♥ Galatasaray Sevgisi ♥

RaPizM^^

Bayan Üye
toplumun farklı sosyal ve ekonomik katmanlarından gelen farklı
eğitimler farkli terbiyeler almış olayları ve gerçekleri
değerlendiriş biçimi birbirinden farklı milyonlarca insanın tuttuğu
takımın milyonlarca farklı insanın bir araya getirerek oluşturduğu
camianın karakterinden bahsetmek boştur. asılsız ve temelsizdir
havaya sallanan genellemelerdir. aslında bütün futbol kulüpleri
aynıdır. mıdır?

adını hatırlamadığım bir yazar abinin çok iyi hatırladığım bir sözü
var: objektif olacaksam niye takım tutuyorum?

80'lerde doğmuş bir çocuğum. türkiye'ye beş yaşındayken gelmişim.
etrafımda takım tutan bir tane bile erkek yok. babam futbolsever ama
o kadar. etraftaki çocukların hepsinin tuttuğu bir takımı var ama.
zaten gazetelerin arka sayfalarında televizyonda ailece avrupa
yakası'na kapalıçarşı'ya gittiğimizde yoldan geçen abilerin
boyunlarında hep ikili renkler var. kırmızıyla sarı mesela yanyana
gelince ateşi hatırlatıyor bi sıcaklık var canlılığı var. bi
güzelliği var ama ne? yuvadaki el işlerini sarı-kırmızı yapıyorum çok
güzel oluyor.

sonra 6 yaşındayım. babam hala takım tutmuyo ama haberlerden sonra
spor haberlerini de izliyoruz beraber: galatasaray yenilmiş hakan
yine gol atamamış. o gece yatmadan önce hakan şükür çok üzülmüş müdür
acaba diyorum. (hakan'ı seviyorum bizim gibi ***** espiriler yapıyo
mutlu bi adam sanki) yenildiler diye kimse galatasaray'ı sevmezse ne
kadar kötü olur diye düşünüyorum ve kendimce hiç kaçamayayım diye
çark edemeyeyim diye işi garantiye alıyorum: o gece ölene kadar
galatasaraylı kalmaya yemin ediyorum.

çok yıllar maçlara gidemiyorum beni götürecek kimse yok. ben annem ve
kardeşimle şehir dışındayken gazetelerden galatasaray haberlerini
kesip saklaması için görevlendirdiğim babamda bir sarı-kırmızı
sempatisi uyanıyor ama yavaştan döndüğümüzde feldkamp çok iyi gidiyor
(feldkamp gazetede karikatürü olan kocaman kafalı beyaz saçlı adam
biliyorum) galatasaray şampiyon olucak diyor.

galatasaray şampiyon oluyor. ben şampiyon takımın taraftarı oluyorum.
futbolda gol pas ve kaleci dışında birşey bilmiyorum ama övüncümün
haddi hesabı yok. çünkü ben haklı çıktım ben bırakıp gitmedim ben
geleceği gördüm. ben hepsinden güzel olanı tutuyorum.

büyüdükçe diğerlerini gözlemliyorum o sarı lacivertliçocuğa
bakıyorum gıcık oluyorum ona. bir maç kazandılar diye hemen
şişiniyor hemen etrafına laf atmaya başlıyor yükseklerden atmaya
başlıyor. ben pek birşey diyemiyorum. hem zaten biliyorum arada ne
olursa olsun en sonunda ben haklı çıkıcam çünkü ben hepsinden güzel
olanı tutuyorum.

benim takımım alçakgönüllü. çok güzel oynayınca çok gurur duyar başı
dik gezer. şansı yaver gittiği için ezildiği maçtan 1-0 galip
ayrılınca bununla övünmez çok daha iyi oynayan karşı tarafın
şanssızlığıyla yıllarca dalga geçmez; benim takımım için bu küçük
düşürücü olur. çünkü benim takımım içi boş büyük lafların değil büyük
icraatların takımıdır. önce çalışır hakeder yapar sonra hak
ettiğiyle övünür. o yüzden önce konuşup sonra başaramayınca maruz
kaldığı tepkilerden ne yapacağını şaşırmış duruma gelmez.

sonra galatasaray taraftarının paylaştığı zaten istese de kimseye
açıklayamayacağı bir sır vardır. avrupa'da kupa almanın yaşattığı
gurur değildir bizimkisi bunu kimse anlayamaz. bizim gururumuz
senelerce her takımın kullandığı 'avrupa avrupa duy sesimizi işte bu
türklerin ayak sesleri' tezahüratını en son kullanan olmaktır. levent
özçelik 'korkunç bir şey' diye sayıklarken fatih terim'in yere çöküp
ağladığı sahnedir. çünkü bizim başarımız o zamanın 'korkunç
birşey'idir bir rüyanın gerçek olmasıdır. 14 sene şampiyon olamadığı
halde bir takımdan vazgeçmeyen taraftarın ödülünü haketmiş olmaktan
duyduğu haklı gururdur. ilk olmaktır. bugün türk takımları için
avrupa'da başarı değil başarısızlık anormalse bunun sebebi olmaktır. o
kupayı da daha iyilerini de başka türk takımları inşallah defalarca
alacaklar ama kimse ilk olmayacak. galatasaray ilkti bizi
sevincimizden gözlerimizde yaş kalmayana kadar hüngür hüngür ağlatan
takımdı.

uefa kupası'ndan sonra dayanamayan babam beni ilk kez maça götürdü.
ben ortama anında ayak uydurup zıplarken o şaşkın şaşkın etrafına
bakındı bir stadın hep bir ağızdan şarkı sözleri söylemesine güldü
beceriksizce eşlik etmeye çalıştı. galatasaray o maçı da kazandı hem
de iyi oynayarak. biz gururumuz hiç bitmeyecek sandık.

haklıymışız zaten hiç bitmedi: hiç utandırmadı bizi galatasaray
sadece üzdüğü ya da kızdırdığı isyan ettirdiği zamanlar oldu. ezeli
rakibimiz fenerbahçe bizi 1-0 yendi. onların tek kale oynanmış maçla
sevinçten çıldırdığını görüp gurur duyduk. hasan şaş real madrid'e
daha ilk yarı iki sıfır yenikken maçı bırakmadı golünü attı
lucescu'ya sarıldı hagi roberto carlos'a bir öyle bir çalım attı ki
gurur duyduk.

hagi'yi çok sevdik bir de bülent korkmaz'ı. arif'e düzenbaz diyenlere
göz yumabilirdik ama hagi'yle kaptan'a söz edenler gözümüzden
düşerlerdi. onların özverisini örnek aldık. hagi'nin gollerden sonraki
gülümsemesi kaptan'ın sakat koluyla maça devam etmesi gözümüzün
önünden hiç gitmeyecekti.

her takımın inişleri çıkışları olur. ben galatasaray'ın iniş(ler)inde
komik duruma düştüğünü hiç görmedim gollerin zincir gibi geldiği
6-0lık maçın 5. golünde dayanamayıp kalkıp gitsem de galatasaray'dan o
maçta bile utanmadım çünkü galatasaray 6 gol yiyecek kadar kötü
değildi fener 6 tane atacak kadar iyiydi. futbolcularımızın
dövüldüğünü hiç görmedim maçlarda küfür gidince susturan abileri
gördüm. tezekler çürük yumurtalar ve sidik torbalarıyla
karşılandığımız stadtan sonra buna karşılık vermeyen taraftarı
boynunu eğmediği için küçük düşürülmeye çalışılan futbolcuları gördüm.
hagi'nin 'giderken' verdiği basın toplantısını net göremedim gözlerim
ıslaktı.

benim tuttuğum camiada taraftarların babaları kardeşleri gibi
sevdikleri en yakın dostu gibi inandıkları şeyi emanet
edebilecekleri samimiyetinden şüphe etmeyecekleri her şeyden önce
saygı duydukları futbolcular teknik direktörler yöneticiler vardı.
her maç bi umut vardı çünkü karakter vardı. her maçta galatasaray'ı
yeni baştan sevmek ona yeniden bağlanmak güzeldi.

galatasaray belki bu yıl belki seneye eninde sonunda yine şampiyon
olacak tüm diğer rakipleri gibi. o şampiyonluklar arada kalan sürede
galatasaray'a verdiğimiz emeğin karşılığı olacak hatırladınız mı
'sevgi emekti'. biz sapına kadar sübjektif sapına kadar mantıksız
sapına kadar kör sonuna kadar galatasaray'ın tarafında duracaklar
biliriz ki en güzeli galatasaray'ı üzgünken sevmektir. bir dostun en
yakınında olmak ona destek olmak derdini paylaşmak derdi azaltır
sizi gerçek dostlar yapar ya biz galatasaray bizi her gülümsettiğinde
kupaların ünvanların değil emeğimizin karşılığını almanın
mutluluğunu yaşarız. bu bizim sırrımızdır.


