nones
Bayan Üye
Yaşadığınız "her şey" kendinizle ilgilidir. Neyi yargılıyorsanız ya ‘O’sunuz, ya ondan korkuyorsunuz ya da ondan yoksunsunuzdur. Kendimizden sakladıklarımızı diğerlerinde farkederiz ve bizi rahatsız eden her şey, kendimizi anlamamızı sağlayacak çok değerli fırsatlardır. Gölge yanımız ise reddettiğimiz veya ihmal ettiğimiz yanımızdır. O yanımızı bastırır, yokmuş gibi davranır, onu iteriz.
Gölgeler, özellikle ilişkilerde yaşanan çözümsüzlüklerle, zor deneyimlerle ve bizleri içine sürükledikleri eylemlerle kendilerini göstermektedir. İnsanoğlunun hızla evrimleşerek değiştiği bu süreçte, ilişkilerinde ve deneyimlerindeki tıkanmalarda da sıkışıp kalmaması için bu çalışmaya katılmalısınız. Böylelikle daha ideal, daha kabul edebileceğimiz bir "biz" imajını yaratırız. Gölge yanımız bizim karanlık ya da kör tarafımızdır ama aynı zamanda içinde pek çok fırsat barındıran zengin bir taraftır. Bu yanımızı itmekten çok onurlandırmamız gerekiyor. Çünkü o bizim şefkat ve kabul konusunda en büyük öğretmenimizdir. Eğer büyümek istiyorsak "O"nu kabul etmeli ve kendi benliğimize entegre etmeliyiz.
Her birimiz aynalar ve gölgelerle yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Bu çalışmamız, daha farkında olmamızı ve daha anlayarak ilerlememizi sağlamaya dönük bir düzenli seminerler dizinidir. Kendilerini, aynalarını ve gölgelerini farketmeye hazır dostlarımız için düzenlediğimiz bu çalışma ile; hayatınızda yaşayacağınız sürpriz değişikliklere, her zaman yaşadığınız olaylara farklı bir şekilde yaklaşmaya ve olayları farklı yaşamaya hazır olun.
OWO ve Lighthouse'un organize ettikleri, ALEM Dergisi'nin basın sponsoru olduğu 3 günlük 'Gölge Çalışması' Ford'un kendi deyimiyle 'hayat değiştiren' bir deneyim. Ford'a göre, her ne istiyorsak (daha fazla aşk, sevgi, başarı, özgüven, samimiyet, huzur...) bunlara ulaşma yolunda yapmamız gereken şey, yargıladığımız, utandığımız, bastırdığımız yanlarımıza, yani 'gölgelerimiz'e sarılmak ve aydınlatıldıklarında nasıl büyük bir neşe, enerji ve güç kaynağı olduklarını ve bize sunulabilecek en büyük hediyelere sahip olduklarını gözlemlemek. 'Dışarıda hiç kimse yok. Kendimizde yok dediğimiz, bastırmaya çalıştığımız niteliklerimizi, başkalarına yansıtılmış görürüz' diyen Debbie Ford ile seminerin gerçekleştirildiği Swissotel'de, hayatı ve 'Gölge Çalışması' üzerine, karanlık yönlerimize ışık tutma yolunda yol gösterecek çok içten bir sohbet gerçekleştirdik. 'Tanrı ile Sohbet' kitaplarının yazarı Neale Donald Walsh'ın bile 'Debbie'nin çalışmalarındaki derin iç görüler ve muhteşem bilgelikle daha önce karşılaşmış olsaydım, bütünlük içinde bir yaşam sürmeye kavuşma sürecim çok daha kısa sürebilirdi' dediği bu güler yüzlü ve zarif uzman, kendi içimizdeki ışığı keşfetme yolunda, 'sevgi feneri'ni üzerimize tutuyor... Semineri kaçıranlar emin olabilirsiniz ki bu röportaj, oradaki tüm ip uçlarını içeriyor; Ford'un dediği gibi, 'Yeter ki, gölgelerinize ışık tutmaya istekli olun. Siz değiştiğinizde, çevrenizin de nasıl değiştiğini görmek çok keyifli olacak.'
Çocukken hiçbir zaman çok mutlu değildim. Her zaman olduğumdan daha büyük olmak isteyen, kıskanç, hep etrafımı sorgulayan biriydim. Ama şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, küçük yaşlardaki tatminsizliğim ve mutsuzluğum beni bugünkü halimde olmamı sağladı.
Psikoloji eğitimi mi aldınız?
30'lu yaşlarıma kadar üniversiteye gitmedim. Tekstil sektöründe perakende satış yapıyordum. Psikoloji üzerine yazıları okumayı çok seviyordum ve eğitim hayatına dönmeye karar verip JFK Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden mezun oldum. Özellikle insan bilinci alanına çok önem verdim.
'Işığı Arayanların Karanlık Yanı' adlı, New York Times 'best seller' listesinden inmeyen kitabınız, Türkiye'de bulunma sebebiniz olan 'Gölge Çalışması' workshop'unuzun bir uzantısı mı?
'Gölge Çalışması'; 'Işığı Arayanların Karanlık Yanı', 'Gölgenin Sırrı' ve 'Doğru Sorular' adlı 3 kitabımın bir sentezi aslında. Bastırdığımız, yargıladığımız veya sürekli düzeltmeye çalıştırdığımız üşengeçliğimiz, öfkemiz, bağımlılığımız, güçsüzlüğümüz gibi karanlıktaki yönlerimizi aydınlığa çıkardığımızda, aradığımız tüm hediyeleri orada bulup, istediğimiz hayatı yakalayabiliriz.
Genellikle hayatlarından memnun olmayan, bir şeylerin ters gittiğine inanan kişiler, 'kişisel gelişim' alanına yönelip hayatlarına yeni bir istikamet, yeni bir bakış açısı getirmeye çalışıyorlar; Belki de, her şey yolundaymış gibi yapıp, akıntıda sürüklenenlere göre çok daha cesur davranıyorlar. Haksız mıyız?
İnsanları kategorize etmeyi sevmiyorum. Bazı insanlar gerçekten de mutlular. Bazılarının ise önlerinde daha zor bir yol var. Bu zor ruhsal hayatımız da olabilir ve o zaman mutluluğu bulup, onunla barış yapmak için çalışmalar yapmamız gerekir.
'Gölge Çalışması'nın yaratıcısısınız. Sanıyoruz ki, kendi gölgelerinizin farkına varıp, bunların hayatınızı nasıl etkilediğini görmek, sizi böyle bir çalışmanın hazırlanmasına yönlendirdi?
Hayatım boyunca kitaplarım da anlattığım o kadar problem yaşadım ki, bir araştırma içine girdim ve sonuçta hayatımı olumlu yönde tamamen değiştiren bazı şeyler öğrendim. Hepimizin 'her şey' olduğu ve tüm insani özelliklere sahip olduğumuz bunlardan en önemlileri. Tüm zıtlıkları içimizde barındırıyoruz. Hem aziz hem günahkarız; hem cesur hem korkağız; hem çalışkan hem tembeliz... Büyürken 'iyi' insanlar ve 'kötü' insanlar var diye yetiştiriliyoruz. Ve eğer iyi insansanız, her zaman anlayışlısınız, dürüstsünüz, şefkatlisiniz, sakinsiniz... Ama ben bütün bu iyi özelliklere sahip değildim! Bazen sinirliydim, yalan söylüyordum, dedikodu yapıyordum, disiplinsizdim, tatminsizdim. Ama hepimizin 'her şey' olduğuna anladığımda, 'Aman Allahım!' dedim... İyi olmak adına, kötü diye adlandırılan taraflarımdan kurtulmaya çalışıyordum. Ama ben bir bütündüm.
