meridyen2
Kayıtlı Üye
GÖRÜNTÜNÜN OLUŞUMU VE GÖRMEK
Göz beynin dış dünyaya açılmasını sağlayan bir penceredir. Ancak görme duyusunun oluşumunda göz yalnızca bir aracıdır. Görmenin gerçekleştiği yer ise çok daha derinde, beynin içinde gizlidir.
Önce görmenin hangi aşamalar sonucunda gerçekleştiğini hatırlayalım. Göze gelen ışık ışınları korneadan, gözbebeğinden ve ardından da mercekten geçer. Saydam tabakanın bükümlü üst yüzeyi ve mercek, ışınları kırar ve nesnenin (resmin) görüntüsü ters çevrildikten sonra retinaya ulaşır. Işığa duyarlı hücreler (reseptörler; koni ve çubuk hücreler) ışığı elektrik sinyallerine çevirir ve sinir uçlarına uyarı olarak yollarlar. Retinadan gelen görüntü orjinaline göre başaşağı durumda ve ters taraftadır. Ancak beyin yeniden yorum yaparak görüntünün düz olmasını sağlar. Bu elektriksel uyarılar beyne nesnenin çeşidi, büyüklüğü, rengi, uzaklığı hakkında haber götürürler ve tüm bu dizi işlemler saniyenin onda biri kadarlık bir sürede gerçekleşir.(1)
Görme gerçekleşirken bir saniyede meydana gelen işlem sayısı şu an mevcut hiçbir bilgisayarın yapamayacağı kadar yüksektir. Bu kadar hızlı olmasının yanısıra görmenin en şaşırtıcı ve mucizevi yanı ağ tabakaya düşen ters görüntünün beynin optik merkezinde düzeltilmesidir.(2)
BEYNİN GÖRMEDEKİ ROLÜ
Lens tarafından retinada odaklanan görüntü elektrik sinyallerine dönüştürüldükten sonra saniyenin binde biri gibi bir zaman diliminde, optik sinirler aracılığıyla beyne ulaştırılır. Her iki gözden ayrı ayrı elde edilen sinyaller, bakılan cisme ait bütün özellikleri içerir. Beyin de iki gözden gelen görüntüleri tek bir görüntü halinde birleştirir. Nesnenin biçimini ve rengini ayırt eder, ne kadar uzakta olduğunu saptar. Kısacası nesneleri gören göz değil beyindir.(3)
Gözlerden gelen elektrik sinyalleri beynin arka kabuğunda yer alan primer görme alanına ulaşır. Bu merkez 2.5 milimetre kalınlığında ve birkaç santim genişliğindedir. Altı tabaka halinde yüz milyon nöron (sinir hücresi) içerir. Uyarı önce dördüncü tabakaya gelir, burada analiz edildikten sonra diğer tabakalara dağılır. Bu merkezde her nöron bin kadar nörondan uyarı alır ve bin kadar nörona uyarı gönderir. Şuursuz bir hücrenin doğuştan bin farklı hücre ile bilgi alışverişi yapabilecek bağlantılara sahip olması ve işlem yapabilmesi elbette tesadüflerin sonucunda kazanılmış özellikler değildir. Hücreler bu özellikleri ile birlikte yaratılmışlardır.
(Şekil 2.1) Görme, gözde değil beyinde oluşur. Göz yalnızca beyne elektrik sinyalleri gönderen bir aracıdır. Tıpkı bir kameranın görüntüyü sinyaller halinde televizyon ekranına aktarması gibi. Fakat bu görüntü ancak televizyon ekranına bakan biri olduğunda anlam kazanır. Bakan-gören biri olmazsa televizyonda oluşan görüntünün hiçbir anlamı olmaz. Burada önemli olan nokta, gözden beyne elektrik sinyalleri gönderilmesi ve beyinde bir görüntünün oluşması değildir. Önemli olan beyinde oluşan görüntüyü kimin-neyin-gördüğüdür. "Bakan" ve "gören" göz olamaz, çünkü göz yalnızca bir aracıdır. Gören, beynin kendisi de olamaz, o da yapısı yağ ve protein olan bir "et"tir ve o yalnızca elektrik şifrelerinin çözümlendiği bir ekran gibidir. Göz ve beyin hücrelerden, bu hücreler şuursuz atomlardan oluşmuştur. O halde şu soru büyük önem kazanmaktadır. Beyinde oluşan görüntüye "bakan" ve görüntüyü "gören" kimdir?
