bunlardan başka gelir kanakları olarak dörtyüz'den fazla dükkân, buharla işleyen un değirmeni ve dört su değirmeni vardı. Binâlardan gayri Bağ, Bağçe arazî ve mülkler evkaf tarafından ziraat nümune mektebine 12586 lira 25 kuruşa satılmıştır.

Buraya Mehmed Ali Himî Dedebaba'nın bir nefesini alıyorum:

Hânbâğına kurulmuş Âşıkların otağı
Gülzâr-ı aşk olubdur aşk ehli'nin durâğı
Gel Pîrevi'ne âşık eyle özünü puhte
Yanuptur aşk od'una erenlerin ocağı.
Hakk nûr-u kudretinden lütfeyleyüb uyarmış
Maherde dahi sönmez âşıkların çerâğı.
Ey saki-i meveddet sun bize aşık meyinden
Bûs eylesün hemîşe mestâneler ayâğı.
Mescûdumuz cemâl-i yâr olduğun nihân tut
Fâş olmasun bu esrâr vardır yerin kulâğı
Gir kalb-i mü'mine sen hercânibe sücûd et
Tefrik olur mu beytin etrâfı, solu, sâğı
(Hilmî) özün hemîşe dervîş-i derd-mend et
Dostun müdâm olubtur dertli gönül konâğı.

Bu şiir'i buraya yazarken, muhabbet sofralarımızda tatlı sesli doost'ların okudukları nefes bestesi kulaklarımda ses veriyor.

* * *
T o p â y î n:

Hânbâğından on kilometre kadar Nevşehir istikaametinde Topâyîn adlı bir mubarek makaam vardır. Ağaçlık, içinde havuzları, buz gibi soğuk suyu olan bir bağdır.

* * *

D e d e b a ğ ı:

Kasabanın giriş yolu tarafında, kuzeyinde 1-2 mil mesafededir. Giriş kapısı tahtadan, geniş, çift kanatlıdır. İçeri geçince sağındaki duvarda delikler var. Burası, önceleri, güvercinlik imiş. Ayrıca arı kovanları da varmış. Giriş kapısının içinde ve sol tarafta üzeri kiremit çatılı bir yatır var. İçinde iki sin var.. Kapıya yakın olanı (Hacı Melek Baba) ve solundaki (Pehlivân Baba)ya aiddir. Yatırı dışındakı sin: Bursa'lı (Hacı Mehmed Baba)nındır. Bunlar topraktan yapılmış lâhitler olub üzerlerinde yazı ve tarih yoktur. Yatır'ın giriş kapısı üstünde bir kitâbe var. 45x35 santim ölçüde bir mermer üzerindedir:


Bu bâğı ibtidâ Seyyid Nebî Dede idüb îcâd
Velî bu Pehlivân Baba'dır iden revnakın müzdâd
Anınçün Türbedâr Hacı Mehmed Baba hasbîce
Senebin üçyüz on'da eyledi bur türbeyi bünyâd
1310

Kitâbeyi yazan bu Hacı Mehmed Baba, birara Pîrevî Post-nişîni olan Dedebaba'dır. 1315 de Hakk'a yürümüştür.

Yatır kapısında kitâbenin yukarısına duvara büyük bir teslîm taşı tesbit edilmiş ise de hâlen oradan sökülmüş, izi var kendi yoktur.
Dedebâğı'nın etrafı taş duvarlarla çevrilidir. İçerisindeki yapının kapısı üstünde:

Sâhib-ül-hayrât
Vel-hasenât
Seyyid Nebî Dede
Sene 1238

yazılı bir mermer kitâbe ile:

Ta'mîrât
El-Hacı Hasan Dede
Sene 1287

yazılı bir başka ufak mermer kitâbe var.

Bu pehlivân Baba'nın diktiği ceviz ağacının mahsûlleri çok yumuşak ve incecik kabukludur. Orayı ziyâretimizde evdeki bacılar bunlardan bize ikrâm ettiler. Teberrüken birkaç tanesini alıb Aydın'da çocuklarıma da yetirdim. Elle sıkılarak kolayca kırılabilen bir cevizdir.

Hâlen bağın giriş kapısının sağ tarafında kalan kısmındaki asmalar sökülerek yerine elma ağaçları dikilmiş, burası meyvelik hâline getirilmiştir. Pehlîvan baba cevizi bu elma bağçesinin kenarında, büyük bir ağaç hâlindedir. Pehlivân Baba tarafından dikildiğini oybirliği ile söylüyorlar. Yüz otuz senelik kadarmış.

Bağın ön tarafında, dere içinde, çukur bölümde pek güzel kavaklar yetişmiş. Burada da Bektâşîlerce meşhûr bir pınar vardır. Buna Şeker Pınarı derler.


