Tarquin
Kayıtlı Üye
Yal*nız Al*lah için yap*mak ve ya*pı*la*nı müm*kün mer*te*be giz*le*mek ne ka*dar övül*müş*se, gös*te*riş için yap*mak ve ri*ya*kâr*lık da o den*li ke*rih gö*rül*müş*tür. Sa*ha*bi*ler*den bi*ri Efen*di*miz s.a.v.’e sor*du: “Kur*tu*luş ne*re*de*dir, ne*de*dir?” Efen*di*miz s.a.v. ce*vap ver*di: “Yap*tı*ğı amel ile in*san*la*ra gös*te*riş et*me*mek*te*dir.”
Yal*nız O bil*se, gön*lüm*den ge*çen*ler gi*bi. Unut*tu*rul*sa, unut*sam, yal*nız O duy*sa. Ci*han kör ol*sa da yal*nız O gör*se… Ara va*kit*ler*de, bel*ki dar bir za*man*da yal*nız O’nun*la ge*çen bir da*ki*kam ol*sa. O’nu dü*şün*dü*ğüm, O’nu an*dı*ğım… Haş*ye*tin*den göz*le*rim ya*şar*sa. Yal*nız*lı*ğı*mı o den*li duy*sam da yal*nız O’na da*yan*sam. O’ndan is*te*sem, O’ndan bek*le*sem. Kı*yı*lar*da kö*şe*ler*de ver*di*ğim ama unut*tu*ğum bir lok*ma ek*me*ğim, bir yu*dum su*yum ol*sa. Kuş unut*sa, ke*di unut*sa, ben unut*sam. O bil*se, O ha*tır*la*sa. Yal*nız O’nun bil*di*ği, O’nun*la dol*du*ğum bir anım ol*sa. Rab*bim, de*sem. Ge*ce*le*re ya*zıl*sa, su*la*ra ya*zıl*sa. Gön*lüm*den ge*çen*le*ri yal*nız sen du*yar*sın ya, öy*le gö*nül*den ol*sa… O Kalptir ki…
Efen*di*miz s.a.v. uzun*ca bir ha*di*sin*de an*lat*tı*lar: “Al*lah Tea*lâ yer*yü*zü*nü ya*rat*tı*ğı za*man*lar yer*yü*zü çal*ka*lan*dı dur*du. Yer*yü*zü*nü tes*kin et*mek için ka*zık va*zi*fe*si*ni gö*ren dağ*la*rı ya*rat*tı. Bu*nu gö*ren me*lek*ler: Şüp*he*siz ki Al*lah’ın ya*rat*tık*la*rı için*de dağ*lar*dan güç*lü*sü yok*tur, de*di*ler.
Al*lah Tea*lâ son*ra de*mi*ri ya*rat*tı. De*mir dağ*la*rı yar*dı. Me*lek*ler bu se*fer: Mu*hak*kak ki de*mir dağ*lar*dan güç*lü*dür, de*di*ler.
Son*ra ate*şi ya*rat*tı. Ateş de*mi*ri erit*ti. Me*lek*ler ate*şi de*mir*den güç*lü gör*dü*ler. Su*yu ya*rat*tı son*ra. Su ate*şi sön*dür*dü. Öy*ley*se su hep*sin*den da*ha güç*lü kuv*vet*liy*di.
Rüz*gâ*rı ya*rat*tı, rüz*gâr*da su çal*ka*lan*dı.
Al*lah Tea*lâ bu şe*kil*de bir*bi*rin*den kuv*vet*li var*lık*la*rı ya*ra*tın*ca me*lek*ler han*gi*si*nin da*ha kuv*vet*li ol*du*ğu*na ka*rar ve*re*me*di*ler. Al*lah Tea*lâ’ya sor*du*lar. O bu*yur*du:
En kuv*vet*li ya*rat*tı*ğım, sağ eli*nin ver*di*ği*ni sol elin*den giz*le*yen âde*moğ*lu*nun kal*bi*dir.” Ve Efen*di*miz s.a.v. kı*ya*met gü*nü*nü an*la*tır ki, o gün Arş’ın göl*ge*sin*den baş*ka hiç*bir göl*ge*nin bu*lun*ma*dı*ğı gün*dür. O gün Al*lah Tea*lâ’nın göl*ge*len*di*re*ce*ği ye*di kı*sım in*sa*nı biz*le*re ha*ber ve*rir. Der ki:
– O in*san*la*rın ye*din*ci*si, sağ eli ile ver*di*ği*ni sol elin*den sak*la*ya*cak ka*dar giz*li*li*ğe ria*yet eden*ler*dir.
Ve buy*rul*du ki:
“Eğer sa*da*ka*la*rı*nı*zı açık*tan ve*rir*se*niz ne gü*zel*dir. Ve eğer on*la*rı giz*ler de giz*li*ce fa*kir*le*re ve*rir*se*niz bu giz*le*yiş si*zin için da*ha ha*yır*lı*dır. Ve gü*nah*la*rı*mız*dan bir kıs*mı*nın af*fı*na ve*si*le olur. Hem Al*lah ne ya*par*sa*nız ha*ber*dar*dır.” (Ba*ka*ra, 271)
. . .
Unut*sam, unut*tu*rul*sa.
Şüp*he*siz ki sen ha*ber*dar*sın
Rab*bim.
Sen Rab*bim, sen ha*ber*dar
ol*duk*tan son*ra ci*han kü*çül*se, öne*mi*ni yi*tir*se…
Yal*nız se*nin bil*di*ğin ka*ba*hat*le*rim o giz*li*lik ha*tı*rı*na kim*se*ler duy*ma*dan, bil*me*den bi*rer bi*rer si*lin*se.
Sen bil*sen her şe*yi bil*di*ğin gi*bi…
Sen Bilirsin Halimi
Öy*le*le*ri var*dı ki Efen*di*miz s.a.v.’in ar*ka*daş*la*rı için*de, dai*ma Efen*di*miz’in soh*be*tin*de bu*lu*nur, O’nun il*min*den feyz alır*lar*dı. O’nun ağ*zın*dan çı*kan tek bir ke*li*me*yi ka*çır*mak is*te*mez*ler*di. Ge*ce*le*ri*ni iba*det ve Kur’an-ı Ke*rim oku*mak*la ge*çi*rir*ler*di. Ge*çim*le*ri*ni te*min için ya*ka*cak top*lar, bun*la*rı sa*tar ve yi*ye*cek*le*ri*ni alır*lar*dı.