ALINTI
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

Eğer ;

Sarı-Kırmızı bir renk uğruna düşmüşsen dünyanın tüm yollarına ...

Bu Formayı karşılıksız sevmişsen... Annen gibi...Baban gibi...

Bu Armaya bağlıysan balın peşindeki Arı misali...

Karakışlarda terketmediysen daha da çok sarılmışsan Ona...

Hiç bir şey beklemeden koşmussan yanına..

Onbinlerin arasında tek başına kalıp zülme uğradığında bile

Asla yalnız yürütmediysen Onu..

Herkesin sustuğu rakiplerin coştuğu en ümitsiz anlarda

haykırmışsan sevgini ölümüne...

Bir pideyi bir ayranı bölüşüp hayatı paylaşmışsan tribünlerle...

Ona göre ayarladıysan evrenin tüm saatlerini...

Adamışsan ömrünü yüreğini servetini ...

Herkes aile sevgili için zevk-ü sefaya

sen en zor şartlarda Onun için cefaya gidiyorsan ...

Karanlıkta mum olmaya uğrunda erimeye hazırsan...

Onu yaşıyorsan her an...

Gurbet ellerde adı bile hasretten kalbini yakıyorsa ...

Herşey onsuz eksik herşey tatsız herşey yarım kalıyorsa...

En acı mağlubiyette gururla takıyorsan atkını...

Tarifsiz bir kederde bile inadına dalgalandırıyorsan Bayrağını...

Hezimette dahi için parçalansada

başını eğmiyorsan öne dik dimdik yürüyorsan mahallende...

Onunla gülüp Onunla ağlıyorsan...Golleri yaşamına değer katıyorsa..

Öfkelenmek sevinmek üzülmek Onunla ortaksa ;

Tek daim sevdan Oysa alnına ve kadere yazılmışcasına...

Huzur buluyorsan mutluluk duyuyorsan yanında her anında..

Yaşamın anlamı ;

Ölüm Allahın emri Senden ayrılık olmasa ; diyorsan...

Aslan gbi kükrüyorsan ırmaklar gibi coşuyorsan zaferlerinde...

Şarkılar besteler söyluyorsan çocuklar gibi her yerde...

Herkes senin bu aşkını biliyorsa...

Vazgeçmeyeceksen hiç bir şartta...

Bildiğin tüm yollar Ona çıkıyorsa...

Onsuz nefes alamıyorsan...

Sen ...

TARAFTARSIN...

Sen de bizim gibi sıradan bir

GALATASARAY lısın...
 
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

"Bu SABAH yağmur var Istanbul da....

Anne Sözü dinler gibi masum..."


Bir şarkı sözleri sözlerinın dizeleri gibi sessiz bir hüzün çökmüş üstüne bugün...

Ama bugünler geçici...

O yüzden ....

Sarı-laci siyah-beyaz bayraklar görürsen ıslak sokaklarda ...

Eğme başını kaldır kafanı dimdik yürü...

Unutma sensin bu Ülkenin bu Milletin yegane KRALI...

Bilirsin ki...

Taç bazen yere düşer onu çalan her Soytarı ;

"Taç kimdeyse Unvan ondadır" diyerek...

Kendini KRAL ilan eder...

Bazıları buna inanıp yağdanlık olup boyun eğebilir..

Ama herkes bilir ki...

Tarihin er meydanına çıkıldığında kimin Şamaroğlanı

kimin Soytarı kimin gerçek KRAL olduğu gün gibi ortaya çıkar...

Kuyumcu terazisi kadar hassastır o MEYDAN...

Senin TACIN ise doğuştandır...

Doğanın Kanunu budur...ASLAN KRAL dır...

Senin Tacın YELEndir...Ne kadar keserlerse kessinler Yeleni...

İnadına daha kuvvetli daha gür çıkar...

Kim geçerse geçsin başa senin KRALLIĞIN ASLA bitmez...

Başın dik yürü...

Çünkü SEN hayali 25 milyonların

Sahte Cumhuriyetlerin değil TÜRKİYE CUMHURİYETİnin evladısın...

SEN... Hile hurdanın yalanın dolanın büyünün Paranın

Aşireti değil ;

Sevginin Aklın Namusun Kültürün Asaletin...

İMPARATORLUĞUSUN...

SEN ... Bir Semte bir maç gününe sıkışmış değilsin her zaman

her yerde dünyanın ilelebet ortak AŞKISIN...

104 yıllık mazinle tarihi her olayda SEN varsın....

Evrendeki en büyük ARMA Aşkına TARAFTARININ tarifsiz

SEVGİSİNE ve

milyonların sonsuz SADAKATİNE sahipsin...

TAHT a kim hangi entrikayla çıkarsa çıksın senin KRALlığın

değişmez...

Yere düşsende kalkarsın yüreğinle hakkınla helalinle...

TEK BÜYÜK olsanda SEN hep efendi SEN hep mütevazi...

Elvermez Asaletin ezmezsin zayıfı garibi ....

Çünkü SEN Kötülüğün değil İYİLİĞİN Sembolüsün...

SEN günlerin değil ASIRLARIN Takımısın...

BİN YILLARA vurmuşsun sayfa sayfa Damganı

çıkaramazlar TARİHTEN tek bir satırı...

Ne eşin var geçmişte ne gelecekte benzerin herşeyin

her zaman üstündesin...

Sancağını aç döndüğünde her seferinden...

Vursun ALI üstüme...SARISI aksın yüreğime...

Şereftir Senin renginle ölmek andımdır Seni kefen diye örtmek...

Bil ki ; hep yanındayız Seni ASLA bırakmayız...

Herkesten farklıyız ...

Bu şeytani karabulutlar geldikleri gibi giderler...

Çıktıkları yere cehennemin ta dibine...

Ama o zamana kadar

Zafer bu şartlarda dik yürüyecek olanındır...

O yüzden kaldır kafanı bak ufuklara...

Çok yakında bir GÜNEŞ doğacak bu topraklara...

Yüzlere vuracak alev alev KIRMIZISI

milyonlara Işık olacak dalga dalga SARISI...

İşte O gün...

GALATASARAY diye inleyecek mahşere kadar dünyanın yarısı...
 
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

Kimisi der holiganlık..
Kimisi der fanatizm..
Kimisi der sal*klık..
Kimisi der manyaklık..


Bizler ise hemen anlatamayız bu duyguyu.. Öyle tek kelimeye sığdıramayız..
Hepimize sorulmuştur büyüklerimiz tarafından şimdi yada çok uzun zaman önce " Galatasaray sana ne kazandırıyor " diye..

