ASeL
Bayan Üye
Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları
Filistin Meselesi, Orta Doğu bölgesini ilgilendi*ren bir bölgesel mesele olarak ortaya çıkmakla birlikte, kısa zamanda uluslararası bir nitelik kazanmış ve özellikle uluslararası sisteme yön veren süper güçlerin yakından ilgilendikleri başlıca konulardan biri olmuştur.
Filistin Meselesi, üç büyük din (Musevilik-Hıristiyanlık-İslam) tarafından kutsal sayılan Filistin toprakları ile ilgili meseledir. Bu mesele, çağımızın en önemli uluslararası sorunlarından biri olup halen çözüme kavuşturulmuş değildir.
Filistin Meselesi, Orta Doğu bölgesini ilgilendiren bir bölgesel mesele olarak ortaya çıkmakla birlikte, kısa zamanda uluslararası bir nitelik kazanmış ve özellikle uluslararası sisteme yön veren süper güçlerin yakından ilgilendikleri başlıca konulardan biri olmuştur.
Günümüzün en karmaşık uluslararası meselelerinden birisi olan Filistin meselesinin çok eski bir geçmişi vardır.
Filistin meselesi şu beş temel noktada toplanmaktadır:
1) İsrailin 1967 öncesi sınırlara çekilmesi ve bunun için işgal ettiği toprakları boşaltıp sahipleri olan Filistinlilere devretmesi.
2) İsrail, terör, tedhiş, etnik arındırma, sindirme, baskı ve başka yollarla 2,5 milyon Filistinliyi kendi vatanlarından sürmüş, onları sağda solda mülteci kamplarında yaşamaya mecbur etmiştir. Meselenin ikinci ayağı mülteci Filistinlilerin kendi yurtlarına dönmesinin sağlanmasıdır.
3) Üçüncü önemli mesele, İsrail kesintisiz olarak dünyanın her bölgesinde yaşayan Yahudileri İsraile getirtmekte ve bunlara Filistinlilerin toprakları üzerinde yerleşim alanları açıp yerleştirmektedir.
Yerleşimcilerin sayısı arttıkça ve yerleşim alanları genişledikçe Filistinliler biraz daha toprak kaybına uğramaktadırlar ki, özellikle bugün işgal altındaki Batı Şerianın başına gelen budur.
Dışarıdan gelen yerleşimciler Filistinlilerin topraklarını işgal etmekle kalmamışlar; zeytinliklerini, bağ-bahçelerini, evlerini ve mal varlıklarını gasbedmişlerdir.
4) Meselenin dördüncü ayağı Kudüsün statüsü meselesidir. İsrail, açık bir dille Kudüsü İsrailin Ebedî Başkenti ilan etmekle, her üç din için kutsal olan bu tarihî şehri hiç kimse ile paylaşmaya niyetli olmadığını açıkça belli etmektedir.
5) Filistin meselesinin beşinci ve belki de çözüm ihtimali neredeyse sıfır olan boyutu Mescid-i Aksa konusudur. Yahudiler, her ne pahasına olursa olsun Süleyman Mabedini yeniden inşa etme kararındadırlar.
Mabedin inşa edilebilmesi için Mescid-i Aksanın yıkılması gerekir. Ne dindar Yahudiler ne Siyonistler bu projeden taviz vermeyi düşünmemişler; sadece uygun zamanı kollamışlardır.
Filistin Meselesinin geçmişine bir göz atmak yararlı olacaktır. Mısırdan gelip buraya yerleşen Yahudiler M.S. I.yüzyıla kadar Filistinde yaşamışlardır.
Yahudilerden sonra Roma İmparatorluğunun eline geçen Filistin, daha sonra Bizans İmparatorluğunun sınırları içerisinde kalmış ve ardından burası Perslerin hâkimiyetine girmiştir.
Erken dönemlerde bu bölge ile ilgilenen Müslümanlar, Halife Hz.Ebubekir zamanında Filistini İslam Devletinin sınırlarına katmışlardır (634). Hz.Ömer zamanında ise Kudüsün de alınması İle (638) bölge tamamen Müslümanların eline geçmiştir.
Kutsal yerleri ve özellikle Hz.Ömer Kudüs şehrini Müslümanlardan kurtarmak amacı taşıyan Haçlı Seferleri sırasında bölge bir süre Haçlıların eline geçmişse de, Selahaddin Eyyubî tarafından burada yeniden İslam hâkimiyeti tesis edilmiştir (1187).
Bir ara Memlûkluların elinde iken 1516 yılında tüm Arap Yarımadası İle birlikte Osmanlı Devletinin siyasî sınırlarına dâhil olmuş ve tam dört yüz yıl Osmanlıların elinde kalmıştır.
I.Dünya Savaşında Filistin cephesinde İngi*lizlerle çarpışan Osmanlı Devletinin yenilmesi üzerine bu bölge İngilterenin eline geçmiştir.
Savaş yıllarında İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 1916′da imzalanan Sykes-Picot gizli Antlaşmasına göre tüm Orta Doğu bu ülkeler arasında paylaşılmışsa da, Rusyanın yıkılması üzerine bölge İngiltere ile Fransa arasın*da bölüşülmüştür.
Irak, Şarkül-Ürdün ve Filistin İngilterenin mandasına girmiştir. İngiltere işgal ettiği Filistinde kurduğu askerî yönetimi 1920′de sivil yönetime dönüştürmüştür.
I.Dünya Savaşının sonundan 1948′e kadar Filistinde devam eden İngiliz manda yönetimi döneminde Filistin Meselesi yönetimin Siyonizm lehine olan tutum ve uygulamaları ile ciddi boyutlar kazanmıştır.
Savaş yıllarında İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfour 1917 yılında yayınladığı bir deklarasyonda, Filistinde Yahudilere bir yurt temini için İngiliz hükümetinin çalışacağı belirtilmiştir.
Filistin Meselesinin ortaya çıkmasında en önemli paya sahip olan Siyonizme yapılan desteklerin başında Balfour deklarasyonu gelmektedir.
Bu deklarasyonla dönemin süper gücü olan İngilterenin desteğini kazanan Yahudiler, Filistine yeniden yerleşmek için dünyanın çeşitli yerlerinden göç ederek buraya gelmiş ve kısa zaman içerisinde bölgenin demografik ve sosyal yapısının Filistin halkının aleyhine değişmesine ve böylece de Filistin Meselesinin ortaya çıkmasına neden olmuşlardır.
1897 Birinci Siyonizm Kongresi
Birinci Siyonizm Kongresi İsviçrenin Basel şehrinde toplanmıştır.
1896′da gazeteci Theodor Herzl, Der Judenstaat yani Yahudi Devleti adlı bir kitap yayınlamıştır ve kongrede bu kitaptaki fikirler tartışılmıştır. Herzl, Viyanada yaşayan bir Yahudidir.
Yahudilerin kendi devletini kurmasını savunmuştur.
Özellikle Avrupadaki Yahudi düşmanlığına karşı bu fikri geliştirmiştir.
Kongrenin sonunda, Basel Programı yayınlanmıştır. Bu belgede, Filistinde bir Yahudi vatanının kurulması ve Dünya Siyonizm Teşkilatının bu amaca ulaşmak için faaliyete geçirilmesi öngörülmüştür.
1897′den önce, çok az sayıda Siyonist göçmen zaten bölgeye gelmeye başlamıştır. 1903′e kadar, bunların sayısı 25 bine ulaşmıştır. Çoğu da Doğu Avrupadan gelmiştir. 1904 ile 1914 arasında 40 bin kişilik bir ikinci göçmen dalgası gelmiştir.
1947 Birleşmiş Milletler devrede
Filistini 1920′den beri idare eden İngiltere, Siyonist-Arap sorununu çözme sorumluluğunu 1947′de Birleşmiş Milletlere devretmiştir.
Bölge şiddet olaylarıyla sarsılmıştır. Yahudiler artık nüfusun üçte birini oluşturmuş; fakat toprakların yüzde 6′sı onların ellerinde bulunmaktaydı.
Avrupadaki Nazi zulmünden kaçan yüz binlerce Yahudinin buraya ulaşması çözüm arayışını daha da acil hale getirmiştir. İkinci Dünya Savaşında 6 milyon Yahudi öldürülmüştür.
BMnin kurduğu özel komite, bölgeyi Filistin ve Arap devletleri arasında bölmeyi önermiştir. Arap Yüksek Komitesi diye anılan Filistinli temsilciler, teklifi reddederken, Yahudi temsilciler kabul etmiştir.
Paylaşım planı, Filistinin yüzde 56,47′sini Yahudi devletine, yüzde 43,53′ünü de Arap devletine bırakmıştır. Kudüs ise uluslararası bir idare altında olacaktır. 29 Kasım 1947′de BM Genel Kurulunda 33 ülkenin oyuyla plan onaylanmıştır.
13 ülke karşı oy vermiş, 10 ülke de çekimser kalmıştır.
Filistinlilerin reddettiği plan hiç uygulanmamıştır.
İngiltere, 15 Mayıs 1948′de, Filistindeki manda idaresine son verme niyetini ilan etmiş; ancak bu tarih öncesinde çarpışmalar başlamıştır. İngiltere halkı, askerlerinin ölümü nedeniyle Filistinde İngiliz varlığına karşı çıkmaya başlamıştır.
Ayrıca İngilizler, ABDnin daha fazla Yahudi mültecinin buraya kabul edilmesi için uyguladığı baskıya öfkeliydi.
Bu da Siyonizme Amerikan desteğinin artışının işaretiydi. Hem Arap hem de Yahudi taraflar, yaklaşan savaş için güçlerini seferber etmişlerdir. Yahudi milis güçlerinin Arap köylerinde Temizlik Operasyonları 1948 Aralık ayında başlamıştır.
1948 İsrailin Kuruluşu ve Arap-İsrail Savaşı
Birinci Arap-İsrail Savaşı, Filistinde İngiliz manda rejiminin sona ermesinin hemen ardından 14 Mayıs 1948′de, Tel-Avivde toplanan Yahudi Milli Konseyi, yayınladığı bir bildiri ile İsrail Devletinin kurulduğunu ilan etmiştir.
Bunun hemen ardından ABD ve ertesi gün de Sovyetler Birliği İsraili tanıdığını açıklamıştır. Bu gelişmelerin öncesinde ise İngiliz birlikleri bölgeyi terk etmeye başlamışlardır.
İsrail Devletinin kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği İsraile savaş açmıştır. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri üç yönden saldırıya geçerek önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir.
Ancak İsrailin planlı savunması üzerine savaş Araplar aleyhine dönüşmüştür. İsrail savaş sonunda 1947′de taksim planı ile elde ettiği %56lık Filistin toprağını % 78e çıkarmıştır.
700.000 Filistinli, evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığınmışlardır. Yurtlarını terk eden Filistinlilerden 250.000i Gazzeye yerleştirilmiştir.
Filistinlilerin başka ülkelere göçü ve Yahudilerin Filistinde gün geçtikçe artan nüfusu, demografik yapının bölgenin asıl yerleşik halkı olan Araplar aleyhine dönüşmesine neden olmuş ve bugüne kadar süregelen Filistinli mülteciler sorunu başlamıştır.
Benzer şekilde 1948 -1952 arasında Arap ülkelerinde yaşayan bir milyon kadar Yahudi ülkelerinden kovulmuştur. Bu mültecilerin çoğu İsraile yerleşmiştir.
