ashli
Bayan Üye
GoThic ALt KüLtürü
Goth kelimesi gotikten türemiş olan ve 18. ve 19. yüzyıllarda grotesk, gizemli ve ıssız anlamlarında kullanılmış olan bir kelime.
Goth 70’lerin sonu 80’lerin başında Punk’tan etkilenerek doğan bir alt kültür.
Rivayet şöyledir ki Joy Division grubunun menajeri Anthony H. Wilson dönemin renkli disko ve pop çılgınlığına karşı Joy Division’ı gotik olarak niteler ve bu alt kültüre bir nevi resmi ismini kazandırır.
Avrupa’yı yağmalayan gotik kabileler ile hiçbir ilişkisi olmayan bu kültür, Thatcher- Reagan döneminin yapmacık Anglo Sakson kültürüne bir tepki olarak doğdu denilebilir.
Konservatizmin ve gelenekçiliğin dünyaya empoze edilmeye çalışıldığı, çok başarılı olmanın ve yapay bir mutluluğun hüküm sürdüğü çılgın tüketim toplumunun temellerinin atıldığı
-evet evet yuppilerden bahsediyoruz- bir dönemde rahatsız edici(!) her şeyi yok sayan bir toplumun karşısına hayatı bütün ikilemleri ile kutsayan bir alt kültür çıktı. Karanlık ve aydınlık, iyilik ve kötülük, yaşam ve ölüm, depresyon, varoluşun anlamsızlığı onlar için kaçınılması gereken öğeler olmadı. Bunlar olmadan hayatın varolmayacağını kabul ederek karanlık ve sıradışı bir söylem geliştirdiler.
Tarihe, edebiyata, müziğe ve mitolojiye ilgi duyan, Afrodit’le beraber Medea’ı da kutsayan ‘goth’ lar zamanla kendilerini kabul ettirerek tüm dünyada bilinen bir alt kültür oldu ve varlığıyla bir çok sanat dalına ilham periliği yaptı.
‘The Crow’ filminde ki merhum Brandon Lee’yi gözünüzün önüne getirin ve bir goth ile tanışın. Alman ekspresyonist filmleri arasında başı çeken Nosferatu, The Cabinet of Dr Caligari, Drakula favori filmleri arasında.
Müzikte ise Sisters of Mercy, Siouxsie and the Banshees, Damned, Fields of The Nephilim, Cure ve dönemin en gotik grubu Bahaus olmazsa olmazlarından. Ortaçağ, Viktorya ve Edward dönemlerinin edebiyat klasikleri onlar için birer baş ucu kitabı, birer kutsal kitap. Lord Byron, Dante’nin ‘İnferno’ su, Percy Bysshe Shelley, Anne Rice,H.P Lovecraft ve kanımızı her daim dondurmayı beceren Edgar Allen Poe...
Edebiyatın hayatlarındaki etkisi için küçük bir örnek vermek gerekirse, gothların tenleri hep bembeyazdır yaşam ve ölüm arasındaki sınırı ve dengeyi temsil etmesinin yanı sıra bir nedeni de Viktorya döneminde beyaz tenin bir asillik unsuru olmasıdır.
Emily Bronte’nin hiçbir sıfatla tanımlanamayacak güzellikteki romanı ‘Rüzgarlı Bayır’ da Heathcliff’in hor görülmesinin nedeni koyu renkli tenidir.
Neil Gaiman’ın Sandman çizgi romanındaki Death karakterinin maceralarının konu edildiği
‘Death, The High Cost of Living’ (Yaşamanın ağır bedeli; Ölüm) Goth bir karakteri esas alan ve bütün Goth’lar için bir rol modeli olan bir kitap. Ölümü bir rol model olarak kabul etmek üzerine söylenecek çok şey olmalı, ama birileri bunun ihtisasını yapmaya çok önceleri baş koymuş ve bu karmaşada kaybolmadan ayakta kalabilmeyi başarmış.