Baş*ka ka*bi*le*le*re öğ*re*ti*ci gön*der*mek ge*rek*ti*ğin*de on*lar gi*der*di.
İs*lâm mür*şit*le*riy*di on*lar, mu*al*lim*di*ler, kur*ray*dı*lar.
Suf*fe*li*ler*di on*lar.
Sü*rek*li bir ge*lir*le*ri yok*tu.
Zar zor ge*çi*nir, ba*zen bir iki gün yi*ye*cek bu*la*maz*lar, na*maz*da ayak*ta du*ra*ma*ya*cak ha*le ge*lir, ye*re dü*şer*ler*di.
Efen*di*miz s.a.v.’e bir he*di*ye gel*di*ğin*de he*men Suf*fe*li*le*ri ça*ğı*rır, ge*len*le*ri on*lar*la pay*la*şır*dı. Ken*di*le*ri*ne ve*ri*len, ge*len dı*şın*da kim*se*den bir şey is*te*mez*ler*di. Bel*ki ço*ğun*luk*la bi*lin*mez*di hal*le*ri.
İş*te bu sı*ra*da, söz*süz ve ta*kat*siz ka*lın*dık*ta Hak dev*re*ye gi*rer, söz olur*du. İh*ti*ya*cı*nı hal*ka du*yur*mak*tan çe*ki*nen*ler için Hak Tea*lâ bu*yu*rur*du:
“Sa*da*ka*la*rı*nı*zı, ken*di*le*ri*ni Al*lah yo*lu*na ada*mış, yer*yü*zün*de do*la*şa*ma*yan*la*ra, ha*yâ*la*rın*dan do*la*yı ken*di*le*ri*ni ta*nı*ma*yan*la*rın zen*gin san*dık*la*rı yok*sul*la*ra ve*rin. On*la*rı yüz*le*rin*den ta*nır*sın. İn*san*lar*dan yüz*süz*lük edip de bir şey is*te*mez*ler. Sarf et*ti*ği*niz her hay*rı Al*lah el*bet*te bi*lir.” (Ba*ka*ra, 273)
Ve Efen*di*miz s.a.v. bu*yur*muş*lar*dır:
“Ha*ni o sa*da*ka için ka*pı ka*pı do*la*şıp, hal*kın ken*di*si*ne bir iki lok*ma, bir iki hur*ma ver*di*ği di*len*ci sı*nı*fı yok mu? Bun*lar düş*kün de*ğil*dir.
Bel*ki ger*çek düş*kün, ken*di*ni ge*çin*di*re*cek ma*lı ol*ma*yan ve ken*di*si*ne sa*da*ka ver*mek için halk ta*ra*fın*dan muh*taç*lı*ğı bi*lin*me*yen, ken*di*si de kal*kıp halk*tan sa*da*ka is*te*me*yen if*fet*li, ne*zih kim*se*dir.”
Bir tek Hak bi*lir hal*le*ri*ni.
O’ndan is*ter, O’na da*ya*nır*lar.
O’na arz eder*ler de hal*le*ri*ni,
Hak bil*di*rir on*la*rın hal*ka hal*le*ri*ni.
Kim İçin?
Yal*nız Al*lah için yap*mak ve ya*pı*la*nı müm*kün mer*te*be giz*le*mek ne ka*dar övül*müş*se, gös*te*riş için yap*mak ve ri*ya*kâr*lık da o den*li ke*rih gö*rül*müş*tür.
Sa*ha*bi*ler*den bi*ri Efen*di*miz s.a.v.’e sor*du:
– Kur*tu*luş ne*re*de*dir, ne*de*dir?
Efen*di*miz s.a.v. ce*vap ver*di:
– Yap*tı*ğı amel ile in*san*la*ra gös*te*riş et*me*mek*te*dir.
Ve yi*ne ar*ka*daş*la*rıy*la yap*tı*ğı bir soh*bet es*na*sın*da bu*yur*du:
– Si*zin için en çok kork*tu*ğum şey kü*çük şirk*tir.
Ar*ka*daş*la*rı me*rak*la sor*du*lar:
– Kü*çük şirk ne*dir ey Al*lah’ın Ra*su*lü?
Bu*yur*du ki:
– Kü*çük şirk ri*ya*dır. Al*lah Tea*lâ her*ke*si ame*li*ne gö*re mü*kâ*fat*lan*dı*ra*ca*ğı kı*ya*met gü*nü ri*ya*kâr*la*ra: “Dün*ya*da ki*me gös*te*riş yap*mış ise*niz gi*din ba*kın, on*la*rın si*ze vereceği bir mü*kâ*fat var mı?” bu*yu*ra*cak*tır..
Ve yap*tık*la*rı amel kar*şı*lı*ğın*da in*san*lar*dan bir kar*şı*lık, yar*dım ya da övün*me bek*le*yen*le*re ağır bir ih*tar ge*li*yor. Ne*bi s.a.v. bu*yur*du*lar:
“Kı*ya*met gü*nü Al*lah Tea*lâ ri*ya*kâr*la*ra bu*yu*ra*cak ki: Si*ze alış*ve*riş*te ko*lay*lık gös*te*ril*me*di mi? Si*ze, siz se*lam ver*me*den se*lam ve*ril*me*di mi? İh*ti*ya*cı*nız gi*de*ril*me*di mi? Siz mü*kâ*fa*tı*nı*zı al*dı*nız, si*ze ecir yok!”
Ve yi*ne bu*yur*du*lar:
“Kı*ya*met gü*nü iş güç*leş*ti*ği za*man erkek kadın her mü*min Rab*bi*nin aza*me*ti*ne sec*de eder. Yal*nız dün*ya*da hal*ka gös*te*riş yap*mak için sec*de eden*ler sec*de*siz ka*lır*lar. Ger*çi o ri*ya*kâr*lar da sec*de et*me*ye ça*lı*şır*lar, fa*kat eği*lip sec*de ede*mez*ler.”
