meridyen2
Kayıtlı Üye
Fil Vakası
Hidayet Güneşi’nin doğmasına az bir zaman kalmıştı. Kâbe'ye her taraftan insanlar akın akın gelip hacc mevsiminde ziyaret ediyorlardı.
Kâbe'nin bu kadar çok ziyaretçi toplamasını birtakım kimseler hazmedemiyor ve rahatsızlık duyuyorlardı. Bunlardan biri de Habeş melikinin Yemen valisi Ebrehe Esrem idi.
Ebrehe Kâbe'ye olan insan akınını önlemek için, Bizans İmparatoru’nun da yardımıyla önce San'a şehrinde Kulleys adında bir kilise yaptırdı. İçini büyük masraflar sonucu altın ve gümüşle süsledi, dışını çeşitli yerlerden getirttiği son derece kıymetli taşlarla donattı. Öyle ki, o anda yaptırdığı kilisenin bir benzeri başka bir yerde yoktu.
Bu süs ve tezyinat ile Ebrehe, güya halkı buraya celbedecekti. Dolayısıyla Kâbe'ye karşı gösterilen muazzam teveccühü aklınca kırmış olacaktı.
Ebrehe kilisenin inşası bittikten sonra, Habeş Hükümdarına, takdirini kazanmak niyetiyle de şu mektubu yazdı:
"Hükümdarım! Senin için öyle bir mabet yaptırdım ki, şimdiye kadar ne bir Arap ne de bir Acem onun gibisini yapmış değildir. Arapların haccını buraya çevirmedikçe de asla durmayacağım."27
Fakat Ebrehe'nin bütün bu masraf ve gayretleri boşa çıktı. Yaptırdığı kilisenin müstesna tezyinatını ve muhteşem yapısını görmek için birçok kimse etraftan geldi. Ama sadece süsünü püsünü görmek için... Kâbe'ye olan akın yine eskisi gibi, eksilmek şöyle dursun artarak devam ediyordu.
Kulleys'in Kirletilmesi ve Ebrehe'nin Kararı
Ebrehe'nin, Kâbe'ye olan teveccühü kırmak niyetiyle muhteşem bir kilise yaptırdığı Araplarca da duyulmuştu. Bu arada, Kinane kabilesinden Nevfel adında biri bu kiliseyi kirletmeyi aklına koydu. Bir gece yarısı giderek Kulleys'in içini dışını pisliğiyle kirletti, sonra da kaçıp memleketine döndü.
Bu hadise, insanların Kâbe'ye teveccühünün devam etmesinden fazlasıyla öfkelenmiş bulunan Ebrehe'yi bütün bütün çileden çıkardı. Hadiseyi Araplardan birinin yaptığını da öğrenince, "Araplar bunu, Kâbelerinden yüz çevirttiğim için yapıyorlar. Ben de onların Kâbe'sinde taş üstünde taş bırakmayacağım!" diye yemin etti.28 Sonra da Kâbe'yi yıkmak gayesiyle Mekke üzerine yürümeye hazırlandı. Habeş kralı Necâşî’den, "Mahmud" adındaki meşhur fili istedi. Necâşî, o sırada dünyada büyüklük ve kuvvetçe eşsiz olan Mahmud isimli fili Ebrehe'ye göndererek arzusunu yerine getirdi.20
Ebrehe ordusunu hazırladı, Mekke'ye doğru yola çıktı.
Mahmud adlı fille, ordunun önünde Mekke'ye doğru ilerliyordu.
Bu arada, bazı Arap kabileleri bu büyük orduya karşı çıktılar; fakat muvaffakiyet gösteremediler ve Ebrehe tarafından mağlup edildiler.
Ebrehe, ordusuyla Mekke'ye yakın Muğammis denilen mevkiye gelince, bir süvari birliğini öncü olarak gönderdi.
Süvari birliği Mekke civarına kadar sokularak, Resul-i Ekrem Efendimiz’in dedesi Abdulmuttalib'in 200 devesi de dâhil, Kureyş ve Tihamelilerin sürülerini gasbetti.30
Bu sırada, Abdulmuttalib Kureyş kabilesinin reisi idi.