Ş e k e r P ı n a r ı:

Bilek kalınlığında dâimî akan bir sudur. Taştan yapılmış, oldukça harab bir çeşmedir. Mermer kiâbesi tesbit edildiği yerden ayrılmış. Gördüğümüzde, çeşmenin ön yüzünün üstüne konulmuş duruyordu. 40x40 santim boyundaki bu mermer üzerinde şu yazı var:

Nûş edenler hemîşe olsun tüvânâ (aslında elif harfi yok)

Hasaneyn aşkına deyüb El-hamü Mevlânâ
Sa'yini meşkûr edüb ve kalbini ma'mûr ede
Dü-cihânda dest-gîr-i mefhar-i âl-i abâ
Ta'mir etti bin üçyüz otuz yedide
Bu Şeker Pınarı'nı Salih Niyâzi Baba

Mermer iki yerinden çatlamış ve kırılmıştır.

Şeker Pınarı'nın önünde dere boyunca uzanan kavaklar ve arka tarafında çok büyük leylâk ağaçları ve mürver ağaçları var. Yiyeceklerini alıb buraya piknik için gelenler, Nefesler okuyub, saz çaldıkça bülbüller de kendilerine katılırlarmış. Bizim orayı ziyâretimizde bile bülbüller şakır şakır dem çekiyorlardı.
Oniki İmâm Adları ile Kompozisyon

Pınarın suyu yaz mevsiminde içine el sokulamıyacak kadar soğuk olur.

Bir söylentiye göre: Bursa'lı Hacı Mehmed Baba bir işe öfkelenib Dedebağı'ndan kaçmış, bir diğer söylentiye göre de Pehlivan Baba, kenisini Hânbâğı'nda çalışmak üzere oraya yollamış. Kapıdan çıkub giderken Bağın kovanlarındaki bütün arılar Mehmed Baba'nın peşinden gidüb etrafını çevirerek onu geriye döndürmüşler.

Dedebâğı'nı evkaftan Belediyye satın almıştır. Şimdi Belediyye'ye aiddir. İkiyüz dönüm kadar bir arazîdir.

T a ş k e s i l m i ş B u ğ d a y v e M e r c i m e k l e r , P a r a l a r:

Yine Dedebağı yöresindeki harmanlar tarafında bular bulunmaktadır. Bu husuta Vilâyetnâme'de (Örneğin Fakiirdeki talik yazma nüsha, s: 114) kayıt vardır: "Hazret-i Pîr birgün kırlara dolaşmaya çıkıyor. Harmanlar savrulmuş, buğday vesair ürünlerin yağmurdan zarar görmemesi için üzerleri örtülmüş. Hazret-i Pîr de bununları imtihan yollu harman sahabine gidüb, eteğini açarak "Şey'en lillâh (Tanrı için az birşey) diyor. Adam, örtülü ürünleri göstererek bu, hiçbir şey değildir, diyor. Hazret-i Pîr de "Peki, öyle ise hiçbir şey olmasun" diyüb oradan ayrılıyor. Sonradan örtüleri kaldırdıkları zaman görülüyor ki Harmanlardaki buğday, arpa ve mercimekler tamamen taş olmuş.

Bunu görünce "Ne yapalım, yine aç kalmayız, paralarımız var" diyorlar ise de onların da taş hâline geldiklerini görüyorlar. Gerek ceblerindeki gerek evlerindeki altın, gümüş paraları yabana atıyorlar. Bugünlere kadar oralarda bulunanların o zamandan kaldığı inancı vardır.

Halk arasında, bu mercimek ve buğdayların, çocuğu olmayanlara faydalı olduğu üzerine kuvvetli bir inanç vardır. Bir yerliden dinledim:

"kadın üç gün oruç tutacak. Cuma gecesi bu taş kesilmiş buğdaydan bir tanesini, dişlerine dokundurmadan ağızında tutacak (Kız isteyenler mercimek alacak). Eşiyle muhabbet edecek. Zevk ânında, yine dişlerine dokundurmadan ağzındakini yutacak. Muhakkak istendiği gibi erkek veya kız çocuğu olur" diye anlattı.

Keza bunları veya ayni yerde bulunan taş kesilmiş paraları kesesinde, para cüzdanında taşıyanların parası bol olur, geçim darlığı çekmez inancı da vardır.


B e ş t a ş l a r:

Dedebâğı'ndan daha ileride, kasabaya 10 kilometre kadar bir uzaklıktadırlar. Bunlar, birbirlerinden aralıklı büyücek kayalardır. Üzerleri deliklidir. Bütün vilâyetnâme nüshalarında bu taşlardan söz geçer (Fakiirdeki ta'lik yazılı nüsha, s: 105).

