LaNéDLy qHz
Bayan Üye
Günaha Batmak ‘Yaşamak’ Değil
Günah, yaratılış çizgisinden çıkmaktır; anormalliktir.
Çoğu zaman, günahlar normal sayılır da, insan imanı dolayısıyla günahkâr olmamaya çalışarak fedakârlık ediyor sanılır. Hatta bazen, günah hayatın hası sanılır. Bu sebeple de, aleni günah işleyenlere “Hayatını yaşıyor!” Denilir. Böylece insan, günaha özendirilir.
Oysaki günahlara batmak, hayatını yaşamak değil, tam tersine hayatın dışına çıkmak demektir. Zira günah, hakiki hayatı zedeler, lekeler, batırır ve bitirir. Günahkâr, ya yaptıklarını tabii görerek, bozulmuşluğu benimser, vicdanını susturur ve manevi frenlerini iptal eder; ya da sürekli bir suçluluk duygusuyla, kendi içindeki dayanılmaz yenilginin azabını yaşar.
Çünkü günah, yaratılış gayesinin dışına çıkmak, haddi aşmak ve yoldan çıkmak demektir.
Günahı eğlence sananlar, eğlenirken neler kaybettiklerini fark etmeyenlerdir.
Eğlenmek, neşelenmek, gülmek veya mutlu olmak, illa da günahlara batarak mı mümkündür!
Eski bir dans öğretmeni diyor ki: “Meğer göbek atmak zannettiğimiz şey, yüreğimizden insani ve manevi duyguları atmakmış. Biz eğlendiğimizi sandığımız sırada, asıl Şeytan bizimle eğleniyormuş!”
Günah eğlendirmez, tam tersine insanı eğlenilecek bir duruma düşürür. Anadolu’da eğlenmek, takılıp durmak veya yoldan kalmak manalarına da gelir. Mesela, “Eğlenme, tez gel!” denir. Eğlenceyi hayatın temeli yapanlar, bizim hayat yolunda gaflete dalmamızı ve gereksiz takılmalarla yolculuktan kalmamızı isteyenlerdir.
Tövbesiz Günahlar İnkâra Kapı Açar
Her günah, kalbe kapkara bir nokta düşürür. Eğer bu kara noktalar, hemen ve çarçabuk, tevbe ile temizlenmezse, zamanla kalbi iyice karartır; en sonunda iman nurunu söndürür.
Her günah, kalbi rencide eder, ezer, üzer. Buna rağmen, günahlar insanı imanından etmez, ancak, Bediüzzaman’ın deyimiyle, “Her bir günah içinde, küfre giden bir yol vardır.”
Çünkü günah işleyene ve onda tövbesiz devam edene, günahın cezası ağır gelmeye başlar. “Keşke işlediğim günahın cezası olmasaydı” Der. Bu düşünce, gide gide, günahın cezasını inkâra varır. Günahı günah olarak görmemek, cezasını kabul etmemek, sonunda, bu kuralları koyan Yüceler Yücesi’ni inkâr sonucunu doğurur.
Aslında, günahı ve kışkırtıcısı olan Şeytan’ı yok saymak da, yine nefsin ve işbirlikçisi olan Şeytan’ın bir oyunudur. Zira “Günah diye bir şey yok! Şeytan da yok!” diyen kişi, her günahı mubah görür ve rahatlıkla işler.
Oysaki mü’min sıfatlarının galip olduğu zamanlarda, insan kolayca günah işleyemez. Ancak, imanın etkisi azalıp, akıl tesirsizleşince nefis ve Şeytan işbirliği galip gelir; günahlar peş peşe sökün eder. Bu sebeble, iman sürekli tazelenmeli, desteklenmeli ve takviye edilmelidir.
Günahsızlık İddiası Günaha Kapı Açar
Günahlara zemin hazırlayan büyük günahlardan biri de, günahsızlık iddiasıdır. İnsanın manevi boyutları küçüldükçe, günahsızlık iddiası artar. Asıl kirlenmiş olanlar, kendini tertemiz ve lekesiz görenlerdir.
Hz. Mevlâna, “Tamlık iddiası, hamlıktır” der.
Efendimiz (sav): “BEN, GÜNDE YETMİŞ KERE İSTİĞFAR EDERİM” buyurur.
Günahsız olan günde yetmiş kere istiğfar ederse, günahlara batmış olan bizler, tevbede ne kadar derinleşmeliyiz acaba?
Günahsızlık imkânsızdır ama her günahtan kurtulmak, hatta her günahı bir sevaba dönüştürmek de mümkündür.
“Hiç günah işlemeseydiniz, sizi giderir, yerinize, günahı olan, ama bundan dolayı da af dileyen, tevbe eden ve bana sığınmasını bilen başkalarını yaratırdım.” Buyurur Rabbimiz.
Sonradan Müslüman olanların günahlarını da sıfırlar, yepyeni ve tertemiz başlatır hayata, rahmetiyle… Tasdik edilen imanın mükâfatı arınmaktır, yeniden ve bir daha doğmaktır.