Bizde " manevi huzur " demişizdir zaman zaman yada farklı tanımlarla anlatmışızdır. Biraz düşününce ne kazandırıyor diye öyle hemen pat diye bulamıyor insan. Ama bir duygu seli bu milyonların paylaştığı aşk bu.. Çok ilginç değil mi? Sizin sevgilinizi milyonlar seviyor ama siz onu diğer kişilerden kıskanmıyorsunuz. Fakat sevgilinizi bir kişi beğense hemen kıskanıveriyorsunuz. Eğer sevgilinizle yaşadığınız aşksa Galatasaray’a bağlığınız nedir diye sorarlar adama.. Demekki aşk değilmiş bu.. Nedir peki? Bir sevdamı bir aşkmı bağlılık mı.. Sizi üzdüğünde bile daha çok seviyorsunuz onu sizi kırdığında bile dahada bağlanıyorsunuz. Nasıl bir şeydir bu.. Nasıl bir sevdadır.. Sizi ağlattığında bile dahada bağlanıyorsunuz ona bir hafta sonra yeniden buluşuyorsunuz belkide 2-3 gün sonra.. Uğruna gitmediğiniz yer kalmıyor. Türkiye’nin hatta dünyanın dört bir yanında buluşuyorsunuz sevgilinizle.. O nerede siz orada gölgesi gibisiniz adeta.. Platonik bir aşk mı yoksa bu? Tek taraflı bir aşk çünkü karşı taraf sizi üzsede siz onun için gidiyorsunuz gidilmeyecek yerlere.. Gerçekten nedir bu? Aşk değil sevda değil evlilik değil.. Evet ne bu ?!

Durun ben söylüyeyim.. YAŞAM BİÇİMİ..
Evet yanlış duymadınız. Galatasaray bizim için bir yaşam biçimi.. Asla onsuz yapamıyoruz asla onun olmadığı zaman mutlu olmuyoruz. Armanın peşindeyiz adeta.. O bizi üzsede kırsada sevindirsede bir kaç gün sonra birlikteyiz yine.. O ne yaparsa yapsın onunlayız daima.. Bağlılık yemini etmişiz adeta.. Nedir bu? Aşk değil çünkü aşk olsa diğer insanlardan kıskanırız.. Hem aşklar bir süre sonra biter önemli olan sevdadır derler. Doğrudur belkide kim bilir? Yıllardır onunlayız asla kopmuyoruz ondan.. Onun uğruna kırmadığımız üzmediğimiz insan kalmıyor belkide.. Kimi zaman ailemizi kimi zaman sevgiliyi kimi zaman okulu kimi zaman arkadaşları kırıyoruz üzüyoruz onun uğruna.. Zaman zamanda ekiyoruz.. Her hafta sonu elbet bir günümüzü ona ayırıyoruz uzakta olsakta olmasakta.. Yanında olamasak bile onu düşünüyoruz hep.. Yan yana olmasak bile onunlayız her zaman.. O yanımızda olmasa bile aslında herşeyden daha yakın bize.. Hayatımızı paylaşıyoruz biz onunla adeta onsuz nefes alamıyoruz onsuz yaşayamıyoruzda. Onun en ufak üzüntüsünde kahroluyoruz en küçük güzel haberinde dünyalar bizim oluyor adeta.. Ruh gibi kan gibi damar gibi bizimle birlikte yanıbaşımızda..

Kazıdık biz onun adını Milano’da banklara Monaco’da parklara Kopenhag’ta akıllara.. Uğruna düştük km’lerce yollara.. Saltanat gibi geçti bu aşk bize babadan oğula.. Anlattık destanlarımızı kuşaktan kuşağa; Metini Hakanı Bülenti Prekaziyi Hagiyi.. En zor en sıkıntılı dönemlerde bile onun için ayağa kaldırdık dünyayı tek başımıza üstümüzde sadece sarı ve kırmızı formamızla armamızla bayrağımızla..

Tarafız tarafındayız ve sen neredeysen oradayız.. Sende biliyorsun bunu Galatasaray bizde biliyoruz.. Bu hayatı senle seninle yaşıyoruz yaşatıyoruz. Bazen ağlatsanda yinede deli gibi seviyoruz seni kopamıyoruz senden aşığız sana.. Sensiz yapamıyoruz be Galatasaray..
14 yıl kan kusturdun bizi yinede seninleydik her şartta.. Değil 14 144 sene bile olsa yine seninleyiz daima.. Gurur duyduk senelerdir seninle Galatasaraylılığımızla Sarı ve Kırmızıyla.. Ne mutlu ki bana Galatasaraylıyım ne mutlu ki bize GALATASARAYLIYIZ !!

Ah be Galatasaray; senin için ölmek ne ki; senin için yaşamak varya..

" Bir tarif yok bu sevdaya sevmek değil ibadet bu adeta.. Ne şampiyonluk umrumda ne kupa.. Şanlı Cimbom aşkın bir başka.. "
 
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

Ninnilerle değil
tezahuratlarla büyüdüm ben...
süper kahramanlarım
parçalı formalar giyerdi benim...
bir oyuncak istemedim
seni canlı görebilmeyi istediğim kadar..
hayır lunaparka değil
sami yen'e götür beni baba...
gözyaşlarım yere düştüğümden değil
kazanamadık diye bu hafta..
bana masal anlatma baba
on dört sene nasıl beklediğini anlat..
bir gece evvelden maça gidip
sabahın köründe maça girdiğini
içindeki sevginingecenin ayazında
üşümene nasıl engel olduğunu anlat..
bana öyle bir aşk anlat ki baba
ben de yüreğimden dağlanayım..
kalbime iki harf kazıyayım baba...
iki renk kazıyayım...
tek bir isim kazıyayım...
çocuk şarkı sözleriları dinletme bana baba
tribünlerde söylenen o besteyi dinlet..
söyle senden başka kimim var benim..
düşünüyorum da şimdi..
kimim var söylesene?
söylesene cimbomum
sen şampiyon olamamışsın kupaları alamamışsın
kaç yazar...
değiştirebilir mi sence bunlar sana olan sevgimi..
olur mu öyle şey..
değişebilir mi hiç...
sami yen'in önü bir uzun alan
bir tek seni sevdim gerisi yalan...
harbiden yalan cimbomum..
gerisi harbiden bir dolu yalan...

son nefese kadar turuncudan iz taşıyan tok bir sarıyla vişneye çalan koyuca bir kırmızıya bağlanmışım...
 
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

Bazen nefes almak değildir yaşamak
0nunla gülüp onunla ağlamaktır
SARI KIRMIZI olmaktır her an onu solurcasına

Bazen sevgi Anne Baba eş dost değildir
Bunlardan ötedir tutkudur renklere armaya
Ayrılmaz Parçanmışçasına

Bazen hayat her şey değildir
GALATASARAYLI olup GALATASARAYLI gibi yaşamaktır
Doğumdan ölume kalbin her çarptığında
CİMBOMBOM diye atarcasına ...


---------------------------------------------------

Giden her sevgilinin ardından hep biz olduk el sallayan.
Haykırsak duyarlar mı sesimizi?
Hangi sevdadan galip çıktık ki yürüyoruz sessiz ve kederli Nevizade geceleri.
İnletiyoruz hep çıkışında İstiklal Caddesi'ni.
Boşuna çekilmedi bunca çile içiyoruz gündüz gece.
Haykırdık ama duymadı hiçkimse peşindeyiz her yerde.
Zaten aşklar hep yalan dolan. Sonu hep acı hüsran..
Bize her sevdadan geri kalan; sadece GALATASARAY!

--------------------------------------------------------

Baze sevgi anne baba e$ dost değiLdr..onLardan ötedir.
Tutkudur renkLerden armaya .
Ayrılmaz parcanmıscasına !
Herşey bir yana Galatasaray bi yana..
İşte böyle birşey GALATASARAY GALATASARAY lı olmak ve onun askı onun askıyla yasamak x)
Mağlup olduğunda bile GALATASARAY'a daha çok bağlanmk.
Herşeye rağmensonsuza dek GALATASARAY.
 
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

Bize müziği yanlış öğrettiler…En zor olani cok sesli korodur dediler onLar 50.000 GalatasarayLıyı aynı anda görmediler...