Son derece gelişmiş bir bilgisayar gibi çalışan beyin aslında tıpkı diğer organlar gibi milyonlarca küçük hücreden oluşmuş bir canlılar topluluğudur. İnsan beyninin yüzeyinde her milimetrekarede 100.000 dolayında sinir hücresi bulunur. Beyinde toplam olarak yaklaşık 10.000.000.000 (10 milyar) sinir hücresi vardır. Yani beyin 10 milyar küçük canlının oluşturduğu bir organdır. Bu canlılardan bir kısmı gözden gelen mesajları yorumlayarak, birbirleri ile koordinasyon halinde görme olayını gerçekleştirirler.
İlerleyen sayfalarda görmenin daha detaylı teknik ayrıntılarına değinilecektir. Hangi tip hücrelerin gelen sinyalleri nerelere dağıttığı, görme merkezinde kaç hücre bulunduğu gibi bilgiler... Bu bilgiler beynin temel çalışma prensiplerini tarif eder.
Göz dibinde ışık ışınlarının odaklanması, bu ışınları elektrik sinyallerine çeviren mükemmel bir sistemin varolması, her iki gözde oluşturulan elektrik sinyallerinin beynin belirli bölümlerine aktarılması, her iki gözden gelen sinyallerin birbirleriyle çakıştırılması ve buna benzer pek çok karmaşık ara işlem, görme olayının yalnızca fiziksel ve teknik yönünü oluşturur. Ancak bütün bu teknik ayrıntılar hiçbir zaman olayın metafizik sonucunu, yani bu işlemlerin nasıl olup da "görüntü" denen soyut bir kavram olarak algılandığını, algılanan bu görüntünün "kim" tarafından bilinçli bir şekilde yorumlanıp anlam kazandığını açıklayamazlar. Ancak şuuru açık ve önyargısız düşünebilme kabiliyetine sahip olan bir kişi, görme olayında fiziğin sınırlarının çoktan aşıldığını ve metafizik bir boyuta girildiğini farkeder.
Çok önemli sırları gizleyen bu konuyu daha kapsamlı olarak incelemek üzere şimdilik bir kenara bırakalım ve mevcut sistemin yaratılışı ve işleyişindeki mucizeleri incelemeye devam edelim. Yalnız bütün bu teknik ayrıntılar okunurken unutulmaması gereken, bu olağanüstü özelliklere sahip olmak için hiçbir şey yapmamış olmanızdır. Yine unutulmaması gereken, bu kusursuz sistemin anne karnındaki tek bir hücrenin bölünmesi sonucunda meydana gelmiş olması ve anlatılan bütün olayların siz bu yazıyı okurken de sizin kontrolünüz dışında süratle devam etmesidir. Detaylara inildikçe, böyle bir sistemin tesadüfen, kendisini yaratan bir akıl ve güç olmadan, kendi kendine oluşmasının imkansızlığını her insan hemen kavrar. Bu apaçık deliller karşısında gerçekleri gören kimselerin vicdanları kabul ettiği halde inkara sapmalarının psikolojisi bir ayette şöyle açıklanmaktadır:
Ayetlerimiz (delillerimiz, mucizelerimiz) onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak gelince dediler ki: "Bu, apaçık olan bir büyüdür." Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 13-14)
KAYIP VE SORUMLULUK SAHİBİ HÜCRELER
Retinadan çıkan bir milyon hücreye sahip sinir demeti, görmeyle ilgili bilgiyi elektrik sinyali halinde yüz milyon hücreye sahip görme korteksine taşır. Bu demetteki her sinir uzantısı doğrudan doğruya ağ tabakadan başlamakla birlikte, ışığa duyarlı alana direkt bağlı değildir. Diğer bazı hücreler, görsel bilgilerin kaydedilip görme siniri üzerindeki hücrelere geçirilmesini sağlar.
Bu arada çok ilginç bir ayrıntı karşımıza çıkar. Beyinle göz arasında sinir lifleriyle doğrudan kurulan bağlantılarda kimi zaman kopukluklar yaşanmaktadır. Bunun nedeni bir milyon hatta, her saniye gelen on milyon sinyalden bazısının görme merkezine ulaşamadan beyinde farklı bir bölgeye gitmeleridir. Bu görüntüde kopukluk olmasını gerektirir ancak böyle bir durum söz konusu olmaz. Gözdeki kusursuz sistem sayesinde hiç kopukluk olmadan biz görmeye devam ederiz.
