Néppox
Kayıtlı Üye

Kadın bedeni zayıflık, gençlik ve güzellik baskısından kurtuluyor.
Kadınları hapseden "güzellik" tanımı yavaş da olsa değişiyor, asıl önemlisi ise kadınların, tüketim kültürünün güzellik ve mutluluk vaadiyle bedenleri üzerinde kurduğu denetimi fark etmesi. Aktüel'in hazırladığı "kadın ve beden" dosyasında bedenlerimiz üzerindeki oyunlara hayır demenin yollarından, konunun uzmanları ve ünlü isimlerden kadınlara tavsiyelere, nice çarpıcı ayrıntı bulacaksınız.
Araştırmalara göre sadece Türkiye'de değil, Batı'da da her 10 kadından dokuzu imkânı olsa bedeninde bir şeyleri değiştireceğini söylüyor. Televizyon, gazete ve dergilerin "muhteşem görünümlü kadınlar" bombardımanı altındayız. Onlar gibi olmak hayalinin gerçekleşmesi, yine medyanın verdiği reçetelerde envai çeşit güzellik ürünleri, bu teknikleri uygulayan güzellik merkezleri, acısız ve uygun fiyata estetik operasyonlar ve elbette her gün bir yenisi eklenen diyetler
"Moda dünyası illüzyondan ibarettir"
Bu gidiş korkutucu bir hâl almışken, ilk güzel haber Eylül 2009'da Amerikan Glamour dergisinden gelmişti. Dergi, 10 kadının foto-shop'suz çıplak resimlerini bastığı sayısıyla satış rekorları kırdı. Kadınlardan bir tanesi, fotoğrafını sayfalarımızda da göreceğiniz 21yaşındaki "ünsüz" model Lizzi Miller'dı ve hepsinin bedeninde Miller'ın göbeği gibi "kusur"lar vardı. Kısa süre sonra Almanya'nın bir numaralı kadın dergisi Brigitte, kapağında artık sıska ve foto-shop'lu mankenlere değil, sıradan kadınlara yer vereceğini duyurdu. Dergi, Ocak 2010'da kararını uygulamaya koydu ve kapakta "sıradan" kadınlara yer vermeye başladı.
İlk olumsuz tepki ünlü Alman modacı Karl Lagerfeld'den geldi: "Bunlar, kucaklarında cips poşetiyle televizyon karşısında oturan ve ekranda gördükleri ince mankenlerin çirkin olduğunu iddia eden şişko mumyalar. Moda dünyası rüyalar ve illüzyondan ibarettir, kimse yuvarlak kadınlar görmek istemez."
Lagerfeld'in "şişko mumyalar" hakareti bir yana, söylediklerinde asıl çarpıcı olan moda dünyasının rüyalar ve illüzyondan ibaret olduğu itirafı. Madem öyle, bu rüya nasıl bir şekilde bütün kadınların rüyası oluyor, bu rüyayı gerçekleştirmek uğruna kadınlar nelere katlanıyor, dahası bu rüyayı gerçekleştiremeyenler neden medyada, örneğin televizyonda görmezden geliniyor ve mutsuz olmalarının suçunu kendilerinde aramaları salık veriliyor?
Bu ve benzeri sorulara cevap verebilmek için hemen her zaman erkeğin akıl, kadının beden ile eşleştirilmiş olduğu gerçeğini hatırlamamız gerekiyor. Bu eşleştirme sonucunda, erkeklerin güçlü olduğu bir toplumda, kadınlar bedenlerini yok sayarak salt "akıl"larıyla var olmak ya da bedenlerini ön plana çıkararak var olmak ikilemine itiliyor aslında. Bu noktada John Berger'in "Görme Biçimleri" kitabındaki yorumu önemli: "Kadın olarak doğmak, erkeklerin mülkiyetinde olan özel, çevrelenmiş bir yerde doğmak demektir. Çocukluğunun ilk yıllarından başlayarak hep kendisini gözlemesi, bunun gerekli olduğu öğretilir ona. Kadın olduğu ve yaptığı her şeyi gözlemek zorundadır." Berger, böyle bir toplumda erkeklerin "davrandıkları gibi", kadınların ise "göründükleri gibi" olduğunun altını çiziyor.