. . .
Gön*lü*ne bak, gön*lü*nü yok*la, gön*lü*ne sor… Ni*çin, kim için? Bek*len*tim ne*dir?
Rı*za, rı*za, rı*za di*ye*bil*mek dua*sıy*la.. Bir fe*rah*lık var*dır, ge*lir:
Sa*ha*be*den bi*ri Ne*bi s.a.v.’e sor*du:
– Ey Al*lah’ın Ra*su*lü, ben ame*li*mi giz*li ya*pa*rım, du*yul*ma*sı*nı is*te*mem. Fa*kat du*yu*lur. Du*yu*lun*ca da se*vi*ni*rim. Ne bu*yu*rur*su*nuz?
Ne*bi s.a.v. ce*vap*la*dı:
– Se*nin için iki kar*şı*lık var*dır. Bi*ri ame*li*nin, di*ğe*ri de du*yul*ma*sı*nın mü*kâ*fa*tı*dır.
Ay*na*da bir an gü*zel gö*rü*ne*bil*mek adı*na ebe*di gü*zel*li*ği*mi*zi kay*bet*mek ne acı. Ay*na*lar*da kay*bo*lur, akar gi*der her gü*zel*lik.
Al*lah yap*tık*la*rı*mız*dan ha*ber*dar*dır. Ne*yi, ne için, kim için yap*tı*ğı*mız*dan da.
Gön*lüm, sen ne der*sin bu işe?
Karıncanın Ayak Seslerinden
Şed*dad b. Evs r.a. bir gün Ne*bi s.a.v.’i ağ*lar va*zi*yet*te gör*dü. Sor*du:
– Ne ol*du ya Ra*su*lal*lah, ni*çin ağ*lı*yor*su*nuz? Ne*bi s.a.v. bu*yur*du:
– Üm*me*tim için ağ*lı*yo*rum. On*la*rın şir*ke düş*me*sin*den kor*ku*yo*rum. Ger*çi üm*me*tim pu*ta, aya, ta*şa tap*maz*lar. An*cak on*lar amel*le*ri ile ri*ya eder*ler. Ya*ni in*san*la*ra gös*te*riş ya*par*lar. Amel*le*ri yal*nız Al*lah için de*ğil*dir. İn*san*la*ra her*han*gi bir dün*ya*lı*ğı he*def*le*ye*rek iba*det eder*ler. Ve Efen*di*miz s.a.v. ka*rın*ca*nın ayak ses*le*rin*den da*ha giz*li ola*rak ta*rif edi*yor*lar.
Ve bir kud*sî ha*dis*le*rin*de bu*yu*ru*yor*lar:
“Al*lah Tea*lâ bu*yu*rur: Be*nim için bir amel iş*le*yip baş*ka*sı*nı bu*na or*tak eden kim*se*nin bu ame*li ta*ma*men ken*di*si için*dir. Ben bu amel*den uza*ğım. Bu or*tak*lık*tan en uzak, en müs*tağ*ni ola*nım.”
. . .
Ri*ya, gös*te*riş ne ka*dar kor*ku*tu*yor*sa, yal*nız Al*lah’ı mu*rat et*mek de o den*li müj*de*li…
Mak*su*du*muz sen*sin ya İlâ*hi! Mat*lu*bu*muz sen. Di*li*miz bu zik*ri söy*ler. Gön*lü*müz doğ*ru*lar bir gün. Dua*mız bu*dur.
Huşu Kalptedir
Efen*di*miz s.a.v. bu*yur*du*lar:
“Her kim iş*le*di*ği bir hay*rı dün*ya*lık ge*le*ce*ği için hal*ka du*yu*rur*sa, Al*lah onun giz*li iş*le*ri*ni du*yu*rur. Her kim de iş*le*di*ği hay*rı gös*te*rir, ri*ya*kâr*lık eder*se Al*lah da onun ri*ya*kâr*lı*ğı*nı teş*hir eder, gös*te*rir.”
Ada*mın bi*ri İbn Mes’ud r.a.’a şöy*le de*di:
– Ben ge*ce Ba*ka*ra Su*re*si’ni oku*dum.
İbn Mes’ud r.a.
– İş*te, oku*du*ğun*dan na*si*bin bu*dur, de*di.
Hz. Ömer r.a. boy*nu*nu bük*müş bir ada*mı gö*rün*ce onu şöy*le uyar*dı:
– Ey eğik baş*lı, ba*şı*nı kal*dır!
Hu*şu bo*yun bük*mek*te de*ğil, kalp*te*dir.
O’nun Yanında Saklı
Ge*ce sim*si*yah ör*tü*süy*le ört*tü*ğün*de üze*ri*mi*zi, ki*mi*le*ri uy*ku*da, ki*mi*le*ri fi*kir*de, ki*mi*le*ri zi*kir*de*dir.
Ki*mi*le*ri*nin ise gü*na*hı*na ör*tü olur ge*ce*ler. Ya*ra*dan ta*nık*tır bir tek, ge*ce*ler kim*ler ne*ler iş*ler?
On*dan*dır ki Efen*di*miz s.a.v. bu*yur*du*lar:
“Üm*me*ti*min hep*si af*fo*lun*muş*tur. Yal*nız açık gü*nah*kâr*lar de*ğil. Bu gü*nah*kâr de*li*ler*den öy*le*le*ri var*dır ki, ki*şi ge*ce*le*yin bir gü*nah iş*ler son*ra, şöy*le şöy*le bir iş iş*le*dim, di*ye*rek du*yu*rur. Hal*bu*ki Rab*bi onun bu gü*na*hı*nı gör*mez*den gel*miş*ti. Fa*kat bu de*li Al*lah’ın ört*tü*ğü per*de*yi aça*rak sa*bah*lı*yor, fıs*kı*nı gös*te*ri*yor.”
