meridyen2
Kayıtlı Üye
Gaflet Perdesinin Kalkması İçin Yüce Allah Toprak Altı Mahallesini Her Gün Daha da Genişletir
İnsan neden son derece korunmaya muhtaç bir bedene sahiptir?
Mikroskopla görülebilecek kadar küçük bakteriler, virüsler insana niçin zarar verebilmektedir?
İnsan neden yaşamı boyunca sürekli bedenini temizlemek, ona bakım yapmak zorundadır?
İnsan bedeninin zaman ilerledikçe yıpranması ve yaşlanmasının hikmeti nedir?
Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allahın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34) ayetinde haber verildiği gibi Yüce Allah insana pek çok nimet verir. Görme - işitme duyuları, ışık, elektrik, yiyecek, hava, su...
Ayette hatırlatıldığı gibi bir genelleme yapılarak veya gruplara ayrılarak sayılmaya kalkılsa bile insanın nimetleri sayıp bitirmeye ömrü yetmez. Kendisine türlü nimetler sunulmasına rağmen bazı insanlar yine ayette hatırlatıldığı gibi tüm bu nimetlere karşı gafil ve ilgisizdir. Oysaki insan gerçekte beyninin içerisinde, mercimek kadar küçük bir yerde, Allahın sunduğu bu nimetleri ve görüntüleri algılar. Allah sürekli olarak sesi, görüntüyü, temiz havayı, araba seslerini, sokaktaki satıcıları, gezinen insanları, evimizdeki eşyaları, arabaları ve bunları algılayacak hisleri kısacası herşeyi yaratır ve beynin içinde küçücük yerde bunları insanlara an an yaşatır.
Yüce Allahın insanın beyninde yarattığı bu görüntü tıpkı filmlerde oluşturulan doğal sahnelere benzetilebilir. Yüce Allah dünyada insanlara kendi hayatlarıyla ilgili bir film gösterir. Fakat gaflet içinde kalmaya kararlı olan bazı insanlar bunların beyinlerinde oluşan bir dünyaya ait olduğunu düşünmek istemezler. Bu insanların gaflet perdesini kaldırmak ve onları düşünmeye yöneltmek için Allah sürekli olarak insanlara sıkıntılar, belalar, hastalıklar verir. Ölümü yaratması ve her gün çıkan ölüm haberleri de insanların gaflet uykusundan uyanmaları ve gerçek yurdun ahiret olduğunu hatırlamaları için özel olarak yaratılır.
Allah İnsanları Düşünmeleri İçin Acz İçinde Yaratmıştır
Çoğu insanın dünya hayatı boyunca karşılaştığı hastalık, bakım ihtiyacı, temizlenme, yaşlanma gibi doğal sandığı şeyler aslında insana acizliğini hatırlatmak için özel olarak yaratılmıştır. Bu gerçeğe Nisa Suresinin 28. ayetinde ...İnsan zayıf olarak yaratılmıştır hükmüyle dikkat çekilir. Elbette bu zayıf yaratılışın hikmeti insanın bir kul olarak Yüce Allah karşısındaki acizliğini anlaması ve dünyanın geçici bir mekan olduğunu fark etmesidir.
İnsanlar Yüce Allahın Yarattığı Canlılardan Farklı Olarak Sürekli Kendilerine Bakım Yapmak Zorundadırlar
Yüce Allahın insanlarda yarattığı pek çok fiziksel zayıflık vardır. Öncelikle insan hem bedenini hem de çevresini temiz tutmak, onlara çok özenli bakım yapmak zorundadır. Bu bakım için ayırdığı vakit, hayatının oldukça büyük bir bölümünü kapsar. Banyo yaparken, tıraş olurken, el, ayak, saç, cilt vs. bakımı ile ilgilenirken insanların harcadıkları zamanı gözler önüne seren anketlere sık sık rastlanır. Bu tip bilgileri ilk duyduğunda insan şaşırmaktan kendini alamaz, çünkü birçok kişi ömrünün oldukça uzun bir zamanını böyle sıradan işler için harcadığını belki de hiç düşünmemiştir.
Sabah ilk uyandığı andan gece uyuyana kadar bir insanın uygulamak zorunda olduğu bakım çok sayıda detayı içerir. Uykudan uyanıp gözünü açtığı andan itibaren ilk gideceği yer banyodur. Çünkü uyuduğu süre boyunca ağzının içinde çoğalan bakteriler sebebiyle, hoş olmayan bir tat ve koku oluşmuştur ve dişlerini fırçalaması kaçınılmazdır. İnsanın güne başlayabilmesi için gereken işlemler bununla sınırlı değildir. Elini, yüzünü yıkaması da zorunludur. Ancak sadece bu uzuvlarını yıkaması da yetmeyecektir. Bir önceki gün ve gece boyunca vücudunda ve cilt yüzeyinde pek çok işlem gerçekleşmiştir. Örneğin, saçları ve yüzü yağlanmış, saçında kepek oluşmuş, vücudu terlemiştir. Bütün bu istenmeyen koşullardan kurtulmanın tek çaresi ise banyo yapmaktır. Bunu yapmadığı takdirde kirli saçları, terlemiş vücuduyla insanların arasına girmesi pek hoş olmayacaktır. Üstelik insanın sadece kendisini temizlemesi de yetmez, her gün giysilerini de sık sık değiştirmesi ve temizlemesi gerekir.