İsrail, savaş sonunda savaştığı her Arap ülkesi ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları imzalamıştır. Savaşa girmiş olan Ürdün Batı Şeriaya, Mısır da Gazze Şeridine asker yığmıştır. Kudüsün kontrolü ise batıda İsrail, doğuda Ürdün arasında bölünmüştür. Gazze Mısırın olmuştur.
1948 savaşı sonrasında savaşa katılan Arap ülkelerinde siyasi rejim değişikliğine varan karışıklıklar yaşanmıştır.
En önemli değişiklik Mısırda gerçekleşmiştir. Mısırda Kral Faruk bir darbe ile tahttan indirilerek yerine General Necib getirilmiştir.
Savaştan en karlı çıkan taraf İsrail olmuştur. 1914te 85.000, 1943′te 539.000, 1946′da 608.000, 1947de 650.000 olan Filistindeki Yahudi nüfusu, savaş sonrası anlaşmaların imzalandığı 1949 yılında 758.000e ulaşmıştır. Ürdün de İsrailden sonra en çok toprak kazanan ülke olmuştur.
1956 Süveyş Krizi
Süveyş Krizi, 1956 yılında İsrail, Birleşik Krallık ve Fransanın oluşturduğu gizli ittifak ile Mısır arasında yapılan savaştır.
Mısır lideri Nasırın Süveyş Kanalını millileştirdiğini açıklamasından sonra çıkan savaş, Sovyetler Birliğinin Londra ve Parise atom bombası atma tehdidi karşısında Birleşik Krallık ve Fransanın geri adım atmasıyla sonlanmıştır.
Süveyş Krizi, II. Dünya Savaşı öncesinde dünyaya egemen olan Batı Avrupalı devletlerin mutlak egemenliğinin son bulduğunu ve artık Amerikanın desteği olmadan hareket edemeyeceklerini göstermiştir.
1964 Filistin Kurtuluş Örgütünün Kuruluşu
1948′den beri, İsrailin ortaya çıkışına verilecek karşılığa önderlik etmek için Arap devletleri arasında rekabet vardı. Bu yüzden Filistinliler olaylara seyirci kalmışlardır.
1964′te Kudüste kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Arap devletleri tarafından tanınmıştır. Bu devletler FKÖnün esasen kendi kontrollerinde kalmasını istemiştir.
Ama Filistinliler gerçekten bağımsız bir örgüt istemiş ve 1969′da örgütün başkanlığını ele geçiren Yaser Arafatın amacı da bu olmuştur.
Kendisine bağlı, beş yıl önce gizli olarak kurulmuş El Fetih örgütü, İsraile karşı operasyonlarıyla ün kazanmıştır. Fetih savaşçıları, 1968′de Ürdünde İsrail birliklerine ağır kayıplar vermiştir.
1967 Altı Gün Savaşı
Altı Gün Savaşı, diğer adlarıyla 1967 Arap-İsrail Savaşı, Üçüncü Arap-İsrail Savaşı, Altı Günün Savaşı veya Haziran Savaşı, 5 Haziran 1967′de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan ve 6 gün süren savaşa verilen addır.
Arap İttifakına Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılmışlardır. İsrailin kesin üstünlüğü ile bitmiştir.
Bu savaştaki önemli olaylardan biri de savaşı gözlemlemek üzere gönderilen USS Liberty adlı bir Amerikan gemisinin İsrail tarafından saldırıya uğramış olmasıdır.
Şimdiki birçok sorunun temelini oluşturmuştur. Savaşın sonunda Mısırdan Sina Yarımadasını, Suriyeden Golan Tepelerini ve Filistinin Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır.
Savaş sonrasında Sina Yarımadasından Mısır lehine çekilen İsrail ilerleyen dönemlerde diğer toprakları ilhak ettiğini açıklamıştır.
Bu kararları tanınmadığı gibi, İsrailin BM Kararlarını da uygulamaması sonraki dönemde bölgede birçok sorunun kaynağını oluşturmuştur.
1973 Yom Kippur Savaşı
Yom Kippur, yani Kefaret Günü, Yahudilerin en önemli dini bayramıdır.
1967′deki savaşta kaybettikleri toprakları diplomatik yollardan geri alamayan Mısır ve Suriye, 1973′teki Yom Kippur bayramı sırasında İsraile karşı taarruza girişmiştir. Bu çarpışmalar, Müslümanların da ramazan ayına denk geldiği için Ramazan Savaşı diye de anılır.
Başlangıçta Mısır ve Suriye, Sina ve Golan Tepelerinde ilerleme kaydetmişlerdir. Üç hafta süren çarpışmalar sonunda bu durum değişmiştir.
İsrail neticede bazı yerlerde 1967′deki ateşkes hattının da ötesine geçmiştir. İsrail güçleri Golan Tepelerini aşarak Suriye içinde ilerlemeye başlamış; ancak sonradan bu toprakları bırakmışlardır.
Mısırda da, İsrail güçleri toprak kazanmışlar, Süveyş Kanalının batı yakasına geçmişlerdir.
ABD, Sovyetler Birliği ve BM, diplomatik müdahalelerle ateşkes anlaşmasına varılmasını sağlamıştır.
Mısır ve Suriye, toplam 8 bin 500 asker kaybetmiştir.
İsrailin can kaybı ise 6 bin olmuştur.
Savaş sonunda İsrail, askeri, diplomatik ve ekonomik destek açılarından ABDye daha da bağımlı hale gelmiştir. Savaşın hemen ardından Suudi Arabistan, İsraili destekleyen ülkelere petrol ambargosu başlatmıştır.
Petrol fiyatları bütün dünyada hızla yükselirken küresel nitelikte bir ekonomik kriz baş göstermiş ve ambargo Mart 1974′e kadar sürmüştür. Ekim 1973′te, BM Güvenlik Konseyi, 338 sayılı kararı almıştır.
Bunda, taraflardan, bir an önce çarpışmaları durdurmaları ve müzakerelere başlamaları istenmiştir.
1974 Arafatın BMye ilk gidişi
Arafat liderliğindeki FKÖ ile Ebu Nidal gibi, FKÖ dışındaki Filistinli örgütler, İsrail ve diğer hedeflere karşı 1970′lerde bir dizi eylem düzenlemişlerdir.
Kara Eylül diye de bilinen Ebu Nidalin örgütü, 1972 Münih Olimpiyatlarındaki eylemde 11 İsrailli sporcuyu öldürmüştür.
Filistinin tamamını kurtarmak için silaha başvuran FKÖnün lideri Arafat, bir yandan da BMde barışçı çözümü savunduğunu anlatan ilk konuşmasını yapmıştır.
Siyonist projeyi kınamış fakat eklemiştir: Bugün bir elimde zeytin dalı, bir elimde kurtuluş savaşı veren birinin silahı var.
Zeytin dalını düşürmeyin. Bu konuşma, Filistinlilerin uluslararası tanınma çabalarına büyük katkı sağlamıştır.
Bir yıl sonra ABD Dışişleri Bakanlığından Harold Saunders, Arap-İsrail barışı müzakere edilirken Filistin halkının meşru çıkarlarının da hesaba katılması gerektiğini söylemiştir.
1977 İsrailde sağın yükselişi
İsrailin 1948′de kuruluşunda İrgun ve Lehi gibi aşırı grupların katkısı büyüktür. Ama bu örgütlerin mirasçısı Herut (sonradan Likud adını alıyor) Partisi, 1977′ye kadar hiçbir seçim kazanamamıştır.
İsrail siyaseti bu tarihe kadar sol kanattaki İşçi Partisinin hâkimiyetindeydi. Likud ideolojisi, İsrail idaresinin İngiliz mandasına dâhil olan bütün topraklara, yani Ürdün de dâhil Kutsal Kitapta anlatılan Büyük İsraile yayılmasını savunmuştur.
Eski İrgun lideri Menahem Begin başkanlığındaki yeni hükümet, Batı Şeria ile Gazze Şeridinde yerleşim açmayı hızlandırmıştır.
Amaç 1967′de kazanılan toprakları ileride geri vermemek için gerekçeler sağlamaktır.
Tarım Bakanı Ariel Şaron bu faaliyetleri körüklemiş; Şaron 1981′e kadar yerleşimlerle ilgili bakanlar komisyonunun başında olmuştur.
1979 İsrail-Mısır Barışı
Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat 19 Kasım 1977′de İsraile uçup Knessette, yani parlamentoda konuşma yapınca dünya şaşkına dönmüştür.
İsraili tanıyan ilk Arap lider Sedat olmuştur. Yom Kippur Savaşını daha dört yıl önce başlatan da kendisidir. O savaş nihaî sonucu getirmemiştir.
Mısır ve İsrail, 1978′de Camp David anlaşmalarını imzalamışlardır. Metinde Orta Doğuda barışın çerçevesi çizilmiş ve buna Filistinlilere sınırlı özerklik verilmesi de dâhil olmuştur.
İkili barış anlaşmasını da Sedat ile Begin Mart 1979′da imzalamışlardır. Sina yarımadası Mısıra geri verilmiştir.
İsraille kendi başına pazarlığa giriştiği için Mısır, Arap devletleri tarafından boykota uğramıştır. Enver Sedat 1981′de kendi ordusundaki İslamcı unsurlar tarafından öldürülmüştür.
1982 İsrail Lübnanı işgal ediyor
İsrail, Lübnan sınırına yakın yerleşim birimlerini saldırılardan korumak amacıyla Lübnanın güneyine asker sokmuştur. Ama Savunma Bakanı Ariel Şaron orduyu başkent Beyruta kadar götürmüş; FKÖyü bu ülkeden çıkarmıştır.
Sinadaki son İsrail birliklerinin geri çekilmesinin üzerinden daha iki ay bile geçmemiştir. Lübnan işgali, Ebu Nidal örgütünün İsrailin Londra büyükelçisine suikast girişimi üzerine başlatmıştır.
İsrail birlikleri Beyruta Ağustos ayında varmıştır.
Yapılan ateşkes anlaşması uyarınca FKÖ milisleri çekilince, Filistin mülteci kampları savunmasız kalmıştır.
İsrail güçleri 14 Eylülde Beyrut etrafında birikirken, Hıristiyan Falanj milislerin lideri Beşir Cemayel, başkentteki karargâhında bir bombanın patlamasıyla ölmüştür. Ertesi gün İsrail ordusu Batı Beyrutu işgal etmiştir.
16 Eylülden 18 Eylüle kadar, İsraille ittifak yapan Falanjistler, Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce Filistinliyi öldürmüştür.
Neredeyse bir asrı bulan Ortadoğu mücadelesindeki en katlı katliamlardan biri olmuştur. Şaron, savunma bakanlığından başka bir göreve geçmek zorunda kalmıştır.
Çünkü 1983′te İsrailde yapılan bir soruşturma, onun katliamı önlemek için harekete geçmediğine hüküm vermiştir. Sabra ve Şatilla katliamları Ariel Şaron hakkındaki Savaş Suçlusu iddialarının kaynağı olmuştur.
Bazı görgü tanıkları, İsrail askerlerinin, Hıristiyan milislerin kamplarda neler yapacağından haberdar olmuş, hatta olanları izlediğini anlatmıştır.
1987-93 İntifada
İsrail işgaline karşı intifada, yani kitlesel ayaklanma Gazze Şeridinde başlamış; kısa sürede Batı Şeriaya yayılmıştır.