Rab*bim son*suz rah*me*tiy*le ka*ran*lık ge*ce*ler*de yal*nız ken*di*si*nin bil*di*ği ha*ta*la*rı*mı*zı, gü*nah*la*rı*mı*zı sak*lı*yor, aç*mı*yor biz aç*ma*dık*ça.
Ya yal*nız O’nun bil*di*ği zi*kir*le*ri*miz, şü*kür*le*ri*miz…
Efen*di*miz s.a.v. giz*li zi*kir için: “Baş*ka*la*rı*nın duy*ma*dı*ğı ses*siz zi*kir ses*li zi*kir*den yet*miş kat üs*tün*dür.” bu*yur*muş, bu zik*rin Al*lah ile ku*lu ara*sın*da bir sır ol*du*ğu*nu, onu me*lek*le*rin da*hi bil*me*di*ği*ni, mü*kâ*fa*tı*nın da yi*ne Al*lah Tea*lâ’nın ya*nın*da sak*lı ol*du*ğu*nu bi*ze ha*ber ver*miş*ler*dir..
Arş’ın göl*ge*sin*den baş*ka bir göl*ge*nin kal*ma*dı*ğı deh*şet gü*nün*de Al*lah’ın göl*ge*sin*de göl*ge*le*ne*cek*le*ri an*la*tır*ken de, bir ri*va*ye*te gö*re ye*din*ci sı*ra*da şu ki*şi*yi vas*fe*di*yor:
– O, ten*ha*lar*da dil*le ya da kal*ben Al*lah Tea*lâ’yı zik*re*dip de gö*zü do*lup ta*şan ki*şi*dir.
Seher Vakitlerinde
“On*lar Rab*le*ri için sec*de ve kı*yam*la ge*ce*ler*ler.” (Fur*kan, 64)
Ge*ce*ler*de sak*lı sec*de*ler, kı*yam*lar… Tüm göz*ler*den uzak… Bi*len*le*rin bil*me*sin*den ırak…
Ge*ce*nin ıs*sız*lı*ğın*da O’nun*la do*lup taş*mak… El ayak çe*kil*dik*te O’nun elin*de ol*du*ğu*nu duy*mak, his*set*mek bel*ki hiç duy*ma*dı*ğı*mız ka*dar…
Ne*bi s.a.v. ge*ce na*ma*zı için de*miş*tir ki:
– Onun gü*zel*li*ği*ni ve uzun*lu*ğu*nu sor*ma*yın.
Ge*ce vak*ti olun*ca hüc*re-i saa*det*le*rin*de na*maz kı*lar*lar*dı. Hüc*re*nin du*va*rı al*çak ol*du*ğu için in*san*lar na*maz kıl*dı*ğı*nı gör*dü*ler. Ba*zı*la*rı na*ma*za du*rup ken*di*si*ne uy*du*lar, ta*bi ol*du*lar. Sa*bah olun*ca da bu yap*tık*la*rı*nı Ne*bi s.a.v.’e arz et*ti*ler.
Er*te*si ge*ce tek*rar na*ma*za kalk*tı. Yi*ne ba*zı ki*şi*ler ken*di*si*ne uya*rak ge*ce na*ma*zı kıl*dı*lar. Bu iş iki ya da üç ge*ce sür*dü. Son*ra*ki ge*ce Ne*bi s.a.v. evin*de otur*du ve na*ma*za çık*ma*dı.
Sa*bah olun*ca se*be*bi*ni sor*du*lar. Ne*bi s.a.v. bu*yur*du:
– Ge*ce na*ma*zı si*ze farz ola*cak di*ye kork*tum.
Son*ra şöy*le de*di:
– Yap*tı*ğı*nı*zı gör*dü*ğüm bu işi be*ğen*dim. Ama yi*ne de bu na*fi*le na*ma*zı evi*niz*de kı*lın. Zi*ra na*ma*zın ef*da*li in*sa*nın ken*di evin*de kıl*dı*ğı na*maz*dır. Fa*kat farz na*maz baş*ka… Onu mes*cit*te ce*ma*at*le kıl*mak ef*dal*dir.
Ve bu*yur*du*lar:
“Ge*ce*nin son çey*re*ği kal*dı*ğın*da, Rab*bi*miz key*fi*ye*ti biz*ce meç*hul bir hal*de dün*ya se*ma*sı*na te*cel*li ede*rek bu*yu*rur*lar ki:
‘Ha*ni ba*na kim du*a eder, du*ası*na ica*bet ede*yim!’
‘Ben*den kim bir şey is*ter, ona is*te*di*ği*ni ve*re*yim.’
‘Ben*den kim af di*ler, onu af*fe*de*yim.’ ”
. . .
Ceb*ra*il a.s. “Arş tit*rer.” di*yor se*her va*kit*le*rin*de. Sen*den is*te*sek, sa*na ya*kar*sak, se*ni bil*sek o va*kit*ler*de.
Ge*ce bi*le uy*ku*da ol*sa, sen duy*san, ‘bu*yur ey ku*lum’ de*sen.
“On*lar ge*ce*le*yin ya*tak*la*rın*dan kal*kar*lar, kor*ku ve ümit için*de Rab*le*ri*ne du*a eder*ler ve ken*di*le*ri*ne ver*di*ği*miz rızk*lar*dan hay*ra har*car*lar.” (Sec*de, 16)
Sadaka Taşları
İki met*re boy*la*rın*da mer*mer bir sü*tun. Üs*tün*de bir çu*kur var.
Bu çu*ku*ra ha*li vak*ti ye*rin*de bir adam al*dı*ğı ne*fe*sin şük*rü*nü eda eder*ce*si*ne sa*da*ka*sı*nı bı*ra*kı*yor. Bir baş*ka*sı ge*lip; “Al*la*hım sen*den bi*li*rim. Ve*si*le olan*dan ra*zı ol..” dua*sıy*la ih*ti*ya*cı ka*da*rı*nı alı*yor. Ve*ren ver*me*nin gu*ru*run*dan uzak. Alan al*ma*nın ezik*li*ğin*den uzak.