O halde hepimizin sürekli 'iyi' olamayacağını anlayıp, 'kötü' diye adlandırılan ve bizi bir bütün yapan sinir, kıskançlık, çekingenlik gibi taraflarımızı da bastırmaya çalışmadan kabul etmemiz mi gerekiyor?
Benim çalışmamın, bu tarz çalışmalardan daha farklı olan tarafı, kötü huylarımızı yalnızca kabullenmemiz değil, aynı zamanda onları kucaklamamız. Çünkü onlar aslında bizim en önemli öğretmenlerimiz. Ancak 'gölge' dediğimiz, bu istenmeyen yanlarımızı kucakladığımız da onların bize sunduğu hediyenin farkına varabiliriz ve kalbimizi iyileştirebiliriz.
'Gölge'lerimizi nasıl bastırmaya, saklamaya çalıştığımızın farkına vardığımızda ve bizim hayatımızı nasıl etkilediklerini gördüğümüzde, 'Ben sevabımla, günahımla böyleyim' deyip, onları değiştirmek adına çaba sarfetmemeli miyiz?
Küçük yaşlardan itibaren kötü özelliklerin bizde bulunmadığını varsayıyoruz, onları uzağa itiyoruz ve bu bize uzun vadede zarar veriyor. Gölgelerimizi yalnızca kabul edersek, onları değiştirmeye çalışmak zorunda kalırız. Ama onları geri çağırıp, kucakladığımızda, davranışlarımız hakkında bir seçim yapma şansına da sahip oluyoruz. Onları nötralize etmeliyiz. Önceden değindiğim gibi, biz 'her şey'iz. Aydınlığı 'karanlık' olmadan bilemezdik; alçakgönüllülüğü, 'kibir' olmadan bilemezdik. Tahtaravalliyi dengede tutmak lazım. Bir şeyi yargılarsak, onu sevmezsek tahtaravallinin dengesi bozulur. Yani, her karakter özelliği belli dozda içimizde var olmalı. Benim öğrettiğim 'Gölge Çalılması'nda bir kere nötralize ettiğimizde, bazen kötü de olabiliriz, ufak yalanlar da söyleyebiliriz. Mesela bazen çocuğunuza, 'Odana git ve bugün sokağa çıkamazsın' diyebilirsiniz. Çocuğunuzun üzerinde kurduğunuz bu otoriteyi beğenmeyecek insanlar mutlaka olacaktır; Ama eğer, siz bu şekilde davranmazsanız, çocuğunuza bazı disiplin kurallarını nasıl öğretebilirsiniz ki? Bunun dozu çok önemli tabii. Eğer başkalarına kötü davranıyorsanız, bu sizin kendinize de kötü davranmanızdan kaynaklanır. Ve işte bu yüzden eğer kendimizi gerçekten seviyorsak, etrafımızdakileri sevmemiz de çok büyük olasılıktır.
Kitaplarınız da, etrafımızda gördüğümüz herkesin bizim yansımamız olduğunun altını çiziyorsunuz ve başkaların da eleştirdiğimiz yanların, aslında bizim kendimizde barışık olmadığımız yanlar olduğunu söylüyorsunuz. Ben mesela, bir söz verdim mi, mutlaka zamanında orada olmaya özen gösteririm ve 20 dakika geç gelinmesini, karşımdakinin 'sorumsuzluğu' olarak nitelendiririm. Bu durumda 'sorumsuzluk' nasıl benim yansımam olabilir ki?
Çok güzel bir noktaya değindiniz. Dış dünyada, bizim içimizde var olmayan hiç bir şeyi göremeyiz. Eğer siz de sorumsuzluk duygusu olmasa, bunun ne olduğunu nasıl hissedebilir siniz ki? Sorumsuzluk sizin 'gölge'niz ve siz onu bastırıp, kendinizi öyle görmek istemediğinizden sorumlu biri olmayı seçmişsiniz. Unutmayın; hepimiz 'her şey'iz. Hepimiz yeri geldiğinde sorumsuz olabiliriz. Siz belki randevularınızda sorumlusunuz ama paranız veya vücudunuza iyi bakma söz konusu olduğunda, sorumsuz davranıyorsunuz ve bunu görmüyorsunuz. Çünkü kendimiz hariç herkesi görebiliriz. Eğer biri sinirli insanları sevmiyorsa mesela, dikkat ederse görecektir ki, o da belki ikili ilişkilerinde veya otorite karşısında sinirli oluyordur. Birini bir konuda eleştirdiğiniz zaman durup düşünün. O kişiye bakmak yerine kendinize bakın, çünkü onlar sizin yansımanız. Sizi, o insanın hangi özelliğinin rahatsız ettiğini ve kendinizin hangi zamanlarda öyle olduğunu bulmaya çalışın. Bunu bulmak gölgenizin size sunduğu hediye olacak ve o yönünüzle barıştığınızda, yani o yönünüzü dengelediğinizde göreceksiniz ki, dış dünya da iç dünyanız gibi değişecek ve belki de insanlar da zamanında gelmeye başlayacaklar.
Bize, kendinizde karşılaşmış olduğunuz bir 'gölge'nizin örneğini verebilir misiniz?
İlk eşim Dan Bressler'ı hep cansız, ruhsuz olmakla yargılıyordum. 'Sen yaşamıyorsun' diyordum ona. Boşanmamızın ardından, genç sevgilimle bir gün arabada otururken, onun müziğin sesini açıp, şarkı söyleyip dans ettiği coşku dolu bir anda hüzünlenip, gözlüklerimin altından göz yaşlarımın akmasına engel olamadım. Eve döndüğümde düşünmeye başladım, 'Neydi beni bu kadar etkileyen?' Ve o anda anladım ki, eski eşime ben, kendi yansıtmamı yapıyordum. Asıl içindeki neşeyi kaybetmiş olan, cansız olan bendim. Ertesi gün Dan, oğlumuzu almaya geldiğinde, bunu onunla paylaştım. Yansıtmamı geri çektiğimde, onun nasıl değiştiğini gördüm. 'Biz değişince, etrafımız da değişiyor' dediğim bu işte...
'Gölgelerimizin farkında mıyız ve onları bastırmaya veya inkar etmeye çalışıyoruz? Yoksa onlar bilinçaltımızda mı yerleşmiş durumdalar?
Çoğu zaman onların farkında değiliz. Onları o kadar güzel örtmüşüz ki... Mesela hep verici, düşünceli görünmek istediğimizden bencil yönümüzü örtüyoruz ve 'Ben hiç bencil değilim, bencillik çok kötü bir özellik' diyoruz ama o hep orada ve farkında bile değiliz ve ancak başkalarında bunu gördüğümüzde (ki bu bizim yansıtmamız zaten) anlayabiliyoruz çoğu zaman...
Gölgelerimizin neler olduğunun farkına varmak için bir yol var mı?
Kendinizde en beğendiğiniz özelliğinize bakın: Onun zıttı sizin gölgenizdir. Dürüstlük mü? Demek ki, yalancılık sizin gölgeniz? Cesaretiniz mi? Demek ki, korkaklık sizin gölgeniz. Kendinizde olduğunu inkar ettiğiniz tüm özellikler sizin gölgenizdir. Çünkü hepimiz her şeyi içimizde barındırıyoruz.
O halde gölgelerimizi aydınlığa çıkarmamız gerekiyor ki bu özelliklerle barışabilelim. Bunu başarabilmek için önerebileceğiniz yöntemler var mı?