Bize edebiyati yanlis ogrettiler…
En guzel eserler aruzla yazilir dediler…
Onlar Galatasaray siirlerini dinlemediler...

Bize Avrupa'yi yanlis ogrettiler…
Real Madrid buyuk cok buyuk dediler…
Onlar Galatasaray'i hic gormediler...

Bize efsane asklari yanlis ogrettiler…
Kerem'le Asli Ferhat'la Sirin dediler...
Onlar Galatasary askini hic bilmediler...

Bize futbolu yanlis ogrettiler
Ingiltere futbolun kalbi dediler
Onlar Leeds United’i Manchester’i Arsenal’i
Hic gormediler…

Bize bir tek seyi dogru ogrettiler..
"EN BUYUK GALATASARAY BASKA BUYUK YOK" dediler..

------------------------------------------------------

Büyüğüz Çünkü ; Heryerdeyiz...


Dünyanın en ünlü trash metal gruplarından biri olan Megadeth’in lideri ve vokalisti olan Dave Mustaine ile (İstanbul Konseri sonrası)yapılmış röportajdan alıntı:
-Mustaine:İstanbul inanılmaz bir şehir. Çok önceden Türkiye denince sadece Galatasaray aklıma geliyordu. Ama şimdi sizi daha yakından tanıyorum. Burayı hiç unutmayacağım özellikle Türk kahvesini ve tarihi eserlerini..
-Akın : Demek futbolla da ilgileniyorsunuz
-Mustaine: Elbette futbolu severim
-Akın : Galatasaray haricinde Türk futboluyla ilgili bir şey biliyor musunuz? Ya da tanıdığınız futbolcularımız var mı?
-Mustaine: Son dünya kupasında çok iyi iş başardınız. Üçüncü olmak kolay değil. Futbolunuz gerçekten çok ateşli ve de taraftarlarınız. Başka kulüp ismi bilmiyorum ama Hakan Şükür Hasan Şaş onları da tanıyorum.


Birkaç ay önce skandallar patlak vermemişken dünya kupası ve şampiyonlar ligi üzerine Corriere Della Sport’un Alessandro Del Piero ile yapılmış bir röportaj:

-CDS: Temponuz hiç düşmeyecek. Dünya kupasından sonra sırada Şampiyonlar Ligi sınavı var.
-Del Piero :Evet ama bu bizim ne kadar başarılı bir takım olduğumuzu gösterir.
-CDS: Peki bu şampiyonada hangi takımlarla karşılaşmak istemezdiniz.
-Del Piero : Real Madrid Manchester United ve Galatasaray. Stilleri ve taraftarlarıyla gerçekten rakibe şans tanımıyorlar.



Mark Viduka ile UEFA kupası elemeleri sonrası yapılmış bir röportaj:

-Nancen: Çok zor bir sınavdı ve Galatasaray’ın sizi elemesiyle büyük tepkiler aldınız.
-Viduka: Bunu basit bir işmiş gibi görmeyin. İnanın bana elimizden gelenin en iyisini yaptık ama gördük ki Galatasaray daha iyisini yapabiliyormuş
-Nancen: Bir deplasman takımı olarak sizce Ali Sami Yen’deki fark neydi?
-Viduka: Orası sanıldığı gibi çok büyük bir stadyum değil. Ama taraftarları öyle ateşli ki sanki yüzbinlerce insanın önünde oynuyormuş gibi hissediyorsunuz kendinizi ve topu ayağınıza aldığınız zaman resmen titriyorsunuz Galatasaray’ın oyun stili gerçekten kalite kokuyor.




RTL’de Milanlı futbolcu Kaka ile yapılmış bir röportaj:

-RTL: Evet Kaka Fenerbahçe’yi güzel bir oyunla yendiniz neler söyleyeceksin?
-Kaka: Evet çok zor olmadı aslında kontrollü bir yapı sergiledik sabrımızla beraber yenmeyi bildik.
-RTL: Ama ilk başlarda oldukça tutuktunuz.
-Kaka: Şunu söyleyebilirim ki Türk futbolunu Galatasaray’dan tanıyoruz Açıkçası Fenerbahçe ile karşılaşacağımızı duyunca biraz çekindim çünkü Galatasaray inanılmaz futboluyla rakibe korku yaşatan bir takım ama beklediğimiz gibi çıkmadı ve kazanmayı bildik. Teşekkürler.



Fenerbahçe’nin 2004-2005 Şampiyonlar Ligi Saraçoğlu stadyumunda Lyon’a 3-1 yenildiği maç sonrası fanatik bir Lyon taraftarıyla yapılmış röportaj(taraftar oldukça sarhoş)

-Muhabir: Çok dağıtmışsınız kendinizi
-Taraftar: Evet çok mutluyuz hadlerini bildirdik onlara. Aslında beklediğimiz bir sonuçtu. Fenerbahçe nin bir Türk takımı olduğunu duyunca çok sevindim Lyon’un onları ezip geçeceğini biliyordum.
-Muhabir: Neden?
-Taraftar: Büyütülecek bir futbolları olmadığını çok iyi biliyorum o yüzden çok endişelenmedim şahsen
-Muhabir: Ama Galatasaray da bir Türk takımı.
-Taraftar: Gerçekten mi?
-Muhabir : Evet
-Taraftar: Ooo çok özür dilerim. Ben Galatasaray’ın Türk takımı olduğunu bilmiyordum. Kimse de söylemedi.
Türklerden özür diliyorum..


Türk muhabir: İtalya sokaklarında yürürken. Fenerbahçe formalı bir kız görür ve hemen yanına yaklaşır.

-Muhabir: Merhaba Türkiyeden?
-Kız: hayır ben İtalyanım
-Muhabir:Öyle mi? İsminiz?
-Kız: Anitta
-Muhabir: Üzerinizde Fenerbahçe forması var hayranı mısınız?
-Kız: hayır Fenerbahçeyi tanımıyorum erkek arkadaşım bir Türk. Fenerbahçe fanatiği onun hediyesi bu o yüzden giyiyorum. Ben Inter fanatiğiyim
-Muhabir: Futbolla iç içesiniz yani
-Kız: Evet ben tam bir futbol delisiyim.
-Muhabir: Erkek arkadaşınız da Türk ama Türkiye futboluyla ilgili hiçbir şey bilmiyorsunuz.
-Kız: hayır ben öyle bir şey demedim. Galatasaray’ı çok iyi biliyorum gerçekten en iyilerden ayrıca Hakan Şükür… çok iyi bir futbolu var


Son olarak 2006 dünya kupasında muhabir İngiliz kıza yaklaşıyor:
-Muhabir: Neden burada dikiliyorsunuz?
-Kızın biri: Maça giremedik mecburen burada dikiliyoruz
-Öteki kız: Siz hangi ülkedensiniz?
-Muhabir: Türkiye
-Kızlar hep bir ağızdan: Vooooov. Galatasaraaaaay Hakan Şüküüüüür…
 