O mer*mer taş*lar mer*ha*me*ti fı*sıl*dı*yor. Te*va*zu*yu, ne*za*ke*ti…
“On*la*rın yap*mış ol*duk*la*rı amel*le*re mü*kâ*fat ola*rak göz ay*dın*lı*ğın*dan ne*le*rin giz*len*mek*te ol*du*ğu*nu şim*di hiç*bir kim*se bi*le*mez.” (Sec*de, 17)
Semerkand Dergisi
Yal*nız O bil*se, gön*lüm*den ge*çen*ler gi*bi. Unut*tu*rul*sa, unut*sam, yal*nız O duy*sa. Ci*han kör ol*sa da yal*nız O gör*se… Ara va*kit*ler*de, bel*ki dar bir za*man*da yal*nız O’nun*la ge*çen bir da*ki*kam ol*sa. O’nu dü*şün*dü*ğüm, O’nu an*dı*ğım… Haş*ye*tin*den göz*le*rim ya*şar*sa. Yal*nız*lı*ğı*mı o den*li duy*sam da yal*nız O’na da*yan*sam. O’ndan is*te*sem, O’ndan bek*le*sem. Kı*yı*lar*da kö*şe*ler*de ver*di*ğim ama unut*tu*ğum bir lok*ma ek*me*ğim, bir yu*dum su*yum ol*sa. Kuş unut*sa, ke*di unut*sa, ben unut*sam. O bil*se, O ha*tır*la*sa. Yal*nız O’nun bil*di*ği, O’nun*la dol*du*ğum bir anım ol*sa. Rab*bim, de*sem. Ge*ce*le*re ya*zıl*sa, su*la*ra ya*zıl*sa. Gön*lüm*den ge*çen*le*ri yal*nız sen du*yar*sın ya, öy*le gö*nül*den ol*sa… O Kalptir ki…
Efen*di*miz s.a.v. uzun*ca bir ha*di*sin*de an*lat*tı*lar: “Al*lah Tea*lâ yer*yü*zü*nü ya*rat*tı*ğı za*man*lar yer*yü*zü çal*ka*lan*dı dur*du. Yer*yü*zü*nü tes*kin et*mek için ka*zık va*zi*fe*si*ni gö*ren dağ*la*rı ya*rat*tı. Bu*nu gö*ren me*lek*ler: Şüp*he*siz ki Al*lah’ın ya*rat*tık*la*rı için*de dağ*lar*dan güç*lü*sü yok*tur, de*di*ler.
Al*lah Tea*lâ son*ra de*mi*ri ya*rat*tı. De*mir dağ*la*rı yar*dı. Me*lek*ler bu se*fer: Mu*hak*kak ki de*mir dağ*lar*dan güç*lü*dür, de*di*ler.
Son*ra ate*şi ya*rat*tı. Ateş de*mi*ri erit*ti. Me*lek*ler ate*şi de*mir*den güç*lü gör*dü*ler. Su*yu ya*rat*tı son*ra. Su ate*şi sön*dür*dü. Öy*ley*se su hep*sin*den da*ha güç*lü kuv*vet*liy*di.
Rüz*gâ*rı ya*rat*tı, rüz*gâr*da su çal*ka*lan*dı.
Al*lah Tea*lâ bu şe*kil*de bir*bi*rin*den kuv*vet*li var*lık*la*rı ya*ra*tın*ca me*lek*ler han*gi*si*nin da*ha kuv*vet*li ol*du*ğu*na ka*rar ve*re*me*di*ler. Al*lah Tea*lâ’ya sor*du*lar. O bu*yur*du:
En kuv*vet*li ya*rat*tı*ğım, sağ eli*nin ver*di*ği*ni sol elin*den giz*le*yen âde*moğ*lu*nun kal*bi*dir.” Ve Efen*di*miz s.a.v. kı*ya*met gü*nü*nü an*la*tır ki, o gün Arş’ın göl*ge*sin*den baş*ka hiç*bir göl*ge*nin bu*lun*ma*dı*ğı gün*dür. O gün Al*lah Tea*lâ’nın göl*ge*len*di*re*ce*ği ye*di kı*sım in*sa*nı biz*le*re ha*ber ve*rir. Der ki:
– O in*san*la*rın ye*din*ci*si, sağ eli ile ver*di*ği*ni sol elin*den sak*la*ya*cak ka*dar giz*li*li*ğe ria*yet eden*ler*dir.
Ve buy*rul*du ki:
“Eğer sa*da*ka*la*rı*nı*zı açık*tan ve*rir*se*niz ne gü*zel*dir. Ve eğer on*la*rı giz*ler de giz*li*ce fa*kir*le*re ve*rir*se*niz bu giz*le*yiş si*zin için da*ha ha*yır*lı*dır. Ve gü*nah*la*rı*mız*dan bir kıs*mı*nın af*fı*na ve*si*le olur. Hem Al*lah ne ya*par*sa*nız ha*ber*dar*dır.” (Ba*ka*ra, 271)
. . .
Unut*sam, unut*tu*rul*sa.
Şüp*he*siz ki sen ha*ber*dar*sın
Rab*bim.
Sen Rab*bim, sen ha*ber*dar
ol*duk*tan son*ra ci*han kü*çül*se, öne*mi*ni yi*tir*se…
Yal*nız se*nin bil*di*ğin ka*ba*hat*le*rim o giz*li*lik ha*tı*rı*na kim*se*ler duy*ma*dan, bil*me*den bi*rer bi*rer si*lin*se.
Sen bil*sen her şe*yi bil*di*ğin gi*bi…
Sen Bilirsin Halimi
Öy*le*le*ri var*dı ki Efen*di*miz s.a.v.’in ar*ka*daş*la*rı için*de, dai*ma Efen*di*miz’in soh*be*tin*de bu*lu*nur, O’nun il*min*den feyz alır*lar*dı. O’nun ağ*zın*dan çı*kan tek bir ke*li*me*yi ka*çır*mak is*te*mez*ler*di. Ge*ce*le*ri*ni iba*det ve Kur’an-ı Ke*rim oku*mak*la ge*çi*rir*ler*di. Ge*çim*le*ri*ni te*min için ya*ka*cak top*lar, bun*la*rı sa*tar ve yi*ye*cek*le*ri*ni alır*lar*dı.
