ashli
Bayan Üye
...Guguk Guk Yağ Döktük...
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde… Ben deyim şu dağdan, siz deyin bu bağdan. Ne dağdaki ne de bağdaki, kuşun kanadı kırık, tuttu bize hıçkırık. Ben hıçkırdım, o hıçkırdı, sonunda bir dala vardı. Uçtu uçtu kuş uçtu, kuş uçmadı Elif uçtu. Elif uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Onlar düşe dursun ben çıktım yola. Selam verdim sağa sola. Uydurayım dedim uyduramadım, durdurayım dedim durduramadım. Baktım olmuyor, boş dolmuyor, dolu almıyor, bıraktım mavalı, anlattım masalı..
Çok çok eski zamanlarda Acıpayam Ovası’ndaki bir köyde Mahmut Ağa ve ailesi yaşarmış. Aile Pek zengin, pek de yoksul sayılmazlarmış. Kendilerine göre yiyecek aşları, içecek ayranları, toprak damlı evleri, üç beş inekleri, yay boynuzlu ****leri, gül ibikli horozları sürüyle de tavukları varmış. Bağlarıyla, bahçeleriyle, ekinleriyle dikinleriyle uğraşırlar, kimseye muhtaç olmadan kendi yağlarıyla kavrulurlarmış. Birisinin adı Aliş, diğerinin adı maviş olmak üzeri iki de çocukları varmış. Kendi hallerinde mutlu, şen şakrak yaşayıp gidiyorlarmış. Zaman hızla geçiyor, küçükler büyüyor, büyükler yaşlanıyormuş. Yazları güzler, güzleri kışlar, kışları baharlar kovalıyormuş.
İşte bu mevsimlerin birisinde ne olduysa olmuş. Kem gözlerden mi desem, alın yazısı kader mi desem bilemiyorum ama bir kara bulut gelip ailenin damına çöreklenmiş. Evin hanımı hastalanıvermiş. O zamanlar, şimdiki gibi doktorlar, hastahaneler, eczaneler yokmuş. Baba hısım akrabaya koşmuş. Aklı erenlere varmış. Hastalıktan anlayanlara başvurmuş. Otlar toplamış kaynatmış, anneye içirmiş ama nafile. Ne yaptılarsa olmamış. Anne bir türlü şifa bulmamış. Gül gibi kadın günden güne bir mum gibi eriyip gitmiş. Bir sabah vakti de ölüvermiş. Aliş ağlamış, maviş ağlamış, baba ağlamış, evde feryadı figan kopmuş. Konu komşu toplanmışlar. Hısım akraba gelmişler. Baş sağlığı dileyip “ölenle ölünmez.” Demişler. Anayı kara toprağa vermişler. Aile günlerce yas tutmuş. Yemeden içmeden kesilmişlerde iğneden ipliğe dönmüşler. Konu komşu, hısım akraba ilk günleri ellerinden gelen yardımı yapmışlar. Yemeklerini pişirmişler, kirlilerini yıkamışlar, söküklerini dikmişler. Bağ, bahçe ve dahi tarla işlerine koşmuşlar. Ama bir iki hafta sonra gelen giden azalmış, el ayak çekilmiş, aile kendi başlarına kalıvermişler. İş başa düşünce baba acısını içine gömmüş ve ****ün, sabanın başına dönmüş. Aliş babasına yardım ederken Maviş’de evde ufak tefek ev işlerini görmeye başlamış. Elinden geldiğince yemek yapıyor, bulaşıkları yıkıyor, ortalığı düzeltiyor, etrafı silip süpürüyor, kuzulara bakıyormuş. Birkaç ay içinde de kendilerini tümden işe vermişler. Analarının acısı da içlerinde bir top yumak olmuş öylece kalmış.
Günler geçmiş yaz bitmiş, güz bitmiş, kış gelmiş. Köylü köyüne, evli evine çekilmiş. Ocaklar yanmış bacalar tütmeye başlamış. Eş dost hısım akraba, dayı emmi, hala teyze bir olmuşlar. Maviş’le, Aliş’le ve dahi Mahmut Ağa ile ilgilenmeye başlamışlar. -“Bak a Mahmut ağa, ölenle ölünmüyor. Bu genç yaşında ve dahi iki küçük çocukla bu böyle olmaz. Bu eve bir kadın gerek. Bir ana gerek.” Demişler. Günler geçtikse konu komşu baskısı artmış. Eli eren, gücü yeten ve dahi dili olan bir şeyler söylemiş. Mahmut Ağa hepsini dinlemiş. Önceleri hık mık etmiş. Kimisini başından savmış. Kimisine “ Allah Razı olsun, ama sonra…” deyip başından savmış. Ama bir süre sonra mahalleli Mahmut Ağa’yı evirip çevirmiş ve dahi devirivermiş.