Goth kelimesi gotikten türemiş olan ve 18. ve 19. yüzyıllarda grotesk, gizemli ve ıssız anlamlarında kullanılmış olan bir kelime.
Goth 70’lerin sonu 80’lerin başında Punk’tan etkilenerek doğan bir alt kültür.
Rivayet şöyledir ki Joy Division grubunun menajeri Anthony H. Wilson dönemin renkli disko ve pop çılgınlığına karşı Joy Division’ı gotik olarak niteler ve bu alt kültüre bir nevi resmi ismini kazandırır.
Avrupa’yı yağmalayan gotik kabileler ile hiçbir ilişkisi olmayan bu kültür, Thatcher- Reagan döneminin yapmacık Anglo Sakson kültürüne bir tepki olarak doğdu denilebilir.
Konservatizmin ve gelenekçiliğin dünyaya empoze edilmeye çalışıldığı, çok başarılı olmanın ve yapay bir mutluluğun hüküm sürdüğü çılgın tüketim toplumunun temellerinin atıldığı
-evet evet yuppilerden bahsediyoruz- bir dönemde rahatsız edici(!) her şeyi yok sayan bir toplumun karşısına hayatı bütün ikilemleri ile kutsayan bir alt kültür çıktı. Karanlık ve aydınlık, iyilik ve kötülük, yaşam ve ölüm, depresyon, varoluşun anlamsızlığı onlar için kaçınılması gereken öğeler olmadı. Bunlar olmadan hayatın varolmayacağını kabul ederek karanlık ve sıradışı bir söylem geliştirdiler.
Tarihe, edebiyata, müziğe ve mitolojiye ilgi duyan, Afrodit’le beraber Medea’ı da kutsayan ‘goth’ lar zamanla kendilerini kabul ettirerek tüm dünyada bilinen bir alt kültür oldu ve varlığıyla bir çok sanat dalına ilham periliği yaptı.
‘The Crow’ filminde ki merhum Brandon Lee’yi gözünüzün önüne getirin ve bir goth ile tanışın. Alman ekspresyonist filmleri arasında başı çeken Nosferatu, The Cabinet of Dr Caligari, Drakula favori filmleri arasında.
Müzikte ise Sisters of Mercy, Siouxsie and the Banshees, Damned, Fields of The Nephilim, Cure ve dönemin en gotik grubu Bahaus olmazsa olmazlarından. Ortaçağ, Viktorya ve Edward dönemlerinin edebiyat klasikleri onlar için birer baş ucu kitabı, birer kutsal kitap. Lord Byron, Dante’nin ‘İnferno’ su, Percy Bysshe Shelley, Anne Rice,H.P Lovecraft ve kanımızı her daim dondurmayı beceren Edgar Allen Poe...
Edebiyatın hayatlarındaki etkisi için küçük bir örnek vermek gerekirse, gothların tenleri hep bembeyazdır yaşam ve ölüm arasındaki sınırı ve dengeyi temsil etmesinin yanı sıra bir nedeni de Viktorya döneminde beyaz tenin bir asillik unsuru olmasıdır.
Emily Bronte’nin hiçbir sıfatla tanımlanamayacak güzellikteki romanı ‘Rüzgarlı Bayır’ da Heathcliff’in hor görülmesinin nedeni koyu renkli tenidir.
Neil Gaiman’ın Sandman çizgi romanındaki Death karakterinin maceralarının konu edildiği
‘Death, The High Cost of Living’ (Yaşamanın ağır bedeli; Ölüm) Goth bir karakteri esas alan ve bütün Goth’lar için bir rol modeli olan bir kitap. Ölümü bir rol model olarak kabul etmek üzerine söylenecek çok şey olmalı, ama birileri bunun ihtisasını yapmaya çok önceleri baş koymuş ve bu karmaşada kaybolmadan ayakta kalabilmeyi başarmış.