Baş*ka ka*bi*le*le*re öğ*re*ti*ci gön*der*mek ge*rek*ti*ğin*de on*lar gi*der*di.
İs*lâm mür*şit*le*riy*di on*lar, mu*al*lim*di*ler, kur*ray*dı*lar.
Suf*fe*li*ler*di on*lar.
Sü*rek*li bir ge*lir*le*ri yok*tu.
Zar zor ge*çi*nir, ba*zen bir iki gün yi*ye*cek bu*la*maz*lar, na*maz*da ayak*ta du*ra*ma*ya*cak ha*le ge*lir, ye*re dü*şer*ler*di.
Efen*di*miz s.a.v.’e bir he*di*ye gel*di*ğin*de he*men Suf*fe*li*le*ri ça*ğı*rır, ge*len*le*ri on*lar*la pay*la*şır*dı. Ken*di*le*ri*ne ve*ri*len, ge*len dı*şın*da kim*se*den bir şey is*te*mez*ler*di. Bel*ki ço*ğun*luk*la bi*lin*mez*di hal*le*ri.
İş*te bu sı*ra*da, söz*süz ve ta*kat*siz ka*lın*dık*ta Hak dev*re*ye gi*rer, söz olur*du. İh*ti*ya*cı*nı hal*ka du*yur*mak*tan çe*ki*nen*ler için Hak Tea*lâ bu*yu*rur*du:
“Sa*da*ka*la*rı*nı*zı, ken*di*le*ri*ni Al*lah yo*lu*na ada*mış, yer*yü*zün*de do*la*şa*ma*yan*la*ra, ha*yâ*la*rın*dan do*la*yı ken*di*le*ri*ni ta*nı*ma*yan*la*rın zen*gin san*dık*la*rı yok*sul*la*ra ve*rin. On*la*rı yüz*le*rin*den ta*nır*sın. İn*san*lar*dan yüz*süz*lük edip de bir şey is*te*mez*ler. Sarf et*ti*ği*niz her hay*rı Al*lah el*bet*te bi*lir.” (Ba*ka*ra, 273)
Ve Efen*di*miz s.a.v. bu*yur*muş*lar*dır:
“Ha*ni o sa*da*ka için ka*pı ka*pı do*la*şıp, hal*kın ken*di*si*ne bir iki lok*ma, bir iki hur*ma ver*di*ği di*len*ci sı*nı*fı yok mu? Bun*lar düş*kün de*ğil*dir.
Bel*ki ger*çek düş*kün, ken*di*ni ge*çin*di*re*cek ma*lı ol*ma*yan ve ken*di*si*ne sa*da*ka ver*mek için halk ta*ra*fın*dan muh*taç*lı*ğı bi*lin*me*yen, ken*di*si de kal*kıp halk*tan sa*da*ka is*te*me*yen if*fet*li, ne*zih kim*se*dir.”
Bir tek Hak bi*lir hal*le*ri*ni.
O’ndan is*ter, O’na da*ya*nır*lar.
O’na arz eder*ler de hal*le*ri*ni,
Hak bil*di*rir on*la*rın hal*ka hal*le*ri*ni.
Kim İçin?
Yal*nız Al*lah için yap*mak ve ya*pı*la*nı müm*kün mer*te*be giz*le*mek ne ka*dar övül*müş*se, gös*te*riş için yap*mak ve ri*ya*kâr*lık da o den*li ke*rih gö*rül*müş*tür.
Sa*ha*bi*ler*den bi*ri Efen*di*miz s.a.v.’e sor*du:
– Kur*tu*luş ne*re*de*dir, ne*de*dir?
Efen*di*miz s.a.v. ce*vap ver*di:
– Yap*tı*ğı amel ile in*san*la*ra gös*te*riş et*me*mek*te*dir.
Ve yi*ne ar*ka*daş*la*rıy*la yap*tı*ğı bir soh*bet es*na*sın*da bu*yur*du:
– Si*zin için en çok kork*tu*ğum şey kü*çük şirk*tir.
Ar*ka*daş*la*rı me*rak*la sor*du*lar:
– Kü*çük şirk ne*dir ey Al*lah’ın Ra*su*lü?
Bu*yur*du ki:
– Kü*çük şirk ri*ya*dır. Al*lah Tea*lâ her*ke*si ame*li*ne gö*re mü*kâ*fat*lan*dı*ra*ca*ğı kı*ya*met gü*nü ri*ya*kâr*la*ra: “Dün*ya*da ki*me gös*te*riş yap*mış ise*niz gi*din ba*kın, on*la*rın si*ze vereceği bir mü*kâ*fat var mı?” bu*yu*ra*cak*tır..
Ve yap*tık*la*rı amel kar*şı*lı*ğın*da in*san*lar*dan bir kar*şı*lık, yar*dım ya da övün*me bek*le*yen*le*re ağır bir ih*tar ge*li*yor. Ne*bi s.a.v. bu*yur*du*lar:
“Kı*ya*met gü*nü Al*lah Tea*lâ ri*ya*kâr*la*ra bu*yu*ra*cak ki: Si*ze alış*ve*riş*te ko*lay*lık gös*te*ril*me*di mi? Si*ze, siz se*lam ver*me*den se*lam ve*ril*me*di mi? İh*ti*ya*cı*nız gi*de*ril*me*di mi? Siz mü*kâ*fa*tı*nı*zı al*dı*nız, si*ze ecir yok!”
Ve yi*ne bu*yur*du*lar:
“Kı*ya*met gü*nü iş güç*leş*ti*ği za*man erkek kadın her mü*min Rab*bi*nin aza*me*ti*ne sec*de eder. Yal*nız dün*ya*da hal*ka gös*te*riş yap*mak için sec*de eden*ler sec*de*siz ka*lır*lar. Ger*çi o ri*ya*kâr*lar da sec*de et*me*ye ça*lı*şır*lar, fa*kat eği*lip sec*de ede*mez*ler.”
. . .
Gön*lü*ne bak, gön*lü*nü yok*la, gön*lü*ne sor… Ni*çin, kim için? Bek*len*tim ne*dir?