Nasıl göründüğünü önemsemesi öğretilen kadının bu noktadan sonra bedeninin nasıl nesneleştiğini anlayabilmek için ise Yasemin İnceoğlu ve Altan Kar'ın 2010'da yayımlanan "Dişillik, Güzellik ve Şiddet Sarmalında Kadın ve Bedeni" kitabı önemli. Çarpıcı makalelerden oluşan kitabın, ikilinin yazdığı "Yeni Güzellik İkonları" makalesi özellikle öne çıkıyor. Makale aslında modern dünyada "bedenimi keşfediyorum, bedenimi yeniden sevmeye başladım" mottolarıyla "özgürleşme" söylemi altında kadın bedeninin nasıl haz aracı ve tüketim nesnesi olarak yeniden ele geçirildiğini vurguluyor. "Beden bir proje olarak ele alınmalı ve her parçasıyla ayrı ayrı ilgilenilmelidir. Hayatın amacı 'mutluluk' olduğuna göre, görünüşünden hoşnut olmak mutluluğun temel anahtarıdır. Bu nedenle beden, yaşamın belki de en önemli projesi olarak zaman, para ve enerji gibi her türlü fedakârlığa değer olanıdır." Baudrillard, "Tüketim Toplumu" kitabında bu tespitin vardığı noktaları açıklıyor: "Güzellik kadın için mutlak bir dinsel buyruğa dönüşür. Bronzlaşma, spor, moda, temizlik ve makyaja kadar bütün uğraşlar 'özgürleşme' söylemi altında sözde 'bedenin yeniden keşfi' adına yapılır."
Medyada yaratılan ve sürekli değişen, 90'larda Julia Roberts veya 2000'lerde Angelina Jolie gibi ideal kadın imgeleriyle, güzellik anlayışı sınırlandırılıyor. Kadınlar elbette bu imgelerden bir şekilde etkileniyor ve kendi bedenlerine dair özgüven kaybı yaşıyorlar. Dahası kadınlar popüler söylem tarafından "zihinsel ve fiziksel sağlığın daha iyi bir görünüşle" mümkün olduğuna inandırılıyor. Bu tespitler ışığında, aslında yazının başında bahsettiğim Brigitte dergisine dönmek gerekiyor. Çünkü Brigitte Ocak sayısında "sıradan" bir kadına yer verse de, bu sıradan kadın gayet zayıftı, ayrıca derginin kapak konusu diyetti. Sadece kadınların değil, artık erkeklerin dahi hayatında yer etmiş olan diyet, ayrıca incelenmeyi hak ediyor.
Güzellik nedir?
Tüm bunları bilince, yeterince güzel bulunmayanların ayrımcılığa uğraması, şişmanlığın hastalık gibi görülmesi, hatta tombulluğun dahi bakışlarla onaylanmaması, yaşlanan kadınların medyada gözlerden uzaklaştırılması veya estetik operasyonlara yüreklendirilmesine şaşırmak zor. Güzellik uğruna atılan her adımın "tüketim" toplumunun sürmesi için gerekli olduğunu akılda tutarak, kadınların "bu oyunda yokum" demesi önemli. Francette Pacteau, "Güzellik Semptomu" kitabında şöyle diyor: "Bir kadın ya güzeldir, ya da değildir. Güzel değilse güzelleşmek için elinden geleni yapacaktır. Güzelse bir gün mutlaka bu güzelliğe veda etmek zorunda kalacaktır. Hiçbir kadın güzellik beklentisinden kaçamaz. Peki o zaman güzellik nedir?" Bu soruya cevap verebilmek için dileyenler Umberto Eco'nun "Güzelliğin Tarihi" kitabına göz atabilir. Ama "güzellik beklentisi"nden kaçmak isteyen kadınların asıl yapması gereken, tüketim kültürü ve medyanın "güzellik" tanımını sorgulamak, bedenini kabullenmek, tanımak ve barışmak
Yazar Meltem Arıkan:
"Bedenimizi tanımanın ilk adımı aynanın karşısında çırılçıplak durabilmek"
Sadece kadın ve beden değil, kadınlıkla ilgili birçok konuda kitaplar yazan Meltem Arıkan, sorularımızı yanıtladı.
*Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği'nin (CISED) araştırmasına göre Türk kadınları bedenlerini tanımıyorlar. Bunun sebebi sizce nedir?
Erkek egemenliğinin sürebilmesi için toplumların korkutulması gerekliliğinden yola çıkan erkekler, geleneksel tutum ve davranışların sürdürülebilmesi için korkutma eyleminin araçları olarak devlet mekanizmasını, ordu ve polisi kullanmaktadır. Hatta dini inançlar da toplumu yönetebilmek için kullanılmaktadır. Kutsal devlet ve kutsal aile her zaman bireyin önüne geçirilmektedir. Tüm bu çerçevenin içinde sıkıştırılan kadınlarsa, kadın olma hâllerini ön plana çıkardıkları takdirde aile yapısını bozacaklarından korkarlar. Korkmayı öğrenirler, çünkü erkek egemen kültür tarafından çocukluklarından itibaren kadınlıkları üzerinden korkutulurlar.
*Kadınların bedenlerini tanımasının önemi nedir?
Kadınların "gibi"li değil, kadın olarak var olabilmeleri için bedenleri ile bütünleşmiş cinselliklerini doğal olarak yaşamaları kaçınılmazdır. Kadınlar ancak tenleri acımadan, tenleri ile bütünleşmiş beyinleri arasında iletişime girerlerse kadın olarak varoluş serüvenlerini sürdürebilirler. Var olmak aynı zamanda birey olmayı da gerektirir. Bireyin var olabilmesi içinse maskelerden sıyrılması ve soyunması şarttır. Çıplaksanız maskeler takamazsınız, oysa toplumun maskelere ihtiyacı vardır. Çünkü çıplaklık aynı zamanda şeffaflık da demektir. Eğer kadın "gibi" olarak korkular ve suçluluk duygularıyla sürekli gerekliliklerle yok olmayı kabul etmiyorsanız; bedeninizi tanımak, anlamak ve algılamak bir zorunluluktur. Öncelikle kadınlar sosyalleştikçe, eğitildikçe ve şartlandıkça doğallıktan uzaklaşmakta ve sosyo-kültürel giysiler giydirilmekte ve hatta örtünmektedirler. Bu örtüleri çıkartılmadığı sürece kadın olarak gerçekten var olabilmekten söz etmemiz mümkün değildir. Kadın olarak beynimizle, bedenimizle, kimyamızla ve kromozomlarımızla içgüdüsel ve sosyal yaklaşımımızla, doğamıza uygun var oluşumuzu tanımlamamız şarttır.
*Kadınlara bedenlerini tanımaları ve bedenleriyle barışmaları için önerileriniz nelerdir?
Kadın olarak ve tabii erkek olarak var olabilmenin yolu, tüm önyargılardan arınarak bedenin bütünlüğünü, her parçasını ve özelliğini doğallıkla tanıyabilmekten geçer. Kadınlar onlara edindirilen korkular ve suçluluk duygularıyla değil, doğal olarak bedenlerini algılayabilmek için onu tanımalı, ona dokunmalıdırlar. Kadınlar ancak kendi duyuları ile bedenleriyle iletişim kurabilirlerse bedenlerini doğru olarak algılayabilirler. Sanırım bunun ilk adımı aynanın karşısında çırılçıplak durabilmek ve kendimize bakabilmekle başlar.
Emanetten mülke "kusursuz" beden
Yıllardır kadınla ilgili konular üzerinde düşünen ve yazan Nazife Şişman 2006'da İz Yayıncılık tarafından yayımlanan "Emanetten Mülke-Kadın, Beden, Siyaset" kitabında İslam geleneğinde Allah'ın emaneti olarak görülen bedenin, modern dünyada bireyin üzerinde sınırsız tasarruf hakkı olduğuna inandığı bir mülke dönüşmesini sorguluyor. İşte Şişman'ın, beden üzerine Aktüel'e özel değerlendirmeleri:
*Allah'ın kendi suretinde yarattığı tek varlık olması sebebiyle insan Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Bu sebeple diğer yaratılmışlardan üstündür. Ama bu üstünlük sadece "kendini ve Rabbini bilme" temeline dayanır. Kendi bedeni dâhil, âlemdeki her şey belirli bir süre için ona emanet edilmiştir. O yüzden beden üzerindeki tasarruf hakkı sınırlıdır.