Ebrehe ve Abdulmuttalib
Ebrehe bir elçiyle Kureyşlilere şu haberi gönderdi:
"Ben sizinle harp etmek için değil, şu mabedi yıkmak için geldim. Eğer bana karşı koymazsanız, kanınızı akıtmaktan vazgeçerim. Şayet Kureyş kabilesinin reisi benimle harp etmek istemiyorsa, yanıma kadar gelsin."31
Kureyş reisi Abdulmuttalib'in elçiye cevabı şu oldu:
"Allah adına yemin ederiz ki, biz kendisiyle harp etmek istemiyoruz. Zaten buna gücümüz de yetmez. Yalnız, bu mabet Allah'ın evidir. Onu yıkılmaktan ancak Allah koruyabilir. O kendi mukaddes beytini muhafaza etmezse, bizde Ebrehe'yi bu hareketinden vazgeçirecek güç ve kuvvet yoktur."32
Karşılıklı bu konuşmadan sonra Abdulmuttalib, elçiyle birlikte Ebrehe'nin yanına vardı.
Abdulmuttalib heybetli bir görünüşe sahipti. Onu bu hâliyle gören Ebrehe, içinden kendisine karşı gayriihtiyari bir hürmet hissi duydu. Ona şerefli bir misafir muamelesinde bulunduktan sonra, arzusunun ne olduğunu sordu.
Abdulmuttalib isteğini belirtti: "Askerlerin 200 devemi almıştır. Arzum develerimin iadesidir."
Ebrehe bundan pek hoşlanmadı ve alaylı bir tavırla, "Seni görünce büyük bir adam zannetmiştim; konuşmaya başlayınca pek de öyle büyük olmadığını anladım. Ben, senin ve atalarının tapınağı olan Kâbe'yi yıkmaya gelmişken, sen ondan söz etmiyorsun da aldığım 200 deveden bahsediyorsun." diye konuştu.
Abdulmuttalib, Ebrehe'nin alaylı tavrına aldırmadan, "Ben develerimin sahibiyim. Kâbe'nin de bir sahibi ve koruyucusu vardır, elbette onu koruyacaktır." diye karşılık verdi.
Bu sözler Ebrehe'yi hiddete getirdi ve şöyle konuştu: "'Onu bana karşı kimse koruyamaz!"
Abdulmuttalib, yine sözün altında kalmadı ve "Orası beni ilgilendirmez. İşte sen ve işte o! "'3 dedi.
Karşılıklı bu konuşmalardan sonra Ebrehe, Abdulmuttalib'in gasbedilen develerini geri verdi. Abdulmuttalib, ordugâhı terk ederek Mekke'ye geldi ve olup bitenleri Kureyşlilere anlattı. Ayrıca 200 deveyi de Allah için kurban etmek üzere işaretleyerek serbest bıraktı.
Mekke Boşaltılıyor!
Abdulmuttalib, ayrıca Ebrehe ordusunun şerrinden ve zulmünden korunmak için Mekke'yi boşaltmalarını halka tavsiye etti. Kendisi de birkaç kişiyle birlikte Kâbe'nin yanına vardı ve kapısının halkasına yapışarak, "Allah'ım! Bir kul dahi evini barkını korur. Sen de kendi evini koru. Ta ki yarın onların salipleri ve kuvvetleri, senin kuvvetine galebe çalmasın."34 diye dua etti.
Mekke boşaltıldı. Halk dağ başlarına ve kuytu yerlere sığınarak, Ebrehe ordusunun yapacaklarını beklemeye koyuldu.
Mekke mahzun, Kâbe mahzun, Kureyş mahzundu...
Ordu harekete hazır, fakat ertesi günün sabahı idi.
Mekke üzerine yürüyüp Kâbe'yi yerle bir etmek için, Ebrehe ordusunda hazırlık tamamdı. Ordu tek bir işaret beklemekte idi.
Tarih: Miladi 571, 17 Muharrem Pazar günü.
Ordu hareket edeceği sırada, Ebrehe'ye kılavuzluk görevini üzerine almış bulunan Nüfeyl b. Habib adındaki adam, büyük fil Mahmud'un kulağına eğilerek şunları fısıldadı:
"Çok Mahmud! Sağ salim geldiğin yere dön. Sen, Allah'ın mukaddes saydığı beldedesin."35
Bu sözleri söyledikten sonra da koşarak bir dağa sığındı.