Rı*za, rı*za, rı*za di*ye*bil*mek dua*sıy*la.. Bir fe*rah*lık var*dır, ge*lir:
Sa*ha*be*den bi*ri Ne*bi s.a.v.’e sor*du:
– Ey Al*lah’ın Ra*su*lü, ben ame*li*mi giz*li ya*pa*rım, du*yul*ma*sı*nı is*te*mem. Fa*kat du*yu*lur. Du*yu*lun*ca da se*vi*ni*rim. Ne bu*yu*rur*su*nuz?
Ne*bi s.a.v. ce*vap*la*dı:
– Se*nin için iki kar*şı*lık var*dır. Bi*ri ame*li*nin, di*ğe*ri de du*yul*ma*sı*nın mü*kâ*fa*tı*dır.
Ay*na*da bir an gü*zel gö*rü*ne*bil*mek adı*na ebe*di gü*zel*li*ği*mi*zi kay*bet*mek ne acı. Ay*na*lar*da kay*bo*lur, akar gi*der her gü*zel*lik.
Al*lah yap*tık*la*rı*mız*dan ha*ber*dar*dır. Ne*yi, ne için, kim için yap*tı*ğı*mız*dan da.
Gön*lüm, sen ne der*sin bu işe?
Karıncanın Ayak Seslerinden
Şed*dad b. Evs r.a. bir gün Ne*bi s.a.v.’i ağ*lar va*zi*yet*te gör*dü. Sor*du:
– Ne ol*du ya Ra*su*lal*lah, ni*çin ağ*lı*yor*su*nuz? Ne*bi s.a.v. bu*yur*du:
– Üm*me*tim için ağ*lı*yo*rum. On*la*rın şir*ke düş*me*sin*den kor*ku*yo*rum. Ger*çi üm*me*tim pu*ta, aya, ta*şa tap*maz*lar. An*cak on*lar amel*le*ri ile ri*ya eder*ler. Ya*ni in*san*la*ra gös*te*riş ya*par*lar. Amel*le*ri yal*nız Al*lah için de*ğil*dir. İn*san*la*ra her*han*gi bir dün*ya*lı*ğı he*def*le*ye*rek iba*det eder*ler. Ve Efen*di*miz s.a.v. ka*rın*ca*nın ayak ses*le*rin*den da*ha giz*li ola*rak ta*rif edi*yor*lar.
Ve bir kud*sî ha*dis*le*rin*de bu*yu*ru*yor*lar:
“Al*lah Tea*lâ bu*yu*rur: Be*nim için bir amel iş*le*yip baş*ka*sı*nı bu*na or*tak eden kim*se*nin bu ame*li ta*ma*men ken*di*si için*dir. Ben bu amel*den uza*ğım. Bu or*tak*lık*tan en uzak, en müs*tağ*ni ola*nım.”
. . .
Ri*ya, gös*te*riş ne ka*dar kor*ku*tu*yor*sa, yal*nız Al*lah’ı mu*rat et*mek de o den*li müj*de*li…
Mak*su*du*muz sen*sin ya İlâ*hi! Mat*lu*bu*muz sen. Di*li*miz bu zik*ri söy*ler. Gön*lü*müz doğ*ru*lar bir gün. Dua*mız bu*dur.
Huşu Kalptedir
Efen*di*miz s.a.v. bu*yur*du*lar:
“Her kim iş*le*di*ği bir hay*rı dün*ya*lık ge*le*ce*ği için hal*ka du*yu*rur*sa, Al*lah onun giz*li iş*le*ri*ni du*yu*rur. Her kim de iş*le*di*ği hay*rı gös*te*rir, ri*ya*kâr*lık eder*se Al*lah da onun ri*ya*kâr*lı*ğı*nı teş*hir eder, gös*te*rir.”
Ada*mın bi*ri İbn Mes’ud r.a.’a şöy*le de*di:
– Ben ge*ce Ba*ka*ra Su*re*si’ni oku*dum.
İbn Mes’ud r.a.
– İş*te, oku*du*ğun*dan na*si*bin bu*dur, de*di.
Hz. Ömer r.a. boy*nu*nu bük*müş bir ada*mı gö*rün*ce onu şöy*le uyar*dı:
– Ey eğik baş*lı, ba*şı*nı kal*dır!
Hu*şu bo*yun bük*mek*te de*ğil, kalp*te*dir.
O’nun Yanında Saklı
Ge*ce sim*si*yah ör*tü*süy*le ört*tü*ğün*de üze*ri*mi*zi, ki*mi*le*ri uy*ku*da, ki*mi*le*ri fi*kir*de, ki*mi*le*ri zi*kir*de*dir.
Ki*mi*le*ri*nin ise gü*na*hı*na ör*tü olur ge*ce*ler. Ya*ra*dan ta*nık*tır bir tek, ge*ce*ler kim*ler ne*ler iş*ler?
On*dan*dır ki Efen*di*miz s.a.v. bu*yur*du*lar:
“Üm*me*ti*min hep*si af*fo*lun*muş*tur. Yal*nız açık gü*nah*kâr*lar de*ğil. Bu gü*nah*kâr de*li*ler*den öy*le*le*ri var*dır ki, ki*şi ge*ce*le*yin bir gü*nah iş*ler son*ra, şöy*le şöy*le bir iş iş*le*dim, di*ye*rek du*yu*rur. Hal*bu*ki Rab*bi onun bu gü*na*hı*nı gör*mez*den gel*miş*ti. Fa*kat bu de*li Al*lah’ın ört*tü*ğü per*de*yi aça*rak sa*bah*lı*yor, fıs*kı*nı gös*te*ri*yor.”
Rab*bim son*suz rah*me*tiy*le ka*ran*lık ge*ce*ler*de yal*nız ken*di*si*nin bil*di*ği ha*ta*la*rı*mı*zı, gü*nah*la*rı*mı*zı sak*lı*yor, aç*mı*yor biz aç*ma*dık*ça.