En önemlisi, onların size sunduğu hediyelere bakın. Bazen, 'Sorumsuz olmanın ne gibi yararı olabilir' diye sorun kendinize? Veya ara sıra yalan söylemenin? Sizi sorumluluk sahibi olmaya iten, sizin sorumsuzluğa katlanamayan, gölgeniz. Sevmediğimiz şeylerin tam tersi olmaya çalışırız her zaman ve onları karanlığa gömeriz. Kötü olmamak için herkese nazik davranmaya çalışırız mesela... Ama ondan sonra hiç 'hayır' diyemiyor hale gelebiliriz veya hakkımızı savunamayıp bizi kullanmalarına izin verebiliriz. Bazen 'hayır' demenin size sunduğu hediyeleri anladığınız an, gölgelerinize ışık tutmaya başlıyorsunuz. Almanya'da 2. Dünya Savaşı sırasında Museviler yalan söylemeselerdi, öldürüleceklerdi. Veya alkolik bir babanız varsa dayak yememek için yalan söylemenin kötülüğü var mı? Hepimiz yalan söylemiyor muyuz? 'Merhaba; seni gördüğüme ne kadar sevindim' demiyor muyuz kibar olmak adına? 'Saçının rengi ne hoş olmuş' demiyor muyuz? İnkar etmek de bir yalan çeşididir ve öyle yaparak da kendimize yalan söylüyoruz. 'Saçın iğrenç olmuş', 'Şu an seni görmek en son istediğim şeydi' deyin, demiyorum tabii. Ama, 'Yalan söyleyebilen bir yönünüzün olduğunu kabul edin ve onu dengeleyin' diyorum.
Bazı insanların kendileriyle yüzleşmesi daha zor olabiliyor veya 'nefret ediyorum' dedikleri özelliklerin kendilerinde de var olabileceğini özümsemeleri... O halde gölgelerin aydınlığa çıkması herkes için farklı süreler gerektiriyordur. Doğru değil mi?
Kesinlikle öyle. Ne kadar kaçarsanız, o kadar uzun sürebilir veya bazı durumlarda bunlar insana acı da verebilir. Ama sonuçta her zaman ödül var. En karanlık yönlerimiz en büyük bilgelikleri taşıyor. Yarattığım 'Gölge Çalışması'nın insanların hayatlarını değiştiren bir deneyim olduğunun garantisini verebilirim.
Bu son söylediğiniz 'Hayat değiştiren deneyim' fazla kuvvetli bir iddia değil mi?
'Gölge Çalışması', hayat değiştiren bir çalışmadır. Milyonlarca kişiyle bu çalışmayı yaptığım için bu kadar iddialı olabiliyorum. İç dünyanız ve kendiniz hakkında ne hissettiğiniz değişiyor ve bunu başardığınızda bütün dış dünyanız da değişiyor. Sizi eleştiren insanlarla görüşmüyorsunuz, mutlu olmadığınız işleri kabul etmiyorsunuz, kendi tutkularınızı izliyorsunuz ve hayatınıza istediğiniz gibi yön veriyorsunuz.
Niye çoğu kez maskeler takıp 'mış gibi' yapıyoruz? 'Neşeliymiş gibi', 'güçlüymüş gibi', 'sakinmiş gibi', 'zenginmiş gibi'... Ve 'olmadığımız biri'ni oynuyoruz? Kendimizi mi kandırıyoruz yoksa başkalarını mı?
Böyle yapıyoruz çünkü çoğu kez, kendi olduğumuz halimizle barışık değiliz. Daha iyi bir hayatımız olsun diye, var olduğu şekilde çok iyi olan hayatlarımızın bize sunduklarına bakmadan, farklı rollere bürünüyoruz. Maskeleri, egolarımız yaratıyor. 'Gölge Çalışması', gerçek kimliğinizi anlamanızı sağlıyor ve ancak o şekilde tanrısallığa ulaşabiliriz.
'Defans' mekanizması olarak etrafımıza duvarlar örüyoruz. Belki de kendimizi kırılmaktan korumak adına daha olgun, daha güçlü, daha özgüveni olan biri gibi gözükmeye çalışıyoruz... İçimizdeki hassas yanların dışarı çıkmasını engelleyen aynı duvarlar, aslında sevgi, anlayış gibi pozitif değerlerin de içeri girmesini önlüyor değil mi?
Çok haklısınız. En doğal halimizle kendimiz olmaya çalışmalıyız. Ancak, kendini sevmeyen, güvenmeyen kişi duvar örer, çünkü sonra başkalarının da onu, o şekilde sevmeyeceğini öğrenirse bu çok acı geleceği için... Ama kendinizi gerçekten severseniz, başkaları hakkınızda nasıl düşünürse düşünsün, siz mutlu olursunuz.
Kitaplarınızda sıkça karşılaştığımız bir olgu var. 'Gölgelerimizi aydınlığa çıkarıp yüzleşme sağlamadığımız sürece, bizi rahatsız eden davranış şekillerini ya da buna sahip olan kişi, durum ve olayları hayatınıza sürekli çekeceğimizi' söylüyorsunuz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?
Bu hayata bir amaç için geliyoruz ve öğrenmemiz gereken dersler var. Enerji boyutunda, kendimizde sevmediğimiz şeyleri tıpkı radyo sinyalleri gibi dış dünyaya yayıyoruz ve bu özellikler yansımamız olarak bir başkasında, bize kendimizi göstermek adına karşımıza çıkıyor. Evrenin düzeni bize kendimizi yansıtmak üzerine kurulu. Yani, dış dünyada sevdiğiniz tüm özellikler, aslında sizin kendinizde sevdiğiniz özellikler. Tam tersi, yargıladığınız ve sevmediğiniz özelliklerse sizin kendinizde bulunmasını istemediğiniz ve gölgelediğiniz özellikler. Bazen bana soruyorlar, 'Neden sürekli ihanete uğruyorum?' diye. Kendi içinizde de aldatabilen bir taraf olduğunu görmediğiniz, bundan kaçtığınız sürece, evren bunu sizin yansımanız olarak, sürekli karşınıza çıkarır. Ne zaman ki bunun farkına varıp, karanlık yönünüzle barışırsınız, o zaman göreceksiniz ki, hayatınızdaki ihanetlerde büyük oranda ortadan kalkacak. Sizi rahatsız eden şeylerin rehberiniz olduğunu unutmamalısınız.
'Hayata bir amaç için geliyoruz' dediniz? Sizin misyonunuz nedir?
İnsanlara, kendilerini aydınlık ve karanlık kalmış yönleriyle bir bütün hissedip, onları kucakladıkları yolda destek vermek, gerçek sevgi ve duygusal özgürlüklerine kavuşmalarını sağlamak. Çok sevdiğim bir söz vardır: 'Kendi güzelliğinizi Allah'ın gözüyle görebilseydiniz, kendinizin idolü olurdunuz.' İşte ben bu güzelliklerin farkına varılması yolunda insanlara yardımcı oluyorum. Aşk, başarı, para, özgüven, mutluluk... Eğer bunlara sahip değilseniz, etrafınızı suçlamamalısınız. Kendi gölgelerimiz bizi bunlara sahip olmaktan alı koyuyor.
Okumamız için kitaplar yazıp, dinlememiz için seminerler verirken, eğer ki, 'Dışarıda kendimizden başka kimse yok' diyorsanız, o zaman bir bakıma en çok kendinize konuşuyorsunuz?
Kesinlikle öyle. Başkalarına yol gösterirken kendinize de yol gösteriyorsunuz.