Gurur veren ve ucub hastalığına bulaştıran ibadetten; tevazu, pişmanlık ve tövbe ilham eden günah daha iyidir.
Bayezid Bestami der ki: “Günahlara bir defa, taatlere ise bin defa tövbe etmek lazımdır. Yani yaptığı ibadet ve taatlere bakıp kendini beğenmek, o ibadeti hiç yapmamak günahından bin kat daha fenadır.”
Tövbe Eden Günah İşlememiş Gibidir
Güzeller Güzeli’nin müjdesi ne kadar ferahlatıcıdır:
“Günahına tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir.”
Bir daha o günaha dönmemek üzere tövbe eden ve sözünde duran, gerçek tövbeyi yakalamış olur. Tevbesinde sebat edemeyen ise bozulmamışını yakalayıncaya kadar tövbeye devam eder.
Efendimiz (sav); “Ateşe dayanabileceğin kadar günah işle” buyurur.
Osmanlı döneminde, DAMAT adıyla meşhur olan âlim, bu hadis-i şerife çok güzel bir misal olmuştur: Bir yangın sırasında, evinden kaçarak canını kurtaran genç kız, gece yarısı medresedeki odasında ders çalışan bir talebeye sığınmak zorunda kalır.
Genç bir adam, o genç kızla aynı odada sabahlar. Ancak, Şeytan ders çalışan talebeyi günaha davet ettikçe, o da şahadet parmağının ucunu önünde yanan mum ışığına değdiriverir.
Böylece, Şeytanın her iğvası, mumda yanan parmağın verdiği acıyla sonuçsuz kalır. Daha sonra ise o talebenin, günaha karşı direnci, helal ile mükâfatlandırılır. Çünkü delikanlının bu iffetli tavrı, kızın babası olan vezirin takdirini kazanır ve onu damadı yapar.
O günden sonra, halk arasında adı unutulur da, hem kendisi, hem de yazdığı eser, hep “Damat” diye anılır.
Günahsızlık imkânsızdır diye, kendini kapıp koy vermek ve günahlara teslim olmak yerine, günaha karşı daha dikkatli, daha uyanık ve daha tedbirli davranmak mecburiyetindeyiz.
Bilerek günah işlemeye gerek yok; zaten bilmeyerek işlediklerimiz bize yeter de artar. Asrımızda günah işlemek için özel bir çabaya gerek yok. Zaten günahlar üstümüze sel gibi geliyor. Bu sebeble, günahlara karşı, özel koruyucu şemsiyelere ihtiyaç vardır.
Her şeyden evvel, imanımızı taklitten tahkike çıkarmalı, derinleştirmeli, ihsan mertebesine çıkmayı hedeflemeliyiz. Allah’a görürcesine bir iman, günaha geçit vermez.
Ancak, iman bütün bir ömür emek ister; sürekli takviye edilmek ve güçlendirilmek gerekir. Efendimiz (sav); “İman da giydiğiniz elbise gibi eskir. Onu LAİLAHE İLLALLAH ile yenileyiniz” buyurur.
Tahkiki imanda olan bir insan için en küçük günah da büyüktür. Çünkü işlenen her günah, aynı zamanda onu yasaklayan Yüce Yaratıcı’mıza karşı bir saygısızlıktır. Ruhlar dünyasında O’na verdiğimiz sözde durmamaktır.
“Kendinizi Tehlikeye Atmayın!”
Bu saygısızlığın bilincinde olan mü’min, küçük günahı da büyük görür; çok üzülür, ağlar, sızlar ve ancak tövbeyle teselli olur. Durulur.
Ancak bilinçsiz bir iman, bu hassasiyeti vermez. Onlar en büyük bir günahı bile, burunlarının üstüne konmuş sinekler gibi görürler, hiç önemsemezler ve sıradan bir şey sayarlar.
İNANDIĞI gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlar.
Günah işlemek, Allah’a verdiği kulluk sözünde durmamak ve ahdini ihlal etmek demektir.
Bu sebeple Rabbimiz,“Kendinizi tehlikeye atmayın!” buyurur. Bu emir bize, günahtan kaçma çağrısıdır.
Rabbi ile iletişimi sürekli kılan, günahlardan sakınır. Böyle bir mü’mine, günahın hayali bile ağır ve dayanılmaz gelir.
Sürekli kendisiyle hesaplaşmak, nefis muhasebesi yapmak da günaha karşı kalkan olur. Dolayısiyle, başkalarını değil, hep kendisini hesaba çekenlerden olmak gerekir.
Günahlara kaymamak için, yalnız kalmamak, iyi bir çevrede, iyi arkadaşlar arasında olmak da önemlidir. Zira Şeytan, yalnızlaşmış ve tek başına kalmış olanlara daha bir cüretle yaklaşır ve sonuç alır.