Ya yal*nız O’nun bil*di*ği zi*kir*le*ri*miz, şü*kür*le*ri*miz…
Efen*di*miz s.a.v. giz*li zi*kir için: “Baş*ka*la*rı*nın duy*ma*dı*ğı ses*siz zi*kir ses*li zi*kir*den yet*miş kat üs*tün*dür.” bu*yur*muş, bu zik*rin Al*lah ile ku*lu ara*sın*da bir sır ol*du*ğu*nu, onu me*lek*le*rin da*hi bil*me*di*ği*ni, mü*kâ*fa*tı*nın da yi*ne Al*lah Tea*lâ’nın ya*nın*da sak*lı ol*du*ğu*nu bi*ze ha*ber ver*miş*ler*dir..
Arş’ın göl*ge*sin*den baş*ka bir göl*ge*nin kal*ma*dı*ğı deh*şet gü*nün*de Al*lah’ın göl*ge*sin*de göl*ge*le*ne*cek*le*ri an*la*tır*ken de, bir ri*va*ye*te gö*re ye*din*ci sı*ra*da şu ki*şi*yi vas*fe*di*yor:
– O, ten*ha*lar*da dil*le ya da kal*ben Al*lah Tea*lâ’yı zik*re*dip de gö*zü do*lup ta*şan ki*şi*dir.
Seher Vakitlerinde
“On*lar Rab*le*ri için sec*de ve kı*yam*la ge*ce*ler*ler.” (Fur*kan, 64)
Ge*ce*ler*de sak*lı sec*de*ler, kı*yam*lar… Tüm göz*ler*den uzak… Bi*len*le*rin bil*me*sin*den ırak…
Ge*ce*nin ıs*sız*lı*ğın*da O’nun*la do*lup taş*mak… El ayak çe*kil*dik*te O’nun elin*de ol*du*ğu*nu duy*mak, his*set*mek bel*ki hiç duy*ma*dı*ğı*mız ka*dar…
Ne*bi s.a.v. ge*ce na*ma*zı için de*miş*tir ki:
– Onun gü*zel*li*ği*ni ve uzun*lu*ğu*nu sor*ma*yın.
Ge*ce vak*ti olun*ca hüc*re-i saa*det*le*rin*de na*maz kı*lar*lar*dı. Hüc*re*nin du*va*rı al*çak ol*du*ğu için in*san*lar na*maz kıl*dı*ğı*nı gör*dü*ler. Ba*zı*la*rı na*ma*za du*rup ken*di*si*ne uy*du*lar, ta*bi ol*du*lar. Sa*bah olun*ca da bu yap*tık*la*rı*nı Ne*bi s.a.v.’e arz et*ti*ler.
Er*te*si ge*ce tek*rar na*ma*za kalk*tı. Yi*ne ba*zı ki*şi*ler ken*di*si*ne uya*rak ge*ce na*ma*zı kıl*dı*lar. Bu iş iki ya da üç ge*ce sür*dü. Son*ra*ki ge*ce Ne*bi s.a.v. evin*de otur*du ve na*ma*za çık*ma*dı.
Sa*bah olun*ca se*be*bi*ni sor*du*lar. Ne*bi s.a.v. bu*yur*du:
– Ge*ce na*ma*zı si*ze farz ola*cak di*ye kork*tum.
Son*ra şöy*le de*di:
– Yap*tı*ğı*nı*zı gör*dü*ğüm bu işi be*ğen*dim. Ama yi*ne de bu na*fi*le na*ma*zı evi*niz*de kı*lın. Zi*ra na*ma*zın ef*da*li in*sa*nın ken*di evin*de kıl*dı*ğı na*maz*dır. Fa*kat farz na*maz baş*ka… Onu mes*cit*te ce*ma*at*le kıl*mak ef*dal*dir.
Ve bu*yur*du*lar:
“Ge*ce*nin son çey*re*ği kal*dı*ğın*da, Rab*bi*miz key*fi*ye*ti biz*ce meç*hul bir hal*de dün*ya se*ma*sı*na te*cel*li ede*rek bu*yu*rur*lar ki:
‘Ha*ni ba*na kim du*a eder, du*ası*na ica*bet ede*yim!’
‘Ben*den kim bir şey is*ter, ona is*te*di*ği*ni ve*re*yim.’
‘Ben*den kim af di*ler, onu af*fe*de*yim.’ ”
. . .
Ceb*ra*il a.s. “Arş tit*rer.” di*yor se*her va*kit*le*rin*de. Sen*den is*te*sek, sa*na ya*kar*sak, se*ni bil*sek o va*kit*ler*de.
Ge*ce bi*le uy*ku*da ol*sa, sen duy*san, ‘bu*yur ey ku*lum’ de*sen.
“On*lar ge*ce*le*yin ya*tak*la*rın*dan kal*kar*lar, kor*ku ve ümit için*de Rab*le*ri*ne du*a eder*ler ve ken*di*le*ri*ne ver*di*ği*miz rızk*lar*dan hay*ra har*car*lar.” (Sec*de, 16)
Sadaka Taşları
İki met*re boy*la*rın*da mer*mer bir sü*tun. Üs*tün*de bir çu*kur var.
Bu çu*ku*ra ha*li vak*ti ye*rin*de bir adam al*dı*ğı ne*fe*sin şük*rü*nü eda eder*ce*si*ne sa*da*ka*sı*nı bı*ra*kı*yor. Bir baş*ka*sı ge*lip; “Al*la*hım sen*den bi*li*rim. Ve*si*le olan*dan ra*zı ol..” dua*sıy*la ih*ti*ya*cı ka*da*rı*nı alı*yor. Ve*ren ver*me*nin gu*ru*run*dan uzak. Alan al*ma*nın ezik*li*ğin*den uzak.
O mer*mer taş*lar mer*ha*me*ti fı*sıl*dı*yor. Te*va*zu*yu, ne*za*ke*ti…
“On*la*rın yap*mış ol*duk*la*rı amel*le*re mü*kâ*fat ola*rak göz ay*dın*lı*ğın*dan ne*le*rin giz*len*mek*te ol*du*ğu*nu şim*di hiç*bir kim*se bi*le*mez.” (Sec*de, 17)
Semerkand Dergisi