İlginç olan, yanlış adrese giden uyarıların, ulaştıkları yer ile görme merkezi arasındaki hücrelerin yaptıkları aracılık sayesinde tekrar görme merkezine taşınmasıdır. Acaba bu adreslere "yanlış" demek mümkün müdür?
Gerçekte değildir. Çünkü görünüşte yapılan bu hata bizlere son derece büyük bir mucizeyi gösterir. Şuursuz bazı hücreler görevleri olmadığı halde, görme sinyallerini beynin ilgili bölümüne gönderirler. Böyle bir sistemde normalde olması gereken, yanlış yere ulaşan sinyallerin beynin karanlıkları içinde kaybolup gitmesidir. Ama böyle olmaz, yerine ulaşamayan sinyal kaybolmaz. Ulaştığı yerdeki hücreler, sanki bu sinyalin bir görme sinyali olduğunu, gözden geldiğini, görme merkezine gitmesi gerektiğini bilir gibi hareket ederler. Hiçbir mecburiyetleri olmadığı halde gerekli bağlantı ve organizasyonu kurarak uyarının beyindeki görme merkezine gitmesini sağlarlar. Bu sayede, aslında kesik ve parça parça olması gereken görüntüde hiçbir bozulma olmaz.
Acaba aracılık yapan hücrelere bu eşsiz sorumluluk anlayışını kim vermiştir? Evrimcilerin tesadüfen oluştuğunu varsaydıkları bir organı oluşturan milyarlarca hücrenin her biri bu sorumluluk anlayışına yine tesadüfen mi sahip olmuştur? Dahası böyle bir sorumluluk örneği sergileyebilmek için herşeyden önce bu hücrelerin kendi esas görevlerinin haricinde vücutta süregiden diğer işlemlerden de haberdar olmaları, kendi sorumlulukları dışındaki gelişmeleri de an an takip ederek bunları telafi edecek bir kabiliyete sahip olmaları gerekir.
Görme üzerine 20 yıl araştırma yapmış olan David H. Hubel ile Torsten N. Wiesel yaptıkları çalışmaları anlattıkları bir makalede şöyle söylemişlerdir:
Bu geniş alana yaygın ve onsuz olunamaz organı anlayabilmek, şimdi de acıklı bir biçimde yetersiz kalmaktadır.(4)
Görüldüğü gibi insanın, beyni anlamak için yüzyıllardır sürdürdüğü çaba "acıklı bir biçimde" yetersizdir. O halde tekrar düşünelim: Mevcut teknoloji ve bilgi birikimiyle, yapısını dahi çözemediğimiz, son derece karmaşık ve akıl almaz işler başaran beyin nasıl oluştu? Bu kadar üstün bir yapı kendi kendine, milyarlarca hücre ve bu hücreleri oluşturan trilyonlarca proteinin tesadüfen biraraya gelip her birinin özel anlamı olan trilyonlarca bağlantıyı rastlantılar sonucunda kurmaları ile mi oluştu?
Evrim için daha da içinden çıkılamayan problem, beyni oluşturan milyarlarca hücre ve hücreleri oluşturan milyonlarca proteinin tek bir tanesinin bile tesadüfen oluşma ihtimalinin bulunmamasıdır.
15 SANTİMETRE İÇİNDE BİR HAYAT
İnsanın doğumundan itibaren gördüğü her görüntü beynin içinde, karanlık ve ıslak bir ortamda bulunan görme merkezinde meydana gelir. Görme merkezinin toplam büyüklüğü ise 15 cm2'dir. İnsan hayatına ait herşey, çocukluğu, okuduğu okullar, evi, işi, ailesi, oturduğu semt, vatandaşı olduğu ülke, üzerinde yaşadığı dünya ve içinde bulunduğu evren, aynada gördüğü kendi vücuduna ait görüntü, hayat boyu gördüğü her ayrıntı, kısacası tüm hayatı, 15 cm2'lik bir et parçası üzerinde oluşur.