İçsel yolculuğunuzun, kendinizi tanıma sürecinizin bir sonu olduğunu düşünüyor musunuz?
Bütün canlılar ölene kadar sürekli gelişirler. Kendi gelişimim sırasında her yeni safhaya geldiğimde, mutlaka daha üst seviye bir sevgi, tatmin ve mutluluk olduğuna inanıyorum.
Madem ki, kendi gerçek benliğimizi tanımamızın, değişimin ve gelişmenin sonu yok, 'Benim hayatımda her şey yolunda gidiyor. kendim hakkında öğrenmem veya gelişme gösterme gereken hiçbir nokta yok' diyenlere ne şekilde yaklaşıyorsunuz?
Yaklaşmıyorum ki... Bu onların seçimi. Çoğumuzda şöyle bir hata var: Başkalarının hayatlarına karışma, onlara yol gösterme isteği... Ama onları yalnız bırakın. Siz kendi muhteşem hayatınızı yaşayın ve onlara takılmayan. Eğer herkes, kendi üzerinde çalışır, kendi iç dünyasıyla barışır, kendini severse, başkaları için zaten daha fazla yeri olacaktır. Zaten çoğu zaman kendi iç dünyamızda onarmamız gereken noktaları, çevremizdekilerde yani dışarı da onarmaya çalışıyoruz. Bir başkasının hayatının, yaşam görüşünün farklı şekilde olması gerektiğine karar vermek, kibirli bir davranış şekli. 'Mutluymuş gibi' yapmak istiyorlarsa bile, bu onların hayatı...
Çağımızın hastalığı depresyon. Bunun sebebi nedir? Önlemek için neler yapmalıyız?
Depresyon öfkenizin size çevrilmiş halidir. 'Hiçbir şeye sinirlenmiyorum' diyen kişi kendini kandırıyordur. Yeni doğmuş bebekler bile en doğal hallerinde 2 dakika gülüp, hemen ardından çığlık çığlığa ağlamıyorlar mı? O halde sinirlerimizi içimize atmamalıyız. Öfkelerimiz, alınganlıklarımız hayatımızı yıkabiliyorlar. Size önerim, oyuncak bir bebek satın alın ve her kendinize kızdığınızda, 'Niye bu kadar çok yedim?', 'Niye orada çekingen davrandım?', 'Kimse bana nasıl davranacağımı söyleyemez!' dediğinizde o bebeğe vurun, tekmeleyin... 10 gün sonra o oyuncağın halini gördüğünüzde, öfkelerinizle kendi içinizdeki çocuğa verdiğiniz zararın da nasıl büyük olduğunu anlamanız kaçınılmaz olacaktır... Öfkelerimiz bazen aşırı yemek, yanlış partnerler seçmek, fazla çalışmak şeklinde bize geri dönüyor. Bir nevi kendimizi sabote ediyoruz! Öfkelerinizi kabul edin ve onun kuvvetli gücünü, gerçekliğinizi dönüştürmesi ve hayallerinize yakıt getirmesi için kullanın. Kendinizi bağışlamayı öğrendiğinizde, olduğunuz halinizle kendinizi sevdiğinizde depresyon da ortadan kalkacak zaten.
Başkalarına yol gösterip, kişisel bütünlüğe ulaşmalarına destek verirken, kendi ihtiyacınız olan enerjiyi tükettiğinizi düşündüğünüz oluyor mu?
Eskiden bunu çok yapıyordum ve her çalışmamdan sonra hasta düşüyordum. Fakat artık öyle değilim. Verebileceğimi veriyorum ama karşımdakiler almak istemezlerse kendimi çok fazla yormamaya gayret gösteriyorum.
Zihin-beden merkezlerinin başlatıcısı Deepak Chopra'nın 'Esenlik Merkezi'nde de seminerler veriyorsunuz ve ondan büyük destek gördüğünüzü biliyoruz. Duygusal acıların bedensel sağlımız üzerindeki etkisine ne kadar inanıyorsunuz? Seminerlerinizin katılımcıların bedensel sağlıklarında da olumlu etkiler yaptığına şahit oldunuz mu?
Duygularımızın sağlığımız üzerinde etkisi olduğuna kesinlikle inanıyorum ama tabii ki her şey bundan ibaret değil. Deepak için çalışan Dr. David Simon ile bu konu hakkında konuştum. Hayatlarında hiçbir şeyin farkında olmayan, her gün sigara içen bir kanser hastası kemoterapi görüyor ve iyileşiyor. Diğer taraftan her gün meditasyon yapan, yediklerine ve spor yapmaya özen gösteren biri hayata gözlerini yumabiliyor. Çalışmalarından sonra fiziksel sağlıklarında gelişme olan o kadar çok kişi oldu ki bugüne kadar... Migreni veya ülseri yok olanlar, 20 kilo verenler...
Küçük yaşta babası evi terk eden biri, hayatı boyunca terk edilme korkusu yaşayıp bağlanmaktan korkabiliyor aynı duyguyu tekrar yaşamamak için. Yani hayatımız süresince bu duygusal yaralarımız bir şekilde karşımıza çıkıyor. Buna yol açan sebeplerin bazen farkına varıyoruz, bazen de bilinçsizce, içimizdeki gölgelerin bizi yönetmesine izin veriyoruz. Peki, geçmişimize dönüp o yaraların kaynağını bulmalı mıyız?
Belli oranda duygusal çalışma yaptıktan sonra, hayatınızı, partnerlerinizi ve bazı durumlarda verdiğiniz tepkileri anlıyorsunuz ve yanlış giden şeyleri düzeltmek kolay oluyor. Bu durumda geçmişle uğraşmanın gereği yok. Ancak eğer yanlış yolda yürüdüğünüzü fark edip bunu değiştiremiyorsanız, o zaman geçmişe dönmek lazım.
Son derece zarif ve ince bir görüntünüz var. Özellikle doğuda spiritüel alanlarda çalışma yapanlar, vejetaryen oluyorlar. Siz yediklerinize ne oranda dikkat ediyorsunuz? Sporla aranız nasıl?
Vejeteryan değilim ve et yenmeyince en yüksek spiritüel noktaya ulaşılacağı fikrine katılmıyorum. Et yemediğimde enerjim düşüyor. Beslenmeme dikkat ediyorum tabii ve düzenli fitness çalışıyorum. Okyanusta yüzmek en büyük tutkum...
'Koşulsuz sevgi' sizin için ne ifade ediyor?
Kendimizi ve başkalarını yargılamadan, hangi şartta olursa olsun sevebilmeyi. 'Eğer böyle davranırsan, bu işi yaparsan seni severim yoksa seni sevmem' demeden ne olursa olsun sevebilmeyi. Gerçek sevgi koşulsuz olmalı...
Keskin noktalarınız var mı? Hiç 'asla' der misiniz?
'Asla' benim için herhangi bir kelime gibi. Bu kelimeyle bir problemim yok. Kısıtlamaların, sınırların yersiz olduğuna inanıyorum. Hayatta her şey olabilir.
Oğlunuz Beau'ya nasıl bir eğitim veriyorsunuz?
Ben hep 'iyi' davranışların övülüp, 'kötü' davranışların yargılanarak yasaklandığı klasik eğitimin yerine, Beau'ya onun hem en 'iyi' hem en 'kötü' olabilecek potansiyelde olduğunu öğretiyorum. Bastırılmış, yasaklanmış şeylerin, ilerde ki yıllarda etkileri çok dramatik olabilir çünkü...