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

1976 yılında doğan bendeniz 6 yaşına kadar Rize’de yaşamış 6 yaşından sonra 20 yıl boyunca İstanbul’da büyüyüp serpilmişti. Şu anki kültürümün hasını haliyle İstanbul’da almıştım. Kültür meselesini geçersek 6 yaşında bir velettim. Futbol denen güzelliği ilk kez o zaman duyumsadığımı hatırlıyorum. Köye gitmiştik. Köyün ağabeylerinde gençlerinde heyecanlı bir bekleyiş vardı. İlk kez o zaman Galatasaray–Fenerbahçe diye bir şey duymuştum. Tabii daha çocuk olduğum için kafam bir türlü basmıyordu. Bunlar ne ola ki diye bön bön bakınıyordum çocuksu suratımla.
Köyde bir iki evde televizyon vardı. Bir eve topluca gitmiştik ve siyah beyaz ekrana bakınmaya başlamıştım.Koca koca adamlar beyaz bir topun peşinde koşturuyorlardı. Köyün gençlerinin tamamı Fenerbahçe midir nedir öyle okunan bir takımı tutuyorlardı. O takımın yaptığı her atakta kendilerini paralıyorlar kaçan bazı goller sonrası evin tahta döşemesini anlatılamaz bir celallenme ile yumrukluyorlardı. Çocukluğun getirdiği ruh hali ve bedenen minik oluşumuzun baktığımız her noktada bazı şeyleri devleştirmesi o anki görünümleri bana büyük bir dev aynasında sunuyordu.
Tahta döşemeyi yumruklayış celallenmeler sanki dünyanın en önemli şeyi sahneleniyormuş gibi televizyona kilitlenen bakışlar
Büyü gibi geliyordu her şey
Tüm gençler Fenerbahçe denen şey için yırtınıyordu ama siyah beyaz görüntülü televizyonda koyu renkli formayı taşıyan bir takım bana daha çekici geliyordu. Belki de o ortamda herkesin bir devi tuttuğunu hayal etmem ve devlere karşı savaşan Don Kişotu benimsememden olsa gerek ağabeylere karşı rakip takıma sempati duymaya başlıyordum. Ama bunun iç yüzünde çok farklı bir şey vardı. Bir anda gizliden gizliye oradaki haşin gençlere çaktırmadan (işin ucunda dayak yemek olabilirdi) sempati duyduğum takım Galatasaray diye isimlendirilen Don Kişot’um oluyordu.
Boşuna Don Kişot dememiştim ama!
Tüm herkes Fenerbahçe için çıldırdığına göre adı geçen Fener bir dev olmalıydı. Deve karşı savaşan takım Don Kişot olmalıydı. Ama ne hikmetse dev devliğini gösteremiyordu. Don Kişot deve karşı çok iyiydi. Daha iyi olan açık ara Don Kişottu. Anlayamamıştım gerçekten. Hanidir o maçı 2-1 Don Kişot kazanmıştı. Adeta devi pataklamıştı. Köyün gençleri sinirden ve üzüntüden kafayı yerken ben çaktırmadan içten içe seviniyordum.
Madem Don Kişottuk yel değirmenlerine hayalî saldırılarımız deplasmanda oynanan futbol tadında olacaktı.
Ben Don Kişottum.
Üzülen ağabeyler yel değirmeni.
Alın size bir mızrak darbesi!
Aklımdan geçirerek atımın üstünde onlara hamle yaptıkça yapıyordum. Gerçekliğe dökmüş olsaydım o minicik boyumla sırtıma pışpışı alabilir hatta yetmedi biraz okşanabilirdim! O yüzden aklımın içinde savaşmak zorunda kalıyordum. Hayal ederek.
Hayalperestliğimizin hayatımızın en büyük anlamlarından biri olduğu su götürmez bir gerçek. Bu hayal gücü değil miydi daha da ilerisini hayal eden ve olmayanların olunmasını sağlayan? Don Kişot hayalperestliğinin sanrılarının Galatasaray ile birebir örtüşmesi ve gelecek yıllarda hayalleri gerçekliğe dönüştürmesi ise şövalyemizi hayallerine kavuşturacaktı.
Demek ki boşuna değildi Don Kişot nitelendirmem!
Aradan biraz zaman geçmişti. Tam tarihi hatırlamıyorum. Tekrar bir Galatasaray – Fenerbahçe maçı. Gerçi Galatasaraya sempati duyuyorum ama çocuk değil miyiz? İsimlere ve takımın bütünlüğüne aşina değilim. Galatasaray’ın kalesinde acayip bir adam var. Fenerbahçeliler bile ondan bahsediyor. Felaket bir kaleciymiş. Öyle ki topu tuttuğu zaman tüm hışmıyla yere kapaklanır çimler üzerine bir dev gibi vurarak sabitlermiş. Bunu ben demiyor maçı izleyen Fenerbahçeliler diyordu.
Ama orada ufacık bir çocuk varken yapılır mıydı bu?
Çocukluğun getirdiği hayal gücü merak ve bazı şeyleri gözde büyütüş haliyle kaledeki adam için de geçerli olmaya başlamıştı. Şimdi dev gibi bir şey olduğundan bahsedilen kaleci benim gözümde sıradan bir şey olabilir miydi?
Kurtardığı her şut yükseldiği her hava topu plase vuruşlara karşılık yere kapaklanarak tuttuğu her top bahsi geçen kaleciyi gözümde insan olmaktan çıkarıyor insan ötesi bir yaratığa dönüştürüyordu. Tabii bu canavarın bir adı vardı. Ama harbi canavara benziyordu. Garip bir surat yapısı vardı çok farklı bir şeye benziyordu. Bu canavarın adı Simoviçmiş. Sonraki yıllarda onun dahilinde olduğu takımla bir çok başarıyı yaşayacaktım ama ilk tanışmam öyle olmuştu.
Ne diyorduk?
Ha evet. Fenerbahçe karşısında Simoviç’e gelen her top bir canavar tarafından yenilip yutuluyordu. Uçarak yaptığı kurtarışlar ve topu eline alıp zemine vurduğu anlar araziyi sallayan bir deprem hissi yaşatıyordu gözümde.
Ah şu çocukluk yok mu! Neler düşündürtüyordu insana. Nasıl da gözümüzde büyütürdük bir çok şeyi. Şu an tüm gerçekleri olduğu gibi algılasak bile o zamanın büyülü dünyasını özlemediğimi söylersem yalan söylemiş olurum.
Çocukluğun kendine has takipçiliği flu bir görüntüden ibaretti. Belli bir zamana kadar Galatasaray’ın maçlarını takip edişim salt futbol maçının kendisinden ibaretti. Başkanı kimdir o an ne maçı oynanıyordur oynanan maçın önemi nedir bilmiyordum. Puan cetveliymiş alınan puanlarmış lig maçı olup olmadığıymış gibi şeyleri bilmezdim bile. Sadece maça bakardım. Maçla sınırlı olmak koşuluyla kendi efsanelerimi yaratıyordum. Hal böyle olunca Simoviç’in yaptığı “bir tek enfes kurtarış” çocukluğumun efsaneler kitabına giriyor sırf o kurtarışıyla dünyanın en iyisi en iyi kalecisi en büyük canavarı diye nitelendirmemi anında sağlıyordu.
Biri o an için yanıma gelecek de canavarlık kurtarmak kalecilik konusunda başka bir ismi ortaya atacak ha? Oracıkta aklını alırdım hemencecik. O kişiyi aptallıkla suçlardım. Nasıl olur da böyle enfes bir kurtarışı göremezdi! Bu öyle bir kurtarıştı ki dünyada daha ötesi yoktu!
Ahh o çocukluğun masumiyeti…
Hayal alemliği…
Rüyaları…
Sanrıların en büyüklerini çocuk dünyamızı yaşıyorduk. Her şey toz pembe görünüyordu. Ufacık nüans parçacıklarından merakımız ve hayal gücümüzle dünyaları yaratıyorduk. Asıl gerçekleri kendi merak güdümüzle farklı anlamlara yontuyor kendi kendimize etkileniyorduk.
“Dünyaya leylekler tarafından getirildiğine inandırılmış bir çocukluktu bizimkisi”
Her çocuk gibi kendi çocukluğumuzun yeşermesiyle geleceğimize dair tohumları atıyorduk. Maradona’nın İngiltere’ye tüm futbolcuları ipe dizerek attığı gol sonrası çocuk zihnimle (yaş 10) öyle bir oyuncuyu dünyanın en iyisi yapmak doğal olsa gerek. Çünkü gerçekten büyük bir goldü. İnsanüstü bir şeydi. Kocaman insanlara şaşırtıcı gelen şoke eden bir golün o maçı canlı izleyen ufacık beni nasıl bir kılığa sokacağını o an neler hissedebileceğimi nasıl anlatabilirdim ki?
Gönül bağımın olduğu takım enfes bir gol attığında neler hissedebileceğime gelince Maradona’nın attığı golden binlerce kez daha heyecan verici ve inanılmaz gelecektir. Çocukluğumdan bu yaşıma gelene kadarki zaman dilimi içerisinde hayatımın golünün hangisinin olduğunu sorsalar hiç düşünmeden Prekazi’nin 35 metreden Monaco’ya attığı golü söylerdim. Bu gol benim için ilahi bir dokunuş gibiydi. Prekazi’nin ruhu o gol atıldığı an uçup baş ucuma konmuş başımı usulca okşamıştı. Prekazi artık benim için tanrı gibi bir şeydi.