Protestolar, sivil itaatsizlik şekline bürünmüştür. Genel grevler düzenlenmiş, İsrail ürünleri boykot edilmiş, duvarlara yazılar yazılmış ve yollarda barikatlar kurulmuştur.
Ama uluslararası ilgi toplayan protesto şekli, ağır silahlarla donanmış İsrail askerlerine taş atan Filistinliler olmuştur.
İsrail ordusu karşılık vermiş; çok sayıda Filistinli sivil yaşamını yitirmiştir. 1993′e kadar süren protestolarda toplam can kaybı bini aşmıştır.
1988 FKÖ barışa kapıyı açıyor
İsrail büyük askeri gücüne rağmen 1987′de başlayan intifadayı durduramamıştır. Eylemleri İsrail işgali altında yaşayan Filistinlilerin tamamı desteklemiştir.
1982′de Lübnandan sürüldükten sonra Tunusa yerleşen FKÖ için de bu ayaklanma tehlike işareti olmuştur.
Filistin Devrimi hedefine dönük mücadelede dikkatler, FKÖ ve diaspora yerine işgal topraklarına dönmüştür.
FKÖ başrolü kaybedebileceğini düşünmeye başlamıştır.
Sürgündeki hükümet işlevi gören Filistin Ulusal Konseyi, Kasım 1988′de Cezayirde toplanmış ve 1947′deki Birleşmiş Milletler kararında yer alan İki Devlet çözümünü kabul etmiştir.
Oylamada kabul edilen kararda ayrıca terörizm kınanmış; BM Güvenlik Konseyinin 242 sayılı kararına dayalı müzakere isteği dile getirilmiştir.
242 sayılı karar, ayrıca 1967′de, İsrailin ele geçirdiği topraklardan çekilmesini öngörmüştür.
ABD, FKÖ ile diyaloga girişmiştir. Ama İsrail hala FKÖyü terör örgütü olarak görmüş, muhatap almak istememiştir.
Bunun yerine İsrail Başbakanı Yitzak Şamir, kendi kaderini tayin hakkına ilişkin bir anlaşmaya varılmadan önce işgal topraklarında seçim yapılmasını önermiştir.
1991 Madrid Zirvesi
1991′de çıkan Körfez Savaşı FKÖ için felaket niteliğinde olmuştur. Yaser Arafat, Iraka destek verdiği için Körfez bölgesindeki zengin hamilerini kaybetmiştir.
Irakın Kuveyti işgaline son verilmesi ardından ABD yönetimi Ortadoğuda barış arayışına ağırlık vermiştir.
Bu girişimler mâli olarak zayıflamış ve siyaseten tecrit edilmiş Arafat için, İsraildeki muhafazakâr Başbakan Yitzak Şamire oranla daha değerli olmuştur.
ABD Dışişleri Bakanı James Bakerın defalarca yaptığı ziyaretler, Madridde bir uluslararası zirve toplanmasına zemin hazırlamıştır. Suriye katılmayı kabul etmiştir.
Umudu, Golan Tepelerini geri alacak müzakerelere girmekte bulmuştur. Ürdün de daveti kabul etmiştir.
Ancak Şamir, terörist olarak gördüğü FKÖ ile doğrudan muhatap olmak istememiş ve bu yüzden önde gelen Filistinli simalardan oluşan bir Filistin-Ürdün heyeti oluşturulmuştur. Bu Filistinliler FKÖ üyesi değildir.
Zirve öncesindeki günlerde ABD, İsraille ender görülen bir cepheleşme içinde olmuştur. İşgal edilmiş topraklarda Yahudilere yerleşim birimlerinin inşa edilmesi yüzünden İsrailin alacağı 10 milyar dolarlık kredi garantisini askıya almıştır.
30 Ekimde başlayan tarihi zirveyi dünya izlemiştir. Eski düşmanlara, yaklaşımlarını açıklamaları için 45′er dakikalık konuşma fırsatı verilmiştir. Filistinliler, İsraille paylaşılan bir gelecek umudunu dile getirmiştir.
Şamir Yahudi devletinin meşruiyetini anlatmıştır. Suriye Dışişleri Bakanı Faruk el Şara ise Şamirin Terörist geçmişini anlatmıştır.
ABD zirveden sonra İsrailin, Suriye ve Filistin-Ürdün heyetleriyle ayrı ayrı ikili görüşmelerde bulunması için hazırlık yapılmıştır.
1993 Oslo Barış Süreci
Haziran 1992′de İsrailde sol kanadın, yani İşçi Partisinin iktidara gelmesi çok kuvvetli bir barış sürecini başlatmıştır.
Sertlik yanlısı olarak gösterilen Başbakan Yitzak Rabin ile Güvercin olarak gösterilen Şimon Peres ve Yosi Beilin, Filistinlilerle barışı konuşacak çok uygun bir ekibi oluşturmuştur.
Körfez Savaşından sonra konumu zayıflayan FKÖ bu barış pazarlığından sonuç almayı ummuştur.
Washingtondaki ikili görüşmeler tıkanınca İsrail, FKÖnün katılımına yönelik itirazını kaldırmıştır. Daha da önemlisi Dışişleri Bakanı Peres ve yardımcısı Beilin, Norveçin girişimi olan gizli bir müzakere zemini kurma imkânını incelemiştir.
Washingtondaki ikili görüşmelerden sonuç alınamayacağı anlaşılınca gizli Oslo kulvarı 20 Ocak 1993′te açılmıştır.
Norveçin Sarpsborg kasabasında görülmemiş bir ilerleme kaydedilmiştir. Filistinliler işgal topraklarından aşamalı çekilmeye başlaması karşılığında İsrail devletini tanımayı kabul etmiştir.
Görüşmeler İlkeler Deklarasyonunu getirmiştir. Bu belge Washingtonda imzalanırken, Arafat ile Rabin arasındaki tarihi tokalaşmayı 400 milyon insan canlı izlemiştir.
1994 Filistin Yönetiminin Kurulması
İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü, İlkeler Deklarasyonunun başlangıçta nasıl uygulanacağı konusundaki anlaşmayı Kahirede 4 Mayıs 1994′te imzalamıştır.
İsrail, Gazze Şeridinin çoğunu terk etmiş; sadece Yahudi yerleşimleri ve etraflarındaki arazilerde İsrail varlığı sürmüştür. Batı Şeriada ise Eriha kentini Filistinlilere bırakmışlardır.
Bu pazarlıklar güçlükle yürütülmüş ve Batı Şerianın El Halil kentinde düzenlenen bir katliam neredeyse görüşmelerin kesilmesine yol açmıştır.
Tarihi İbrahim Camiinde sabah namazı kılan Filistinlilerin üzerine makineli tüfekle ateş açan Yahudi yerleşimci Baru Goldstein, 29 kişiyi öldürdükten sonra öldürülmüştür.
Anlaşmanın içinde de aşılması gereken zorluklar da bulunmuştur. Metinde beş yıllık geçiş dönemi içinde İsrail ordusunun geri çekilme aşamaları yer almıştır.
Ama bu aşamalar çok zorlu pazarlıkların sonuç vermesine bağlıydı. Bunlar Filistin devletinin kuruluşu, Kudüsün statüsü, işgal edilmiş topraklardaki Yahudi yerleşimlerinin durumu ve 1948 ile 67 arasında göçe zorlanan 3,5 milyon Filistinli mültecinin ne olacağı gibi konulardı.
Barış sürecini eleştirenler 1 Temmuzda susmuştu. Çünkü Yaser Arafat, Filistin topraklarına bu tarihte geri dönmüş, coşkulu kalabalık tarafından muzaffer bir eda ile karşılanmıştır.
Filistin Kurtuluş Ordusu, İsrail birliklerinin boşalttığı yerlere konuşlandırılmıştır. Filistin Ulusal İdaresi, yani özerk yönetimin başkanı olarak Yaser Arafat vardı artık. 1996′daki seçim de bunu tescil etmiştir.
1995 İkinci Oslo ve Rabin Suikastı
Filistin yönetimi, Gazze Şeridindeki ilk yılında zorluklarla boğuşmuştur. Filistinli militanların bombalı eylemlerinde onlarca İsrailli öldürmüştür.
İsrail özerk yönetimin topraklarına giriş çıkışları engellemiş; militanlara suikastlar düzenlemişlerdir. Yeni yerleşim inşaatları da durmamıştır.
Filistin Özerk Yönetimi kendi toplumunun öfkesini kitlesel göz altılarla bastırmaya çalışmıştır.
İsrail içinde ise barış sürecine tepkiler sağ kanattan ve dini gruplardan gelmiştir.
Bu ortam içinde barış görüşmeleri yoğun çaba ile yürütülmüşse de başlangıçta belirlenen takvime yetişilememiştir.
24 Eylülde 2. Oslo diye anılan anlaşma Mısırın Taba şehrinde ve Washingtonda ayrı törenlerle imzalanmıştır.
Bu anlaşma Batı Şeriayı üçe bölmüştür.
1 A Bölgesi: Batı Şerianın yüzde 7′sini oluşturan bu bölge, Doğu Kudüs ve El Halil haricindeki belli başlı yerleşim merkezlerini tam olarak Filistin idaresine bırakmıştır.
2 B Bölgesi: İsrail ve Filistinlilerin ortak kontrolüne bırakılan bu bölge Batı Şerianın yüzde 21′ini oluşturmuştur.
3 C Bölgesi: İsrail bu bölgeyi kontrol altında tutacak, ama aynı zamanda Filistinli tutukluları serbest bırakacaktı.
2. Oslo Anlaşması, Filistinlileri pek heyecanlandırmamıştır. İsrailli dinciler ise Yahudi Toprağının teslim edilmesine öfkeliydi.
Öfke ve tahrik içeren bir kampanyaya hedef olan Başbakan Yitzak Rabin, bir aşırı dinci Yahudi tarafından 4 Kasımda öldürülmüştür.
Suikast bütün dünyaya şok dalgaları yaymıştır. Güvercin diye nitelendirilen ve bir türlü tamamlanamayan barış sürecinin mimarı Şimon Peres başbakan olmuştur.
2000 İkinci İntifada
Ehud Barak hükümetinin barışa ulaşacağına dair başlangıçta duyulan iyimserliğin temeli olmadığı zamanla anlaşılmıştır. Yeni bir Wye River Sözleşmesi Eylül 1999′da imzalanmıştır.
Ama işgal topraklarından çekilme işleminin devam etmesi mümkün olmamıştır. Çünkü Kudüsün durumu, mülteciler, yerleşimler ve sınırlar gibi nihaî statü pazarlıkları sonuçsuz kalmıştır.
Beş yıllık barış süreci sonunda pek bir şey elde edilememesi, Filistin halkında büyük bir bıkkınlık doğurmuştur.
Barak, Suriye ile barışa odaklanmıştır. Bu alanda da başarı olmamıştır. Barak yine de İsrailin 21 yıllık Lübnan macerasına son vermiştir.
Mayıs 2000′de İsrailin Lübnandan çekilmesi, dikkatleri Yaser Arafata yöneltmiştir.
ABD Başkanı Bill Clinton ile Ehud Barak kademeli barış görüşmeleri yerine, bütün konularda hep birden sonuç almayı amaçlayan nihai pazarlığa girmeye zorlanmıştır.
Bu görüşmeler için ABD başkanının yazlığı Camp David seçilmiştir.
İki hafta süren görüşmelerde Kudüsün statüsü ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakları konusunda bir uzlaşmaya varılamamıştır.