Nüfeyl'in bu sözleri üzerine o heybetli fil birdenbire çöküverdi.
Kaldırmak için her tedbire başvurdular, fakat bir türlü muvaffak olamadılar. Yönünü Yemen'e doğru çevirdiklerinde koşuyor, Şam'a doğru çevirdiklerinde yine koşuyor, doğu tarafına yönelttiklerinde aynı şekilde durmadan koşuyordu. Ancak yüzünü Mekke'ye doğru çevirdiklerinde, âdeta bacaklarındaki kuvvet birdenbire çekiliveriyor ve Mahmud çöküveriyordu.36
Bu heyecanlı anda, kimsenin Fil-i Mahmud'un bu hareketine akıl erdiremeyip düşündüğü sırada, Cenab-ı Hakk "Celal" ismiyle tecelli etti ve Kur'an'da "Ebabil" diye adlandırılan kuşları, deniz tarafından Ebrehe ordusunun üzerine salıverdi. Kırlangıçlara benzeyen bu kuşların her biri; biri ağzında, ikisi de ayaklarında olmak üzere nohut veya mercimek tanesi büyüklüğünde üçer taş taşıyordu. Bu taşların isabet ettiği her asker, anında yerde debelenip ölüveriyordu.37
Taş yağmuruyla karşı karşıya kalan askerler şaşırıp kaldılar. Bir anda karargâh yıkılan, yere serilen insan ve hayvanlarla doldu. Kendilerine taş isabet etmeyenler ise kaçışmaya başladılar. Ebrehe de o anda canlarını zor kurtaranlar arasında idi. Fakat aldığı bir taş yarasıyla sonradan o da arzusuna muvaffak olamadan ölüp gitti.38
Bu arada, Kâbe üzerine yürümemenin bir mükâfatı olarak Mahmud adındaki fil de sağ kurtuldu.
Cenab-ı Hakk, Ebrehe ordusuna Ebabil kuşlarını musallat ettikten sonra, ayrıca arkasından sel hâlinde yağmur yağdırdı. Yağmur seli, Ebrehe ordusunun ölülerini de silip süpürerek denize döktü.39
Yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'inde bu hadiseyi bize şöyle haber verir:
"(Ey Resulüm! Kâbe'yi tahrip etmek isteyen) Ashab-ı Fil'e (fillerle teçhiz edilmiş Ebrehe ordusuna) Rabb’inin ettiğini görmedin mi? Onların kötü niyet ve teşebbüslerini boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sürü sürü kuşlar salıverdi, onlara siccipden (pişmiş çamurdan) taşlar atıyorlardı. Derken, Rabb’in onları (kurtlar tarafından kemirilip doğranan) yenik ekin yaprakları hâline getirdi."40
Bu hadise Resul-i Ekrem Efendimiz’in peygamberliğinin bir deliliydi. Zira bu olay, dünyaya gözlerini açmaya pek az bir zaman kala meydana gelmiş ve doğum yeri, sevgili vatanı ve kıblesi olan Mekke ve Kâbe-i Muazzama harika ve gaybi bir surette Ebrehe ordusunun tahribinden masun kalmıştır.
Evet, Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve hikmeti, elbette Habib’inin yüzü suyu hürmetine bu muazzam mabedi Ebrehe ordusuna çiğnetmeye müsaade etmezdi ve etmedi de!
Resul-i Ekrem Efendimiz’e risalet vazifesi verilmeden önce, peygamberliğiyle alakalı olarak meydana gelen harikulade hadiselere "irhasat" denir. Bu hadiseler, Efendimiz’in peygamberliğine delil teşkil ederler. Âlimler, Fil vakasını da irhasat nevinden kabul etmişlerdir.
--------------------------------------------------------------------------------
ibn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 45; ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 91; Taberî, Tarih, c. 2, s. 109.
28 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 47; İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 91; Taberî, Tarih,c. 2, s. 110.
29 ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 91.
30 Ibn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 50; İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 91; Taberî, Tarih,c. 2, s. 111.
31 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 50.
32 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 50.
33 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 51; İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 92.
34 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 53; İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 92.
35 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 54.
36 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 54; Taberî, Tarih, c. 2, s. 113.
37 Ibn-i Hişam, A.g.e., s. 54-55; ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 92.
38 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 56.Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 92.