İnsanın kendine bakım yapabilmesi için gerekli temizliğin sağlanmasında kullanılacak malzemeler de çoktur. Bu insanın bedeninin acizliğini göstermesi açısından oldukça düşündürücüdür. Örneğin, temizlik için su ve sabunun yanında ek malzemelere de ihtiyaç vardır. Çünkü cilt üzerindeki ölü deri tabakasını temizlemek gerekir. Oysa bir böceğin böyle sorunları ve temizlenmek için kullandığı temizlik malzemeleri yoktur. Dikkat edilirse bütün böcekler, karıncalar sanki üzerlerine vernik sürülmüş gibi pırıl pırıl parlarlar. Kelebekler, tavuskuşları, sülünler gözleri, kuyrukları birbiri ile uyumlu renklerle muhteşem derecede süslenmişlerdir. Hiçbir hayvan dişlerini fırçalamaz, diş doktoruna gitmez, ama hepsinin dişleri bembeyaz ve sapasağlamdır. Hayvanların hiçbiri sabah uyandıklarında ellerini yüzlerini yıkamaz ya da yıkanmazlar. Elleri ile yüzlerini birkaç kez silmeleri temizlenmeleri için yeterlidir. Eğer Allah dileseydi hayvanların sahip oldukları bu özelliklerin tümüne insan da sahip olabilirdi. Her insan bir gül kadar güzel kokulu ve tertemiz olabilirdi. Ama insanı tüm acizlikleriyle beraber yaratan Allah bunu belli bir hikmet üzerine yapmıştır. Bu gibi örneklerle, Yüce Rabbimiz Allahın karşısındaki acizliğini gören insan, Onun kendisini davet ettiği yola uymalı, geçici ve eksik olan bu dünyaya bağlanmamalı, sonsuz bir yurt olan ahiret için hazırlık yapmalıdır.
Hastalıklar, Hastaneler ve Doktorların Sayısının Fazla Olması Özel Bir Hikmet Nedeniyledir
İnsana acizliğini hatırlatan olaylardan biri de hastalıklardır. Son derece iyi korunmuş olan bedenimiz, gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüsten veya mikroptan ciddi şekilde etkilenebilir. Biraz düşünüldüğünde aslında bedenin güçsüz düşmesinin makul olmadığı fark edilebilir. Çünkü Allah insan vücudunu son derece kusursuz sistemlere sahip olarak yaratmıştır. Özellikle de insanın savunma sistemi, düşmanlarına karşı son derece güçlü bir ordu olarak nitelendirilebilir. Ama insanlar tüm bunlara rağmen sık sık hastalanırlar. Bu nedenle sürekli olarak hastaneye giderler. Bütün hastaneler hasta insanlarla doludur. Bütün semtlerde doktor muayenehaneleri sıralanmıştır. Evlerde ilaç dolaplarının içi çeşitli hastalıklara karşı kullanılan ilaçlarla doludur. Sağlıklı insan sayısı çok azdır, pek çok insan işitme cihazı, lens, gözlük, takma diş gibi tıbbi malzemeler yardımıyla günlük yaşamını sürdürebilir. Oysa Allah dileseydi insan hiçbir zaman hasta olmayabilirdi. Virüsler, mikroplar, bakteriler onu hiç etkilemezdi. Ya da bu özel yaratılmış küçük düşmanlar hiç var olmayabilir, kolesterol, kalp krizi, tansiyon ve kanser hiç bilinmeyebilir, hiçbir tıbbi araca gerek duymadan sağlıklı işitilebilir ve görülebilirdi. Yüce Allah tüm bu eksiklikleri insanların düşünmesi için özel olarak yaratır.
İnsan Birkaç On Yıl İçinde Yaşlanır
Yüce Allah insanların gözündeki gaflet perdesini kaldırmak için zamanın yıpratıcı etkisini herşeyde gözle görülür biçimde hissettirir. En son model bir araba birkaç sene içinde çizilir, arızalanır ve kaçınılmaz olarak eskir. Çok beğenilen bir ev, 5-10 sene sonra (eğer bakım yapılmazsa) boyaları dökülmüş, eski görünümlü bir hale dönüşür. Ancak tüm bunların yanında en büyük yıpranmaya insan kendi bedeninde şahit olur. Geçen yıllarla birlikte insanın çok değer verdiği bedeni, geri dönülemez bir biçimde hasar görür. Örneğin 19- 20 yaşlarında çok güzel olan hanımlar veya yakışıklı olan erkekler 25 yaşından sonra yavaş yavaş değişmeye başlar. Önce ellerinin kemik yapısı değişir, kemikler yavaş yavaş belirmeye başlar. Otuzlu yaşlarda cilt yavaş yavaş kırışmaya başlar, yaş ilerledikçe saçlarda beyazlıklar oluşur. Damar yapısı bozulur, hastalıklar daha sıklaşmaya başlar. Eklem hastalıkları, romatizmal hastalıklar, iç hastalıkları, ur tarzı hastalıklar daha hız kazanır. Sonuçta otuz yaşına gelen bir insanın ömrü, ortalama dört tane on sene içinde biter. İnsanın belirli bir zaman süreci içinde geçirdiği bu değişiklik Kuranda şöyle bildirilmiştir:
Allah sizi bir zaftan yarattı, sonra (bu) zafın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir zaf ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç yetirendir. (Rum Suresi, 54)
Bu süreç, şüphesiz gelişigüzel oluşmuş değildir. Allah dileseydi insanı ölene kadar genç yaşatır, vücudunda hiçbir eksiklik ya da hastalık yaratmazdı. Ama Allah yaşlılık döneminde insanda fiziksel birtakım eksiklikler yaratarak, gaflet perdesinin kalkması gerektiğini bir kez daha hatırlatır.