Gerçekten çok aydınlatıcı ve çok samimi bu sohbet için size en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Türkiye'de olmak heyecan verici. Bu 'farkında' sorular ve ALEM olarak sponsorluğunuzla çalışmalarımı sizlerle paylaşmama olanak sağladığınız için ben de çok teşekkür ederim.
ALINTI
Gölgeler, özellikle ilişkilerde yaşanan çözümsüzlüklerle, zor deneyimlerle ve bizleri içine sürükledikleri eylemlerle kendilerini göstermektedir. İnsanoğlunun hızla evrimleşerek değiştiği bu süreçte, ilişkilerinde ve deneyimlerindeki tıkanmalarda da sıkışıp kalmaması için bu çalışmaya katılmalısınız. Böylelikle daha ideal, daha kabul edebileceğimiz bir "biz" imajını yaratırız. Gölge yanımız bizim karanlık ya da kör tarafımızdır ama aynı zamanda içinde pek çok fırsat barındıran zengin bir taraftır. Bu yanımızı itmekten çok onurlandırmamız gerekiyor. Çünkü o bizim şefkat ve kabul konusunda en büyük öğretmenimizdir. Eğer büyümek istiyorsak "O"nu kabul etmeli ve kendi benliğimize entegre etmeliyiz.
Her birimiz aynalar ve gölgelerle yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Bu çalışmamız, daha farkında olmamızı ve daha anlayarak ilerlememizi sağlamaya dönük bir düzenli seminerler dizinidir. Kendilerini, aynalarını ve gölgelerini farketmeye hazır dostlarımız için düzenlediğimiz bu çalışma ile; hayatınızda yaşayacağınız sürpriz değişikliklere, her zaman yaşadığınız olaylara farklı bir şekilde yaklaşmaya ve olayları farklı yaşamaya hazır olun.
OWO ve Lighthouse'un organize ettikleri, ALEM Dergisi'nin basın sponsoru olduğu 3 günlük 'Gölge Çalışması' Ford'un kendi deyimiyle 'hayat değiştiren' bir deneyim. Ford'a göre, her ne istiyorsak (daha fazla aşk, sevgi, başarı, özgüven, samimiyet, huzur...) bunlara ulaşma yolunda yapmamız gereken şey, yargıladığımız, utandığımız, bastırdığımız yanlarımıza, yani 'gölgelerimiz'e sarılmak ve aydınlatıldıklarında nasıl büyük bir neşe, enerji ve güç kaynağı olduklarını ve bize sunulabilecek en büyük hediyelere sahip olduklarını gözlemlemek. 'Dışarıda hiç kimse yok. Kendimizde yok dediğimiz, bastırmaya çalıştığımız niteliklerimizi, başkalarına yansıtılmış görürüz' diyen Debbie Ford ile seminerin gerçekleştirildiği Swissotel'de, hayatı ve 'Gölge Çalışması' üzerine, karanlık yönlerimize ışık tutma yolunda yol gösterecek çok içten bir sohbet gerçekleştirdik. 'Tanrı ile Sohbet' kitaplarının yazarı Neale Donald Walsh'ın bile 'Debbie'nin çalışmalarındaki derin iç görüler ve muhteşem bilgelikle daha önce karşılaşmış olsaydım, bütünlük içinde bir yaşam sürmeye kavuşma sürecim çok daha kısa sürebilirdi' dediği bu güler yüzlü ve zarif uzman, kendi içimizdeki ışığı keşfetme yolunda, 'sevgi feneri'ni üzerimize tutuyor... Semineri kaçıranlar emin olabilirsiniz ki bu röportaj, oradaki tüm ip uçlarını içeriyor; Ford'un dediği gibi, 'Yeter ki, gölgelerinize ışık tutmaya istekli olun. Siz değiştiğinizde, çevrenizin de nasıl değiştiğini görmek çok keyifli olacak.'
Çocukken hiçbir zaman çok mutlu değildim. Her zaman olduğumdan daha büyük olmak isteyen, kıskanç, hep etrafımı sorgulayan biriydim. Ama şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, küçük yaşlardaki tatminsizliğim ve mutsuzluğum beni bugünkü halimde olmamı sağladı.
Psikoloji eğitimi mi aldınız?
30'lu yaşlarıma kadar üniversiteye gitmedim. Tekstil sektöründe perakende satış yapıyordum. Psikoloji üzerine yazıları okumayı çok seviyordum ve eğitim hayatına dönmeye karar verip JFK Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden mezun oldum. Özellikle insan bilinci alanına çok önem verdim.
'Işığı Arayanların Karanlık Yanı' adlı, New York Times 'best seller' listesinden inmeyen kitabınız, Türkiye'de bulunma sebebiniz olan 'Gölge Çalışması' workshop'unuzun bir uzantısı mı?
'Gölge Çalışması'; 'Işığı Arayanların Karanlık Yanı', 'Gölgenin Sırrı' ve 'Doğru Sorular' adlı 3 kitabımın bir sentezi aslında. Bastırdığımız, yargıladığımız veya sürekli düzeltmeye çalıştırdığımız üşengeçliğimiz, öfkemiz, bağımlılığımız, güçsüzlüğümüz gibi karanlıktaki yönlerimizi aydınlığa çıkardığımızda, aradığımız tüm hediyeleri orada bulup, istediğimiz hayatı yakalayabiliriz.
Genellikle hayatlarından memnun olmayan, bir şeylerin ters gittiğine inanan kişiler, 'kişisel gelişim' alanına yönelip hayatlarına yeni bir istikamet, yeni bir bakış açısı getirmeye çalışıyorlar; Belki de, her şey yolundaymış gibi yapıp, akıntıda sürüklenenlere göre çok daha cesur davranıyorlar. Haksız mıyız?
İnsanları kategorize etmeyi sevmiyorum. Bazı insanlar gerçekten de mutlular. Bazılarının ise önlerinde daha zor bir yol var. Bu zor ruhsal hayatımız da olabilir ve o zaman mutluluğu bulup, onunla barış yapmak için çalışmalar yapmamız gerekir.
'Gölge Çalışması'nın yaratıcısısınız. Sanıyoruz ki, kendi gölgelerinizin farkına varıp, bunların hayatınızı nasıl etkilediğini görmek, sizi böyle bir çalışmanın hazırlanmasına yönlendirdi?
Hayatım boyunca kitaplarım da anlattığım o kadar problem yaşadım ki, bir araştırma içine girdim ve sonuçta hayatımı olumlu yönde tamamen değiştiren bazı şeyler öğrendim. Hepimizin 'her şey' olduğu ve tüm insani özelliklere sahip olduğumuz bunlardan en önemlileri. Tüm zıtlıkları içimizde barındırıyoruz. Hem aziz hem günahkarız; hem cesur hem korkağız; hem çalışkan hem tembeliz... Büyürken 'iyi' insanlar ve 'kötü' insanlar var diye yetiştiriliyoruz. Ve eğer iyi insansanız, her zaman anlayışlısınız, dürüstsünüz, şefkatlisiniz, sakinsiniz... Ama ben bütün bu iyi özelliklere sahip değildim! Bazen sinirliydim, yalan söylüyordum, dedikodu yapıyordum, disiplinsizdim, tatminsizdim. Ama hepimizin 'her şey' olduğuna anladığımda, 'Aman Allahım!' dedim... İyi olmak adına, kötü diye adlandırılan taraflarımdan kurtulmaya çalışıyordum. Ama ben bir bütündüm.