40 Fil Sûresi
(alıntı ilmedavet)
Hidayet Güneşi’nin doğmasına az bir zaman kalmıştı. Kâbe'ye her taraftan insanlar akın akın gelip hacc mevsiminde ziyaret ediyorlardı.
Kâbe'nin bu kadar çok ziyaretçi toplamasını birtakım kimseler hazmedemiyor ve rahatsızlık duyuyorlardı. Bunlardan biri de Habeş melikinin Yemen valisi Ebrehe Esrem idi.
Ebrehe Kâbe'ye olan insan akınını önlemek için, Bizans İmparatoru’nun da yardımıyla önce San'a şehrinde Kulleys adında bir kilise yaptırdı. İçini büyük masraflar sonucu altın ve gümüşle süsledi, dışını çeşitli yerlerden getirttiği son derece kıymetli taşlarla donattı. Öyle ki, o anda yaptırdığı kilisenin bir benzeri başka bir yerde yoktu.
Bu süs ve tezyinat ile Ebrehe, güya halkı buraya celbedecekti. Dolayısıyla Kâbe'ye karşı gösterilen muazzam teveccühü aklınca kırmış olacaktı.
Ebrehe kilisenin inşası bittikten sonra, Habeş Hükümdarına, takdirini kazanmak niyetiyle de şu mektubu yazdı:
"Hükümdarım! Senin için öyle bir mabet yaptırdım ki, şimdiye kadar ne bir Arap ne de bir Acem onun gibisini yapmış değildir. Arapların haccını buraya çevirmedikçe de asla durmayacağım."27
Fakat Ebrehe'nin bütün bu masraf ve gayretleri boşa çıktı. Yaptırdığı kilisenin müstesna tezyinatını ve muhteşem yapısını görmek için birçok kimse etraftan geldi. Ama sadece süsünü püsünü görmek için... Kâbe'ye olan akın yine eskisi gibi, eksilmek şöyle dursun artarak devam ediyordu.
Kulleys'in Kirletilmesi ve Ebrehe'nin Kararı
Ebrehe'nin, Kâbe'ye olan teveccühü kırmak niyetiyle muhteşem bir kilise yaptırdığı Araplarca da duyulmuştu. Bu arada, Kinane kabilesinden Nevfel adında biri bu kiliseyi kirletmeyi aklına koydu. Bir gece yarısı giderek Kulleys'in içini dışını pisliğiyle kirletti, sonra da kaçıp memleketine döndü.
Bu hadise, insanların Kâbe'ye teveccühünün devam etmesinden fazlasıyla öfkelenmiş bulunan Ebrehe'yi bütün bütün çileden çıkardı. Hadiseyi Araplardan birinin yaptığını da öğrenince, "Araplar bunu, Kâbelerinden yüz çevirttiğim için yapıyorlar. Ben de onların Kâbe'sinde taş üstünde taş bırakmayacağım!" diye yemin etti.28 Sonra da Kâbe'yi yıkmak gayesiyle Mekke üzerine yürümeye hazırlandı. Habeş kralı Necâşî’den, "Mahmud" adındaki meşhur fili istedi. Necâşî, o sırada dünyada büyüklük ve kuvvetçe eşsiz olan Mahmud isimli fili Ebrehe'ye göndererek arzusunu yerine getirdi.20
Ebrehe ordusunu hazırladı, Mekke'ye doğru yola çıktı.
Mahmud adlı fille, ordunun önünde Mekke'ye doğru ilerliyordu.
Bu arada, bazı Arap kabileleri bu büyük orduya karşı çıktılar; fakat muvaffakiyet gösteremediler ve Ebrehe tarafından mağlup edildiler.
Ebrehe, ordusuyla Mekke'ye yakın Muğammis denilen mevkiye gelince, bir süvari birliğini öncü olarak gönderdi.
Süvari birliği Mekke civarına kadar sokularak, Resul-i Ekrem Efendimiz’in dedesi Abdulmuttalib'in 200 devesi de dâhil, Kureyş ve Tihamelilerin sürülerini gasbetti.30
Bu sırada, Abdulmuttalib Kureyş kabilesinin reisi idi.