Allah, Düşünmemiz için, Ölümle Birlikte Çok Feci Bir Son Meydana Getirir
Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz (Ankebut Suresi, 57) ayetinde Yüce Allah geçici olan bu dünyanın bir gün ölümle son bulacağını çok açık bir biçimde bildirir. Yüce Allahın bu kanunu şu ana kadar yaşamış, şu anda yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan her insan için istisnasız olarak gerçekleşecektir. Ancak bu kesin gerçeğe rağmen insanlar her nedense kendilerini bu sondan uzak görmektedirler. Ölümü kendilerinden uzak gören, eğlence mekanlarında sınırsızca taşkınlık yapan, çok zengin olan insanlar, iş sahipleri, neşeyle gülümseyerek fotoğraf çektiren, profesörler, doktorlar, ünlü sanatçılar Yüce Allahın dilediği zamanda ölürler ve toprağın altındaki simsiyah karanlığa, tek başlarına gömülürler.
Ölen kişiler gittikleri yerde yalnız değildir. Yaklaşık bir buçuk metre bitişiğinde bir komşusu daha vardır. Onun yanında bir başkası, onun yanında bir başkası... Fakat genişçe yer kaplayan bu yerde yani mezarlıkta, hiçbiri kıpırdayamaz. Nefes alınamayacak kadar kötü bir koku hakimdir. Kimse birbirini ziyaret edemez, kimse konuşamaz, yemek yoktur. Sadece yiyecek olarak toprak vardır, etrafta seyredecekleri tek şey simsiyah karanlıktır ve her gün yeni kişilerin eklenmesiyle genişleyen bu toprak altı mahallesinde bedenleri de sürekli olarak parçalanır.
Yüce Allah insanın ölümünde meydana gelen bu görüntüyü gafletten uyandırmak için dehşet verici olarak yaratmıştır. Bir ölünün kokusu dünyadaki en kötü kokudur. Toprak altında bulunduğu yer ve kişinin görüntüsü de en dehşet verici görüntülerden biridir. Çünkü gözleri dışarı fırlamış, bağırsak muhtevası basıncın etkisiyle ağzından çıkmış, gözler jöle gibi akmış, saçları toprak altında kalmaktan keçe gibi, çok kirli bir yün parçası haline dönüşmüştür. En dehşetli kısmı ise ben dediği bedeninde her gün etlerinin ve bütün kemiklerinin dökülmesidir. Üstelik bu değişim ve bozulma çok kısa sürede gerçekleşir. Toprak altında bu parçalanma ve bozulma olurken toprağın üstünde insanlar eğlenmeye, para kazanmaya, şöhret olmak için uğraşmaya, evlenmeye, üniversiteye gitmeye, çocuk sahibi olmaya kısacası hırsla dünyaya bağlanmaya ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ederler. İçlerinden biri öldüğünde cenazeye gidip kısa bir süre ölümü gündemde tuttuktan sonra hemen unutma eğilimine girerler. Oysa bütün ölenlerin hatırlanması, ibret alınması ve dünyanın geçiciliğinin anlaşılması gerekir.
Ölüm, tanıdıklardan birinin toprak altına girmesi ile yeniden hatırlanır. Toprak altı mahallesi sürekli olarak genişlerken bir kısım bazı insanlar bir gün kendilerinin de bu mahalleye dahil olacaklarını unutarak gafilce yaşamlarını sürdürürler.
Bilinmelidir ki insan bu dünyaya yalın bir şekilde gelmiştir ve yine yalın bir şekilde gidecektir. Ama bazı insanlar doğduktan hemen sonra, ihtiyaçlarını gidermek için kendilerine sunulan nimetleri cahilce sıkı sıkıya sahiplenir; onları elde tutmayı hayatlarının en önemli amacı haline getirirler. Oysa hiç kimse malını, mülkünü ya da sahip olduğu hiçbir şeyi öldükten sonra yanına alamaz. Sonuçta beden, birkaç metrelik beyaz beze sarılıp defnedilir. İnsan, bu kısa dünyaya geldiği gibi tek başına ve hiçbir şeysiz olarak dünyadan ayrılır. Kendisiyle birlikte ahirete varan tek şey ise Yüce Allahın rızasını kazanmak için yaptıklarıdır.
Bazı İnsanların En Büyük Sorunu Kendilerini Dünyaya Kaptırmalarıdır
Bazı insanların gaflete kapılmalarının en büyük nedeni hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmalarıdır. Bu gerçek Kuranda şu şekilde bildirilmiştir:
De ki: Eğer Allah Katında ahiret yurdu, başka insanların değil de, yalnızca sizin ise, doğru sözlüyseniz, öyleyse hemen ölümü dileyin. Oysa onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden dolayı onu hiçbir zaman kesin olarak dilemeyeceklerdir. Allah, zalimleri bilendir. Andolsun, onları hayata karşı insanlardan ve şirk koşanlardan daha ihtiraslı bulursun. Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azabtan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir. (Bakara Suresi, 94-96)
Ayette bildirildiği üzere dünyada yaşam bin yıl devam etse bile bir sonu olduğu için insanın kendini dünyaya bağlaması akılcı bir hareket değildir. Bugün için bazı insanların en büyük sorunu budur. Ömürleri, oyalanmalarla, dünyanın ne kadar kısa ve geçici olduğunu düşünmeden geçen bu tür insanlar ahirette, dünya hayatının sadece bir rüya gibi çok kısa sürdüğünü, kesin olarak anlarlar.