Eğer görme alanı denilen bu küçücük et parçası olmasa insan bu sayılanlardan hiçbirisini göremez, bunların yapılarının nasıl olduğunu hayalinde bile canlandıramazdı. Gözün bütün mükemmel ayrıntıları ile var olması da görmeye yetmeyecek, beyin ve beyindeki görme merkezi olmasa, göz hiçbir işe yaramayan, anlamsız, su dolu bir top olarak duracaktı. Beyin ve görme merkezinin görme olayındaki kaçınılmaz rolleri dikkate alındığında gözün bunlar olmadan tek başına hiçbir anlamı ve fonksiyonu olmadığı daha iyi anlaşılır.
BEYNİN GÖRMEDEKİ ROLÜ
Beynin görme ile ilgili yaptığı görevler incelendiğinde göz ile ne kadar uyumlu bir yapıda yaratıldığı daha iyi anlaşılır:
. İki ayrı gözün retinasından gelen sinyallerin üstüste çakıştırılması.
.Bu görüntülerin karşılaştırılarak derinliğin algılanması.
. Çizgi ve sınırların farkedilmesi.
. Görme merkezinde renk analizi.
. Beyinde parlaklığın algılanması. (Beynin parlaklık düzeyini nasıl farkettiği hakkında çok az şey bilinir. Bununla beraber bunun kısmen parlaklığın görme alanındaki çizgi, sınır, hareket eden cisimler ve zıt renklerin neden olduğu görme kontrastlarının şiddetini artırmasından ileri geldiği sanılmaktadır.)(5)
. Gözbebeği çapının kontrolü.
. Göz hareketlerinin kaslarla kontrolü.
.Retinadan gelen görüntünün parçalanıp tekrar birleştirilmesi ve görsel hafızayla tamamlanması.
. Görüntünün ters çevrilmesi.
. Kör noktaya düşen görüntünün, boşluk olarak kalmaması için doldurulması.
(alıntı harun yahya gözdeki mucize)
1. Mayo Clinic Ansiklopedisi, Cilt 2, s. 436.
2. Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, 7.b., Merk Publishing, 1986, s. 1012.
3. Temel Britanicca, Cilt 7, s. 207
4. Anthony Smith, İnsan Beyni ve Yaşamı, İstanbul: İnkılap Kitabevi, s. 223.
5. Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, 7.b., Merk Publishing, 1986, s. 1045.
Göz beynin dış dünyaya açılmasını sağlayan bir penceredir. Ancak görme duyusunun oluşumunda göz yalnızca bir aracıdır. Görmenin gerçekleştiği yer ise çok daha derinde, beynin içinde gizlidir.
Önce görmenin hangi aşamalar sonucunda gerçekleştiğini hatırlayalım. Göze gelen ışık ışınları korneadan, gözbebeğinden ve ardından da mercekten geçer. Saydam tabakanın bükümlü üst yüzeyi ve mercek, ışınları kırar ve nesnenin (resmin) görüntüsü ters çevrildikten sonra retinaya ulaşır. Işığa duyarlı hücreler (reseptörler; koni ve çubuk hücreler) ışığı elektrik sinyallerine çevirir ve sinir uçlarına uyarı olarak yollarlar. Retinadan gelen görüntü orjinaline göre başaşağı durumda ve ters taraftadır. Ancak beyin yeniden yorum yaparak görüntünün düz olmasını sağlar. Bu elektriksel uyarılar beyne nesnenin çeşidi, büyüklüğü, rengi, uzaklığı hakkında haber götürürler ve tüm bu dizi işlemler saniyenin onda biri kadarlık bir sürede gerçekleşir.(1)
Görme gerçekleşirken bir saniyede meydana gelen işlem sayısı şu an mevcut hiçbir bilgisayarın yapamayacağı kadar yüksektir. Bu kadar hızlı olmasının yanısıra görmenin en şaşırtıcı ve mucizevi yanı ağ tabakaya düşen ters görüntünün beynin optik merkezinde düzeltilmesidir.(2)
BEYNİN GÖRMEDEKİ ROLÜ
Lens tarafından retinada odaklanan görüntü elektrik sinyallerine dönüştürüldükten sonra saniyenin binde biri gibi bir zaman diliminde, optik sinirler aracılığıyla beyne ulaştırılır. Her iki gözden ayrı ayrı elde edilen sinyaller, bakılan cisme ait bütün özellikleri içerir. Beyin de iki gözden gelen görüntüleri tek bir görüntü halinde birleştirir. Nesnenin biçimini ve rengini ayırt eder, ne kadar uzakta olduğunu saptar. Kısacası nesneleri gören göz değil beyindir.(3)
Gözlerden gelen elektrik sinyalleri beynin arka kabuğunda yer alan primer görme alanına ulaşır. Bu merkez 2.5 milimetre kalınlığında ve birkaç santim genişliğindedir. Altı tabaka halinde yüz milyon nöron (sinir hücresi) içerir. Uyarı önce dördüncü tabakaya gelir, burada analiz edildikten sonra diğer tabakalara dağılır. Bu merkezde her nöron bin kadar nörondan uyarı alır ve bin kadar nörona uyarı gönderir. Şuursuz bir hücrenin doğuştan bin farklı hücre ile bilgi alışverişi yapabilecek bağlantılara sahip olması ve işlem yapabilmesi elbette tesadüflerin sonucunda kazanılmış özellikler değildir. Hücreler bu özellikleri ile birlikte yaratılmışlardır.