Bunun getirdiği belirsizlik içinde, 28 Eylülde muhalefetteki Likud Partisinin Netanyahudan sonraki lideri, yılların sağcı politikacısı Ariel Şaron, Mescid-i Aksanın bulunduğu kompleksi ziyaret etmiştir.
Bunun çok tahrik edici bir hareket olduğu söylenmiştir.
Filistinliler bu ziyareti protesto için gösterilere başlamıştır. Ve gösteriler El Aksa intifadası diye anılan ayaklanmaya dönüşmüştür.
2002 Batı Şeria yeniden işgal altında
Birkaç dalga halinde gelen intihar saldırıları ardından, İsrail önce mart sonra da haziran aylarında Batı Şerianın neredeyse tamamını işgal etmiştir.
2002 yılının büyük bir bölümünde Filistin kentleri sık sık baskına uğramış, birbirleriyle bağlantısı kesilmiş, kuşatılmış ya da uzun süreler sokağa çıkma yasağı altında kalmıştır.
Nisan ayında İsrail güçleri Batı Şerianın kuzeyindeki Cenin mülteci kampına girip bölgeyi ele geçirmişlerdir.
Filistinliler, burada bir katliam yapıldığını iddia etmişlerdir.
Kendisi de ağır kayıp veren İsrail ordusu ise örgütlü bir direniş ile karşılaştığını belirterek burada sadece 52 Filistinlinin öldüğü konusunda ısrar etmiştir.
Birleşmiş Milletlerin bu konuda hazırladığı bir rapor, Sivilleri tehlikeyle karşı karşıya bırakan şiddet olayları dolayısıyla her iki tarafı da suçlamış ama ortada bir katliam olmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Uluslararası Af Örgütü ise İsrail ordusunun Batı Şeriada Cenin ve Nablusa düzenlediği operasyonlarda savaş suçu işlediği hükmüne varmıştır.
Dikkatlerin odaklandığı bir diğer merkez de Beytüllahim olmuştur. Beytüllahimdeki Mîlad Kilisesinde 5 hafta boyunca devam eden kuşatma, mayıs ayında, kiliseye sığınmış olan çok sayıda Filistinli arasındaki 13 militanın sürgüne gönderilmesiyle sona ermiştir.
İsrailli yetkililer 2002 yılı boyunca Gazze Şeridi ve Batı Şeriada düzenlenen operasyonların amacının Filistinlilerin terör altyapısını yıkmak olduğunu kaydetmiştir. Ancak hızı kesilmiş de olsa intihar saldırıları yıl boyu devam etmiştir.
Üst üste iki yıldır barış süreci durma noktasına gelmiştir. Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Avrupa Birliğinden oluşan, Dörtlü Orta Doğuda çözüme yönelik bir Yol Haritası ile süreç yeniden canlandırmaya çalışılmıştır.
2003 Bushun Ortadoğu Politikası
Yol haritasının yayımlanması, içeriği üzerinde 2002 yılı boyunca devam eden pazarlıklar dolayısıyla gecikmiştir.
Belge ancak 2003 yılı nisanında Amerika öncülüğünde Iraka düzenlenen operasyon sonrasında yayımlanmıştır.
Belgenin yayımlanmasına kadar da tüm diplomatik girişimler askıda kalmıştır.
2003 Haziranında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush, Ortadoğu konusundaki siyasetini uzun süredir beklenen bir konuşmayla açıklamıştır.
Bush konuşmasında Filistinlilere Teröre Taviz Vermeyen bir lider belirlemeleri çağrısında bulunmuştur.
Filistinli militan grupların yoğun müzakereler ardından haziran ayında ilan ettiği ateşkes ise ancak 7 hafta süreyle geçerli olmuştur.
2004 Arafatın Ölümü
İsrailin hava saldırıları ve Filistinli militanların intihar saldırılarının yaşandığı bir yıl olmuştur. İsrailin mart ve nisan aylarında Hamasın ruhani lideri Şeyh Ahmet Yasinle örgütün önde gelen isimlerinden Abdülazizi el Rantisiyi öldürmesi Filistinliler arasında büyük tepkiye neden olmuştur.
İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Gazzeden yerleşimcileri ve askerleri çekme planını açıklamıştır.
Aynı yıl içinde İsrail Yüksek Mahkemesi, duvarın güzergâhının değiştirilmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Temmuz ayında da Lahey Adalet Divanı duvarı yasadışı ilan etmiştir.
Ancak İsrail bu kararlara rağmen duvar inşasını sürdürmüştür.
Ekim ayının sonlarında rahatsızlanan Filistin lideri Yaser Arafat, 11 Kasımda tedavi için götürüldüğü Fransada hayatını kaybetmiştir. Mahmud Abbas, Filistin Kurtuluş Örgütü liderliğine getirilmiştir.
2005 Gazzeden Çekilme
Ocak ayında Filistinde yapılan seçimler sonunda Mahmud Abbas özerk yönetimin başkanlığına getirilmiştir.
Ariel Şaron ise, Gazzeden çekilme planı için hükümetinden onay almış ve plan ağustos ayı sonunda yaşama geçirilmiştir. Gazzede bulunan yerleşimciler zorla bölgeden uzaklaştırılmıştır.
2006 Hamasın Zaferi
Ocak ayı başında beyin kanaması geçirerek komaya giren Ariel Şaronun yerine gelen Ehud Olmert, Kadima adlı yeni bir parti kurmuştur.
Kadima, seçimler sonunda merkez sol İşçi Partisi ve aşırı Ortodoks Şas Partisiyle koalisyon oluşturmuştur.
İlk başta güçlü bir kamuoyu desteğine sahip olan Olmert, Hizbullahın iki askeri kaçırması ardından temmuz ayında Lübnana savaş açmış ve Beyrutun da aralarında bulunduğu bazı kentleri bombalamıştır.
Sonunda ilan edilen ateşkesin ardından Olmert, askerleri kurtarmayı başaramadığı ve savaşı yönetme biçimi nedeniyle ağır şekilde eleştirilmiştir.
Filistinde ise, ocak ayında düzenlenen seçimlerden Hamas ezici zaferle çıkmış ve tek başına hükümet kurmuştur.
Ancak İsrailin var olma hakkını tanıması ve şiddeti reddetmesi için baskı altında kalan Hamasa yönelik uluslararası ambargo uygulanmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği, Haması gerekçe göstererek, Filistine mali yardımları durdurunca, Hamas hükümeti kamu çalışanlarının maaşlarını bile ödeyemez hale gelmiştir.
Hamasla El Fetih arasında tırmanan gerilim çatışmalara dönüşmüş; bu çatışmalar kimi gözlemcilere göre, Filistini bir iç savaşın eşiğine getirmiştir.
Geçen yılın mayıs ayında, tarafların üzerinde uzlaşabileceği bir siyasi zemin olması için İsrail cezaevlerinde bulunan önde gelen El Fetih ve Hamaslı isimler, Cezaevi Belgesi olarak anılan bir bildirge hazırlamıştır.
Direnişin 1967′de işgal edilen topraklarla sınırlı tutulmasını ve İsrailin üstü kapalı olarak tanınmasını öngören bildirgenin başta yarattığı heyecana rağmen, bu belge de anlaşmazlıkları gidermeye yetmemiştir.
Hamasın belgenin bazı noktaları üzerindeki itirazları karşısında Filistin lideri Mahmud Abbas, konuyu referanduma götüreceğini ilan etmiştir.
Bu amaçla Hamasa tanınan süreler tekrar tekrar uzatılmış, referandum kozu yerini erken genel seçime gitme tehdidine bırakmış, ancak Abbas bu adımları hayata geçirme aşamasına gelememiştir.
2006 - İsrail-Lübnan Krizi
2006 İsrail-Lübnan Krizi, Hizbullahın askeri kanadı ile İsrail Silahlı Kuvvetleri arasında Lübnan toprakları ve İsrailin kuzeyinde, 12 Temmuz 14 Ağustos 2006 tarihleri arasında sürmüş olan silahlı çatışmadır.
Kriz, Lübnanda yerleşmiş Hizbullah Örgütünün, 12 Temmuz 2006 tarihinde 2 İsrail askerini kaçırması ve 8′ini öldürmesiyle başlamıştır.
Askerlerin kaçırılmasına ek olarak güney Lübnandaki Hizbullah militanlarının İsrail topraklarına Katyuşya füzeleri ateşlemesi; İsrail tarafından Lübnanın bir savaş hareketinde Act of War bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır.
Bunun üzerine İsrail, Lübnana hava ve kara saldırıları yapmış ve ülkenin limanlarını denizden ablukaya almıştır.
İsrailin bu davranışına karşılık olarak Hizbullah, güney Lübnandan İsrailin kuzeyine yaptığı füze saldırılarını şiddetlendirmiştir.
Bir aydan fazla süren çatışmaların ardından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin aldığı 1701 sayılı karar uyarınca 14 Ağustosda taraflar saldırılarını durdurmuştur.
İsrail Lübnana uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 yerel saatle 18.00e kadar kaldırmayı taahhüt etmiştir.
Litanni Nehrine kadar olan Güney Lübnan topraklarını işgal etmiş olan İsrail, Lübnan ve UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak birliklerini geri çekmiştir.
Krizin ilk günlerinden beri aralıksız süren İsrail saldırılarının 1.000′in üzerinde sivil Lübnanlıyı öldürmüş olması, İsrailin uluslararası ortamda çok ağır eleştirilere maruz kalmasına sebep olmuştur.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Louise Arbour, kriz sırasında savaş suçlarının işlenmiş olabileceğini söylemiştir.
2007
İç savaş endişeleri nedeniyle devreye giren Suudi Arabistanın aracılığıyla Mekkede bir araya gelen Filistinli rakip gruplar Hamas ve El Fetihin ulusal birlik hükümeti kurulması üzerinde anlaşmaya varmıştır.
Ancak İsmail Hanya başkanlığındaki hükümetin ömrü uzun olmamıştır. El Fetihle Hamas arasında yaşanan çatışmalar sonunda, haziran ayında Hamas Gazzenin kontrolünü ele geçirmiştir.
Abbas hükümeti azledilmiştir. Hamas kontrolü altındaki Gazzede hükümet kurmuş, Mahmud Abbas ise, Selam Feyyad başkanlığında yalnızca Batı Şeriayı kontrol edebilen bir hükümet kurmuştur.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George Bush, temmuz ayı ortasında İsraillilerle Filistinliler arasında barış görüşmelerinin yeniden başlatılmasını tartışmak üzere uluslararası bir toplantı yapılması çağrısında bulunmuştur.
Filistin ile İsrail tarafları Konferansın Sonuç Bildirgesi konusunda uzlaşmakta zorlanınca toplantının yapılacağı yer ve tarihin açıklanması son dakikaya kalmıştır.
Amerikalı yetkililer, kasım ayı ortasında konferansın 27 Kasımda Annapolis kentinde düzenleneceğini açıklamıştır.
2008-2009 Gazze Savaşı
2008-2009 İsrail-Gazze çatışması, İsrail Savunma Kuvvetlerinin, Işık Bayramının devam ettiği 27 Aralık 2008 tarihinde yerel saatle 09.30 sıralarında Hamasın İsrailli sivillere ve askeri birimlere karşı kassam roketli saldırılar yaptığı gerekçesi ile başlattığı operasyondur.
İsrailin saldırıları nedeniyle 1000′den fazla insan hayatını kaybetmiştir.