Bu nedenle dünyayı, asıl yurdumuz olan ahirete gitmek için bir bekleme salonu olarak düşünmek gerekir. Bir bekleme salonundaki eşyaların ve orada yaşanan olayların, kişiyi ilgilendirmeyeceği açıktır. Hiçbir yolcu, bekleme salonunda uzun bir süre kalacakmış gibi oraya yerleşip, bütün planlarını bu bekleme salonuna göre yapmaz. Bu nedenle herkesin Allaha kul olmak için gayret etmesi, Onun rızasını kazanmak için çaba sarf etmesi gaflet perdesini tamamen kaldırır. Yüce Allah Kuranda dünyanın geçiciliğini bildirerek kullarını şöyle uyarır:
İnkâr edenler ise, onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allahı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
Sayın Adnan Oktar Anlatıyor:
Toprak Altı Mahallesinde Herkes Birbirine Komşu Ama Kimse Birbirini Ziyaret Edemiyor
İnsan zaten zayıf bir varlık. Müslümanların, mutlu ve güzel olarak, Allaha kul olmak için gayret etmesi lazım. Birbirlerini koruyup, kollamaları lazım. Hayatın kısa olduğunu görüp, birbirlerini sevmeleri lazım. Mesela sosyetedeki gençlere bakıyorum, kakara kikiri eğleniyorlar. Ya bir trafik kazasıyla ya herhangi bir şeyle gençken ölüyorlar. Diskoda oynayan arkadaşları yine devam ediyor. Ama o, mezarın altında, simsiyah karanlıkta, tek başına duruyor. Mezarlıkta bir arkadaşı daha var, komşusu. Yaklaşık bir buçuk metre bitişiğinde komşusu. Ama o da kıpırdayamıyor. O da toprağın içinde, simsiyah karanlığın. Biraz daha ileride bir komşusu daha var, o da kıpırdayamıyor. Orada büyük bir mahalle oluşturmuşlar ama hiç kimse toprağın altından çıkamıyor ve hepsi berbat bir kokunun olduğu bir ortamda nefes alamayacakları bir ortamda simsiyah karanlığı seyrederek, yüzyıllarca toprağın altında bekliyorlar. Mesela milyoner, katrilyoner fabrikatör falan bey, tesisleri kurmuş, imkanları kurmuş, kendisi toprağın altında. Orada geniş mahalle arkadaşlarıyla beraber, hep beraberler. Bitişiğinde, bilmem ne profesörü bilmem kim, öteki tarafta hakim bilmem ne, öteki tarafında, ünlü bilmem ne ailesi. Ben geçerken bakıyorum, aile mezarlıkları var. Herkes birbirine orada komşu. Ama kimse birbirine gidemiyor, kimse konuşamıyor, kimse nefes alamıyor, yemek de yiyemiyorlar. Seyrettikleri görüntü siyah, sadece karanlığı görebiliyorlar. Nefes aldıkları koku, dünyanın en iğrenç kokusu. Yiyecekleri ancak toprak yiyebilirler başka bir şey yiyemezler. Sürekli etleri parçalanıyor, kemikleri parçalanıyor. Böyle bir hayat. Öbür tarafta da stereo müzik devam ediyor. Arkadaşları samba yapıp, oynamaya devam ediyorlar.
Viskiler havalarda uçuşuyor, şampanya patlatıyorlar köpükleri üstüne başına, birbirinin üstlerini başlarını batırıyorlar. Değil mi? Kıyafetleriyle birbirlerine hava atıyorlar. İşte benimki şu, benimkisi bu falan diyerekten. Halbuki daha dün o ekipte olan adam, toprağın altında duruyor. Üç gün sonra yine onların yanında hava atanlardan bir tanesi onların yanına gidiyor, komşuları o da toprağın altına giriyor. Mahalle genişliyor gittikçe. Toprak altı mahallesi genişliyor. Ama adamlar yine umursamıyorlar. Yani Allah o kadar çok düşünecekleri şey veriyor ki. Mesela sabah kalkıyor perişan vaziyette. Saç sakal, üstü başı birbirine karışmış. Elini yüzünü yıkıyor, banyo yapıyor, uğraşıyor, kendisine şekil veriyor. Sokağa güler yüzle çıkıyor. İlaçlarını alıyor. Millet de zannediyor ki, çelik gibi bir şey. Halbuki değil. Yani insanlar acz içinde, bunu görmezden geliyorlar. Fakat bunları zaman zaman anlatmak, düşündürtmek önemlidir yani Kuranın hükmüdür. Peygamberimiz (s.a.v.) de söylüyor; Ölümü çok anın diyor. Ölümü anmayan insanlarda, olgunluk oluşmuyor. Yani yarı deli gibi olur insan. Yani dengesi bozulur. Allahı düşünmediğinde, dini düşünmediğinde, Kuran hakikatlerini düşünmediğinde, dengesi bozulur. (Sayın Adnan Oktarın 13 Mayıs 2011 tarihli saat 11:00deki A9 TV röportajından)
(makale harun yahya)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 86. sayı (Ağustos 2011) 34. sayfada yayınlanmıştır.