(Şekil 2.1) Görme, gözde değil beyinde oluşur. Göz yalnızca beyne elektrik sinyalleri gönderen bir aracıdır. Tıpkı bir kameranın görüntüyü sinyaller halinde televizyon ekranına aktarması gibi. Fakat bu görüntü ancak televizyon ekranına bakan biri olduğunda anlam kazanır. Bakan-gören biri olmazsa televizyonda oluşan görüntünün hiçbir anlamı olmaz. Burada önemli olan nokta, gözden beyne elektrik sinyalleri gönderilmesi ve beyinde bir görüntünün oluşması değildir. Önemli olan beyinde oluşan görüntüyü kimin-neyin-gördüğüdür. "Bakan" ve "gören" göz olamaz, çünkü göz yalnızca bir aracıdır. Gören, beynin kendisi de olamaz, o da yapısı yağ ve protein olan bir "et"tir ve o yalnızca elektrik şifrelerinin çözümlendiği bir ekran gibidir. Göz ve beyin hücrelerden, bu hücreler şuursuz atomlardan oluşmuştur. O halde şu soru büyük önem kazanmaktadır. Beyinde oluşan görüntüye "bakan" ve görüntüyü "gören" kimdir?
Son derece gelişmiş bir bilgisayar gibi çalışan beyin aslında tıpkı diğer organlar gibi milyonlarca küçük hücreden oluşmuş bir canlılar topluluğudur. İnsan beyninin yüzeyinde her milimetrekarede 100.000 dolayında sinir hücresi bulunur. Beyinde toplam olarak yaklaşık 10.000.000.000 (10 milyar) sinir hücresi vardır. Yani beyin 10 milyar küçük canlının oluşturduğu bir organdır. Bu canlılardan bir kısmı gözden gelen mesajları yorumlayarak, birbirleri ile koordinasyon halinde görme olayını gerçekleştirirler.
İlerleyen sayfalarda görmenin daha detaylı teknik ayrıntılarına değinilecektir. Hangi tip hücrelerin gelen sinyalleri nerelere dağıttığı, görme merkezinde kaç hücre bulunduğu gibi bilgiler... Bu bilgiler beynin temel çalışma prensiplerini tarif eder.
Göz dibinde ışık ışınlarının odaklanması, bu ışınları elektrik sinyallerine çeviren mükemmel bir sistemin varolması, her iki gözde oluşturulan elektrik sinyallerinin beynin belirli bölümlerine aktarılması, her iki gözden gelen sinyallerin birbirleriyle çakıştırılması ve buna benzer pek çok karmaşık ara işlem, görme olayının yalnızca fiziksel ve teknik yönünü oluşturur. Ancak bütün bu teknik ayrıntılar hiçbir zaman olayın metafizik sonucunu, yani bu işlemlerin nasıl olup da "görüntü" denen soyut bir kavram olarak algılandığını, algılanan bu görüntünün "kim" tarafından bilinçli bir şekilde yorumlanıp anlam kazandığını açıklayamazlar. Ancak şuuru açık ve önyargısız düşünebilme kabiliyetine sahip olan bir kişi, görme olayında fiziğin sınırlarının çoktan aşıldığını ve metafizik bir boyuta girildiğini farkeder.