Cansel KARASU
Filistin Meselesi, Orta Doğu bölgesini ilgilendi*ren bir bölgesel mesele olarak ortaya çıkmakla birlikte, kısa zamanda uluslararası bir nitelik kazanmış ve özellikle uluslararası sisteme yön veren süper güçlerin yakından ilgilendikleri başlıca konulardan biri olmuştur.
Filistin Meselesi, üç büyük din (Musevilik-Hıristiyanlık-İslam) tarafından kutsal sayılan Filistin toprakları ile ilgili meseledir. Bu mesele, çağımızın en önemli uluslararası sorunlarından biri olup halen çözüme kavuşturulmuş değildir.
Filistin Meselesi, Orta Doğu bölgesini ilgilendiren bir bölgesel mesele olarak ortaya çıkmakla birlikte, kısa zamanda uluslararası bir nitelik kazanmış ve özellikle uluslararası sisteme yön veren süper güçlerin yakından ilgilendikleri başlıca konulardan biri olmuştur.
Günümüzün en karmaşık uluslararası meselelerinden birisi olan Filistin meselesinin çok eski bir geçmişi vardır.
Filistin meselesi şu beş temel noktada toplanmaktadır:
1) İsrailin 1967 öncesi sınırlara çekilmesi ve bunun için işgal ettiği toprakları boşaltıp sahipleri olan Filistinlilere devretmesi.
2) İsrail, terör, tedhiş, etnik arındırma, sindirme, baskı ve başka yollarla 2,5 milyon Filistinliyi kendi vatanlarından sürmüş, onları sağda solda mülteci kamplarında yaşamaya mecbur etmiştir. Meselenin ikinci ayağı mülteci Filistinlilerin kendi yurtlarına dönmesinin sağlanmasıdır.
3) Üçüncü önemli mesele, İsrail kesintisiz olarak dünyanın her bölgesinde yaşayan Yahudileri İsraile getirtmekte ve bunlara Filistinlilerin toprakları üzerinde yerleşim alanları açıp yerleştirmektedir.
Yerleşimcilerin sayısı arttıkça ve yerleşim alanları genişledikçe Filistinliler biraz daha toprak kaybına uğramaktadırlar ki, özellikle bugün işgal altındaki Batı Şerianın başına gelen budur.
Dışarıdan gelen yerleşimciler Filistinlilerin topraklarını işgal etmekle kalmamışlar; zeytinliklerini, bağ-bahçelerini, evlerini ve mal varlıklarını gasbedmişlerdir.
4) Meselenin dördüncü ayağı Kudüsün statüsü meselesidir. İsrail, açık bir dille Kudüsü İsrailin Ebedî Başkenti ilan etmekle, her üç din için kutsal olan bu tarihî şehri hiç kimse ile paylaşmaya niyetli olmadığını açıkça belli etmektedir.
5) Filistin meselesinin beşinci ve belki de çözüm ihtimali neredeyse sıfır olan boyutu Mescid-i Aksa konusudur. Yahudiler, her ne pahasına olursa olsun Süleyman Mabedini yeniden inşa etme kararındadırlar.
Mabedin inşa edilebilmesi için Mescid-i Aksanın yıkılması gerekir. Ne dindar Yahudiler ne Siyonistler bu projeden taviz vermeyi düşünmemişler; sadece uygun zamanı kollamışlardır.
Filistin Meselesinin geçmişine bir göz atmak yararlı olacaktır. Mısırdan gelip buraya yerleşen Yahudiler M.S. I.yüzyıla kadar Filistinde yaşamışlardır.
Yahudilerden sonra Roma İmparatorluğunun eline geçen Filistin, daha sonra Bizans İmparatorluğunun sınırları içerisinde kalmış ve ardından burası Perslerin hâkimiyetine girmiştir.
Erken dönemlerde bu bölge ile ilgilenen Müslümanlar, Halife Hz.Ebubekir zamanında Filistini İslam Devletinin sınırlarına katmışlardır (634). Hz.Ömer zamanında ise Kudüsün de alınması İle (638) bölge tamamen Müslümanların eline geçmiştir.
Kutsal yerleri ve özellikle Hz.Ömer Kudüs şehrini Müslümanlardan kurtarmak amacı taşıyan Haçlı Seferleri sırasında bölge bir süre Haçlıların eline geçmişse de, Selahaddin Eyyubî tarafından burada yeniden İslam hâkimiyeti tesis edilmiştir (1187).
Bir ara Memlûkluların elinde iken 1516 yılında tüm Arap Yarımadası İle birlikte Osmanlı Devletinin siyasî sınırlarına dâhil olmuş ve tam dört yüz yıl Osmanlıların elinde kalmıştır.
I.Dünya Savaşında Filistin cephesinde İngi*lizlerle çarpışan Osmanlı Devletinin yenilmesi üzerine bu bölge İngilterenin eline geçmiştir.
Savaş yıllarında İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 1916′da imzalanan Sykes-Picot gizli Antlaşmasına göre tüm Orta Doğu bu ülkeler arasında paylaşılmışsa da, Rusyanın yıkılması üzerine bölge İngiltere ile Fransa arasın*da bölüşülmüştür.
Irak, Şarkül-Ürdün ve Filistin İngilterenin mandasına girmiştir. İngiltere işgal ettiği Filistinde kurduğu askerî yönetimi 1920′de sivil yönetime dönüştürmüştür.
I.Dünya Savaşının sonundan 1948′e kadar Filistinde devam eden İngiliz manda yönetimi döneminde Filistin Meselesi yönetimin Siyonizm lehine olan tutum ve uygulamaları ile ciddi boyutlar kazanmıştır.
Savaş yıllarında İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfour 1917 yılında yayınladığı bir deklarasyonda, Filistinde Yahudilere bir yurt temini için İngiliz hükümetinin çalışacağı belirtilmiştir.
Filistin Meselesinin ortaya çıkmasında en önemli paya sahip olan Siyonizme yapılan desteklerin başında Balfour deklarasyonu gelmektedir.
Bu deklarasyonla dönemin süper gücü olan İngilterenin desteğini kazanan Yahudiler, Filistine yeniden yerleşmek için dünyanın çeşitli yerlerinden göç ederek buraya gelmiş ve kısa zaman içerisinde bölgenin demografik ve sosyal yapısının Filistin halkının aleyhine değişmesine ve böylece de Filistin Meselesinin ortaya çıkmasına neden olmuşlardır.
1897 Birinci Siyonizm Kongresi
Birinci Siyonizm Kongresi İsviçrenin Basel şehrinde toplanmıştır.
1896′da gazeteci Theodor Herzl, Der Judenstaat yani Yahudi Devleti adlı bir kitap yayınlamıştır ve kongrede bu kitaptaki fikirler tartışılmıştır. Herzl, Viyanada yaşayan bir Yahudidir.
Yahudilerin kendi devletini kurmasını savunmuştur.
Özellikle Avrupadaki Yahudi düşmanlığına karşı bu fikri geliştirmiştir.
Kongrenin sonunda, Basel Programı yayınlanmıştır. Bu belgede, Filistinde bir Yahudi vatanının kurulması ve Dünya Siyonizm Teşkilatının bu amaca ulaşmak için faaliyete geçirilmesi öngörülmüştür.
1897′den önce, çok az sayıda Siyonist göçmen zaten bölgeye gelmeye başlamıştır. 1903′e kadar, bunların sayısı 25 bine ulaşmıştır. Çoğu da Doğu Avrupadan gelmiştir. 1904 ile 1914 arasında 40 bin kişilik bir ikinci göçmen dalgası gelmiştir.
1947 Birleşmiş Milletler devrede
Filistini 1920′den beri idare eden İngiltere, Siyonist-Arap sorununu çözme sorumluluğunu 1947′de Birleşmiş Milletlere devretmiştir.
Bölge şiddet olaylarıyla sarsılmıştır. Yahudiler artık nüfusun üçte birini oluşturmuş; fakat toprakların yüzde 6′sı onların ellerinde bulunmaktaydı.
Avrupadaki Nazi zulmünden kaçan yüz binlerce Yahudinin buraya ulaşması çözüm arayışını daha da acil hale getirmiştir. İkinci Dünya Savaşında 6 milyon Yahudi öldürülmüştür.
BMnin kurduğu özel komite, bölgeyi Filistin ve Arap devletleri arasında bölmeyi önermiştir. Arap Yüksek Komitesi diye anılan Filistinli temsilciler, teklifi reddederken, Yahudi temsilciler kabul etmiştir.
Paylaşım planı, Filistinin yüzde 56,47′sini Yahudi devletine, yüzde 43,53′ünü de Arap devletine bırakmıştır. Kudüs ise uluslararası bir idare altında olacaktır. 29 Kasım 1947′de BM Genel Kurulunda 33 ülkenin oyuyla plan onaylanmıştır.
13 ülke karşı oy vermiş, 10 ülke de çekimser kalmıştır.
Filistinlilerin reddettiği plan hiç uygulanmamıştır.
İngiltere, 15 Mayıs 1948′de, Filistindeki manda idaresine son verme niyetini ilan etmiş; ancak bu tarih öncesinde çarpışmalar başlamıştır. İngiltere halkı, askerlerinin ölümü nedeniyle Filistinde İngiliz varlığına karşı çıkmaya başlamıştır.
Ayrıca İngilizler, ABDnin daha fazla Yahudi mültecinin buraya kabul edilmesi için uyguladığı baskıya öfkeliydi.
Bu da Siyonizme Amerikan desteğinin artışının işaretiydi. Hem Arap hem de Yahudi taraflar, yaklaşan savaş için güçlerini seferber etmişlerdir. Yahudi milis güçlerinin Arap köylerinde Temizlik Operasyonları 1948 Aralık ayında başlamıştır.
1948 İsrailin Kuruluşu ve Arap-İsrail Savaşı
Birinci Arap-İsrail Savaşı, Filistinde İngiliz manda rejiminin sona ermesinin hemen ardından 14 Mayıs 1948′de, Tel-Avivde toplanan Yahudi Milli Konseyi, yayınladığı bir bildiri ile İsrail Devletinin kurulduğunu ilan etmiştir.
Bunun hemen ardından ABD ve ertesi gün de Sovyetler Birliği İsraili tanıdığını açıklamıştır. Bu gelişmelerin öncesinde ise İngiliz birlikleri bölgeyi terk etmeye başlamışlardır.
İsrail Devletinin kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği İsraile savaş açmıştır. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri üç yönden saldırıya geçerek önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir.
Ancak İsrailin planlı savunması üzerine savaş Araplar aleyhine dönüşmüştür. İsrail savaş sonunda 1947′de taksim planı ile elde ettiği %56lık Filistin toprağını % 78e çıkarmıştır.
700.000 Filistinli, evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığınmışlardır. Yurtlarını terk eden Filistinlilerden 250.000i Gazzeye yerleştirilmiştir.
Filistinlilerin başka ülkelere göçü ve Yahudilerin Filistinde gün geçtikçe artan nüfusu, demografik yapının bölgenin asıl yerleşik halkı olan Araplar aleyhine dönüşmesine neden olmuş ve bugüne kadar süregelen Filistinli mülteciler sorunu başlamıştır.
Benzer şekilde 1948 -1952 arasında Arap ülkelerinde yaşayan bir milyon kadar Yahudi ülkelerinden kovulmuştur. Bu mültecilerin çoğu İsraile yerleşmiştir.