Böyle muhteşem bir gol olabilir miydi?
Maradona kimmiş yahu?
Prekazi bu.
Tuttuğum takımın;
Oyuncusu
Beyni
Arıza serbest vuruşçusu
Sol ayaklı raketi.
Prekazi’nin gerilip topa vuruşu ve topun ağları bulması beş saniyeyi bulmamıştır ama bu o kadar basit değildi. O anı birebir canlı kanlı aynı anda bizzat yaşamıştım. Kesinlikle o kadar basit bir şey değildi. Serde çocukluğun ateşliliği var. Oynanan maçın her saniyesine adeta bir kedi gibi göz atıyoruz. İnanılmaz ince. Gözden kaçırmamacasına. Her saniyeyi büyük bir filtreden geçirerek önce gözlerimize sonra da beynimize naklediyorduk. Adeta bir peri masalı dinliyor gibiydik. Bu yüzden beş saniyelik an bana asırlar gibi gelmişti. Prekazi’nin gerildiği an gol olacağını hissetmiştim sanki. Çünkü Prekazi öyle gerilmişse o gerilmenin içinde muhakkak bir iş vardı. Sadece topun başında gerilişi bile bana saatler sürmüş gibi gelmişti. Top yere hiç temas etmeden fişek gibi giderken adeta dona kalmıştım.
Resmen Tsubasa’yı yaşamıştım!
Tsubasa’yı yaşamak diye buna denirdi!
Hani bilirsiniz şu Japon çizgi filmini. Futbol takımının kaptanı Tsubasa’nın başından geçen futbol maceraları anlatılırdı. Gol olacağı zaman top öyle gider ki asırlar geçer sanki. İki saniyelik gol anını yavaş çekimle 2-3 dakikada gösterirlerdi. Prekazi’nin golü Tsubasa golüydü benim için. O gölün Tsubasa’lığını bastıran başka dürtüler vardı. İlker Yasin’in “ve gool ve gool ve gool ve gool işte goool işte goool ağlamak istiyorum sayın seyirciler ağlamak istiyorum” diye bağırmasını beni diken diken etmesini geçtim; Prekazi’nin kendine has karizmasıyla koşarak işaret parmaklarını havaya kaldırarak sevinmesi saatlerce sürmüş gibiydi.
Çocuktum…
Savaşmış!
Açlıkmış!
Katliammış!
İnsanların ikiyüzlülüğüymüş!
Kavanoz dibi dünyaymış!
Dertler dünyasıymış!
Geçim sıkıntısıymış!
Her şeye gelen zamlarmış!
Ekmek aslanın midesindeymiş!
Umurumda mı?
Prekazi’nin gol anını yaşarken benden daha mutlu tek bir insan oğlu gösterilemezdi. Eğer işaret edecek bir parmak olursa acımaksızın kesilirdi o parmak.
Çocukluğuma daha doğrusu çocukluğum ve Galatasaray’a dair aklımda kalan en büyük hislerden biri üşüme buz kesme duygusudur. Bazen de terleme. Futbol ve Galatasaray anlamında beni en çok etkilemiş sahneler 1988 yılında cereyan ediyordu. 12-13 yaşında hasta Galatasaraylı bir çocuk olmak bu yaş kökünü o esnada yaşanmış inanılmaz bir başarı tohumlarıyla beslemek büyük bir deneyimdi. O zamanlarda izlediğim her futbol maçında özellikle Şampiyon Kulüpler Kupası maçlarında heyecanlandığım kadar heyecanlanmadım. Bu heyecana benzer bir heyecanı bir tek Arsenal ile final oynadığımızda yaşamıştım.
Bir başkaydı o zamanların futbol izlenceleri. Kolay değildi ama. Türk Futbolu net bir şekilde başarısızdı. Şerefli mağlubiyetler dönemiydi. Ülke asırlar öncesinin 3-1’lik Macaristan zaferini diline pelesenk yapmış başka bir şey ortaya koyamıyordu. Göztepe’nin Kupa Galipleri Kupası yarı final deneyimini es geçmemek lazım ama onların Galatasaray Fenerbahçe ya da Beşiktaş olmaması bu başarının az ses getirmesine neden oldu. Günümüzde fazla hatırlanmıyor bile.
Her neyse konuyu bölmeyelim. İçimdeki çocuk dışarı fırlamak için debelenip duruyor. “Anlat o heyecanı nasıl izlediğini neler duyumsadığını anlat” diyor.
Ülkemde genel durum böyleyken ben bile ufacık çocuk halimle ne kadar başarısız bir ülke olduğumuzu bilince haliyle Avrupa arenasında yapılan maçları iple çekerdim. Hem de bir hafta öncesinden. Varsayalım maça 8 gün vardır. Aklıma sürekli maça 8 gün kaldığı gelirdi. Beterin de beteri başka bir alışkanlığım vardı. Özellikle maça 2 gün kala gün olarak değil kalan saat olarak hesap tutardım. Bir çocuk düşünün! Maçın başlamasına 37 saat kala geri sayım yapan. Aradan bir saat geçince sevinçle kendi kendine 36 saat kaldığını haykıran… Sırf zaman daha çabuk geçsin diye erkenden yatağa girdiğimi sabah uyanır uyanmaz ilk işimin kaç saat kaldığını hesaplamak olduğunu hatırlıyorum. Uyku sarhoşluğu ve daha el yüz yıkamamam umurumda bile değildi.
Galatasaray’ı bu denli özümseyen bir çocuğun çocukluğunda Galatasaray’a dair yaşadıklarını daha derinden hissetmesinden daha doğal ne olabilirdi? Ama kahretsin ki maç günü geldiğinde saatler bir türlü geçmiyordu.
Tuvalete girerdim kaç saat kaldığını sorgulayıp dururdum. Keza yemek yerken öyle sınıftayken öyle ders çalışırken öyle. Önemli maç arifelerinde hayatımın merkezinde sadece Galatasaray olurdu. Hele maça 2-3 saat kalmaz mıydı? Of zaman nasıl da geçmezdi. Adeta bir kabusu yaşardım. İfade edilemez heyecanı da. Ellerim ayaklarım buz keserdi. Maç bitene kadar bedenimdeki her nokta buz gibi soğuk olurdu. Oda cehennem sıcağını andırsa bile. Isınamazdım da.
Peki bu denli bekleyiş içinde olan bir veledin özellikle Avrupa arenasında çok ama çok başarısız olduğumuz bir zamanda bu heyecanına karşılık bizzat tuttuğu takımın ilkleri gerçekleştirmesi gözlerimizle inanamayacağımız skorlara imza atmasıyla atılan her gol sonrası nasıl çıldırdığını kimler açıklayabilir? Bu heyecan silsilesi ilk olarak 1988 yılındaki Rapid Wien maçıyla başlamıştı. Gerçi Galatasaray’a aşinalığım 1986 yılı civarı başlamıştı ama tam anlamıyla özümseyişim 1988 yılına tekabül etmekteydi.
O dönemlerde Avrupa’da oynanan futbolumuzun en önemli özelliklerinden biri deplasman maçlarımızda kaleye yaslanarak doksan dakika boyunca defans yapmamız oyunu sürekli geride kabullenmemiz rakibin oynamasına izin vermemiz rakibin saldırılarında “Çanakkale Geçilmez” edasında göğüs germemizdi. Başka bir vukuatımız yoktu ki! Olayımız buydu arkadaş!
O zamanlar deplasman maçlarımız maalesef böyleydi. Kaderimize mahkummuş gibi oyunu geride kabulleniyor olmamızın üzerimde yarattığı baskıyı ifade edebilmem mümkün değildi. Rakibin her saldırısında tırnak ve tırnak etlerimi parçalamakla kalmıyor ömrümden ömür gidiyordu. “90 dakikalık salt defans” ve “rakibin oynamasını kabullenme futbolu”nu düşününce nasıl acı çektiğim azap içinde maçı izlediğim anlaşılabilir.
Ayrıca psikolojik bir unsur vardı umutlu olmamızı sağlayan. Deplasmanda atılan bir golün aslında iki golmüş gibi sayılıyor olduğunu öğrenmemle beraber deplasmanda atacağımız bir golün benim için ne kadar absürd bir duygu olduğunu hatırlıyorum. Bu adeta kendi sahamızda bir takımı beşlememiz gibi hissettiriyordu. Bu denli absürd düşünce normaldi. Diyorum ya yıllar boyu Avrupa arenasında mahkumları oynamışız fark yememeye çıkmışız. Hal böyleyken deplasmanda atılacak bir golden ötesi var mıydı?
Rapid Wien maçını izlemeye bu duygularla başlamıştım. Maç her zamanki gibi ev sahibi takımın ataklarıyla başlıyor yediğimiz her atak sonrası yüreğim ağzıma geliyordu. Kalemize çekilen her şut ceza sahamıza yapılan her orta orta sahadan kalemize yayılan her ani atak yüreğimi hoplatıyor bunları savuşturmamızla sadece birkaç saniye için oh çekiyordum. Birkaç saniye diyorum çünkü o geçen birkaç saniyenin hemen ardından bir başka atağı karşılamaya hazır oluyorduk.