Çok önemli sırları gizleyen bu konuyu daha kapsamlı olarak incelemek üzere şimdilik bir kenara bırakalım ve mevcut sistemin yaratılışı ve işleyişindeki mucizeleri incelemeye devam edelim. Yalnız bütün bu teknik ayrıntılar okunurken unutulmaması gereken, bu olağanüstü özelliklere sahip olmak için hiçbir şey yapmamış olmanızdır. Yine unutulmaması gereken, bu kusursuz sistemin anne karnındaki tek bir hücrenin bölünmesi sonucunda meydana gelmiş olması ve anlatılan bütün olayların siz bu yazıyı okurken de sizin kontrolünüz dışında süratle devam etmesidir. Detaylara inildikçe, böyle bir sistemin tesadüfen, kendisini yaratan bir akıl ve güç olmadan, kendi kendine oluşmasının imkansızlığını her insan hemen kavrar. Bu apaçık deliller karşısında gerçekleri gören kimselerin vicdanları kabul ettiği halde inkara sapmalarının psikolojisi bir ayette şöyle açıklanmaktadır:
Ayetlerimiz (delillerimiz, mucizelerimiz) onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak gelince dediler ki: "Bu, apaçık olan bir büyüdür." Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 13-14)
KAYIP VE SORUMLULUK SAHİBİ HÜCRELER
Retinadan çıkan bir milyon hücreye sahip sinir demeti, görmeyle ilgili bilgiyi elektrik sinyali halinde yüz milyon hücreye sahip görme korteksine taşır. Bu demetteki her sinir uzantısı doğrudan doğruya ağ tabakadan başlamakla birlikte, ışığa duyarlı alana direkt bağlı değildir. Diğer bazı hücreler, görsel bilgilerin kaydedilip görme siniri üzerindeki hücrelere geçirilmesini sağlar.
Bu arada çok ilginç bir ayrıntı karşımıza çıkar. Beyinle göz arasında sinir lifleriyle doğrudan kurulan bağlantılarda kimi zaman kopukluklar yaşanmaktadır. Bunun nedeni bir milyon hatta, her saniye gelen on milyon sinyalden bazısının görme merkezine ulaşamadan beyinde farklı bir bölgeye gitmeleridir. Bu görüntüde kopukluk olmasını gerektirir ancak böyle bir durum söz konusu olmaz. Gözdeki kusursuz sistem sayesinde hiç kopukluk olmadan biz görmeye devam ederiz.
İlginç olan, yanlış adrese giden uyarıların, ulaştıkları yer ile görme merkezi arasındaki hücrelerin yaptıkları aracılık sayesinde tekrar görme merkezine taşınmasıdır. Acaba bu adreslere "yanlış" demek mümkün müdür?
Gerçekte değildir. Çünkü görünüşte yapılan bu hata bizlere son derece büyük bir mucizeyi gösterir. Şuursuz bazı hücreler görevleri olmadığı halde, görme sinyallerini beynin ilgili bölümüne gönderirler. Böyle bir sistemde normalde olması gereken, yanlış yere ulaşan sinyallerin beynin karanlıkları içinde kaybolup gitmesidir. Ama böyle olmaz, yerine ulaşamayan sinyal kaybolmaz. Ulaştığı yerdeki hücreler, sanki bu sinyalin bir görme sinyali olduğunu, gözden geldiğini, görme merkezine gitmesi gerektiğini bilir gibi hareket ederler. Hiçbir mecburiyetleri olmadığı halde gerekli bağlantı ve organizasyonu kurarak uyarının beyindeki görme merkezine gitmesini sağlarlar. Bu sayede, aslında kesik ve parça parça olması gereken görüntüde hiçbir bozulma olmaz.
Acaba aracılık yapan hücrelere bu eşsiz sorumluluk anlayışını kim vermiştir? Evrimcilerin tesadüfen oluştuğunu varsaydıkları bir organı oluşturan milyarlarca hücrenin her biri bu sorumluluk anlayışına yine tesadüfen mi sahip olmuştur? Dahası böyle bir sorumluluk örneği sergileyebilmek için herşeyden önce bu hücrelerin kendi esas görevlerinin haricinde vücutta süregiden diğer işlemlerden de haberdar olmaları, kendi sorumlulukları dışındaki gelişmeleri de an an takip ederek bunları telafi edecek bir kabiliyete sahip olmaları gerekir.
Görme üzerine 20 yıl araştırma yapmış olan David H. Hubel ile Torsten N. Wiesel yaptıkları çalışmaları anlattıkları bir makalede şöyle söylemişlerdir:
Bu geniş alana yaygın ve onsuz olunamaz organı anlayabilmek, şimdi de acıklı bir biçimde yetersiz kalmaktadır.(4)
Görüldüğü gibi insanın, beyni anlamak için yüzyıllardır sürdürdüğü çaba "acıklı bir biçimde" yetersizdir. O halde tekrar düşünelim: Mevcut teknoloji ve bilgi birikimiyle, yapısını dahi çözemediğimiz, son derece karmaşık ve akıl almaz işler başaran beyin nasıl oluştu? Bu kadar üstün bir yapı kendi kendine, milyarlarca hücre ve bu hücreleri oluşturan trilyonlarca proteinin tesadüfen biraraya gelip her birinin özel anlamı olan trilyonlarca bağlantıyı rastlantılar sonucunda kurmaları ile mi oluştu?
Evrim için daha da içinden çıkılamayan problem, beyni oluşturan milyarlarca hücre ve hücreleri oluşturan milyonlarca proteinin tek bir tanesinin bile tesadüfen oluşma ihtimalinin bulunmamasıdır.
15 SANTİMETRE İÇİNDE BİR HAYAT
İnsanın doğumundan itibaren gördüğü her görüntü beynin içinde, karanlık ve ıslak bir ortamda bulunan görme merkezinde meydana gelir. Görme merkezinin toplam büyüklüğü ise 15 cm2'dir. İnsan hayatına ait herşey, çocukluğu, okuduğu okullar, evi, işi, ailesi, oturduğu semt, vatandaşı olduğu ülke, üzerinde yaşadığı dünya ve içinde bulunduğu evren, aynada gördüğü kendi vücuduna ait görüntü, hayat boyu gördüğü her ayrıntı, kısacası tüm hayatı, 15 cm2'lik bir et parçası üzerinde oluşur.
Eğer görme alanı denilen bu küçücük et parçası olmasa insan bu sayılanlardan hiçbirisini göremez, bunların yapılarının nasıl olduğunu hayalinde bile canlandıramazdı. Gözün bütün mükemmel ayrıntıları ile var olması da görmeye yetmeyecek, beyin ve beyindeki görme merkezi olmasa, göz hiçbir işe yaramayan, anlamsız, su dolu bir top olarak duracaktı. Beyin ve görme merkezinin görme olayındaki kaçınılmaz rolleri dikkate alındığında gözün bunlar olmadan tek başına hiçbir anlamı ve fonksiyonu olmadığı daha iyi anlaşılır.
BEYNİN GÖRMEDEKİ ROLÜ
Beynin görme ile ilgili yaptığı görevler incelendiğinde göz ile ne kadar uyumlu bir yapıda yaratıldığı daha iyi anlaşılır:
. İki ayrı gözün retinasından gelen sinyallerin üstüste çakıştırılması.
.Bu görüntülerin karşılaştırılarak derinliğin algılanması.
. Çizgi ve sınırların farkedilmesi.
. Görme merkezinde renk analizi.
. Beyinde parlaklığın algılanması. (Beynin parlaklık düzeyini nasıl farkettiği hakkında çok az şey bilinir. Bununla beraber bunun kısmen parlaklığın görme alanındaki çizgi, sınır, hareket eden cisimler ve zıt renklerin neden olduğu görme kontrastlarının şiddetini artırmasından ileri geldiği sanılmaktadır.)(5)
. Gözbebeği çapının kontrolü.
. Göz hareketlerinin kaslarla kontrolü.
.Retinadan gelen görüntünün parçalanıp tekrar birleştirilmesi ve görsel hafızayla tamamlanması.
. Görüntünün ters çevrilmesi.
. Kör noktaya düşen görüntünün, boşluk olarak kalmaması için doldurulması.
(alıntı harun yahya gözdeki mucize)
1. Mayo Clinic Ansiklopedisi, Cilt 2, s. 436.
2. Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, 7.b., Merk Publishing, 1986, s. 1012.
3. Temel Britanicca, Cilt 7, s. 207
4. Anthony Smith, İnsan Beyni ve Yaşamı, İstanbul: İnkılap Kitabevi, s. 223.
5. Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, 7.b., Merk Publishing, 1986, s. 1045.