İsrail, savaş sonunda savaştığı her Arap ülkesi ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları imzalamıştır. Savaşa girmiş olan Ürdün Batı Şeriaya, Mısır da Gazze Şeridine asker yığmıştır. Kudüsün kontrolü ise batıda İsrail, doğuda Ürdün arasında bölünmüştür. Gazze Mısırın olmuştur.
1948 savaşı sonrasında savaşa katılan Arap ülkelerinde siyasi rejim değişikliğine varan karışıklıklar yaşanmıştır.
En önemli değişiklik Mısırda gerçekleşmiştir. Mısırda Kral Faruk bir darbe ile tahttan indirilerek yerine General Necib getirilmiştir.
Savaştan en karlı çıkan taraf İsrail olmuştur. 1914te 85.000, 1943′te 539.000, 1946′da 608.000, 1947de 650.000 olan Filistindeki Yahudi nüfusu, savaş sonrası anlaşmaların imzalandığı 1949 yılında 758.000e ulaşmıştır. Ürdün de İsrailden sonra en çok toprak kazanan ülke olmuştur.
1956 Süveyş Krizi
Süveyş Krizi, 1956 yılında İsrail, Birleşik Krallık ve Fransanın oluşturduğu gizli ittifak ile Mısır arasında yapılan savaştır.
Mısır lideri Nasırın Süveyş Kanalını millileştirdiğini açıklamasından sonra çıkan savaş, Sovyetler Birliğinin Londra ve Parise atom bombası atma tehdidi karşısında Birleşik Krallık ve Fransanın geri adım atmasıyla sonlanmıştır.
Süveyş Krizi, II. Dünya Savaşı öncesinde dünyaya egemen olan Batı Avrupalı devletlerin mutlak egemenliğinin son bulduğunu ve artık Amerikanın desteği olmadan hareket edemeyeceklerini göstermiştir.
1964 Filistin Kurtuluş Örgütünün Kuruluşu
1948′den beri, İsrailin ortaya çıkışına verilecek karşılığa önderlik etmek için Arap devletleri arasında rekabet vardı. Bu yüzden Filistinliler olaylara seyirci kalmışlardır.
1964′te Kudüste kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Arap devletleri tarafından tanınmıştır. Bu devletler FKÖnün esasen kendi kontrollerinde kalmasını istemiştir.
Ama Filistinliler gerçekten bağımsız bir örgüt istemiş ve 1969′da örgütün başkanlığını ele geçiren Yaser Arafatın amacı da bu olmuştur.
Kendisine bağlı, beş yıl önce gizli olarak kurulmuş El Fetih örgütü, İsraile karşı operasyonlarıyla ün kazanmıştır. Fetih savaşçıları, 1968′de Ürdünde İsrail birliklerine ağır kayıplar vermiştir.
1967 Altı Gün Savaşı
Altı Gün Savaşı, diğer adlarıyla 1967 Arap-İsrail Savaşı, Üçüncü Arap-İsrail Savaşı, Altı Günün Savaşı veya Haziran Savaşı, 5 Haziran 1967′de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan ve 6 gün süren savaşa verilen addır.
Arap İttifakına Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılmışlardır. İsrailin kesin üstünlüğü ile bitmiştir.
Bu savaştaki önemli olaylardan biri de savaşı gözlemlemek üzere gönderilen USS Liberty adlı bir Amerikan gemisinin İsrail tarafından saldırıya uğramış olmasıdır.
Şimdiki birçok sorunun temelini oluşturmuştur. Savaşın sonunda Mısırdan Sina Yarımadasını, Suriyeden Golan Tepelerini ve Filistinin Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır.
Savaş sonrasında Sina Yarımadasından Mısır lehine çekilen İsrail ilerleyen dönemlerde diğer toprakları ilhak ettiğini açıklamıştır.
Bu kararları tanınmadığı gibi, İsrailin BM Kararlarını da uygulamaması sonraki dönemde bölgede birçok sorunun kaynağını oluşturmuştur.
1973 Yom Kippur Savaşı
Yom Kippur, yani Kefaret Günü, Yahudilerin en önemli dini bayramıdır.
1967′deki savaşta kaybettikleri toprakları diplomatik yollardan geri alamayan Mısır ve Suriye, 1973′teki Yom Kippur bayramı sırasında İsraile karşı taarruza girişmiştir. Bu çarpışmalar, Müslümanların da ramazan ayına denk geldiği için Ramazan Savaşı diye de anılır.
Başlangıçta Mısır ve Suriye, Sina ve Golan Tepelerinde ilerleme kaydetmişlerdir. Üç hafta süren çarpışmalar sonunda bu durum değişmiştir.
İsrail neticede bazı yerlerde 1967′deki ateşkes hattının da ötesine geçmiştir. İsrail güçleri Golan Tepelerini aşarak Suriye içinde ilerlemeye başlamış; ancak sonradan bu toprakları bırakmışlardır.
Mısırda da, İsrail güçleri toprak kazanmışlar, Süveyş Kanalının batı yakasına geçmişlerdir.
ABD, Sovyetler Birliği ve BM, diplomatik müdahalelerle ateşkes anlaşmasına varılmasını sağlamıştır.
Mısır ve Suriye, toplam 8 bin 500 asker kaybetmiştir.
İsrailin can kaybı ise 6 bin olmuştur.
Savaş sonunda İsrail, askeri, diplomatik ve ekonomik destek açılarından ABDye daha da bağımlı hale gelmiştir. Savaşın hemen ardından Suudi Arabistan, İsraili destekleyen ülkelere petrol ambargosu başlatmıştır.
Petrol fiyatları bütün dünyada hızla yükselirken küresel nitelikte bir ekonomik kriz baş göstermiş ve ambargo Mart 1974′e kadar sürmüştür. Ekim 1973′te, BM Güvenlik Konseyi, 338 sayılı kararı almıştır.
Bunda, taraflardan, bir an önce çarpışmaları durdurmaları ve müzakerelere başlamaları istenmiştir.
1974 Arafatın BMye ilk gidişi
Arafat liderliğindeki FKÖ ile Ebu Nidal gibi, FKÖ dışındaki Filistinli örgütler, İsrail ve diğer hedeflere karşı 1970′lerde bir dizi eylem düzenlemişlerdir.
Kara Eylül diye de bilinen Ebu Nidalin örgütü, 1972 Münih Olimpiyatlarındaki eylemde 11 İsrailli sporcuyu öldürmüştür.
Filistinin tamamını kurtarmak için silaha başvuran FKÖnün lideri Arafat, bir yandan da BMde barışçı çözümü savunduğunu anlatan ilk konuşmasını yapmıştır.
Siyonist projeyi kınamış fakat eklemiştir: Bugün bir elimde zeytin dalı, bir elimde kurtuluş savaşı veren birinin silahı var.
Zeytin dalını düşürmeyin. Bu konuşma, Filistinlilerin uluslararası tanınma çabalarına büyük katkı sağlamıştır.
Bir yıl sonra ABD Dışişleri Bakanlığından Harold Saunders, Arap-İsrail barışı müzakere edilirken Filistin halkının meşru çıkarlarının da hesaba katılması gerektiğini söylemiştir.
1977 İsrailde sağın yükselişi
İsrailin 1948′de kuruluşunda İrgun ve Lehi gibi aşırı grupların katkısı büyüktür. Ama bu örgütlerin mirasçısı Herut (sonradan Likud adını alıyor) Partisi, 1977′ye kadar hiçbir seçim kazanamamıştır.
İsrail siyaseti bu tarihe kadar sol kanattaki İşçi Partisinin hâkimiyetindeydi. Likud ideolojisi, İsrail idaresinin İngiliz mandasına dâhil olan bütün topraklara, yani Ürdün de dâhil Kutsal Kitapta anlatılan Büyük İsraile yayılmasını savunmuştur.
Eski İrgun lideri Menahem Begin başkanlığındaki yeni hükümet, Batı Şeria ile Gazze Şeridinde yerleşim açmayı hızlandırmıştır.
Amaç 1967′de kazanılan toprakları ileride geri vermemek için gerekçeler sağlamaktır.
Tarım Bakanı Ariel Şaron bu faaliyetleri körüklemiş; Şaron 1981′e kadar yerleşimlerle ilgili bakanlar komisyonunun başında olmuştur.
1979 İsrail-Mısır Barışı
Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat 19 Kasım 1977′de İsraile uçup Knessette, yani parlamentoda konuşma yapınca dünya şaşkına dönmüştür.
İsraili tanıyan ilk Arap lider Sedat olmuştur. Yom Kippur Savaşını daha dört yıl önce başlatan da kendisidir. O savaş nihaî sonucu getirmemiştir.
Mısır ve İsrail, 1978′de Camp David anlaşmalarını imzalamışlardır. Metinde Orta Doğuda barışın çerçevesi çizilmiş ve buna Filistinlilere sınırlı özerklik verilmesi de dâhil olmuştur.
İkili barış anlaşmasını da Sedat ile Begin Mart 1979′da imzalamışlardır. Sina yarımadası Mısıra geri verilmiştir.
İsraille kendi başına pazarlığa giriştiği için Mısır, Arap devletleri tarafından boykota uğramıştır. Enver Sedat 1981′de kendi ordusundaki İslamcı unsurlar tarafından öldürülmüştür.
1982 İsrail Lübnanı işgal ediyor
İsrail, Lübnan sınırına yakın yerleşim birimlerini saldırılardan korumak amacıyla Lübnanın güneyine asker sokmuştur. Ama Savunma Bakanı Ariel Şaron orduyu başkent Beyruta kadar götürmüş; FKÖyü bu ülkeden çıkarmıştır.
Sinadaki son İsrail birliklerinin geri çekilmesinin üzerinden daha iki ay bile geçmemiştir. Lübnan işgali, Ebu Nidal örgütünün İsrailin Londra büyükelçisine suikast girişimi üzerine başlatmıştır.
İsrail birlikleri Beyruta Ağustos ayında varmıştır.
Yapılan ateşkes anlaşması uyarınca FKÖ milisleri çekilince, Filistin mülteci kampları savunmasız kalmıştır.
İsrail güçleri 14 Eylülde Beyrut etrafında birikirken, Hıristiyan Falanj milislerin lideri Beşir Cemayel, başkentteki karargâhında bir bombanın patlamasıyla ölmüştür. Ertesi gün İsrail ordusu Batı Beyrutu işgal etmiştir.
16 Eylülden 18 Eylüle kadar, İsraille ittifak yapan Falanjistler, Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce Filistinliyi öldürmüştür.
Neredeyse bir asrı bulan Ortadoğu mücadelesindeki en katlı katliamlardan biri olmuştur. Şaron, savunma bakanlığından başka bir göreve geçmek zorunda kalmıştır.
Çünkü 1983′te İsrailde yapılan bir soruşturma, onun katliamı önlemek için harekete geçmediğine hüküm vermiştir. Sabra ve Şatilla katliamları Ariel Şaron hakkındaki Savaş Suçlusu iddialarının kaynağı olmuştur.
Bazı görgü tanıkları, İsrail askerlerinin, Hıristiyan milislerin kamplarda neler yapacağından haberdar olmuş, hatta olanları izlediğini anlatmıştır.
1987-93 İntifada
İsrail işgaline karşı intifada, yani kitlesel ayaklanma Gazze Şeridinde başlamış; kısa sürede Batı Şeriaya yayılmıştır.
Protestolar, sivil itaatsizlik şekline bürünmüştür. Genel grevler düzenlenmiş, İsrail ürünleri boykot edilmiş, duvarlara yazılar yazılmış ve yollarda barikatlar kurulmuştur.
Ama uluslararası ilgi toplayan protesto şekli, ağır silahlarla donanmış İsrail askerlerine taş atan Filistinliler olmuştur.
İsrail ordusu karşılık vermiş; çok sayıda Filistinli sivil yaşamını yitirmiştir. 1993′e kadar süren protestolarda toplam can kaybı bini aşmıştır.
1988 FKÖ barışa kapıyı açıyor
İsrail büyük askeri gücüne rağmen 1987′de başlayan intifadayı durduramamıştır. Eylemleri İsrail işgali altında yaşayan Filistinlilerin tamamı desteklemiştir.
1982′de Lübnandan sürüldükten sonra Tunusa yerleşen FKÖ için de bu ayaklanma tehlike işareti olmuştur.
Filistin Devrimi hedefine dönük mücadelede dikkatler, FKÖ ve diaspora yerine işgal topraklarına dönmüştür.
FKÖ başrolü kaybedebileceğini düşünmeye başlamıştır.
Sürgündeki hükümet işlevi gören Filistin Ulusal Konseyi, Kasım 1988′de Cezayirde toplanmış ve 1947′deki Birleşmiş Milletler kararında yer alan İki Devlet çözümünü kabul etmiştir.
Oylamada kabul edilen kararda ayrıca terörizm kınanmış; BM Güvenlik Konseyinin 242 sayılı kararına dayalı müzakere isteği dile getirilmiştir.
242 sayılı karar, ayrıca 1967′de, İsrailin ele geçirdiği topraklardan çekilmesini öngörmüştür.
ABD, FKÖ ile diyaloga girişmiştir. Ama İsrail hala FKÖyü terör örgütü olarak görmüş, muhatap almak istememiştir.
Bunun yerine İsrail Başbakanı Yitzak Şamir, kendi kaderini tayin hakkına ilişkin bir anlaşmaya varılmadan önce işgal topraklarında seçim yapılmasını önermiştir.
1991 Madrid Zirvesi
1991′de çıkan Körfez Savaşı FKÖ için felaket niteliğinde olmuştur. Yaser Arafat, Iraka destek verdiği için Körfez bölgesindeki zengin hamilerini kaybetmiştir.
Irakın Kuveyti işgaline son verilmesi ardından ABD yönetimi Ortadoğuda barış arayışına ağırlık vermiştir.
Bu girişimler mâli olarak zayıflamış ve siyaseten tecrit edilmiş Arafat için, İsraildeki muhafazakâr Başbakan Yitzak Şamire oranla daha değerli olmuştur.
ABD Dışişleri Bakanı James Bakerın defalarca yaptığı ziyaretler, Madridde bir uluslararası zirve toplanmasına zemin hazırlamıştır. Suriye katılmayı kabul etmiştir.
Umudu, Golan Tepelerini geri alacak müzakerelere girmekte bulmuştur. Ürdün de daveti kabul etmiştir.
Ancak Şamir, terörist olarak gördüğü FKÖ ile doğrudan muhatap olmak istememiş ve bu yüzden önde gelen Filistinli simalardan oluşan bir Filistin-Ürdün heyeti oluşturulmuştur. Bu Filistinliler FKÖ üyesi değildir.
Zirve öncesindeki günlerde ABD, İsraille ender görülen bir cepheleşme içinde olmuştur. İşgal edilmiş topraklarda Yahudilere yerleşim birimlerinin inşa edilmesi yüzünden İsrailin alacağı 10 milyar dolarlık kredi garantisini askıya almıştır.
30 Ekimde başlayan tarihi zirveyi dünya izlemiştir. Eski düşmanlara, yaklaşımlarını açıklamaları için 45′er dakikalık konuşma fırsatı verilmiştir. Filistinliler, İsraille paylaşılan bir gelecek umudunu dile getirmiştir.
Şamir Yahudi devletinin meşruiyetini anlatmıştır. Suriye Dışişleri Bakanı Faruk el Şara ise Şamirin Terörist geçmişini anlatmıştır.
ABD zirveden sonra İsrailin, Suriye ve Filistin-Ürdün heyetleriyle ayrı ayrı ikili görüşmelerde bulunması için hazırlık yapılmıştır.
1993 Oslo Barış Süreci
Haziran 1992′de İsrailde sol kanadın, yani İşçi Partisinin iktidara gelmesi çok kuvvetli bir barış sürecini başlatmıştır.
Sertlik yanlısı olarak gösterilen Başbakan Yitzak Rabin ile Güvercin olarak gösterilen Şimon Peres ve Yosi Beilin, Filistinlilerle barışı konuşacak çok uygun bir ekibi oluşturmuştur.
Körfez Savaşından sonra konumu zayıflayan FKÖ bu barış pazarlığından sonuç almayı ummuştur.
Washingtondaki ikili görüşmeler tıkanınca İsrail, FKÖnün katılımına yönelik itirazını kaldırmıştır. Daha da önemlisi Dışişleri Bakanı Peres ve yardımcısı Beilin, Norveçin girişimi olan gizli bir müzakere zemini kurma imkânını incelemiştir.
Washingtondaki ikili görüşmelerden sonuç alınamayacağı anlaşılınca gizli Oslo kulvarı 20 Ocak 1993′te açılmıştır.
Norveçin Sarpsborg kasabasında görülmemiş bir ilerleme kaydedilmiştir. Filistinliler işgal topraklarından aşamalı çekilmeye başlaması karşılığında İsrail devletini tanımayı kabul etmiştir.
Görüşmeler İlkeler Deklarasyonunu getirmiştir. Bu belge Washingtonda imzalanırken, Arafat ile Rabin arasındaki tarihi tokalaşmayı 400 milyon insan canlı izlemiştir.
1994 Filistin Yönetiminin Kurulması
İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü, İlkeler Deklarasyonunun başlangıçta nasıl uygulanacağı konusundaki anlaşmayı Kahirede 4 Mayıs 1994′te imzalamıştır.
İsrail, Gazze Şeridinin çoğunu terk etmiş; sadece Yahudi yerleşimleri ve etraflarındaki arazilerde İsrail varlığı sürmüştür. Batı Şeriada ise Eriha kentini Filistinlilere bırakmışlardır.
Bu pazarlıklar güçlükle yürütülmüş ve Batı Şerianın El Halil kentinde düzenlenen bir katliam neredeyse görüşmelerin kesilmesine yol açmıştır.
Tarihi İbrahim Camiinde sabah namazı kılan Filistinlilerin üzerine makineli tüfekle ateş açan Yahudi yerleşimci Baru Goldstein, 29 kişiyi öldürdükten sonra öldürülmüştür.
Anlaşmanın içinde de aşılması gereken zorluklar da bulunmuştur. Metinde beş yıllık geçiş dönemi içinde İsrail ordusunun geri çekilme aşamaları yer almıştır.
Ama bu aşamalar çok zorlu pazarlıkların sonuç vermesine bağlıydı. Bunlar Filistin devletinin kuruluşu, Kudüsün statüsü, işgal edilmiş topraklardaki Yahudi yerleşimlerinin durumu ve 1948 ile 67 arasında göçe zorlanan 3,5 milyon Filistinli mültecinin ne olacağı gibi konulardı.
Barış sürecini eleştirenler 1 Temmuzda susmuştu. Çünkü Yaser Arafat, Filistin topraklarına bu tarihte geri dönmüş, coşkulu kalabalık tarafından muzaffer bir eda ile karşılanmıştır.
Filistin Kurtuluş Ordusu, İsrail birliklerinin boşalttığı yerlere konuşlandırılmıştır. Filistin Ulusal İdaresi, yani özerk yönetimin başkanı olarak Yaser Arafat vardı artık. 1996′daki seçim de bunu tescil etmiştir.
1995 İkinci Oslo ve Rabin Suikastı
Filistin yönetimi, Gazze Şeridindeki ilk yılında zorluklarla boğuşmuştur. Filistinli militanların bombalı eylemlerinde onlarca İsrailli öldürmüştür.
İsrail özerk yönetimin topraklarına giriş çıkışları engellemiş; militanlara suikastlar düzenlemişlerdir. Yeni yerleşim inşaatları da durmamıştır.
Filistin Özerk Yönetimi kendi toplumunun öfkesini kitlesel göz altılarla bastırmaya çalışmıştır.
İsrail içinde ise barış sürecine tepkiler sağ kanattan ve dini gruplardan gelmiştir.
Bu ortam içinde barış görüşmeleri yoğun çaba ile yürütülmüşse de başlangıçta belirlenen takvime yetişilememiştir.
24 Eylülde 2. Oslo diye anılan anlaşma Mısırın Taba şehrinde ve Washingtonda ayrı törenlerle imzalanmıştır.
Bu anlaşma Batı Şeriayı üçe bölmüştür.
1 A Bölgesi: Batı Şerianın yüzde 7′sini oluşturan bu bölge, Doğu Kudüs ve El Halil haricindeki belli başlı yerleşim merkezlerini tam olarak Filistin idaresine bırakmıştır.
2 B Bölgesi: İsrail ve Filistinlilerin ortak kontrolüne bırakılan bu bölge Batı Şerianın yüzde 21′ini oluşturmuştur.
3 C Bölgesi: İsrail bu bölgeyi kontrol altında tutacak, ama aynı zamanda Filistinli tutukluları serbest bırakacaktı.
2. Oslo Anlaşması, Filistinlileri pek heyecanlandırmamıştır. İsrailli dinciler ise Yahudi Toprağının teslim edilmesine öfkeliydi.
Öfke ve tahrik içeren bir kampanyaya hedef olan Başbakan Yitzak Rabin, bir aşırı dinci Yahudi tarafından 4 Kasımda öldürülmüştür.
Suikast bütün dünyaya şok dalgaları yaymıştır. Güvercin diye nitelendirilen ve bir türlü tamamlanamayan barış sürecinin mimarı Şimon Peres başbakan olmuştur.
2000 İkinci İntifada
Ehud Barak hükümetinin barışa ulaşacağına dair başlangıçta duyulan iyimserliğin temeli olmadığı zamanla anlaşılmıştır. Yeni bir Wye River Sözleşmesi Eylül 1999′da imzalanmıştır.
Ama işgal topraklarından çekilme işleminin devam etmesi mümkün olmamıştır. Çünkü Kudüsün durumu, mülteciler, yerleşimler ve sınırlar gibi nihaî statü pazarlıkları sonuçsuz kalmıştır.
Beş yıllık barış süreci sonunda pek bir şey elde edilememesi, Filistin halkında büyük bir bıkkınlık doğurmuştur.
Barak, Suriye ile barışa odaklanmıştır. Bu alanda da başarı olmamıştır. Barak yine de İsrailin 21 yıllık Lübnan macerasına son vermiştir.
Mayıs 2000′de İsrailin Lübnandan çekilmesi, dikkatleri Yaser Arafata yöneltmiştir.
ABD Başkanı Bill Clinton ile Ehud Barak kademeli barış görüşmeleri yerine, bütün konularda hep birden sonuç almayı amaçlayan nihai pazarlığa girmeye zorlanmıştır.
Bu görüşmeler için ABD başkanının yazlığı Camp David seçilmiştir.
İki hafta süren görüşmelerde Kudüsün statüsü ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakları konusunda bir uzlaşmaya varılamamıştır.