Ebrehe ve Abdulmuttalib
Ebrehe bir elçiyle Kureyşlilere şu haberi gönderdi:
"Ben sizinle harp etmek için değil, şu mabedi yıkmak için geldim. Eğer bana karşı koymazsanız, kanınızı akıtmaktan vazgeçerim. Şayet Kureyş kabilesinin reisi benimle harp etmek istemiyorsa, yanıma kadar gelsin."31
Kureyş reisi Abdulmuttalib'in elçiye cevabı şu oldu:
"Allah adına yemin ederiz ki, biz kendisiyle harp etmek istemiyoruz. Zaten buna gücümüz de yetmez. Yalnız, bu mabet Allah'ın evidir. Onu yıkılmaktan ancak Allah koruyabilir. O kendi mukaddes beytini muhafaza etmezse, bizde Ebrehe'yi bu hareketinden vazgeçirecek güç ve kuvvet yoktur."32
Karşılıklı bu konuşmadan sonra Abdulmuttalib, elçiyle birlikte Ebrehe'nin yanına vardı.
Abdulmuttalib heybetli bir görünüşe sahipti. Onu bu hâliyle gören Ebrehe, içinden kendisine karşı gayriihtiyari bir hürmet hissi duydu. Ona şerefli bir misafir muamelesinde bulunduktan sonra, arzusunun ne olduğunu sordu.
Abdulmuttalib isteğini belirtti: "Askerlerin 200 devemi almıştır. Arzum develerimin iadesidir."
Ebrehe bundan pek hoşlanmadı ve alaylı bir tavırla, "Seni görünce büyük bir adam zannetmiştim; konuşmaya başlayınca pek de öyle büyük olmadığını anladım. Ben, senin ve atalarının tapınağı olan Kâbe'yi yıkmaya gelmişken, sen ondan söz etmiyorsun da aldığım 200 deveden bahsediyorsun." diye konuştu.
Abdulmuttalib, Ebrehe'nin alaylı tavrına aldırmadan, "Ben develerimin sahibiyim. Kâbe'nin de bir sahibi ve koruyucusu vardır, elbette onu koruyacaktır." diye karşılık verdi.
Bu sözler Ebrehe'yi hiddete getirdi ve şöyle konuştu: "'Onu bana karşı kimse koruyamaz!"
Abdulmuttalib, yine sözün altında kalmadı ve "Orası beni ilgilendirmez. İşte sen ve işte o! "'3 dedi.
Karşılıklı bu konuşmalardan sonra Ebrehe, Abdulmuttalib'in gasbedilen develerini geri verdi. Abdulmuttalib, ordugâhı terk ederek Mekke'ye geldi ve olup bitenleri Kureyşlilere anlattı. Ayrıca 200 deveyi de Allah için kurban etmek üzere işaretleyerek serbest bıraktı.
Mekke Boşaltılıyor!
Abdulmuttalib, ayrıca Ebrehe ordusunun şerrinden ve zulmünden korunmak için Mekke'yi boşaltmalarını halka tavsiye etti. Kendisi de birkaç kişiyle birlikte Kâbe'nin yanına vardı ve kapısının halkasına yapışarak, "Allah'ım! Bir kul dahi evini barkını korur. Sen de kendi evini koru. Ta ki yarın onların salipleri ve kuvvetleri, senin kuvvetine galebe çalmasın."34 diye dua etti.
Mekke boşaltıldı. Halk dağ başlarına ve kuytu yerlere sığınarak, Ebrehe ordusunun yapacaklarını beklemeye koyuldu.
Mekke mahzun, Kâbe mahzun, Kureyş mahzundu...
Ordu harekete hazır, fakat ertesi günün sabahı idi.
Mekke üzerine yürüyüp Kâbe'yi yerle bir etmek için, Ebrehe ordusunda hazırlık tamamdı. Ordu tek bir işaret beklemekte idi.
Tarih: Miladi 571, 17 Muharrem Pazar günü.
Ordu hareket edeceği sırada, Ebrehe'ye kılavuzluk görevini üzerine almış bulunan Nüfeyl b. Habib adındaki adam, büyük fil Mahmud'un kulağına eğilerek şunları fısıldadı:
"Çok Mahmud! Sağ salim geldiğin yere dön. Sen, Allah'ın mukaddes saydığı beldedesin."35
Bu sözleri söyledikten sonra da koşarak bir dağa sığındı.
Nüfeyl'in bu sözleri üzerine o heybetli fil birdenbire çöküverdi.