İnsan neden son derece korunmaya muhtaç bir bedene sahiptir?
Mikroskopla görülebilecek kadar küçük bakteriler, virüsler insana niçin zarar verebilmektedir?
İnsan neden yaşamı boyunca sürekli bedenini temizlemek, ona bakım yapmak zorundadır?
İnsan bedeninin zaman ilerledikçe yıpranması ve yaşlanmasının hikmeti nedir?
Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allahın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34) ayetinde haber verildiği gibi Yüce Allah insana pek çok nimet verir. Görme - işitme duyuları, ışık, elektrik, yiyecek, hava, su...
Ayette hatırlatıldığı gibi bir genelleme yapılarak veya gruplara ayrılarak sayılmaya kalkılsa bile insanın nimetleri sayıp bitirmeye ömrü yetmez. Kendisine türlü nimetler sunulmasına rağmen bazı insanlar yine ayette hatırlatıldığı gibi tüm bu nimetlere karşı gafil ve ilgisizdir. Oysaki insan gerçekte beyninin içerisinde, mercimek kadar küçük bir yerde, Allahın sunduğu bu nimetleri ve görüntüleri algılar. Allah sürekli olarak sesi, görüntüyü, temiz havayı, araba seslerini, sokaktaki satıcıları, gezinen insanları, evimizdeki eşyaları, arabaları ve bunları algılayacak hisleri kısacası herşeyi yaratır ve beynin içinde küçücük yerde bunları insanlara an an yaşatır.
Yüce Allahın insanın beyninde yarattığı bu görüntü tıpkı filmlerde oluşturulan doğal sahnelere benzetilebilir. Yüce Allah dünyada insanlara kendi hayatlarıyla ilgili bir film gösterir. Fakat gaflet içinde kalmaya kararlı olan bazı insanlar bunların beyinlerinde oluşan bir dünyaya ait olduğunu düşünmek istemezler. Bu insanların gaflet perdesini kaldırmak ve onları düşünmeye yöneltmek için Allah sürekli olarak insanlara sıkıntılar, belalar, hastalıklar verir. Ölümü yaratması ve her gün çıkan ölüm haberleri de insanların gaflet uykusundan uyanmaları ve gerçek yurdun ahiret olduğunu hatırlamaları için özel olarak yaratılır.
Allah İnsanları Düşünmeleri İçin Acz İçinde Yaratmıştır
Çoğu insanın dünya hayatı boyunca karşılaştığı hastalık, bakım ihtiyacı, temizlenme, yaşlanma gibi doğal sandığı şeyler aslında insana acizliğini hatırlatmak için özel olarak yaratılmıştır. Bu gerçeğe Nisa Suresinin 28. ayetinde ...İnsan zayıf olarak yaratılmıştır hükmüyle dikkat çekilir. Elbette bu zayıf yaratılışın hikmeti insanın bir kul olarak Yüce Allah karşısındaki acizliğini anlaması ve dünyanın geçici bir mekan olduğunu fark etmesidir.
İnsanlar Yüce Allahın Yarattığı Canlılardan Farklı Olarak Sürekli Kendilerine Bakım Yapmak Zorundadırlar
Yüce Allahın insanlarda yarattığı pek çok fiziksel zayıflık vardır. Öncelikle insan hem bedenini hem de çevresini temiz tutmak, onlara çok özenli bakım yapmak zorundadır. Bu bakım için ayırdığı vakit, hayatının oldukça büyük bir bölümünü kapsar. Banyo yaparken, tıraş olurken, el, ayak, saç, cilt vs. bakımı ile ilgilenirken insanların harcadıkları zamanı gözler önüne seren anketlere sık sık rastlanır. Bu tip bilgileri ilk duyduğunda insan şaşırmaktan kendini alamaz, çünkü birçok kişi ömrünün oldukça uzun bir zamanını böyle sıradan işler için harcadığını belki de hiç düşünmemiştir.
Sabah ilk uyandığı andan gece uyuyana kadar bir insanın uygulamak zorunda olduğu bakım çok sayıda detayı içerir. Uykudan uyanıp gözünü açtığı andan itibaren ilk gideceği yer banyodur. Çünkü uyuduğu süre boyunca ağzının içinde çoğalan bakteriler sebebiyle, hoş olmayan bir tat ve koku oluşmuştur ve dişlerini fırçalaması kaçınılmazdır. İnsanın güne başlayabilmesi için gereken işlemler bununla sınırlı değildir. Elini, yüzünü yıkaması da zorunludur. Ancak sadece bu uzuvlarını yıkaması da yetmeyecektir. Bir önceki gün ve gece boyunca vücudunda ve cilt yüzeyinde pek çok işlem gerçekleşmiştir. Örneğin, saçları ve yüzü yağlanmış, saçında kepek oluşmuş, vücudu terlemiştir. Bütün bu istenmeyen koşullardan kurtulmanın tek çaresi ise banyo yapmaktır. Bunu yapmadığı takdirde kirli saçları, terlemiş vücuduyla insanların arasına girmesi pek hoş olmayacaktır. Üstelik insanın sadece kendisini temizlemesi de yetmez, her gün giysilerini de sık sık değiştirmesi ve temizlemesi gerekir.