O halde hepimizin sürekli 'iyi' olamayacağını anlayıp, 'kötü' diye adlandırılan ve bizi bir bütün yapan sinir, kıskançlık, çekingenlik gibi taraflarımızı da bastırmaya çalışmadan kabul etmemiz mi gerekiyor?
Benim çalışmamın, bu tarz çalışmalardan daha farklı olan tarafı, kötü huylarımızı yalnızca kabullenmemiz değil, aynı zamanda onları kucaklamamız. Çünkü onlar aslında bizim en önemli öğretmenlerimiz. Ancak 'gölge' dediğimiz, bu istenmeyen yanlarımızı kucakladığımız da onların bize sunduğu hediyenin farkına varabiliriz ve kalbimizi iyileştirebiliriz.
'Gölge'lerimizi nasıl bastırmaya, saklamaya çalıştığımızın farkına vardığımızda ve bizim hayatımızı nasıl etkilediklerini gördüğümüzde, 'Ben sevabımla, günahımla böyleyim' deyip, onları değiştirmek adına çaba sarfetmemeli miyiz?
Küçük yaşlardan itibaren kötü özelliklerin bizde bulunmadığını varsayıyoruz, onları uzağa itiyoruz ve bu bize uzun vadede zarar veriyor. Gölgelerimizi yalnızca kabul edersek, onları değiştirmeye çalışmak zorunda kalırız. Ama onları geri çağırıp, kucakladığımızda, davranışlarımız hakkında bir seçim yapma şansına da sahip oluyoruz. Onları nötralize etmeliyiz. Önceden değindiğim gibi, biz 'her şey'iz. Aydınlığı 'karanlık' olmadan bilemezdik; alçakgönüllülüğü, 'kibir' olmadan bilemezdik. Tahtaravalliyi dengede tutmak lazım. Bir şeyi yargılarsak, onu sevmezsek tahtaravallinin dengesi bozulur. Yani, her karakter özelliği belli dozda içimizde var olmalı. Benim öğrettiğim 'Gölge Çalılması'nda bir kere nötralize ettiğimizde, bazen kötü de olabiliriz, ufak yalanlar da söyleyebiliriz. Mesela bazen çocuğunuza, 'Odana git ve bugün sokağa çıkamazsın' diyebilirsiniz. Çocuğunuzun üzerinde kurduğunuz bu otoriteyi beğenmeyecek insanlar mutlaka olacaktır; Ama eğer, siz bu şekilde davranmazsanız, çocuğunuza bazı disiplin kurallarını nasıl öğretebilirsiniz ki? Bunun dozu çok önemli tabii. Eğer başkalarına kötü davranıyorsanız, bu sizin kendinize de kötü davranmanızdan kaynaklanır. Ve işte bu yüzden eğer kendimizi gerçekten seviyorsak, etrafımızdakileri sevmemiz de çok büyük olasılıktır.
Kitaplarınız da, etrafımızda gördüğümüz herkesin bizim yansımamız olduğunun altını çiziyorsunuz ve başkaların da eleştirdiğimiz yanların, aslında bizim kendimizde barışık olmadığımız yanlar olduğunu söylüyorsunuz. Ben mesela, bir söz verdim mi, mutlaka zamanında orada olmaya özen gösteririm ve 20 dakika geç gelinmesini, karşımdakinin 'sorumsuzluğu' olarak nitelendiririm. Bu durumda 'sorumsuzluk' nasıl benim yansımam olabilir ki?
Çok güzel bir noktaya değindiniz. Dış dünyada, bizim içimizde var olmayan hiç bir şeyi göremeyiz. Eğer siz de sorumsuzluk duygusu olmasa, bunun ne olduğunu nasıl hissedebilir siniz ki? Sorumsuzluk sizin 'gölge'niz ve siz onu bastırıp, kendinizi öyle görmek istemediğinizden sorumlu biri olmayı seçmişsiniz. Unutmayın; hepimiz 'her şey'iz. Hepimiz yeri geldiğinde sorumsuz olabiliriz. Siz belki randevularınızda sorumlusunuz ama paranız veya vücudunuza iyi bakma söz konusu olduğunda, sorumsuz davranıyorsunuz ve bunu görmüyorsunuz. Çünkü kendimiz hariç herkesi görebiliriz. Eğer biri sinirli insanları sevmiyorsa mesela, dikkat ederse görecektir ki, o da belki ikili ilişkilerinde veya otorite karşısında sinirli oluyordur. Birini bir konuda eleştirdiğiniz zaman durup düşünün. O kişiye bakmak yerine kendinize bakın, çünkü onlar sizin yansımanız. Sizi, o insanın hangi özelliğinin rahatsız ettiğini ve kendinizin hangi zamanlarda öyle olduğunu bulmaya çalışın. Bunu bulmak gölgenizin size sunduğu hediye olacak ve o yönünüzle barıştığınızda, yani o yönünüzü dengelediğinizde göreceksiniz ki, dış dünya da iç dünyanız gibi değişecek ve belki de insanlar da zamanında gelmeye başlayacaklar.
Bize, kendinizde karşılaşmış olduğunuz bir 'gölge'nizin örneğini verebilir misiniz?
İlk eşim Dan Bressler'ı hep cansız, ruhsuz olmakla yargılıyordum. 'Sen yaşamıyorsun' diyordum ona. Boşanmamızın ardından, genç sevgilimle bir gün arabada otururken, onun müziğin sesini açıp, şarkı söyleyip dans ettiği coşku dolu bir anda hüzünlenip, gözlüklerimin altından göz yaşlarımın akmasına engel olamadım. Eve döndüğümde düşünmeye başladım, 'Neydi beni bu kadar etkileyen?' Ve o anda anladım ki, eski eşime ben, kendi yansıtmamı yapıyordum. Asıl içindeki neşeyi kaybetmiş olan, cansız olan bendim. Ertesi gün Dan, oğlumuzu almaya geldiğinde, bunu onunla paylaştım. Yansıtmamı geri çektiğimde, onun nasıl değiştiğini gördüm. 'Biz değişince, etrafımız da değişiyor' dediğim bu işte...
'Gölgelerimizin farkında mıyız ve onları bastırmaya veya inkar etmeye çalışıyoruz? Yoksa onlar bilinçaltımızda mı yerleşmiş durumdalar?
Çoğu zaman onların farkında değiliz. Onları o kadar güzel örtmüşüz ki... Mesela hep verici, düşünceli görünmek istediğimizden bencil yönümüzü örtüyoruz ve 'Ben hiç bencil değilim, bencillik çok kötü bir özellik' diyoruz ama o hep orada ve farkında bile değiliz ve ancak başkalarında bunu gördüğümüzde (ki bu bizim yansıtmamız zaten) anlayabiliyoruz çoğu zaman...
Gölgelerimizin neler olduğunun farkına varmak için bir yol var mı?
Kendinizde en beğendiğiniz özelliğinize bakın: Onun zıttı sizin gölgenizdir. Dürüstlük mü? Demek ki, yalancılık sizin gölgeniz? Cesaretiniz mi? Demek ki, korkaklık sizin gölgeniz. Kendinizde olduğunu inkar ettiğiniz tüm özellikler sizin gölgenizdir. Çünkü hepimiz her şeyi içimizde barındırıyoruz.
O halde gölgelerimizi aydınlığa çıkarmamız gerekiyor ki bu özelliklerle barışabilelim. Bunu başarabilmek için önerebileceğiniz yöntemler var mı?