“Görüldüğünde Allah’ı hatırlatan” Allah dostlarıyla sürekli ve daimi bir irtibat içinde bulunmak çok önemlidir. “Din nasihattir” buyurur Güzeller Güzeli. Hatırlatanlarla olmak, günaha karşı kalkandır.
Günahların sonunu düşünmeli… Sonu düşünülen günahtan kurtulmak kolaydır. Çünkü günahların sonu, hep pişmanlık, hep hüsran, hep yıkım ve yıkılış doludur. Bu sebeble, nefsin çağırdığı günahların sonunu düşünmek, çoğu zaman kurtarıcı olur.
Her günah zehirli bir bal gibidir. Başlangıçta geçici ve zahiri bir tat verirken, zehirleyiverir. Bir anlık maddi lezzet uğruna, kalıcı sancıları göze almak akıl karı mıdır?
Başkasının Günahına Ağlayan Adam, bu soruya der ki: “Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork! Bir lokma, bir kelime, bir tane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma.
Çünkü, çok küçük şeyler var (ki), çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i amalinin (amellerinin sayfası) ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi (ömür sayfalarının çoğu) içine girdiği gibi, çok cüzi küçük şeyler var (ki), öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.”
Öyleyse, bizi çağıran günahların sonunu düşünmeli, günahkârların akıbetlerine bakmalı ibretle… Müthiş ve muazzam insani duyguları, küçük, basit, önemsiz ve zevki fani günahlarla batırmamlı; bir günah için ne verip, ne aldığımızı iyi düşünmeli… Ayılmak için özüne, ruhuna, imanın istikametine tekrar dönmek için düşünceyi ihmal etmemeli. Zaten, meşru dairenin sunduğu zevkler, keyfe kâfi değil midir?
Bu sebeple, “ATEŞE DAYANACAĞIN KADAR GÜNAH İŞLE” buyurur, Güzeller Güzeli. Zira, tövbesi olmayan günahın sonu ateştir.
Aslında günah ateştir, ateşin ta kendisidir. Yangını içindedir, acısı kendisindedir. Daha Cehennem’e gitmeden yakmaya başlar. Dünyayı Cehennem’e çevirir.
Bu yüzden günahı iş edinenler, acıyı acıyla bastırırcasına günahlara koşarlar. Dayanılmaz günah ızdıraplarını da, çeşit çeşit sarhoşluklarla bastırmaya çalışırlar.
Rabbimiz de, “Kendinizi tehlikeye atmayın!” buyurarak, bizi günahlardan sakındırır. Tabii ki tehlike, emrin dışına çıkmak, yasaklara yönelmektir.
Ölümü ve eceli unutmamak da günahlarla baş etmemizi sağlar. Efendimiz (sav); “Hayatın tadını ve zevklerini acılaştıran ölümü çokça anınız” buyurur.
Günahtan Korunmak İçin
Günahtan korunmak için gözümüze ve kulağımıza filtre takmamız gerekir. Nasıl ki, her önümüze konan yemeği yemezsek; her görünene bakmamalı, her gürültüye de kulak kabartmamalıdır. Çünkü bunlar da kalp midemizi kirletir.
Günahtan korunmak için günahın çekim alanına girmemek gerekir. Çünkü günah, Şeytan’ın bin bir entrika ile allayıp pulladığı bir tuzaktır. Ona, kimin, nasıl ve ne şekilde düşeceği belli olmaz. Çoğu zaman günah, birden bire gelip bulmaz mü’mini… Adım adım yaklaşır, atmosferine alıştırır, sonra da cezp ediverir…
Bu sebeple, günah koy koycuları önce günahı makyajlar, çekim alanını genişletir, güçlendirir ve bekler. Hiç kimsenin böyle bir tuzağa düşmeme garantisi yoktur. Dolayısiyle, herkese teyakkuz, dikkat ve tedbir gerekir. Mesela, Rabbimiz’in, “Zinaya yaklaşmayın!” emri de bu sebeptendir.
Günahtan uzak durabilmek için küçük günahları da önemsemeli ve asla küçük görmemelidir. Küçüklerini de büyük görerek, günahtan daima sakınmalıdır. Çünkü büyük günahlara da, genellikle küçüklerinden geçilmektedir.
Başkalarının günahlarını ayıplamak da mü’mini günaha yaklaştırır. Bu yüzden mü’min, başkasının günahına üzülür, ağlar. Ama asla kınamaz, ayıplamaz. Zira “Ayıpladığınız şey başınıza gelmeden mezara girmezsiniz” buyurur Güzeller Güzeli…
Ayıplamak, kendisini günahsız bilmekten kaynaklanır. Oysaki kul kusursuz olmaz. Peygamberler dışında hiç kimse, masum değildir. Hz. İsa (as) günahkâr bir kadını taşlamak isteyenlere, “İlk taşı günahsız olanınız atsın!” deyince, duruvermişler…
“İlk taşı günahsız olan atsın!” deyince, insanlar duruvermişler. Kusursuz ve günahsız olan kim vardır ki, başkalarının günahını anlatsın, açıklasın ve ayıplasın…
Başkasının Günahına Ağlayabilmek
Bizim kültürümüzde, BAŞKASININ GÜNAHINA AĞLAMAK VARDIR. Hz. Ali (ra) de, “Ben, başkasının kusurunu gören gözümü kör etmişim” buyurur.