İnsanın kendine bakım yapabilmesi için gerekli temizliğin sağlanmasında kullanılacak malzemeler de çoktur. Bu insanın bedeninin acizliğini göstermesi açısından oldukça düşündürücüdür. Örneğin, temizlik için su ve sabunun yanında ek malzemelere de ihtiyaç vardır. Çünkü cilt üzerindeki ölü deri tabakasını temizlemek gerekir. Oysa bir böceğin böyle sorunları ve temizlenmek için kullandığı temizlik malzemeleri yoktur. Dikkat edilirse bütün böcekler, karıncalar sanki üzerlerine vernik sürülmüş gibi pırıl pırıl parlarlar. Kelebekler, tavuskuşları, sülünler gözleri, kuyrukları birbiri ile uyumlu renklerle muhteşem derecede süslenmişlerdir. Hiçbir hayvan dişlerini fırçalamaz, diş doktoruna gitmez, ama hepsinin dişleri bembeyaz ve sapasağlamdır. Hayvanların hiçbiri sabah uyandıklarında ellerini yüzlerini yıkamaz ya da yıkanmazlar. Elleri ile yüzlerini birkaç kez silmeleri temizlenmeleri için yeterlidir. Eğer Allah dileseydi hayvanların sahip oldukları bu özelliklerin tümüne insan da sahip olabilirdi. Her insan bir gül kadar güzel kokulu ve tertemiz olabilirdi. Ama insanı tüm acizlikleriyle beraber yaratan Allah bunu belli bir hikmet üzerine yapmıştır. Bu gibi örneklerle, Yüce Rabbimiz Allahın karşısındaki acizliğini gören insan, Onun kendisini davet ettiği yola uymalı, geçici ve eksik olan bu dünyaya bağlanmamalı, sonsuz bir yurt olan ahiret için hazırlık yapmalıdır.
Hastalıklar, Hastaneler ve Doktorların Sayısının Fazla Olması Özel Bir Hikmet Nedeniyledir
İnsana acizliğini hatırlatan olaylardan biri de hastalıklardır. Son derece iyi korunmuş olan bedenimiz, gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüsten veya mikroptan ciddi şekilde etkilenebilir. Biraz düşünüldüğünde aslında bedenin güçsüz düşmesinin makul olmadığı fark edilebilir. Çünkü Allah insan vücudunu son derece kusursuz sistemlere sahip olarak yaratmıştır. Özellikle de insanın savunma sistemi, düşmanlarına karşı son derece güçlü bir ordu olarak nitelendirilebilir. Ama insanlar tüm bunlara rağmen sık sık hastalanırlar. Bu nedenle sürekli olarak hastaneye giderler. Bütün hastaneler hasta insanlarla doludur. Bütün semtlerde doktor muayenehaneleri sıralanmıştır. Evlerde ilaç dolaplarının içi çeşitli hastalıklara karşı kullanılan ilaçlarla doludur. Sağlıklı insan sayısı çok azdır, pek çok insan işitme cihazı, lens, gözlük, takma diş gibi tıbbi malzemeler yardımıyla günlük yaşamını sürdürebilir. Oysa Allah dileseydi insan hiçbir zaman hasta olmayabilirdi. Virüsler, mikroplar, bakteriler onu hiç etkilemezdi. Ya da bu özel yaratılmış küçük düşmanlar hiç var olmayabilir, kolesterol, kalp krizi, tansiyon ve kanser hiç bilinmeyebilir, hiçbir tıbbi araca gerek duymadan sağlıklı işitilebilir ve görülebilirdi. Yüce Allah tüm bu eksiklikleri insanların düşünmesi için özel olarak yaratır.
İnsan Birkaç On Yıl İçinde Yaşlanır
Yüce Allah insanların gözündeki gaflet perdesini kaldırmak için zamanın yıpratıcı etkisini herşeyde gözle görülür biçimde hissettirir. En son model bir araba birkaç sene içinde çizilir, arızalanır ve kaçınılmaz olarak eskir. Çok beğenilen bir ev, 5-10 sene sonra (eğer bakım yapılmazsa) boyaları dökülmüş, eski görünümlü bir hale dönüşür. Ancak tüm bunların yanında en büyük yıpranmaya insan kendi bedeninde şahit olur. Geçen yıllarla birlikte insanın çok değer verdiği bedeni, geri dönülemez bir biçimde hasar görür. Örneğin 19- 20 yaşlarında çok güzel olan hanımlar veya yakışıklı olan erkekler 25 yaşından sonra yavaş yavaş değişmeye başlar. Önce ellerinin kemik yapısı değişir, kemikler yavaş yavaş belirmeye başlar. Otuzlu yaşlarda cilt yavaş yavaş kırışmaya başlar, yaş ilerledikçe saçlarda beyazlıklar oluşur. Damar yapısı bozulur, hastalıklar daha sıklaşmaya başlar. Eklem hastalıkları, romatizmal hastalıklar, iç hastalıkları, ur tarzı hastalıklar daha hız kazanır. Sonuçta otuz yaşına gelen bir insanın ömrü, ortalama dört tane on sene içinde biter. İnsanın belirli bir zaman süreci içinde geçirdiği bu değişiklik Kuranda şöyle bildirilmiştir:
Allah sizi bir zaftan yarattı, sonra (bu) zafın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir zaf ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratır. O, bilendir, güç yetirendir. (Rum Suresi, 54)
Bu süreç, şüphesiz gelişigüzel oluşmuş değildir. Allah dileseydi insanı ölene kadar genç yaşatır, vücudunda hiçbir eksiklik ya da hastalık yaratmazdı. Ama Allah yaşlılık döneminde insanda fiziksel birtakım eksiklikler yaratarak, gaflet perdesinin kalkması gerektiğini bir kez daha hatırlatır.
Allah, Düşünmemiz için, Ölümle Birlikte Çok Feci Bir Son Meydana Getirir
Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz (Ankebut Suresi, 57) ayetinde Yüce Allah geçici olan bu dünyanın bir gün ölümle son bulacağını çok açık bir biçimde bildirir. Yüce Allahın bu kanunu şu ana kadar yaşamış, şu anda yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan her insan için istisnasız olarak gerçekleşecektir. Ancak bu kesin gerçeğe rağmen insanlar her nedense kendilerini bu sondan uzak görmektedirler. Ölümü kendilerinden uzak gören, eğlence mekanlarında sınırsızca taşkınlık yapan, çok zengin olan insanlar, iş sahipleri, neşeyle gülümseyerek fotoğraf çektiren, profesörler, doktorlar, ünlü sanatçılar Yüce Allahın dilediği zamanda ölürler ve toprağın altındaki simsiyah karanlığa, tek başlarına gömülürler.
Ölen kişiler gittikleri yerde yalnız değildir. Yaklaşık bir buçuk metre bitişiğinde bir komşusu daha vardır. Onun yanında bir başkası, onun yanında bir başkası... Fakat genişçe yer kaplayan bu yerde yani mezarlıkta, hiçbiri kıpırdayamaz. Nefes alınamayacak kadar kötü bir koku hakimdir. Kimse birbirini ziyaret edemez, kimse konuşamaz, yemek yoktur. Sadece yiyecek olarak toprak vardır, etrafta seyredecekleri tek şey simsiyah karanlıktır ve her gün yeni kişilerin eklenmesiyle genişleyen bu toprak altı mahallesinde bedenleri de sürekli olarak parçalanır.
Yüce Allah insanın ölümünde meydana gelen bu görüntüyü gafletten uyandırmak için dehşet verici olarak yaratmıştır. Bir ölünün kokusu dünyadaki en kötü kokudur. Toprak altında bulunduğu yer ve kişinin görüntüsü de en dehşet verici görüntülerden biridir. Çünkü gözleri dışarı fırlamış, bağırsak muhtevası basıncın etkisiyle ağzından çıkmış, gözler jöle gibi akmış, saçları toprak altında kalmaktan keçe gibi, çok kirli bir yün parçası haline dönüşmüştür. En dehşetli kısmı ise ben dediği bedeninde her gün etlerinin ve bütün kemiklerinin dökülmesidir. Üstelik bu değişim ve bozulma çok kısa sürede gerçekleşir. Toprak altında bu parçalanma ve bozulma olurken toprağın üstünde insanlar eğlenmeye, para kazanmaya, şöhret olmak için uğraşmaya, evlenmeye, üniversiteye gitmeye, çocuk sahibi olmaya kısacası hırsla dünyaya bağlanmaya ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ederler. İçlerinden biri öldüğünde cenazeye gidip kısa bir süre ölümü gündemde tuttuktan sonra hemen unutma eğilimine girerler. Oysa bütün ölenlerin hatırlanması, ibret alınması ve dünyanın geçiciliğinin anlaşılması gerekir.
Ölüm, tanıdıklardan birinin toprak altına girmesi ile yeniden hatırlanır. Toprak altı mahallesi sürekli olarak genişlerken bir kısım bazı insanlar bir gün kendilerinin de bu mahalleye dahil olacaklarını unutarak gafilce yaşamlarını sürdürürler.
Bilinmelidir ki insan bu dünyaya yalın bir şekilde gelmiştir ve yine yalın bir şekilde gidecektir. Ama bazı insanlar doğduktan hemen sonra, ihtiyaçlarını gidermek için kendilerine sunulan nimetleri cahilce sıkı sıkıya sahiplenir; onları elde tutmayı hayatlarının en önemli amacı haline getirirler. Oysa hiç kimse malını, mülkünü ya da sahip olduğu hiçbir şeyi öldükten sonra yanına alamaz. Sonuçta beden, birkaç metrelik beyaz beze sarılıp defnedilir. İnsan, bu kısa dünyaya geldiği gibi tek başına ve hiçbir şeysiz olarak dünyadan ayrılır. Kendisiyle birlikte ahirete varan tek şey ise Yüce Allahın rızasını kazanmak için yaptıklarıdır.
Bazı İnsanların En Büyük Sorunu Kendilerini Dünyaya Kaptırmalarıdır
Bazı insanların gaflete kapılmalarının en büyük nedeni hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmalarıdır. Bu gerçek Kuranda şu şekilde bildirilmiştir:
De ki: Eğer Allah Katında ahiret yurdu, başka insanların değil de, yalnızca sizin ise, doğru sözlüyseniz, öyleyse hemen ölümü dileyin. Oysa onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden dolayı onu hiçbir zaman kesin olarak dilemeyeceklerdir. Allah, zalimleri bilendir. Andolsun, onları hayata karşı insanlardan ve şirk koşanlardan daha ihtiraslı bulursun. Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azabtan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir. (Bakara Suresi, 94-96)
Ayette bildirildiği üzere dünyada yaşam bin yıl devam etse bile bir sonu olduğu için insanın kendini dünyaya bağlaması akılcı bir hareket değildir. Bugün için bazı insanların en büyük sorunu budur. Ömürleri, oyalanmalarla, dünyanın ne kadar kısa ve geçici olduğunu düşünmeden geçen bu tür insanlar ahirette, dünya hayatının sadece bir rüya gibi çok kısa sürdüğünü, kesin olarak anlarlar.