En önemlisi, onların size sunduğu hediyelere bakın. Bazen, 'Sorumsuz olmanın ne gibi yararı olabilir' diye sorun kendinize? Veya ara sıra yalan söylemenin? Sizi sorumluluk sahibi olmaya iten, sizin sorumsuzluğa katlanamayan, gölgeniz. Sevmediğimiz şeylerin tam tersi olmaya çalışırız her zaman ve onları karanlığa gömeriz. Kötü olmamak için herkese nazik davranmaya çalışırız mesela... Ama ondan sonra hiç 'hayır' diyemiyor hale gelebiliriz veya hakkımızı savunamayıp bizi kullanmalarına izin verebiliriz. Bazen 'hayır' demenin size sunduğu hediyeleri anladığınız an, gölgelerinize ışık tutmaya başlıyorsunuz. Almanya'da 2. Dünya Savaşı sırasında Museviler yalan söylemeselerdi, öldürüleceklerdi. Veya alkolik bir babanız varsa dayak yememek için yalan söylemenin kötülüğü var mı? Hepimiz yalan söylemiyor muyuz? 'Merhaba; seni gördüğüme ne kadar sevindim' demiyor muyuz kibar olmak adına? 'Saçının rengi ne hoş olmuş' demiyor muyuz? İnkar etmek de bir yalan çeşididir ve öyle yaparak da kendimize yalan söylüyoruz. 'Saçın iğrenç olmuş', 'Şu an seni görmek en son istediğim şeydi' deyin, demiyorum tabii. Ama, 'Yalan söyleyebilen bir yönünüzün olduğunu kabul edin ve onu dengeleyin' diyorum.
Bazı insanların kendileriyle yüzleşmesi daha zor olabiliyor veya 'nefret ediyorum' dedikleri özelliklerin kendilerinde de var olabileceğini özümsemeleri... O halde gölgelerin aydınlığa çıkması herkes için farklı süreler gerektiriyordur. Doğru değil mi?
Kesinlikle öyle. Ne kadar kaçarsanız, o kadar uzun sürebilir veya bazı durumlarda bunlar insana acı da verebilir. Ama sonuçta her zaman ödül var. En karanlık yönlerimiz en büyük bilgelikleri taşıyor. Yarattığım 'Gölge Çalışması'nın insanların hayatlarını değiştiren bir deneyim olduğunun garantisini verebilirim.
Bu son söylediğiniz 'Hayat değiştiren deneyim' fazla kuvvetli bir iddia değil mi?
'Gölge Çalışması', hayat değiştiren bir çalışmadır. Milyonlarca kişiyle bu çalışmayı yaptığım için bu kadar iddialı olabiliyorum. İç dünyanız ve kendiniz hakkında ne hissettiğiniz değişiyor ve bunu başardığınızda bütün dış dünyanız da değişiyor. Sizi eleştiren insanlarla görüşmüyorsunuz, mutlu olmadığınız işleri kabul etmiyorsunuz, kendi tutkularınızı izliyorsunuz ve hayatınıza istediğiniz gibi yön veriyorsunuz.
Niye çoğu kez maskeler takıp 'mış gibi' yapıyoruz? 'Neşeliymiş gibi', 'güçlüymüş gibi', 'sakinmiş gibi', 'zenginmiş gibi'... Ve 'olmadığımız biri'ni oynuyoruz? Kendimizi mi kandırıyoruz yoksa başkalarını mı?
Böyle yapıyoruz çünkü çoğu kez, kendi olduğumuz halimizle barışık değiliz. Daha iyi bir hayatımız olsun diye, var olduğu şekilde çok iyi olan hayatlarımızın bize sunduklarına bakmadan, farklı rollere bürünüyoruz. Maskeleri, egolarımız yaratıyor. 'Gölge Çalışması', gerçek kimliğinizi anlamanızı sağlıyor ve ancak o şekilde tanrısallığa ulaşabiliriz.
'Defans' mekanizması olarak etrafımıza duvarlar örüyoruz. Belki de kendimizi kırılmaktan korumak adına daha olgun, daha güçlü, daha özgüveni olan biri gibi gözükmeye çalışıyoruz... İçimizdeki hassas yanların dışarı çıkmasını engelleyen aynı duvarlar, aslında sevgi, anlayış gibi pozitif değerlerin de içeri girmesini önlüyor değil mi?
Çok haklısınız. En doğal halimizle kendimiz olmaya çalışmalıyız. Ancak, kendini sevmeyen, güvenmeyen kişi duvar örer, çünkü sonra başkalarının da onu, o şekilde sevmeyeceğini öğrenirse bu çok acı geleceği için... Ama kendinizi gerçekten severseniz, başkaları hakkınızda nasıl düşünürse düşünsün, siz mutlu olursunuz.
Kitaplarınızda sıkça karşılaştığımız bir olgu var. 'Gölgelerimizi aydınlığa çıkarıp yüzleşme sağlamadığımız sürece, bizi rahatsız eden davranış şekillerini ya da buna sahip olan kişi, durum ve olayları hayatınıza sürekli çekeceğimizi' söylüyorsunuz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?
Bu hayata bir amaç için geliyoruz ve öğrenmemiz gereken dersler var. Enerji boyutunda, kendimizde sevmediğimiz şeyleri tıpkı radyo sinyalleri gibi dış dünyaya yayıyoruz ve bu özellikler yansımamız olarak bir başkasında, bize kendimizi göstermek adına karşımıza çıkıyor. Evrenin düzeni bize kendimizi yansıtmak üzerine kurulu. Yani, dış dünyada sevdiğiniz tüm özellikler, aslında sizin kendinizde sevdiğiniz özellikler. Tam tersi, yargıladığınız ve sevmediğiniz özelliklerse sizin kendinizde bulunmasını istemediğiniz ve gölgelediğiniz özellikler. Bazen bana soruyorlar, 'Neden sürekli ihanete uğruyorum?' diye. Kendi içinizde de aldatabilen bir taraf olduğunu görmediğiniz, bundan kaçtığınız sürece, evren bunu sizin yansımanız olarak, sürekli karşınıza çıkarır. Ne zaman ki bunun farkına varıp, karanlık yönünüzle barışırsınız, o zaman göreceksiniz ki, hayatınızdaki ihanetlerde büyük oranda ortadan kalkacak. Sizi rahatsız eden şeylerin rehberiniz olduğunu unutmamalısınız.
'Hayata bir amaç için geliyoruz' dediniz? Sizin misyonunuz nedir?
İnsanlara, kendilerini aydınlık ve karanlık kalmış yönleriyle bir bütün hissedip, onları kucakladıkları yolda destek vermek, gerçek sevgi ve duygusal özgürlüklerine kavuşmalarını sağlamak. Çok sevdiğim bir söz vardır: 'Kendi güzelliğinizi Allah'ın gözüyle görebilseydiniz, kendinizin idolü olurdunuz.' İşte ben bu güzelliklerin farkına varılması yolunda insanlara yardımcı oluyorum. Aşk, başarı, para, özgüven, mutluluk... Eğer bunlara sahip değilseniz, etrafınızı suçlamamalısınız. Kendi gölgelerimiz bizi bunlara sahip olmaktan alı koyuyor.
Okumamız için kitaplar yazıp, dinlememiz için seminerler verirken, eğer ki, 'Dışarıda kendimizden başka kimse yok' diyorsanız, o zaman bir bakıma en çok kendinize konuşuyorsunuz?
Kesinlikle öyle. Başkalarına yol gösterirken kendinize de yol gösteriyorsunuz.
İçsel yolculuğunuzun, kendinizi tanıma sürecinizin bir sonu olduğunu düşünüyor musunuz?