Çaresiz kalan Mahmut Ağa: “-Gayri ne diyeyim, siz nasıl münasip görürseniz öyle olsun.” Deyivermiş. Tüm mahalleli ve dahi hısım akraba bu kadarcık oluru aldılar ya hiç dururlar mı? Hemen o ev senin bu ev benim kız olsun, evde kalmış olsun, dul olsun münasip birisini bulmak için kapı kapı dolaşmaya başlamışlar. Filanın kızı çok iyi, yok o olmaz filana bakalım, onun boyu uzun, Zeynep cenin burnu eğri, Gülsümün kaşı kara, Emine’nin gözü ela diye diye sonunda uygun bir gelin adayı bulunuvermiş. Buldukları Kel Mehmet’in üç bucuk telli, kurbağa belli, adamdan azma, dişleri kazma, bir gözü aya, bir gözü güneşe bakan kızı Hatce’ymiş. Mahmut Ağa’nın bu işe pek gönlü olmamış ama dinleyen kim. Üstelik birde bir güzel azar yemiş. “Böyle gül gibi bir kızı buldu da burun kıvırıyor.” diye. Bir günde kız istenmiş. Ertesi günü de gelin eve gelivermiş. Sonra da “Varın bir yastıkta kocayın, bizlere de ömrünüz boyunca duacın olun” diyerekten herkes evlerine mutlu bir şekilde çekilivermiş.
İlk günler Hatçe öyle iyi, öyle iyiymiş ki sormayın.Aliş’i okşamış, Maviş’i okşamış. Onların seveceği yemekler yapmış. Her tarafı toplamış. Mahmut ağa’ya yardım etmiş. Aileye neşe, sevinç ve güzellik getirmiş. Hatçe’yi önceden bilenler de Onun bu hallerine bakıp bakıp da “Allah Allah bu Hatce meğer melekmiş de biz bilememişiz” diyerekten şaşkınlıklarını belli etmişler. “İnsanın hası sonradan belli olurmuş, bizim Mahmut’ta durdu durdu turnayı gözünden vurdu.” Diyerek ten de azıcık kıskanmışlar. Önceden Hatce’yi oğluna almayanlar ise pişmanlık içindeymişler.
Ne olduysa Hatce’nin kendisi gibi çirkin mi çirkin bir bebek dünyaya getirmesiyle olmuş. O iyilik, güzellik meleği yavaş yavaş uçmaya, evi terk etmeye başlamış.Yeni bebek eve uğur getireceğine kahır getirir olmuş. İlk günler herkes Hatce’deki bu değişikliğe önem vermemişler. Yeni doğumdan kurtuldu, elbette bu kadar olur. Hele biraz zaman geçsin yine eski haline gelir demişler. Aliş Olsun, Maviş olsun, Mahmut Ağa olsun Hatçe’yi rahat ettirmek için ellerinden geleni yapmaya, Onun etrafında dönüp durmaya çalışıyorlarmış. Ev işlerini yapıyorlar, durmadan ağlayan bebeği avutuyorlar, Hatce’yi hoş tutmak için çabalıyorlarmış. Hatce ise ahlar vahlar içindeymiş. Hiçbir şeyden memnun olmuyormuş. İşe önce ufak tefek azarlamalarla başlamış. Sonra azarlamaların, bağırıp çağırmalara küçük küçük tokat atmalar eklenmiş. Artık evin tüm işlerinden de el etek çekmiş. Yaz gelip işler çoğaldığından Mahmut ağa evde pek durmuyor, Hatce’nin bu hallerinden haberi olmuyormuş. Çocuklar hem bağda bahçede tarlada çalışıyorlar, hem ev işlerinde ter döküyorlarmış. Aliş daha çok babasına yardım ettiğinden olan maviş’e oluyormuş. Evi süpürüyor, çamaşırları yıkıyor,yemeği yapıyor, bebeğe bakıyor, Hatce’nin ihtiyaçlarını karşılıyormuş. Hatce ise durmadan da emir veriyor, saçlarını çekiyor, süpürgeyle pataklıyormuş. Günler geçtikce yediği çimdiklerin ve dahi şamarların haddi hesabı olmamaya başlamış.