*Klasik İslam ve Ortaçağ Hıristiyan düşüncesinde beden, kendi ötesinde bulunan daha "ulvî" mevcudiyetlere işaret eden bir unsurdu. Bu nedenle daha yüce bir mertebeye sahip olan ruhun isteklerine boyun eğerek kendisini kısıtlamalıydı. Modern öncesi dünyada beden seküler bir şekilde tanımlanmıyordu. Bedenlerimiz Tanrı tarafından bize "verilen"di ve bedenlere atfedilen farklılıklar da İlahî idi. Dünya henüz Max Weber'in tabiriyle "büyüsünden arındırılmadığı" için toplumsal olanla kutsal olan arasında herhangi bir ayrım da yoktu.
*Bedenin tamamen toplumsal ve kültürel bir duruş olarak kabul edildiği modern anlayışın sonunda geldiği nokta, bireyin beden üzerinde sınırsız hak sahibi olduğu iddiasıdır.
*Feministler tarafından bayraklaştırılan "bedenimiz bizimdir" sloganı, her insan tekinin bedeni üzerinde nihai söz hakkına sahip olması gerektiğini ima eder. Feministler bu ifadeyi, çocuk doğurma zorunluluğundan kurtulmak adına bayraklaştırmışlardı. Ve kendi bedenlerinin bir uzantısı kabul ettikleri ceninin yaşamına son vererek biyolojilerine mahkûm olmaktan kurtulmayı, kadın özgürleşmesi için ön şart kabul ediyorlardı. Bedenleriyle ilgili her tür kararı ancak kendilerinin verebileceğini, ne ataerkil kültürün ne devletin bu konuda herhangi bir müdahalesi olmaması gerektiğini savunuyorlardı. Cenini de bedenlerinin bir parçası olarak kabul ettiklerinden, onunla ilgili nihai kararı, sadece ve sadece kendilerinin vermesi gerektiğine inanıyorlardı. Kadın hareketi için kürtaj, "tercih"in (choice), yani özgürlüğün sembolüydü adeta. Bedeni kişinin mülkü olarak kabul eden bir anlayıştır bu. Ve hayatta olan kişinin seçme hakkı öne sürülerek, henüz doğmamış bir canlının kürtajla öldürülmesine meşruiyet kazandıran da bu anlayıştır.
*Günümüzde sperm bankası kanalıyla çocuk sahibi olanlar da aynı argümandan hareket ediyorlar. Cenini kendi bedenlerinin bir uzantısı olarak kabul ettikleri için bu konuda babaya, doğacak çocuğa, topluma, devlete, insanlığa hiçbir şekilde söz hakkı düşmeyeceğini söylüyorlar.
*Yeni teknolojiler nedeniyle insan soyunun dev******* bahsederken artık "üreme"den değil, neredeyse "üretim"den bahsediyoruz. Üremenin üretim hâline gelmesi, kadınların rahimlerini, erkeklerin spermlerini kiralamaları ya da satışa sunmaları çok ciddi bir mesele. Kadınların bir kısmı babayla hiç paylaşmadan kendi çocuklarına sahip olmak istiyor; bir kısmı ise rahim kiralayarak "kendisi için doğuran köleler"e sahip oluyorlar.
*Biyonik adamlar, kopyalar, sanal karakterlerin biyolojik yaşamı sona erdirme ihtimali artık bilimkurgu olmaktan çıkmıştır. Bugün gelinen noktada insanlığın önündeki en önemli problemlerden biri işte bu ölüm ötesine göndermede bulunmayan, kusursuzluk iddiasındaki beden imgesidir ve güzellik yarışmaları da, tüketim toplumunun temel malzemelerinden biri olmanın yanı sıra bu kusursuzluk imgesini sembolize eden en bariz göstergelerdendir.