Bazı günahlar saklanamadığı için görülür ve dolayısıyla de ayıplanır. Bir takım günahlar da, maddeten fark edilmez, hatta çok yaygın yapıldığı için büyük günah olarak bile görülmez. Mesela, gıybet, haset ve sözünde durmamak gibi…
Bu sebeple denilir ki, “Eğer her günah, içki gibi sarhoş etseydi; hiç kimse yolda yalpalamadan gidemezdi.”
Rebi bin Heysem ne güzel söyler: “Eğer günahlar koku yaysaydı, kimse kimsenin yanına yaklaşamazdı.”
Her günah sadece işleyeni değil, çevresini de kirletir. Bu sebeple eskiler, ibadet de kabahat da gizli olmalı” derdi. Şimdi her ikisi de apaçık ve hatta reklâm aracı…
Özellikle de günahların alenen işlenmesi, hem de basın yoluyla toplumun bütününe gösterilmesi, bir günahı bine, binlere, milyonlara katlıyor.
Rabiatü’l Adeviye aynı noktaya parmak istiyor, “İşlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin.”
“İbadet de, kabahat de gizlidir” demiş atalarımız. Çünkü “Allah, hususi günahlarla umuma azap vermez. Fakat, günah iyice su yüzüne çıkar ve genelleşirse, toplumun bütünü birden cezaya hak kazanır.” Der Ömer bin Abdülaziz…
Asıl günah, hayâ ve vefa azlığıdır. Bişr-i Hafi der ki: “Bizim uğradığımız musibetler, günahlarımızın çokluğundan değildir; hayâmızın azlığındandır. Musibetler, istiğfarımızın azlığından değil, vefamızın azlığından ve bu sebeple de hızla günahlara düşüşümüzdendir.”
Efendimiz de, “Utanmıyorsan, dilediğini yap” buyurur.
Hayâ, imanın en önemli şubelerindendir.
Çünkü mü’mini günahlara düşmekten korur. Hayâ, ardır. Arsız kişi hiçbir günahtan çekinmez. Bu sebeble, insanları günaha alıştırmak için önce ar damarını çatlatırlar. Yani, utanmaktan utanır hale getirirler. Sonra da, günahlar sökün ediverir.
Ve günah, gerçekten vefasızlıktır. Çünkü insan, ruhlar dünyasında Rabbi’ne kulluk sözü vermiştir. Nefsinin ve Şeytan’ın iğvasına kanarak günahı seçen kişi, Yüce Yaratıcı’ya vefasızlık etmiş olur.
Seriyyü’s Sakati bu hususta şöyle der: “Kul dört şeyle yükselir. Bunlar, ilim, edep, emanet ve iffettir.”
İmam Gazali, akıllı kişinin günah işlemeyeceğini söyler: “Herkese akıllı denmez. Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır.” Buyurur.
Gerçekten de, akıl hâkimken değil, nefsin heva ve hevesi hâkimken işlenir günah…
Günahı sevaplarla temizlemeli… Bu sebeble, her günahtan sonra, mutlaka bir sevap işlemeli… Çünkü günahı takip eden sevap, aynı zamanda bir pişmanlık göstergesidir ve iman istikametine dönmektir.
Hatta bazen katlana katlana yığılmış günahlar bile, bir iyiliğin sevabıyla yıkanıp tertemiz olur. Bu da Rabbimizin rahmeti ve cömertliğidir. Güzeller Güzeli buyurur ki:
“Bir günahkâr kadın, sıcak bir günde, dilini dışarı çıkarmış, susuzluktan soluyan bir köpek gördü. Hemen ayakkabısını çıkararak, kuyudan su çekti ve bu köpeğe içirdi. Bu merhameti sebebiyle, Allah onu affetti.” (Müslim, Ebu Hureyre’den)
Günahı Anlatmamalı
Mü’min işlediği günahı anlatmamalı. Gizlemeli, saklamalı, anlatmamalı. Böylece yaptığının ayıp ve kötü bir iş yaptığını kabullenmiş olur. İşlediği günahı hiç çekinmeden ve utanmadan anlatan, suçunu en az ikiye katlamış olur. Dünyevi suçlarda da, basın yoluyla işlenmiş olanlara daha çok ceza verilir.
Günahından utanarak onu gizli tutan, affa layık olduğunu da göstermiş olur. Allah, günahı günah bilerek onu saklayanı, hem dünyada saklar, hem de ahrette bağışlar.
Elbette ki, gerçek mü’mine yaraşan, günahını temizlemeye çalışmak değil, günahtan uzak kalmak ve ona hiç bulaşmamaktır.
VEHBİ VAKKASOĞLU
Günah, yaratılış çizgisinden çıkmaktır; anormalliktir.
Çoğu zaman, günahlar normal sayılır da, insan imanı dolayısıyla günahkâr olmamaya çalışarak fedakârlık ediyor sanılır. Hatta bazen, günah hayatın hası sanılır. Bu sebeple de, aleni günah işleyenlere “Hayatını yaşıyor!” Denilir. Böylece insan, günaha özendirilir.
Oysaki günahlara batmak, hayatını yaşamak değil, tam tersine hayatın dışına çıkmak demektir. Zira günah, hakiki hayatı zedeler, lekeler, batırır ve bitirir. Günahkâr, ya yaptıklarını tabii görerek, bozulmuşluğu benimser, vicdanını susturur ve manevi frenlerini iptal eder; ya da sürekli bir suçluluk duygusuyla, kendi içindeki dayanılmaz yenilginin azabını yaşar.
Çünkü günah, yaratılış gayesinin dışına çıkmak, haddi aşmak ve yoldan çıkmak demektir.
Günahı eğlence sananlar, eğlenirken neler kaybettiklerini fark etmeyenlerdir.
Eğlenmek, neşelenmek, gülmek veya mutlu olmak, illa da günahlara batarak mı mümkündür!
Eski bir dans öğretmeni diyor ki: “Meğer göbek atmak zannettiğimiz şey, yüreğimizden insani ve manevi duyguları atmakmış. Biz eğlendiğimizi sandığımız sırada, asıl Şeytan bizimle eğleniyormuş!”
Günah eğlendirmez, tam tersine insanı eğlenilecek bir duruma düşürür. Anadolu’da eğlenmek, takılıp durmak veya yoldan kalmak manalarına da gelir. Mesela, “Eğlenme, tez gel!” denir. Eğlenceyi hayatın temeli yapanlar, bizim hayat yolunda gaflete dalmamızı ve gereksiz takılmalarla yolculuktan kalmamızı isteyenlerdir.
Tövbesiz Günahlar İnkâra Kapı Açar
Her günah, kalbe kapkara bir nokta düşürür. Eğer bu kara noktalar, hemen ve çarçabuk, tevbe ile temizlenmezse, zamanla kalbi iyice karartır; en sonunda iman nurunu söndürür.
Her günah, kalbi rencide eder, ezer, üzer. Buna rağmen, günahlar insanı imanından etmez, ancak, Bediüzzaman’ın deyimiyle, “Her bir günah içinde, küfre giden bir yol vardır.”
Çünkü günah işleyene ve onda tövbesiz devam edene, günahın cezası ağır gelmeye başlar. “Keşke işlediğim günahın cezası olmasaydı” Der. Bu düşünce, gide gide, günahın cezasını inkâra varır. Günahı günah olarak görmemek, cezasını kabul etmemek, sonunda, bu kuralları koyan Yüceler Yücesi’ni inkâr sonucunu doğurur.
Aslında, günahı ve kışkırtıcısı olan Şeytan’ı yok saymak da, yine nefsin ve işbirlikçisi olan Şeytan’ın bir oyunudur. Zira “Günah diye bir şey yok! Şeytan da yok!” diyen kişi, her günahı mubah görür ve rahatlıkla işler.
Oysaki mü’min sıfatlarının galip olduğu zamanlarda, insan kolayca günah işleyemez. Ancak, imanın etkisi azalıp, akıl tesirsizleşince nefis ve Şeytan işbirliği galip gelir; günahlar peş peşe sökün eder. Bu sebeble, iman sürekli tazelenmeli, desteklenmeli ve takviye edilmelidir.
Günahsızlık İddiası Günaha Kapı Açar
Günahlara zemin hazırlayan büyük günahlardan biri de, günahsızlık iddiasıdır. İnsanın manevi boyutları küçüldükçe, günahsızlık iddiası artar. Asıl kirlenmiş olanlar, kendini tertemiz ve lekesiz görenlerdir.
Hz. Mevlâna, “Tamlık iddiası, hamlıktır” der.
Efendimiz (sav): “BEN, GÜNDE YETMİŞ KERE İSTİĞFAR EDERİM” buyurur.
Günahsız olan günde yetmiş kere istiğfar ederse, günahlara batmış olan bizler, tevbede ne kadar derinleşmeliyiz acaba?
Günahsızlık imkânsızdır ama her günahtan kurtulmak, hatta her günahı bir sevaba dönüştürmek de mümkündür.
“Hiç günah işlemeseydiniz, sizi giderir, yerinize, günahı olan, ama bundan dolayı da af dileyen, tevbe eden ve bana sığınmasını bilen başkalarını yaratırdım.” Buyurur Rabbimiz.
Sonradan Müslüman olanların günahlarını da sıfırlar, yepyeni ve tertemiz başlatır hayata, rahmetiyle… Tasdik edilen imanın mükâfatı arınmaktır, yeniden ve bir daha doğmaktır.
Gurur veren ve ucub hastalığına bulaştıran ibadetten; tevazu, pişmanlık ve tövbe ilham eden günah daha iyidir.
Bayezid Bestami der ki: “Günahlara bir defa, taatlere ise bin defa tövbe etmek lazımdır. Yani yaptığı ibadet ve taatlere bakıp kendini beğenmek, o ibadeti hiç yapmamak günahından bin kat daha fenadır.”
Tövbe Eden Günah İşlememiş Gibidir
Güzeller Güzeli’nin müjdesi ne kadar ferahlatıcıdır:
“Günahına tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir.”
Bir daha o günaha dönmemek üzere tövbe eden ve sözünde duran, gerçek tövbeyi yakalamış olur. Tevbesinde sebat edemeyen ise bozulmamışını yakalayıncaya kadar tövbeye devam eder.
Efendimiz (sav); “Ateşe dayanabileceğin kadar günah işle” buyurur.
Osmanlı döneminde, DAMAT adıyla meşhur olan âlim, bu hadis-i şerife çok güzel bir misal olmuştur: Bir yangın sırasında, evinden kaçarak canını kurtaran genç kız, gece yarısı medresedeki odasında ders çalışan bir talebeye sığınmak zorunda kalır.
Genç bir adam, o genç kızla aynı odada sabahlar. Ancak, Şeytan ders çalışan talebeyi günaha davet ettikçe, o da şahadet parmağının ucunu önünde yanan mum ışığına değdiriverir.
Böylece, Şeytanın her iğvası, mumda yanan parmağın verdiği acıyla sonuçsuz kalır. Daha sonra ise o talebenin, günaha karşı direnci, helal ile mükâfatlandırılır. Çünkü delikanlının bu iffetli tavrı, kızın babası olan vezirin takdirini kazanır ve onu damadı yapar.
O günden sonra, halk arasında adı unutulur da, hem kendisi, hem de yazdığı eser, hep “Damat” diye anılır.
Günahsızlık imkânsızdır diye, kendini kapıp koy vermek ve günahlara teslim olmak yerine, günaha karşı daha dikkatli, daha uyanık ve daha tedbirli davranmak mecburiyetindeyiz.
Bilerek günah işlemeye gerek yok; zaten bilmeyerek işlediklerimiz bize yeter de artar. Asrımızda günah işlemek için özel bir çabaya gerek yok. Zaten günahlar üstümüze sel gibi geliyor. Bu sebeble, günahlara karşı, özel koruyucu şemsiyelere ihtiyaç vardır.
Her şeyden evvel, imanımızı taklitten tahkike çıkarmalı, derinleştirmeli, ihsan mertebesine çıkmayı hedeflemeliyiz. Allah’a görürcesine bir iman, günaha geçit vermez.
Ancak, iman bütün bir ömür emek ister; sürekli takviye edilmek ve güçlendirilmek gerekir. Efendimiz (sav); “İman da giydiğiniz elbise gibi eskir. Onu LAİLAHE İLLALLAH ile yenileyiniz” buyurur.
Tahkiki imanda olan bir insan için en küçük günah da büyüktür. Çünkü işlenen her günah, aynı zamanda onu yasaklayan Yüce Yaratıcı’mıza karşı bir saygısızlıktır. Ruhlar dünyasında O’na verdiğimiz sözde durmamaktır.
“Kendinizi Tehlikeye Atmayın!”
Bu saygısızlığın bilincinde olan mü’min, küçük günahı da büyük görür; çok üzülür, ağlar, sızlar ve ancak tövbeyle teselli olur. Durulur.
Ancak bilinçsiz bir iman, bu hassasiyeti vermez. Onlar en büyük bir günahı bile, burunlarının üstüne konmuş sinekler gibi görürler, hiç önemsemezler ve sıradan bir şey sayarlar.
İNANDIĞI gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlar.
Günah işlemek, Allah’a verdiği kulluk sözünde durmamak ve ahdini ihlal etmek demektir.
Bu sebeple Rabbimiz,“Kendinizi tehlikeye atmayın!” buyurur. Bu emir bize, günahtan kaçma çağrısıdır.
Rabbi ile iletişimi sürekli kılan, günahlardan sakınır. Böyle bir mü’mine, günahın hayali bile ağır ve dayanılmaz gelir.
Sürekli kendisiyle hesaplaşmak, nefis muhasebesi yapmak da günaha karşı kalkan olur. Dolayısiyle, başkalarını değil, hep kendisini hesaba çekenlerden olmak gerekir.
Günahlara kaymamak için, yalnız kalmamak, iyi bir çevrede, iyi arkadaşlar arasında olmak da önemlidir. Zira Şeytan, yalnızlaşmış ve tek başına kalmış olanlara daha bir cüretle yaklaşır ve sonuç alır.