Bu nedenle dünyayı, asıl yurdumuz olan ahirete gitmek için bir bekleme salonu olarak düşünmek gerekir. Bir bekleme salonundaki eşyaların ve orada yaşanan olayların, kişiyi ilgilendirmeyeceği açıktır. Hiçbir yolcu, bekleme salonunda uzun bir süre kalacakmış gibi oraya yerleşip, bütün planlarını bu bekleme salonuna göre yapmaz. Bu nedenle herkesin Allaha kul olmak için gayret etmesi, Onun rızasını kazanmak için çaba sarf etmesi gaflet perdesini tamamen kaldırır. Yüce Allah Kuranda dünyanın geçiciliğini bildirerek kullarını şöyle uyarır:
İnkâr edenler ise, onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allahı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
Sayın Adnan Oktar Anlatıyor:
Toprak Altı Mahallesinde Herkes Birbirine Komşu Ama Kimse Birbirini Ziyaret Edemiyor
İnsan zaten zayıf bir varlık. Müslümanların, mutlu ve güzel olarak, Allaha kul olmak için gayret etmesi lazım. Birbirlerini koruyup, kollamaları lazım. Hayatın kısa olduğunu görüp, birbirlerini sevmeleri lazım. Mesela sosyetedeki gençlere bakıyorum, kakara kikiri eğleniyorlar. Ya bir trafik kazasıyla ya herhangi bir şeyle gençken ölüyorlar. Diskoda oynayan arkadaşları yine devam ediyor. Ama o, mezarın altında, simsiyah karanlıkta, tek başına duruyor. Mezarlıkta bir arkadaşı daha var, komşusu. Yaklaşık bir buçuk metre bitişiğinde komşusu. Ama o da kıpırdayamıyor. O da toprağın içinde, simsiyah karanlığın. Biraz daha ileride bir komşusu daha var, o da kıpırdayamıyor. Orada büyük bir mahalle oluşturmuşlar ama hiç kimse toprağın altından çıkamıyor ve hepsi berbat bir kokunun olduğu bir ortamda nefes alamayacakları bir ortamda simsiyah karanlığı seyrederek, yüzyıllarca toprağın altında bekliyorlar. Mesela milyoner, katrilyoner fabrikatör falan bey, tesisleri kurmuş, imkanları kurmuş, kendisi toprağın altında. Orada geniş mahalle arkadaşlarıyla beraber, hep beraberler. Bitişiğinde, bilmem ne profesörü bilmem kim, öteki tarafta hakim bilmem ne, öteki tarafında, ünlü bilmem ne ailesi. Ben geçerken bakıyorum, aile mezarlıkları var. Herkes birbirine orada komşu. Ama kimse birbirine gidemiyor, kimse konuşamıyor, kimse nefes alamıyor, yemek de yiyemiyorlar. Seyrettikleri görüntü siyah, sadece karanlığı görebiliyorlar. Nefes aldıkları koku, dünyanın en iğrenç kokusu. Yiyecekleri ancak toprak yiyebilirler başka bir şey yiyemezler. Sürekli etleri parçalanıyor, kemikleri parçalanıyor. Böyle bir hayat. Öbür tarafta da stereo müzik devam ediyor. Arkadaşları samba yapıp, oynamaya devam ediyorlar.
Viskiler havalarda uçuşuyor, şampanya patlatıyorlar köpükleri üstüne başına, birbirinin üstlerini başlarını batırıyorlar. Değil mi? Kıyafetleriyle birbirlerine hava atıyorlar. İşte benimki şu, benimkisi bu falan diyerekten. Halbuki daha dün o ekipte olan adam, toprağın altında duruyor. Üç gün sonra yine onların yanında hava atanlardan bir tanesi onların yanına gidiyor, komşuları o da toprağın altına giriyor. Mahalle genişliyor gittikçe. Toprak altı mahallesi genişliyor. Ama adamlar yine umursamıyorlar. Yani Allah o kadar çok düşünecekleri şey veriyor ki. Mesela sabah kalkıyor perişan vaziyette. Saç sakal, üstü başı birbirine karışmış. Elini yüzünü yıkıyor, banyo yapıyor, uğraşıyor, kendisine şekil veriyor. Sokağa güler yüzle çıkıyor. İlaçlarını alıyor. Millet de zannediyor ki, çelik gibi bir şey. Halbuki değil. Yani insanlar acz içinde, bunu görmezden geliyorlar. Fakat bunları zaman zaman anlatmak, düşündürtmek önemlidir yani Kuranın hükmüdür. Peygamberimiz (s.a.v.) de söylüyor; Ölümü çok anın diyor. Ölümü anmayan insanlarda, olgunluk oluşmuyor. Yani yarı deli gibi olur insan. Yani dengesi bozulur. Allahı düşünmediğinde, dini düşünmediğinde, Kuran hakikatlerini düşünmediğinde, dengesi bozulur. (Sayın Adnan Oktarın 13 Mayıs 2011 tarihli saat 11:00deki A9 TV röportajından)
(makale harun yahya)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 86. sayı (Ağustos 2011) 34. sayfada yayınlanmıştır.