İşte geçmişte böyle bir futbol anlayışı vardı. Cesaretle saldırmamız gerektiğini hiç düşünemiyorduk.
Böyle bir atılımı ve cesareti kim başlatacaktı?
Kimler?
Hangi takım?
Kim bilebilirdi ki Derwall sonrası Mustafa Denizli’nin cesaretiyle Galatasaray Futbol Takımı bünyesi içindeki tüm oyunculara atak futbol mantalitesinin adeta bir DNA etiketiymiş gibi damgalanacağını? Psikolojik desteğin verilmesi ve bazı konularda asıl sorunun kafaların içinde olduğunun lanse edilmesiyle Türk futbol tarihinin makus talihinin dönüşümüne şahitlik edecektim.
Tuttuğum takım vasıtasıyla…
Kendi çocuk aklımla makus talihimizi asıl döndüren şeyi Rapid Wien maçıyla hissetmişimdir. Daha doğrusu çocuk aklım bunun sebep olduğuna dair çocukça tılsımlar taşıyor. Yukarıda yazılan tüm hisleri o esnalarda hissetmemin psikolojik takıntısı olsa gerek.
Rapid karşısında 2-0 yenik duruma düşmüştük. Tamam bu tur gitti diye düşünmeye başlamıştım. Fakat maçın sonları yaklaşırken Büyük Savaş’ın (Savaş Demiral) topa muhteşem vurmasıyla attığı harika gol sonrası bir anda nevrim dönmüş sinirlerim boşalmış ve deli gibi bağırarak evin zeminine seri yumruklarla geçirmeye başlamıştım. İşte buydu! Bu gol ve sevinç anı o zamana kadar yaşadığım en büyük sevinç anıydı. Çok feci bağırmıştım felaket çığlıklar atmıştım. Demek ki gol sevinci böyle bir şeymiş.
Çok sevmiştim bu işi. Bağırmayı. Çevren ve komşuları umursamaksızın dilediğin gibi haykırmayı. Adeta bir ayin gibi! Biriken sinirleri boşaltmakla kalmıyor farklı bir boyuttaki dünyaya astral seyahate çıktığını hissettiriyor bambaşka bir ruh haline sokuyordu.
Tek gol sonrası tur kapılarının açılması bu gol sayesinde ikinci maçtaki 2-0’lık galibiyetimizin bize yetmesi ve hemen ardından yeni destanların yazılmaya başlaması ülkemizin şerefli mağlubiyetler makus talihinin döndüğünü düşünmem çocukluk tılsımımın bir parçasıydı.
Sonuçta bu başarıları tuttuğum takım sağlıyordu ve gelecek zamanda bu tür başarıları doğal bir hale getirecekti. Ülkenin beklentilerini yükseltecek geçilen bir iki tura bile başarısızlık gözüyle bakılacaktı. Mesela Şampiyonlar Ligi’nde elde edilmiş bir çeyrek final şaşırtıcı bir başarı olmayacaktı. Zaten mevcut olan başarının egale edilmesi olacaktı. Keza yarı finalde oynamak da öyle. Bundan sonra Türk takımları için en büyük hedef Şampiyon Kulüpler Kupası’nı almak olmalıydı
O zamanlardan aklımda kalan bazı şeyler var. Galatasaray 1988 yılındaki Şampiyon Kulüpler Kupası maçlarında ne zaman tur atlamışsa maçtan hemen sonra oynadığı lig maçlarında adeta şov yapmıştır. Futbolcularımızın duruşlarında bile inanılmaz bir değişim olmuştur. Misal Neuchatel Xamax rövanş maçını 5-0 kazandıktan sonra oynadığımız lig maçında Prekazi oldukça havalı imajı başına taktığı bandanası ile dikkatleri çekmişti.
Tabii Prekazi gözümde bir ilahtı. Futbol yönüyle idolümdü. O esnalarda oynadığım top Prekazi gibiydi. Fişek gibi frikik kullanır adrese teslim ortalar yapar aynı zamanda bol bol gol atardım. Fakat Prekazi’den tek farkım ondan daha fazla koşuyor olmamdı. Onun gibi solak olmam diğer dikkat çekici unsurdu. Şimdi bu denli gözümde büyüttüğüm bir futbolcunun geçilen turlar sonrasında takındığı imajlar onu gözümde her geçen zaman büyütüyor iyice farklılaştırıyordu. Arkasından bıraktığı o güzelim saçları bileklerine kadar indirilmiş çoraplarıyla benim için ayrı bir yere koyulması gereken karizma abidesiydi.
5-0’lık Neuchatel maçının oynandığı gün hayatımın en dikkat çekici ve hala ilk günkü gibi hatırladığım anlarından biridir. Rövanş maçı televizyondan verilmiyordu. Sadece radyodan takip edilecekti. Maç oynandığı sırada okuldaydım. Radyodan dinleyebilme imkanımız yoktu. O zamanlar cep telefonu ne arar!
Müdür yardımcısının verdiği dersteydik. Kendisi çok sert disiplinli ve otoriter bir hoca olmasıyla tanınıyordu. Derste bir ara çekti gitti. Hemen sonra geri geldi. “Çocuklar Galatasaray 3-0 öndeymiş” dedi. Bir anda havalara sıçramıştık. İlk maçta 3-0 yenilmiştik ve bu skorla resmen maçı döndürmüştük. Otoriter ve sert saydığımız hoca bir anda ders vermeyi bıraktı. Ders boş geçmeye başlamıştı. Skorun 5-0 olduğunu duyduğumuzda ise kocaman okulda yer yerinden oynuyordu.
O zamanlar günümüzdeki düşmanlık yoktu. Çünkü gerçek gazetecilik vardı. Futbol ülkemizde endüstrileşmemişti. Para basmıyordu. Futbolun içinde fazla para dönmüyordu. Az para ama çok erdem vardı. Bu durum taraftar profiline de yansıyordu. Fenerlisi Beşiktaşlısı herkes okulu sevinçleriyle sallıyordu.
Maçın 5-0 bittiğini öğrendikten sonra sınıftan nasıl çıktım eve nasıl gittim anlatamam! Kalbim duracak gibiydi. Eve doğru gidiyor yolda yürüyordum. Çevreme bakıyordum. Gördüğüm manzaralar şu ağaç şu evle şu futbol sahası her gün her zaman bakındığım ve ortasından yürüdüğüm çevreye aitti. Ama bana daha önce hiç bu kadar güzel görünmemişti. Havaya bakıyordum. Bir başka görünüyordu gözüme.
Galatasaray’a duyduğum sevgi Galatasaraylılığım bana öyle mutluluklar veriyordu ki baktığım her noktada güzellikleri buluyordum. Hayat hiç bu kadar güzel olmamıştı. Çocuk dünyam tamamen gökkuşağı renklerinden ibaretti. Bu Galatasaraylılığımın bana yaptığı en büyük iyiliklerden biriydi.
Eve gittikten sonra yemeğimi yemiş Neuchatel maçının TRT’de banttan gösterileceğini öğrenmiştim. Aldık mı başa bela! İşin yoksa 1-2 saatin geçmesini bekle. Maçın skorunu biliyorum ama izlemeliyim. Bir an önce başlamalı! 90 dakikanın her saniyesini her karesini belleklerime kaydetmeli her anını bir nefes gibi gözlerime çekmeliyim. Son 1 saat kaldığında 59’dan başladım tek tek geriye sayarak 60 dakikayı sonlandırmıştım. Sanki maç hiç oynanmamış da o an canlı oynanıyormuş gibi heyecanlıydım. Ellerim buz kesilmiş ayaklarım Antarktika zeminine dönüşmüştü. Ayaklarımı hissetmiyordum. Hele golleri gördükten sonra çıldırmıştım. O golleri fırından yeni çıkmış üzerinden duman çıkan tazecik ekmeklermiş gibi sanki goller o anda tazecik atılmış gibi havaya zıplıyor ve deliler gibi bağırıyordum. Muhteşem gollerdi. İnanılmaz gollerdi. Adeta kendimi kaybediyordum.
Bu Galatasaray dünyanın en büyük takımıydı o an için gözümde…
Oynanan futbol ve atılan golleri gördükten sonra kimse bunun aksini söyleyemezdi. O maçta giydikleri beyaz formadan o kadar çok etkilenmiştim ki içindeki futbolcularımızın her birini dünya çapında futbolcularmış gibi hissetmiştim. Formanın verdiği karizma elde edilen sonuç futbolcuların ortaya koyduğu futbol ve atılan golleri bir potada eritip ufaltıp ayna tozuna dönüştürüp vücuda getirdiğimizde benim gözlerime üflenen ayna parçacıkları bana hayaller alemini sunuyor ayna parçacıklarını soluyarak hayallerimin içinde uçuyordum. O zaman Galatasaray’ın bana verdiği hisler anlatılamaz hayaller alemiydi. Tıpkı bir rüyada yaşıyormuşsun gibi.