O zaman otlaktaki sığırlara, köyden, her gün bir kişi nöbetle bakarmış. İdrîs Hoca'nın otlaktaki sığırlara bakma sırası geldiği bir gün önemli bir işi olmuş. Hazret-i Pîr bu görüb-gözetme işini üzerlerine almış. Onlar otlayarak Mucur istikaametine doğru yayılırlarken, İdris'in kardeşi Sarı, ****leri getirip bunlara katmış. (Sarı, Hazret-i Pîr'i sevmez, kıskanır, huysuz bir kimsedir) Hazret-i Pîr de "ben bunları görüb-gözetemem, bir zarar gelirse karışmam" derler. Sarı dinlememiş, bırakmağa isrâr etmiş. Hünkâr hazretleri, o zaman, çevredeki beş tane büyük taşa hitâben "Siz tanık olun, Hâcet vaktında şehâdet edersiniz" demiş. Uzatmıyalım, Sarı'nın ****lerini kurt parçalamış. İş Kadı'ya düşmüş Hazret-i Pîr, beş tane şâhidim var, demiş. Onları otlak yerine götürüb, taşlara seslenice hepsi yuvarlana yuvarlana huzûra gelmişler ve nutka gelüb tanıklık etmişler.

O çevredeki düz, taşsız arazîde, hâlen sürülüb ekilmekte olan tarlalarda bu taşlardan başka kaya da yoktur.

Uzaktan bakınca beş taneden başka daha geri planda yine bir sıraya dizilmiş gibi birkaç kaya da vardır. Hazret-i Pîr seslenince hepsi sıra sıra gelirlerken Hünkâr "Siz durun yalnız beşiniz gelin" demiş, onlar da oldukları yerde kalmışlar imiş.
Bektâşîler, -Bektâşî olmayanlar da- bunların dibinden ufak taşlar alub bir istekleri olması için adak adarlar. İstekleri olursa o taşı getirib yerine bırakırlar.


H ı r k a d a ğ ı:

Hacıbektâş kasabasının güney doğu tarafında oldukça ileride bir dağdır. Vilâyetnâmedeki kayda göre, Karahöyük'ün kışı sert, soğuğu çok olduğundan şikâyet eden muhibbân ve dervîşler "Havası daha mu'tedil, sâhil bir yere nakledelim" derler. Hazret-i Pîr "Hakk'a giden Hakk uğrum için bu yerden daha yüce bir yer olsa idi orada otururdum. Fakat tasalanmayın, sizin odun işinizi halledelim diye cevab verir. Birgün Halîfeler, dervîşlerle bu hırka dağına gelir. Orada bulunan, vilâyetnâme'nin başka yerinde sözü geçen, Devecik ardıcı dibinde oturur. Odun toplatub ateş yaktırır. Alevler iyice yükselinece Hazret-i Pîr kalkıb şevk ile simâ'a başlar ve ateşin etrafında kırs defa döner. Sonra, sırtlarında mübarek hırkalarını çıkarıb ateşin üstüne bırakır. Sonunda bu hırkanın külünü alıb havaya savurur ve her zerre bir tarafa dağılır. Etrafındakilere derler ki "İşte bu kül zerrelerinin herbirinin düştüğü yerde bir ağaç bitsün, ve bu kıyâmete kadar devam etsün."

Bu olayda Hazret-i Pîr'in orman sevgisi ve bunu çevresine telkini çabası da sezilmektedir. Burada sözü geçen Devecik Ardıç'ın hakkında da kısaca bilgi verelim.

D e v e c i k A r d ı ş ' ı:

Hazret-i Pîr Suluca Karahöyüğe gelişlerinden az önce Açık Saray adlı bir köyden geçer. Yorgun, açıkmış.. Rastladığı bir gelin kendilerine biraz ekmek ve yağ verir. Hünkâr ululuğu, geline "Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin" diye hayır dua eder.

Sonradan gelin ve kaynanası, küpte az yağ varken ağzına beraber dolu bulmalarını dervîşin hayır duasına bağlarlar. Hünkârın peşinden koşarlar.

Mevsim İlkbahar, Kızılırmak taşmış.. Gelin-Kaynana görürler ki, Hazret-i Hünkâr seccadesini suya salmış, karşı yakaya geçiyor. Oradan geri dönerler, köylüye olayı anlatırlar. Hepsi birlikte ırmağın sal olan yerine varub suyu geçer ve Hazret-i Pîr'i ararlar.

Gelelim Hacı Bektâş velî hazretlerine: ... Olayı Fakiirdeki yazma Vilâyetnâme (A. nüshası, y: 28 b) den aynen beraberce okuyalım: (Heman kim suyu geçtiler, yukaru Hırka dağına revâne oldular. Dağın kullesinde (C. nüshası s: 89: başında) bir ardış ağacı dibine erdiler. Hazret-i Hünkâr ol ardıça itti: "Ey ardıç beni bu dem ört per'inle, budağınla. Yarın kıyâmet günü sana dilekçi olam. Ol ardıç kıbleye karşu uzanub mecmu'u per budağı eğildi, şöyle kim bir çadır gibi oldu. Ol ardıca Devecik ardıcı demekle meşhurdur.

Rivâyettir Hacı Bektâş el-Horasânî Kuddisallâhu sırrahül'azîz ol ardıcın dibinde erbaîn çıkardı. Amma bu yana, köy halkı Hazret-i Hünkâr'ı arayu arayu yürüdüler, bulamadılar. Dönüb makaamlu makaamlarına geldiler).
 
takipçi satın al
Uwell Elektronik Sigara
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
Geri
Üst