“Görüldüğünde Allah’ı hatırlatan” Allah dostlarıyla sürekli ve daimi bir irtibat içinde bulunmak çok önemlidir. “Din nasihattir” buyurur Güzeller Güzeli. Hatırlatanlarla olmak, günaha karşı kalkandır.
Günahların sonunu düşünmeli… Sonu düşünülen günahtan kurtulmak kolaydır. Çünkü günahların sonu, hep pişmanlık, hep hüsran, hep yıkım ve yıkılış doludur. Bu sebeble, nefsin çağırdığı günahların sonunu düşünmek, çoğu zaman kurtarıcı olur.
Her günah zehirli bir bal gibidir. Başlangıçta geçici ve zahiri bir tat verirken, zehirleyiverir. Bir anlık maddi lezzet uğruna, kalıcı sancıları göze almak akıl karı mıdır?
Başkasının Günahına Ağlayan Adam, bu soruya der ki: “Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork! Bir lokma, bir kelime, bir tane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma.
Çünkü, çok küçük şeyler var (ki), çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i amalinin (amellerinin sayfası) ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi (ömür sayfalarının çoğu) içine girdiği gibi, çok cüzi küçük şeyler var (ki), öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.”
Öyleyse, bizi çağıran günahların sonunu düşünmeli, günahkârların akıbetlerine bakmalı ibretle… Müthiş ve muazzam insani duyguları, küçük, basit, önemsiz ve zevki fani günahlarla batırmamlı; bir günah için ne verip, ne aldığımızı iyi düşünmeli… Ayılmak için özüne, ruhuna, imanın istikametine tekrar dönmek için düşünceyi ihmal etmemeli. Zaten, meşru dairenin sunduğu zevkler, keyfe kâfi değil midir?
Bu sebeple, “ATEŞE DAYANACAĞIN KADAR GÜNAH İŞLE” buyurur, Güzeller Güzeli. Zira, tövbesi olmayan günahın sonu ateştir.
Aslında günah ateştir, ateşin ta kendisidir. Yangını içindedir, acısı kendisindedir. Daha Cehennem’e gitmeden yakmaya başlar. Dünyayı Cehennem’e çevirir.
Bu yüzden günahı iş edinenler, acıyı acıyla bastırırcasına günahlara koşarlar. Dayanılmaz günah ızdıraplarını da, çeşit çeşit sarhoşluklarla bastırmaya çalışırlar.
Rabbimiz de, “Kendinizi tehlikeye atmayın!” buyurarak, bizi günahlardan sakındırır. Tabii ki tehlike, emrin dışına çıkmak, yasaklara yönelmektir.
Ölümü ve eceli unutmamak da günahlarla baş etmemizi sağlar. Efendimiz (sav); “Hayatın tadını ve zevklerini acılaştıran ölümü çokça anınız” buyurur.
Günahtan Korunmak İçin
Günahtan korunmak için gözümüze ve kulağımıza filtre takmamız gerekir. Nasıl ki, her önümüze konan yemeği yemezsek; her görünene bakmamalı, her gürültüye de kulak kabartmamalıdır. Çünkü bunlar da kalp midemizi kirletir.
Günahtan korunmak için günahın çekim alanına girmemek gerekir. Çünkü günah, Şeytan’ın bin bir entrika ile allayıp pulladığı bir tuzaktır. Ona, kimin, nasıl ve ne şekilde düşeceği belli olmaz. Çoğu zaman günah, birden bire gelip bulmaz mü’mini… Adım adım yaklaşır, atmosferine alıştırır, sonra da cezp ediverir…
Bu sebeple, günah koy koycuları önce günahı makyajlar, çekim alanını genişletir, güçlendirir ve bekler. Hiç kimsenin böyle bir tuzağa düşmeme garantisi yoktur. Dolayısiyle, herkese teyakkuz, dikkat ve tedbir gerekir. Mesela, Rabbimiz’in, “Zinaya yaklaşmayın!” emri de bu sebeptendir.
Günahtan uzak durabilmek için küçük günahları da önemsemeli ve asla küçük görmemelidir. Küçüklerini de büyük görerek, günahtan daima sakınmalıdır. Çünkü büyük günahlara da, genellikle küçüklerinden geçilmektedir.
Başkalarının günahlarını ayıplamak da mü’mini günaha yaklaştırır. Bu yüzden mü’min, başkasının günahına üzülür, ağlar. Ama asla kınamaz, ayıplamaz. Zira “Ayıpladığınız şey başınıza gelmeden mezara girmezsiniz” buyurur Güzeller Güzeli…
Ayıplamak, kendisini günahsız bilmekten kaynaklanır. Oysaki kul kusursuz olmaz. Peygamberler dışında hiç kimse, masum değildir. Hz. İsa (as) günahkâr bir kadını taşlamak isteyenlere, “İlk taşı günahsız olanınız atsın!” deyince, duruvermişler…
“İlk taşı günahsız olan atsın!” deyince, insanlar duruvermişler. Kusursuz ve günahsız olan kim vardır ki, başkalarının günahını anlatsın, açıklasın ve ayıplasın…
Başkasının Günahına Ağlayabilmek
Bizim kültürümüzde, BAŞKASININ GÜNAHINA AĞLAMAK VARDIR. Hz. Ali (ra) de, “Ben, başkasının kusurunu gören gözümü kör etmişim” buyurur.