Bütün canlılar ölene kadar sürekli gelişirler. Kendi gelişimim sırasında her yeni safhaya geldiğimde, mutlaka daha üst seviye bir sevgi, tatmin ve mutluluk olduğuna inanıyorum.
Madem ki, kendi gerçek benliğimizi tanımamızın, değişimin ve gelişmenin sonu yok, 'Benim hayatımda her şey yolunda gidiyor. kendim hakkında öğrenmem veya gelişme gösterme gereken hiçbir nokta yok' diyenlere ne şekilde yaklaşıyorsunuz?
Yaklaşmıyorum ki... Bu onların seçimi. Çoğumuzda şöyle bir hata var: Başkalarının hayatlarına karışma, onlara yol gösterme isteği... Ama onları yalnız bırakın. Siz kendi muhteşem hayatınızı yaşayın ve onlara takılmayan. Eğer herkes, kendi üzerinde çalışır, kendi iç dünyasıyla barışır, kendini severse, başkaları için zaten daha fazla yeri olacaktır. Zaten çoğu zaman kendi iç dünyamızda onarmamız gereken noktaları, çevremizdekilerde yani dışarı da onarmaya çalışıyoruz. Bir başkasının hayatının, yaşam görüşünün farklı şekilde olması gerektiğine karar vermek, kibirli bir davranış şekli. 'Mutluymuş gibi' yapmak istiyorlarsa bile, bu onların hayatı...
Çağımızın hastalığı depresyon. Bunun sebebi nedir? Önlemek için neler yapmalıyız?
Depresyon öfkenizin size çevrilmiş halidir. 'Hiçbir şeye sinirlenmiyorum' diyen kişi kendini kandırıyordur. Yeni doğmuş bebekler bile en doğal hallerinde 2 dakika gülüp, hemen ardından çığlık çığlığa ağlamıyorlar mı? O halde sinirlerimizi içimize atmamalıyız. Öfkelerimiz, alınganlıklarımız hayatımızı yıkabiliyorlar. Size önerim, oyuncak bir bebek satın alın ve her kendinize kızdığınızda, 'Niye bu kadar çok yedim?', 'Niye orada çekingen davrandım?', 'Kimse bana nasıl davranacağımı söyleyemez!' dediğinizde o bebeğe vurun, tekmeleyin... 10 gün sonra o oyuncağın halini gördüğünüzde, öfkelerinizle kendi içinizdeki çocuğa verdiğiniz zararın da nasıl büyük olduğunu anlamanız kaçınılmaz olacaktır... Öfkelerimiz bazen aşırı yemek, yanlış partnerler seçmek, fazla çalışmak şeklinde bize geri dönüyor. Bir nevi kendimizi sabote ediyoruz! Öfkelerinizi kabul edin ve onun kuvvetli gücünü, gerçekliğinizi dönüştürmesi ve hayallerinize yakıt getirmesi için kullanın. Kendinizi bağışlamayı öğrendiğinizde, olduğunuz halinizle kendinizi sevdiğinizde depresyon da ortadan kalkacak zaten.
Başkalarına yol gösterip, kişisel bütünlüğe ulaşmalarına destek verirken, kendi ihtiyacınız olan enerjiyi tükettiğinizi düşündüğünüz oluyor mu?
Eskiden bunu çok yapıyordum ve her çalışmamdan sonra hasta düşüyordum. Fakat artık öyle değilim. Verebileceğimi veriyorum ama karşımdakiler almak istemezlerse kendimi çok fazla yormamaya gayret gösteriyorum.
Zihin-beden merkezlerinin başlatıcısı Deepak Chopra'nın 'Esenlik Merkezi'nde de seminerler veriyorsunuz ve ondan büyük destek gördüğünüzü biliyoruz. Duygusal acıların bedensel sağlımız üzerindeki etkisine ne kadar inanıyorsunuz? Seminerlerinizin katılımcıların bedensel sağlıklarında da olumlu etkiler yaptığına şahit oldunuz mu?
Duygularımızın sağlığımız üzerinde etkisi olduğuna kesinlikle inanıyorum ama tabii ki her şey bundan ibaret değil. Deepak için çalışan Dr. David Simon ile bu konu hakkında konuştum. Hayatlarında hiçbir şeyin farkında olmayan, her gün sigara içen bir kanser hastası kemoterapi görüyor ve iyileşiyor. Diğer taraftan her gün meditasyon yapan, yediklerine ve spor yapmaya özen gösteren biri hayata gözlerini yumabiliyor. Çalışmalarından sonra fiziksel sağlıklarında gelişme olan o kadar çok kişi oldu ki bugüne kadar... Migreni veya ülseri yok olanlar, 20 kilo verenler...
Küçük yaşta babası evi terk eden biri, hayatı boyunca terk edilme korkusu yaşayıp bağlanmaktan korkabiliyor aynı duyguyu tekrar yaşamamak için. Yani hayatımız süresince bu duygusal yaralarımız bir şekilde karşımıza çıkıyor. Buna yol açan sebeplerin bazen farkına varıyoruz, bazen de bilinçsizce, içimizdeki gölgelerin bizi yönetmesine izin veriyoruz. Peki, geçmişimize dönüp o yaraların kaynağını bulmalı mıyız?
Belli oranda duygusal çalışma yaptıktan sonra, hayatınızı, partnerlerinizi ve bazı durumlarda verdiğiniz tepkileri anlıyorsunuz ve yanlış giden şeyleri düzeltmek kolay oluyor. Bu durumda geçmişle uğraşmanın gereği yok. Ancak eğer yanlış yolda yürüdüğünüzü fark edip bunu değiştiremiyorsanız, o zaman geçmişe dönmek lazım.
Son derece zarif ve ince bir görüntünüz var. Özellikle doğuda spiritüel alanlarda çalışma yapanlar, vejetaryen oluyorlar. Siz yediklerinize ne oranda dikkat ediyorsunuz? Sporla aranız nasıl?
Vejeteryan değilim ve et yenmeyince en yüksek spiritüel noktaya ulaşılacağı fikrine katılmıyorum. Et yemediğimde enerjim düşüyor. Beslenmeme dikkat ediyorum tabii ve düzenli fitness çalışıyorum. Okyanusta yüzmek en büyük tutkum...
'Koşulsuz sevgi' sizin için ne ifade ediyor?
Kendimizi ve başkalarını yargılamadan, hangi şartta olursa olsun sevebilmeyi. 'Eğer böyle davranırsan, bu işi yaparsan seni severim yoksa seni sevmem' demeden ne olursa olsun sevebilmeyi. Gerçek sevgi koşulsuz olmalı...
Keskin noktalarınız var mı? Hiç 'asla' der misiniz?
'Asla' benim için herhangi bir kelime gibi. Bu kelimeyle bir problemim yok. Kısıtlamaların, sınırların yersiz olduğuna inanıyorum. Hayatta her şey olabilir.
Oğlunuz Beau'ya nasıl bir eğitim veriyorsunuz?
Ben hep 'iyi' davranışların övülüp, 'kötü' davranışların yargılanarak yasaklandığı klasik eğitimin yerine, Beau'ya onun hem en 'iyi' hem en 'kötü' olabilecek potansiyelde olduğunu öğretiyorum. Bastırılmış, yasaklanmış şeylerin, ilerde ki yıllarda etkileri çok dramatik olabilir çünkü...
Gerçekten çok aydınlatıcı ve çok samimi bu sohbet için size en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Türkiye'de olmak heyecan verici. Bu 'farkında' sorular ve ALEM olarak sponsorluğunuzla çalışmalarımı sizlerle paylaşmama olanak sağladığınız için ben de çok teşekkür ederim.
ALINTI