Bunun getirdiği belirsizlik içinde, 28 Eylülde muhalefetteki Likud Partisinin Netanyahudan sonraki lideri, yılların sağcı politikacısı Ariel Şaron, Mescid-i Aksanın bulunduğu kompleksi ziyaret etmiştir.
Bunun çok tahrik edici bir hareket olduğu söylenmiştir.
Filistinliler bu ziyareti protesto için gösterilere başlamıştır. Ve gösteriler El Aksa intifadası diye anılan ayaklanmaya dönüşmüştür.
2002 Batı Şeria yeniden işgal altında
Birkaç dalga halinde gelen intihar saldırıları ardından, İsrail önce mart sonra da haziran aylarında Batı Şerianın neredeyse tamamını işgal etmiştir.
2002 yılının büyük bir bölümünde Filistin kentleri sık sık baskına uğramış, birbirleriyle bağlantısı kesilmiş, kuşatılmış ya da uzun süreler sokağa çıkma yasağı altında kalmıştır.
Nisan ayında İsrail güçleri Batı Şerianın kuzeyindeki Cenin mülteci kampına girip bölgeyi ele geçirmişlerdir.
Filistinliler, burada bir katliam yapıldığını iddia etmişlerdir.
Kendisi de ağır kayıp veren İsrail ordusu ise örgütlü bir direniş ile karşılaştığını belirterek burada sadece 52 Filistinlinin öldüğü konusunda ısrar etmiştir.
Birleşmiş Milletlerin bu konuda hazırladığı bir rapor, Sivilleri tehlikeyle karşı karşıya bırakan şiddet olayları dolayısıyla her iki tarafı da suçlamış ama ortada bir katliam olmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Uluslararası Af Örgütü ise İsrail ordusunun Batı Şeriada Cenin ve Nablusa düzenlediği operasyonlarda savaş suçu işlediği hükmüne varmıştır.
Dikkatlerin odaklandığı bir diğer merkez de Beytüllahim olmuştur. Beytüllahimdeki Mîlad Kilisesinde 5 hafta boyunca devam eden kuşatma, mayıs ayında, kiliseye sığınmış olan çok sayıda Filistinli arasındaki 13 militanın sürgüne gönderilmesiyle sona ermiştir.
İsrailli yetkililer 2002 yılı boyunca Gazze Şeridi ve Batı Şeriada düzenlenen operasyonların amacının Filistinlilerin terör altyapısını yıkmak olduğunu kaydetmiştir. Ancak hızı kesilmiş de olsa intihar saldırıları yıl boyu devam etmiştir.
Üst üste iki yıldır barış süreci durma noktasına gelmiştir. Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Avrupa Birliğinden oluşan, Dörtlü Orta Doğuda çözüme yönelik bir Yol Haritası ile süreç yeniden canlandırmaya çalışılmıştır.
2003 Bushun Ortadoğu Politikası
Yol haritasının yayımlanması, içeriği üzerinde 2002 yılı boyunca devam eden pazarlıklar dolayısıyla gecikmiştir.
Belge ancak 2003 yılı nisanında Amerika öncülüğünde Iraka düzenlenen operasyon sonrasında yayımlanmıştır.
Belgenin yayımlanmasına kadar da tüm diplomatik girişimler askıda kalmıştır.
2003 Haziranında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush, Ortadoğu konusundaki siyasetini uzun süredir beklenen bir konuşmayla açıklamıştır.
Bush konuşmasında Filistinlilere Teröre Taviz Vermeyen bir lider belirlemeleri çağrısında bulunmuştur.
Filistinli militan grupların yoğun müzakereler ardından haziran ayında ilan ettiği ateşkes ise ancak 7 hafta süreyle geçerli olmuştur.
2004 Arafatın Ölümü
İsrailin hava saldırıları ve Filistinli militanların intihar saldırılarının yaşandığı bir yıl olmuştur. İsrailin mart ve nisan aylarında Hamasın ruhani lideri Şeyh Ahmet Yasinle örgütün önde gelen isimlerinden Abdülazizi el Rantisiyi öldürmesi Filistinliler arasında büyük tepkiye neden olmuştur.
İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Gazzeden yerleşimcileri ve askerleri çekme planını açıklamıştır.
Aynı yıl içinde İsrail Yüksek Mahkemesi, duvarın güzergâhının değiştirilmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Temmuz ayında da Lahey Adalet Divanı duvarı yasadışı ilan etmiştir.
Ancak İsrail bu kararlara rağmen duvar inşasını sürdürmüştür.
Ekim ayının sonlarında rahatsızlanan Filistin lideri Yaser Arafat, 11 Kasımda tedavi için götürüldüğü Fransada hayatını kaybetmiştir. Mahmud Abbas, Filistin Kurtuluş Örgütü liderliğine getirilmiştir.
2005 Gazzeden Çekilme
Ocak ayında Filistinde yapılan seçimler sonunda Mahmud Abbas özerk yönetimin başkanlığına getirilmiştir.
Ariel Şaron ise, Gazzeden çekilme planı için hükümetinden onay almış ve plan ağustos ayı sonunda yaşama geçirilmiştir. Gazzede bulunan yerleşimciler zorla bölgeden uzaklaştırılmıştır.
2006 Hamasın Zaferi
Ocak ayı başında beyin kanaması geçirerek komaya giren Ariel Şaronun yerine gelen Ehud Olmert, Kadima adlı yeni bir parti kurmuştur.
Kadima, seçimler sonunda merkez sol İşçi Partisi ve aşırı Ortodoks Şas Partisiyle koalisyon oluşturmuştur.
İlk başta güçlü bir kamuoyu desteğine sahip olan Olmert, Hizbullahın iki askeri kaçırması ardından temmuz ayında Lübnana savaş açmış ve Beyrutun da aralarında bulunduğu bazı kentleri bombalamıştır.
Sonunda ilan edilen ateşkesin ardından Olmert, askerleri kurtarmayı başaramadığı ve savaşı yönetme biçimi nedeniyle ağır şekilde eleştirilmiştir.
Filistinde ise, ocak ayında düzenlenen seçimlerden Hamas ezici zaferle çıkmış ve tek başına hükümet kurmuştur.
Ancak İsrailin var olma hakkını tanıması ve şiddeti reddetmesi için baskı altında kalan Hamasa yönelik uluslararası ambargo uygulanmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği, Haması gerekçe göstererek, Filistine mali yardımları durdurunca, Hamas hükümeti kamu çalışanlarının maaşlarını bile ödeyemez hale gelmiştir.
Hamasla El Fetih arasında tırmanan gerilim çatışmalara dönüşmüş; bu çatışmalar kimi gözlemcilere göre, Filistini bir iç savaşın eşiğine getirmiştir.
Geçen yılın mayıs ayında, tarafların üzerinde uzlaşabileceği bir siyasi zemin olması için İsrail cezaevlerinde bulunan önde gelen El Fetih ve Hamaslı isimler, Cezaevi Belgesi olarak anılan bir bildirge hazırlamıştır.
Direnişin 1967′de işgal edilen topraklarla sınırlı tutulmasını ve İsrailin üstü kapalı olarak tanınmasını öngören bildirgenin başta yarattığı heyecana rağmen, bu belge de anlaşmazlıkları gidermeye yetmemiştir.
Hamasın belgenin bazı noktaları üzerindeki itirazları karşısında Filistin lideri Mahmud Abbas, konuyu referanduma götüreceğini ilan etmiştir.
Bu amaçla Hamasa tanınan süreler tekrar tekrar uzatılmış, referandum kozu yerini erken genel seçime gitme tehdidine bırakmış, ancak Abbas bu adımları hayata geçirme aşamasına gelememiştir.
2006 - İsrail-Lübnan Krizi
2006 İsrail-Lübnan Krizi, Hizbullahın askeri kanadı ile İsrail Silahlı Kuvvetleri arasında Lübnan toprakları ve İsrailin kuzeyinde, 12 Temmuz 14 Ağustos 2006 tarihleri arasında sürmüş olan silahlı çatışmadır.
Kriz, Lübnanda yerleşmiş Hizbullah Örgütünün, 12 Temmuz 2006 tarihinde 2 İsrail askerini kaçırması ve 8′ini öldürmesiyle başlamıştır.
Askerlerin kaçırılmasına ek olarak güney Lübnandaki Hizbullah militanlarının İsrail topraklarına Katyuşya füzeleri ateşlemesi; İsrail tarafından Lübnanın bir savaş hareketinde Act of War bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır.
Bunun üzerine İsrail, Lübnana hava ve kara saldırıları yapmış ve ülkenin limanlarını denizden ablukaya almıştır.
İsrailin bu davranışına karşılık olarak Hizbullah, güney Lübnandan İsrailin kuzeyine yaptığı füze saldırılarını şiddetlendirmiştir.
Bir aydan fazla süren çatışmaların ardından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin aldığı 1701 sayılı karar uyarınca 14 Ağustosda taraflar saldırılarını durdurmuştur.
İsrail Lübnana uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 yerel saatle 18.00e kadar kaldırmayı taahhüt etmiştir.
Litanni Nehrine kadar olan Güney Lübnan topraklarını işgal etmiş olan İsrail, Lübnan ve UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak birliklerini geri çekmiştir.
Krizin ilk günlerinden beri aralıksız süren İsrail saldırılarının 1.000′in üzerinde sivil Lübnanlıyı öldürmüş olması, İsrailin uluslararası ortamda çok ağır eleştirilere maruz kalmasına sebep olmuştur.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Louise Arbour, kriz sırasında savaş suçlarının işlenmiş olabileceğini söylemiştir.
2007
İç savaş endişeleri nedeniyle devreye giren Suudi Arabistanın aracılığıyla Mekkede bir araya gelen Filistinli rakip gruplar Hamas ve El Fetihin ulusal birlik hükümeti kurulması üzerinde anlaşmaya varmıştır.
Ancak İsmail Hanya başkanlığındaki hükümetin ömrü uzun olmamıştır. El Fetihle Hamas arasında yaşanan çatışmalar sonunda, haziran ayında Hamas Gazzenin kontrolünü ele geçirmiştir.
Abbas hükümeti azledilmiştir. Hamas kontrolü altındaki Gazzede hükümet kurmuş, Mahmud Abbas ise, Selam Feyyad başkanlığında yalnızca Batı Şeriayı kontrol edebilen bir hükümet kurmuştur.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George Bush, temmuz ayı ortasında İsraillilerle Filistinliler arasında barış görüşmelerinin yeniden başlatılmasını tartışmak üzere uluslararası bir toplantı yapılması çağrısında bulunmuştur.
Filistin ile İsrail tarafları Konferansın Sonuç Bildirgesi konusunda uzlaşmakta zorlanınca toplantının yapılacağı yer ve tarihin açıklanması son dakikaya kalmıştır.
Amerikalı yetkililer, kasım ayı ortasında konferansın 27 Kasımda Annapolis kentinde düzenleneceğini açıklamıştır.
2008-2009 Gazze Savaşı
2008-2009 İsrail-Gazze çatışması, İsrail Savunma Kuvvetlerinin, Işık Bayramının devam ettiği 27 Aralık 2008 tarihinde yerel saatle 09.30 sıralarında Hamasın İsrailli sivillere ve askeri birimlere karşı kassam roketli saldırılar yaptığı gerekçesi ile başlattığı operasyondur.
İsrailin saldırıları nedeniyle 1000′den fazla insan hayatını kaybetmiştir.
Cansel KARASU