Bazı günahlar saklanamadığı için görülür ve dolayısıyla de ayıplanır. Bir takım günahlar da, maddeten fark edilmez, hatta çok yaygın yapıldığı için büyük günah olarak bile görülmez. Mesela, gıybet, haset ve sözünde durmamak gibi…
Bu sebeple denilir ki, “Eğer her günah, içki gibi sarhoş etseydi; hiç kimse yolda yalpalamadan gidemezdi.”
Rebi bin Heysem ne güzel söyler: “Eğer günahlar koku yaysaydı, kimse kimsenin yanına yaklaşamazdı.”
Her günah sadece işleyeni değil, çevresini de kirletir. Bu sebeple eskiler, ibadet de kabahat da gizli olmalı” derdi. Şimdi her ikisi de apaçık ve hatta reklâm aracı…
Özellikle de günahların alenen işlenmesi, hem de basın yoluyla toplumun bütününe gösterilmesi, bir günahı bine, binlere, milyonlara katlıyor.
Rabiatü’l Adeviye aynı noktaya parmak istiyor, “İşlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin.”
“İbadet de, kabahat de gizlidir” demiş atalarımız. Çünkü “Allah, hususi günahlarla umuma azap vermez. Fakat, günah iyice su yüzüne çıkar ve genelleşirse, toplumun bütünü birden cezaya hak kazanır.” Der Ömer bin Abdülaziz…
Asıl günah, hayâ ve vefa azlığıdır. Bişr-i Hafi der ki: “Bizim uğradığımız musibetler, günahlarımızın çokluğundan değildir; hayâmızın azlığındandır. Musibetler, istiğfarımızın azlığından değil, vefamızın azlığından ve bu sebeple de hızla günahlara düşüşümüzdendir.”
Efendimiz de, “Utanmıyorsan, dilediğini yap” buyurur.
Hayâ, imanın en önemli şubelerindendir.
Çünkü mü’mini günahlara düşmekten korur. Hayâ, ardır. Arsız kişi hiçbir günahtan çekinmez. Bu sebeble, insanları günaha alıştırmak için önce ar damarını çatlatırlar. Yani, utanmaktan utanır hale getirirler. Sonra da, günahlar sökün ediverir.
Ve günah, gerçekten vefasızlıktır. Çünkü insan, ruhlar dünyasında Rabbi’ne kulluk sözü vermiştir. Nefsinin ve Şeytan’ın iğvasına kanarak günahı seçen kişi, Yüce Yaratıcı’ya vefasızlık etmiş olur.
Seriyyü’s Sakati bu hususta şöyle der: “Kul dört şeyle yükselir. Bunlar, ilim, edep, emanet ve iffettir.”
İmam Gazali, akıllı kişinin günah işlemeyeceğini söyler: “Herkese akıllı denmez. Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır.” Buyurur.
Gerçekten de, akıl hâkimken değil, nefsin heva ve hevesi hâkimken işlenir günah…
Günahı sevaplarla temizlemeli… Bu sebeble, her günahtan sonra, mutlaka bir sevap işlemeli… Çünkü günahı takip eden sevap, aynı zamanda bir pişmanlık göstergesidir ve iman istikametine dönmektir.
Hatta bazen katlana katlana yığılmış günahlar bile, bir iyiliğin sevabıyla yıkanıp tertemiz olur. Bu da Rabbimizin rahmeti ve cömertliğidir. Güzeller Güzeli buyurur ki:
“Bir günahkâr kadın, sıcak bir günde, dilini dışarı çıkarmış, susuzluktan soluyan bir köpek gördü. Hemen ayakkabısını çıkararak, kuyudan su çekti ve bu köpeğe içirdi. Bu merhameti sebebiyle, Allah onu affetti.” (Müslim, Ebu Hureyre’den)
Günahı Anlatmamalı
Mü’min işlediği günahı anlatmamalı. Gizlemeli, saklamalı, anlatmamalı. Böylece yaptığının ayıp ve kötü bir iş yaptığını kabullenmiş olur. İşlediği günahı hiç çekinmeden ve utanmadan anlatan, suçunu en az ikiye katlamış olur. Dünyevi suçlarda da, basın yoluyla işlenmiş olanlara daha çok ceza verilir.
Günahından utanarak onu gizli tutan, affa layık olduğunu da göstermiş olur. Allah, günahı günah bilerek onu saklayanı, hem dünyada saklar, hem de ahrette bağışlar.
Elbette ki, gerçek mü’mine yaraşan, günahını temizlemeye çalışmak değil, günahtan uzak kalmak ve ona hiç bulaşmamaktır.
VEHBİ VAKKASOĞLU