Kaldırmak için her tedbire başvurdular, fakat bir türlü muvaffak olamadılar. Yönünü Yemen'e doğru çevirdiklerinde koşuyor, Şam'a doğru çevirdiklerinde yine koşuyor, doğu tarafına yönelttiklerinde aynı şekilde durmadan koşuyordu. Ancak yüzünü Mekke'ye doğru çevirdiklerinde, âdeta bacaklarındaki kuvvet birdenbire çekiliveriyor ve Mahmud çöküveriyordu.36
Bu heyecanlı anda, kimsenin Fil-i Mahmud'un bu hareketine akıl erdiremeyip düşündüğü sırada, Cenab-ı Hakk "Celal" ismiyle tecelli etti ve Kur'an'da "Ebabil" diye adlandırılan kuşları, deniz tarafından Ebrehe ordusunun üzerine salıverdi. Kırlangıçlara benzeyen bu kuşların her biri; biri ağzında, ikisi de ayaklarında olmak üzere nohut veya mercimek tanesi büyüklüğünde üçer taş taşıyordu. Bu taşların isabet ettiği her asker, anında yerde debelenip ölüveriyordu.37
Taş yağmuruyla karşı karşıya kalan askerler şaşırıp kaldılar. Bir anda karargâh yıkılan, yere serilen insan ve hayvanlarla doldu. Kendilerine taş isabet etmeyenler ise kaçışmaya başladılar. Ebrehe de o anda canlarını zor kurtaranlar arasında idi. Fakat aldığı bir taş yarasıyla sonradan o da arzusuna muvaffak olamadan ölüp gitti.38
Bu arada, Kâbe üzerine yürümemenin bir mükâfatı olarak Mahmud adındaki fil de sağ kurtuldu.
Cenab-ı Hakk, Ebrehe ordusuna Ebabil kuşlarını musallat ettikten sonra, ayrıca arkasından sel hâlinde yağmur yağdırdı. Yağmur seli, Ebrehe ordusunun ölülerini de silip süpürerek denize döktü.39
Yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'inde bu hadiseyi bize şöyle haber verir:
"(Ey Resulüm! Kâbe'yi tahrip etmek isteyen) Ashab-ı Fil'e (fillerle teçhiz edilmiş Ebrehe ordusuna) Rabb’inin ettiğini görmedin mi? Onların kötü niyet ve teşebbüslerini boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sürü sürü kuşlar salıverdi, onlara siccipden (pişmiş çamurdan) taşlar atıyorlardı. Derken, Rabb’in onları (kurtlar tarafından kemirilip doğranan) yenik ekin yaprakları hâline getirdi."40
Bu hadise Resul-i Ekrem Efendimiz’in peygamberliğinin bir deliliydi. Zira bu olay, dünyaya gözlerini açmaya pek az bir zaman kala meydana gelmiş ve doğum yeri, sevgili vatanı ve kıblesi olan Mekke ve Kâbe-i Muazzama harika ve gaybi bir surette Ebrehe ordusunun tahribinden masun kalmıştır.
Evet, Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve hikmeti, elbette Habib’inin yüzü suyu hürmetine bu muazzam mabedi Ebrehe ordusuna çiğnetmeye müsaade etmezdi ve etmedi de!
Resul-i Ekrem Efendimiz’e risalet vazifesi verilmeden önce, peygamberliğiyle alakalı olarak meydana gelen harikulade hadiselere "irhasat" denir. Bu hadiseler, Efendimiz’in peygamberliğine delil teşkil ederler. Âlimler, Fil vakasını da irhasat nevinden kabul etmişlerdir.
--------------------------------------------------------------------------------
ibn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 45; ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 91; Taberî, Tarih, c. 2, s. 109.
28 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 47; İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 91; Taberî, Tarih,c. 2, s. 110.
29 ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 91.
30 Ibn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 50; İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 91; Taberî, Tarih,c. 2, s. 111.
31 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 50.
32 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 50.
33 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 51; İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 92.
34 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 53; İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 92.
35 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 54.
36 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 54; Taberî, Tarih, c. 2, s. 113.
37 Ibn-i Hişam, A.g.e., s. 54-55; ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 92.
38 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 56.Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 92.
40 Fil Sûresi
(alıntı ilmedavet)