Fakat gerçekti…
Bir rüya değildi…


--------------------------------------------------------------

Şereftir Seni Sevmek
Senle Ağlayıp Gülmek
Galatasaray Sevgisi
Sürecek Sonsuza Dek

Yetmiyor ki statlar
Kalbimiz senle çarpar
Layıksın bu sevgiye
Şanlı Galatasaray

Nasıl ki bu Milletin
Tacıdır yıldızla ay
Yüksel ta arşa kadar
Şanlı Galatasaray
 
Son düzenleme:
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

GS sözlükten 'Galatasaraylı Olmak'

"galatasaraylı olmak üç kuruş için ezeli rakibe transfer olmak değildir takımın uğrunu açlıktan ölebilmektir." diye en güzel şekilde özetlemeiştir tacsız kralımız...

rahmetli taçsız kral metin oktayın dediği gibi

"bence galatasaraylılık din gibi mezhep gibi yerleşmiş köklü bir inançtır. galatasaray işte bunun için tercih edilir ve galatasaraylılığımla her zaman gurur duyarım"

hayata karşı dimdik durmak ve inadına dimdik yürümektir..

şampiyonlar ligi kurasında ac milan çıktığında "gel gel yanıma keklik" türküsünü söylemektir.

afrika'nın ucube bir şehrinde üzerinde hagi formasıyla gezen siyahi bir genci görünce gözleri yaşarmaktır

metin olmaktır. karıncaezmez olmaktır. alpaslan dikmen olmaktır. hayatla aslan gibi savaşıp yiğitçe gitmektir.armanınpeşindeyiz

ali sami yen bey'in yolundan gitmektir metin oktaya hayran olmaktır hayatın boyunca idol olarak karıncaezmaz şevki yi seçmektir istanbulun fethinde bile aklına kopenhag ve fatih terimin in gelmesidir halı sahada olurda gol atarsan iki elini göğe açıp hakan şükür ü taklit etmektir arda turan ı kendi özkardeşi gibi görmektir hayatı boyunca klasik giyimi seven ağırbaşlı bir erkek de olsan ışıl alben t-shirtünü gururla üstüne giyip dolaşmaktır herhangi bir tvde bayrak kelimesi geçse aklına sounness ın gelmesidir bilardo oynarken düz yerine parçalı topları almak istemektir aşık olmaktır sarı ve kırmızıya her yıl 17 mayısta trt 3ü açmaktır ömrünü hep gururlu geçirmektir ve en önemlisi bir insanoğlunun sahip olabileceği en büyük ayrıcalıktır..
 
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

GALATASARAY TÜRKİYEDİR


brezilya'da bir mağaza

burasbrezilya.jpg


gambiya'da bir büfe

burasgambiya.jpg


japonya'da bir ev

burasjaponya.jpg


rusya'da bir maç

burasrusya.jpg


tunus'da bir maç

burastunus.jpg


vietnamlı bir genç

burasvietnam.jpg


adac dergisi 2006 mayıs sayısından

adacmays2006.jpg
 
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

35d0vhu.gif


Duygularım seninle çoşuyor


aubbc9.jpg



Ormandaki bir gece gibi



2zombky.jpg




Sonbahardaki dağlar gibi



2wqgbgz.jpg




Yağmurda yürümek gibi



1hzgg6.jpg




Çöldeki fırtına gibi




16lijhg.jpg





Uykudaki mavi okyanus gibi



zvbm8z.jpg




Duygularım seninle çoşuyor



2wr3rme.jpg




Gel yine coştur onu




2mzegb9.jpg




. . .



Bırak seni seveyim

Sana hayatımı vereyim





Gülümsemende kaybolayım

Bırak kollarında öleyim





Yanında uzanayım bırak

Bırak hep seninle olayım





Bırak seni seveyim

Yeter ki seni seveyim

Sana hayatımı vereyim
Bırak seni seveyim







Yeter ki seni seveyim




. . .



Duygularım seninle coşuyor



35m1m3l.jpg




Gel yine coştur onu



33dxxrd.jpg
 
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

ic21iu.jpg


Milyonlarca Taraftarın Yanyana

t0q692.jpg


Bağırıyorlar Hep Beraber Kolkola

10z6cu1.jpg


Adınla..

xf7mtw.gif


Takımınla..

14cb0u8.jpg


Taraftarınla..

24o85mt.jpg


*
*
*

En büyük " Sen"sin
CİMBOMBOM
!
 
---> ♥ Galatasaray Sevgisi ♥

Taçsız Kral Metin Oktay


10h5avt.jpg



Tek aşkıydı galatasaray


2q2ny1i.jpg



Senin gibi Cimbomluyu


ndjvxy.jpg



Unutur mu bu taraftar?


35a5eh1.jpg
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst