meridyen2
Kayıtlı Üye
GÖRMEDE IŞIĞIN ROLÜ
Işık dünyayı insanın gözlerine taşıyan bir aracıdır. Fakat gerek yapısı, gerek teknik özellikleri halen çözülememiştir. Işığın tanımının net olarak yapılamamasının nedeni; kütlesinin ve hacminin olmamasıdır. Bu noktada, ışık hakkında yapılmış araştırmaları yazmaya kalksak ciltler dolusu yer harcamamız gerekir. Üstelik elde edeceğimiz eser de bir fizik kitabından öteye geçemeyecektir. Bu yazının esas amacı ise her an iç içe olduğumuz ışığın mucizevi yönü hakkında düşünülmesini sağlamaktır.
IŞIĞI NASIL ALGILARIZ?
Dış dünyayla en önemli bağlantımızı sağlayan duyunun görme olduğunu biliyoruz. Fakat insanların çoğu gördükleri görüntünün aslında çok kısıtlı olduğunu bilmezler. Öyle ki göze giren ışığın ancak %10'u alıcı hücrelere ulaşır. Çoğu yansıtılır veya gözün diğer kısımlarında emilir.(1)
İnsanın göremediği, farklı dalga boyları olan farklı ışık çeşitleri de vardır. Uzayın derinliklerinden gelen kozmik ışınlar, X ışınları, gamma ışınları, insan vücudundan çıkan radyasyon, mor ötesi ışınlar, kızıl ötesi ışınlar insan gözü tarafından algılanamazlar. Çünkü insan gözü sadece belirli dalga boyları arasındaki ışığı algılayabilir. Görülebilen ışık, mor ötesi ile kızıl ötesi dalga boylarının arasında kalan bölümdür.
İnfrared kelime olarak "kırmızı ötesi" demektir. Gözün gördüğü kırmızı ışınlardan daha uzun dalga boylarına sahip olanlara bu isim verilir. Her cisim kendi sıcaklığıyla orantılı olarak bir ışın enerjisi yayar. Sobadan, vücudumuzdan, dünyadan hatta yıldızlardan yayılan enerjinin temeli olan kızıl ötesi dalgalarını göremediğimizi tekrar belirtmeliyiz. Çevremizdeki kızıl ötesi ışınları algılayabiliyor olsaydık gördüklerimiz sıcaklığa ayarlı olacaktı.
Mor ötesi ve daha büyük dalga boylarına sahip X ışınları da göz tarafından görülemez. Yüksek enerjili ve son derece kısa dalga boyuna sahip bu ışınlar, insan için öldürücü olabilecek kadar tehlikelidir.
Şu anda bulunduğunuz ortamda gözlerinizin görmediği, dolayısıyla hiç farkında olmadığınız binlerce ışınla iç içesiniz. Ama gözleriniz bunları görmez. Halbuki göz bütün ışık çeşitlerini algılayacak olsa dış dünya son derece karmaşık ve anlaşılmaz olurdu. Dünyaya inen bütün kozmik ışınlardan göz gözü görmeyecek, dahası insanlar ve cisimler farklı sıcaklıklara göre değişik zamanlarda farklı renklerde gözükeceklerdi.
Etrafımızı X ışınları gibi görmüş olsaydık tüm çevremizdeki görüntüler iskelet şeklinde olurdu. Böyle bir görüntünün de insana hiç zevk vermeyeceğini herkes tahmin edebilir. Allah insanları yaratırken iskeletleri üzerine vücudu kaplayan bir et ve deri yaratmıştır. Ama insan hiçbir zaman karşısındaki insanın kemik yapısını, kan dolaşımını, iç organlarını görmez. Allah insana bütün bu rahatsızlık verici detayları algılatmaz ve karşısındakini olabilecek en güzel haliyle gösterir.(2)
...Sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı... (Mümin Suresi, 64)
RENKLİ GÖRME
İnsan, yaşamı boyunca milyonlarca görüntüyle karşılaşır. Bu görüntülerden göze hoş gelenler genellikle bol renkli olanlarıdır.
Bir manzaraya bakıldığında renklerin uyumu, güzelliği insanın hoşuna gider. Örneğin bir çiçek tarlasındaki o muazzam renklilik, renkler arasındaki uyum insanın içini ferahlatır. Gökyüzünün, denizin gözalıcı tonları, çiçeklerdeki muhteşem sanat ve daha nice estetik görüntü renkler sayesinde vardır.
Eğer yeryüzünde yeşil diye bir renk olmasaydı, hiç kimse yeşilin nasıl birşey olduğunu kafasında canlandıramazdı. Tıpkı şu anki renk çeşitlerinin dışında bir rengin hayal edilemediği gibi.
BEYNİMİZDEKİ RENKLER
Dış dünyada renk diye birşey yoktur. İnsanın renk olarak algıladığı, farklı dalga boylarındaki fotonların beyindeki yorumlarıdır. Kırmızı bir çiçek ile mavi bir araba arasındaki renk farkı, yalnızca bu cisimlerden göze gelen ışınların dalga boyları arasındaki farktır. Farklı dalga boylarındaki ışıklar göz sinirlerinde farklı şiddetlerde uyarılar yaparlar. Bu uyarılar beyine geldiklerinde farklı renkler olarak tanımlanır.
Eğer renk diye bir kavram olmasa, herşey grinin tonlarında görünse dünya son derece sıkıcı bir hal alırdı. Denizden, ağaçlardan, giyimden hatta yiyeceklerden alınan zevk büyük oranda azalırdı. Oysa doğadaki tüm renkler insan ruhuna zevk verecek şekilde yaratılmıştır.
Tek başına renk diye bir kavramın var olması büyük bir mucize iken, doğada bulunan renklerin en güzel ve uyumlu bir şekilde kullanılmış olması Allah'ın insanlara lütfettiği büyük bir nimettir.
Dünya ve üzerindekiler, çiçekler, meyveler, kuşlar, engin denizler ve içinde yaşayan rengarenk canlılar; balıklar, mercanlar, yosunlar kısacası farklı renk, desen ve şekillerde milyarlarca varlığın, tesadüfler sonucu oluşmalarına imkan yoktur. Tesadüfler nasıl olur da bir kuşun tüylerindeki veya bir balığın sırtındaki renk ahengini yaratabilir? Nedir bu varlıkları insana bu kadar estetik gösteren? Tavus kuşunun tüylerindeki veya bir kaplanın sırtındaki ya da bir mercan denizindeki balığın pullarındaki desenleri ve renkleri yaratan nedir?
Arkeolojik kazılar sırasında bulunan bir sandığın içinden son derece güzel, hatta bir sanat harikası sayılabilecek yağlıboya bir tablo çıktığını düşünelim. Hiç kimse tabloda kullanılan boyaların tesadüfen kendi kendilerine birleşerek bir kompozisyon oluşturduklarını söyleyemez. Tablonun bir ressam tarafından özenle yapıldığı ve o ressamın vermek istediği kompozisyonu yansıttığı apaçık ortadadır.
Aynı şekilde yeryüzü, gökyüzü, çiçekler, meyveler, diğer bitkiler ve hayvanlardaki renklerin ve estetiğin de bir yaratıcısı olduğu yani Allah tarafından en güzel şekilde yaratıldığı ortadadır.
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda "göz alıcı ve iç açıcı" her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar) "içten Allah'a yönelen" her kul için "hikmetle bakan bir iç göz" ve bir zikirdir. (Kaf Suresi, 6-8)
(alıntı harun yahya gözdeki mucize)
1. David H. Hubbel, Eye Brain and Vision, Scientific American Library, 1988, s. 34.
2. Evrenin Harikaları: İnsan Denen Harika Cilt 2, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1986, s. 128.
Işık dünyayı insanın gözlerine taşıyan bir aracıdır. Fakat gerek yapısı, gerek teknik özellikleri halen çözülememiştir. Işığın tanımının net olarak yapılamamasının nedeni; kütlesinin ve hacminin olmamasıdır. Bu noktada, ışık hakkında yapılmış araştırmaları yazmaya kalksak ciltler dolusu yer harcamamız gerekir. Üstelik elde edeceğimiz eser de bir fizik kitabından öteye geçemeyecektir. Bu yazının esas amacı ise her an iç içe olduğumuz ışığın mucizevi yönü hakkında düşünülmesini sağlamaktır.
IŞIĞI NASIL ALGILARIZ?
Dış dünyayla en önemli bağlantımızı sağlayan duyunun görme olduğunu biliyoruz. Fakat insanların çoğu gördükleri görüntünün aslında çok kısıtlı olduğunu bilmezler. Öyle ki göze giren ışığın ancak %10'u alıcı hücrelere ulaşır. Çoğu yansıtılır veya gözün diğer kısımlarında emilir.(1)
İnsanın göremediği, farklı dalga boyları olan farklı ışık çeşitleri de vardır. Uzayın derinliklerinden gelen kozmik ışınlar, X ışınları, gamma ışınları, insan vücudundan çıkan radyasyon, mor ötesi ışınlar, kızıl ötesi ışınlar insan gözü tarafından algılanamazlar. Çünkü insan gözü sadece belirli dalga boyları arasındaki ışığı algılayabilir. Görülebilen ışık, mor ötesi ile kızıl ötesi dalga boylarının arasında kalan bölümdür.
İnfrared kelime olarak "kırmızı ötesi" demektir. Gözün gördüğü kırmızı ışınlardan daha uzun dalga boylarına sahip olanlara bu isim verilir. Her cisim kendi sıcaklığıyla orantılı olarak bir ışın enerjisi yayar. Sobadan, vücudumuzdan, dünyadan hatta yıldızlardan yayılan enerjinin temeli olan kızıl ötesi dalgalarını göremediğimizi tekrar belirtmeliyiz. Çevremizdeki kızıl ötesi ışınları algılayabiliyor olsaydık gördüklerimiz sıcaklığa ayarlı olacaktı.
Mor ötesi ve daha büyük dalga boylarına sahip X ışınları da göz tarafından görülemez. Yüksek enerjili ve son derece kısa dalga boyuna sahip bu ışınlar, insan için öldürücü olabilecek kadar tehlikelidir.
Şu anda bulunduğunuz ortamda gözlerinizin görmediği, dolayısıyla hiç farkında olmadığınız binlerce ışınla iç içesiniz. Ama gözleriniz bunları görmez. Halbuki göz bütün ışık çeşitlerini algılayacak olsa dış dünya son derece karmaşık ve anlaşılmaz olurdu. Dünyaya inen bütün kozmik ışınlardan göz gözü görmeyecek, dahası insanlar ve cisimler farklı sıcaklıklara göre değişik zamanlarda farklı renklerde gözükeceklerdi.
Etrafımızı X ışınları gibi görmüş olsaydık tüm çevremizdeki görüntüler iskelet şeklinde olurdu. Böyle bir görüntünün de insana hiç zevk vermeyeceğini herkes tahmin edebilir. Allah insanları yaratırken iskeletleri üzerine vücudu kaplayan bir et ve deri yaratmıştır. Ama insan hiçbir zaman karşısındaki insanın kemik yapısını, kan dolaşımını, iç organlarını görmez. Allah insana bütün bu rahatsızlık verici detayları algılatmaz ve karşısındakini olabilecek en güzel haliyle gösterir.(2)
...Sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı... (Mümin Suresi, 64)
RENKLİ GÖRME
İnsan, yaşamı boyunca milyonlarca görüntüyle karşılaşır. Bu görüntülerden göze hoş gelenler genellikle bol renkli olanlarıdır.
Bir manzaraya bakıldığında renklerin uyumu, güzelliği insanın hoşuna gider. Örneğin bir çiçek tarlasındaki o muazzam renklilik, renkler arasındaki uyum insanın içini ferahlatır. Gökyüzünün, denizin gözalıcı tonları, çiçeklerdeki muhteşem sanat ve daha nice estetik görüntü renkler sayesinde vardır.
Eğer yeryüzünde yeşil diye bir renk olmasaydı, hiç kimse yeşilin nasıl birşey olduğunu kafasında canlandıramazdı. Tıpkı şu anki renk çeşitlerinin dışında bir rengin hayal edilemediği gibi.
BEYNİMİZDEKİ RENKLER
Dış dünyada renk diye birşey yoktur. İnsanın renk olarak algıladığı, farklı dalga boylarındaki fotonların beyindeki yorumlarıdır. Kırmızı bir çiçek ile mavi bir araba arasındaki renk farkı, yalnızca bu cisimlerden göze gelen ışınların dalga boyları arasındaki farktır. Farklı dalga boylarındaki ışıklar göz sinirlerinde farklı şiddetlerde uyarılar yaparlar. Bu uyarılar beyine geldiklerinde farklı renkler olarak tanımlanır.
Eğer renk diye bir kavram olmasa, herşey grinin tonlarında görünse dünya son derece sıkıcı bir hal alırdı. Denizden, ağaçlardan, giyimden hatta yiyeceklerden alınan zevk büyük oranda azalırdı. Oysa doğadaki tüm renkler insan ruhuna zevk verecek şekilde yaratılmıştır.
Tek başına renk diye bir kavramın var olması büyük bir mucize iken, doğada bulunan renklerin en güzel ve uyumlu bir şekilde kullanılmış olması Allah'ın insanlara lütfettiği büyük bir nimettir.
Dünya ve üzerindekiler, çiçekler, meyveler, kuşlar, engin denizler ve içinde yaşayan rengarenk canlılar; balıklar, mercanlar, yosunlar kısacası farklı renk, desen ve şekillerde milyarlarca varlığın, tesadüfler sonucu oluşmalarına imkan yoktur. Tesadüfler nasıl olur da bir kuşun tüylerindeki veya bir balığın sırtındaki renk ahengini yaratabilir? Nedir bu varlıkları insana bu kadar estetik gösteren? Tavus kuşunun tüylerindeki veya bir kaplanın sırtındaki ya da bir mercan denizindeki balığın pullarındaki desenleri ve renkleri yaratan nedir?
Arkeolojik kazılar sırasında bulunan bir sandığın içinden son derece güzel, hatta bir sanat harikası sayılabilecek yağlıboya bir tablo çıktığını düşünelim. Hiç kimse tabloda kullanılan boyaların tesadüfen kendi kendilerine birleşerek bir kompozisyon oluşturduklarını söyleyemez. Tablonun bir ressam tarafından özenle yapıldığı ve o ressamın vermek istediği kompozisyonu yansıttığı apaçık ortadadır.
Aynı şekilde yeryüzü, gökyüzü, çiçekler, meyveler, diğer bitkiler ve hayvanlardaki renklerin ve estetiğin de bir yaratıcısı olduğu yani Allah tarafından en güzel şekilde yaratıldığı ortadadır.
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda "göz alıcı ve iç açıcı" her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar) "içten Allah'a yönelen" her kul için "hikmetle bakan bir iç göz" ve bir zikirdir. (Kaf Suresi, 6-8)
(alıntı harun yahya gözdeki mucize)
1. David H. Hubbel, Eye Brain and Vision, Scientific American Library, 1988, s. 34.
2. Evrenin Harikaları: İnsan Denen Harika Cilt 2, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1986, s. 128.