Gel zaman git zaman ailenin tadı tuzu kalmamaya başlamış. Mahmut ağa Hatce’nin şerrinden eve uğramamaya, bağ bahçede, tarlada sabahlamaya başlamış. Aliş çoğu kez babasıyla dışarıda olduğu için Hatce’nin şerrinden kısmen korunabiliyormuş ama ya maviş? O ne yapsın? Günlerden bir gün Maviş ekmek yapmak için bahçedeki ekmek evinin ocağını yakmış. Unu elemiş. Zorlada olsa hamuru yoğurmuş. Aliş’de o gün evdeymiş. Kardeşine yardım etmekteymiş. Hatçe ise odada yatmakta, ahlar vahlar içinde bağırıp duruyormuş. Bir ara sesi soluğu kesilmiş. İki kardeş biraz rahat nefes almışlar. Maviş hamur hazır olunca önce saç ayağını sonra da ekmek saçını ateşin üzerine koymuş. Becerebildiği kadarıyla yufka açmaya ve pişirmeye başlamış. İki kardeş öğleye kadar ocağın sıcağı başında yufka yapmışlar. Hamurun azaldığı bir sırada Aliş’in canı yağlı ekmek istemiş. Bu isteğini kardeşine söylemiş. Maviş üvey annesinden çok korktuğu için hemen kardeşine üvey annelerinin çok kızacağını söylemiş. Aliş ise ısrarcıymış. Ne yapsın annesinin yağlı ekmeğini özlemişmiş. Kardeşini kandırmak için elinden geleni yapmış. Sonunda Maviş istemeye istemeye de olsa kabul etmiş. Aliş’de gizlice eve koşup yağ şişesini alıp gelmiş. Gelmiş de her ikisinin de korkusundan kalpleri küt küt atıyormuş. Aliş’in eve girip çıktığını Üvey anne Hatçe görmüş. Görmüş de “bakalım ne yapacaklar?”diye sesini çıkarmamış. Aliş şişeyi getirince Maviş’de hamuru açmış. Kardeşinin istediği incelikte olması için de hayli uğraşmış. Yufkayı saçın üzerine koymuş. Sonra da yağ şişesini alıp yufkanın üzerine biraz yağ dökmek istemiş. İstemiş ama heyecandan mı, yaksa korkudan mı olacak şişe elinden düşüvermiş.Şişe bu düşer de kırılıvermez mi? İçindeki yağda hem saçın üzerine hem de ateşin üzerine saçılıvermez mi? İki kardeş korkudan bembeyaz kesilmişler. Öylece kalakalmışlar. Korkuyla bir birlerine bakışmışlar. Gizlice yapılan her zaman gizli kalmazmış. Kızgın bir yağ kokusu bir anda her tarafı sarıvermiş. İki kardeş kendilerine gelince hemen Üvey annelerinin görmemesi için kırık şişe parçalarını toplamışlar. Etrafa yayılan yağ izlerini yok etmek için üzerine kül dökmeye başlamışlar. Onlar öyle uğraşa dursunlar zaten bir kulağı kirişte olan Hatce’nin burnu yağ kokusunu duymuş. Yağın ekmek yapılan yerden geldiğini de anlayınca yerinden fırlamış. “Aha şimdi elime düştünüz” diye bağırmış. Sonra beşikteki çocuğun ağlamasına bile aldırmadan odadan dışarıya fırlamış. . Bağrı çağıra ekmek edilen yere gelmiş. Yağ şişesinin kırıklarını görünce de başlamış bağırıp çağırmaya. Daha sonra da öfkeden deliye dönmüş. Önce eline geçirdiği odunlarla iki kardeşe vurmaya başlamış. Vurdukça daha da hırslanmış. Dakikalarca vurmuş, bağırmış çağırmış. Daha sonra da ellerinin yanmasına bile aldırış etmeden ocaktaki kızgın ekmek saçını kaldırdığı gibi iki çocuğun üzerine atıvermiş.
Bir anda ortalığa toz duman kaplamış. Acı bir feryat her yeri kaplamış. Feryatları duyan komşular koşarak gelmişler. Hemen Alişle Maviş’in üzerindeki kızgın saçı kaldırıp atmışlar. Atmışlar ama gördüklerine de inanamamışlar. Alişle Maviş herkesin gözü önünde güzel birer kumru kuşuna dönüşüvermişler. Başlamışlar ötmeye. “Guguk guk, yağ döktük, kül örttük, guguk guk….” O günden sonra kumrular hep “Guguk guk, yağ döktük, kül örttük, guguk guk….” Diye öter olmuşlar. İnsanlar da kumrulara saygı göstermişler, onları hep korumuşlar.
Hatce’ye gelince. O da çirkin mi çirkin bir kargaya dönüşmüş. O kadar çirkinmiş gibi hiçbir hayvan onu yanında istememiş. İnsanlar onu hiç sevmemiş. Her yerden kovulmuş. Masalımız bitti derken gökten üç elma düştü. Birisi bu masalı anlatanın başına, Diğeri bu masalı dinleyenlerin başına. Üçüncüsü de daha masal yok mu diyenlerin başına.