Fetih, Fatih ve Ulubatlı Hasan / Fetih, Fatih ve Ulubatlı Hasan Hakkında

AySe^^

Bayan Üye
ulubatlizo6.jpg



Fetih, Fatih ve Ulubatlı Hasan

Fetih öncesinde Bizans güçlü bir imparatorluk olmaktan çıkmıştı. İmparatorluk Konstantinopolis şehriyle sınırlı hale gelmişti, toprakları Konstantinopolis’ten başka Marmara kıyısındaki Silivri Kalesi, Vize ve Misivri gibi küçük kasabalardan ibaretti. Buralar da Osmanlılar tarafından çepeçevre kuşatılmıştı. Surdışındaki küçük Bizans kasabalarının Osmanlı sınırlarına katılmamış olması ise direnmelerinden değil, buraların çok ciddiye alınmamasından ve hedefin önce Konstantinopolis olmasındandı. Kaldı ki son kuşatmaların başarısız olmasının sebebi ordu değil, daha çok Osmanlı’nın iç sorunlarıydı.

Bizans’ın gücü bu dönemde bir imparatorluk gücü değildi. Bizans imparatorları da artık Osmanlılara itaatini sunmuş ve her yıl düzenli haraç ödemeyi kabul etmişlerdi. Osmanlılar için artık karşılarında Bizans İmparatorları yerine kendilerine haraç veren küçük Tekfurlar vardı. Konstantinopolis de bir imparatorluk başkentinden ziyade dini bir merkezdi. Hristiyan dünyasının İslam dinine ve Müslüman ordulara karşı en son ve en güçlü kalesiydi ve kesinlikle düşmemeliydi. Bu yüzden Papa önderliğinde bu kaleyi korumak için yeni Haçlı Seferleri örgütleniyordu.

Bu dönemde Osmanlı akınlarından ve kuşatmalarından bunalan Bizans’ın önemli sorunu, Hristiyan dünyasındaki örgütlenmenin Ortodoks ve Katolik olarak ikiye ayrılmış olmasıydı. Bu ayrılık hristiyan Avrupa’nın Ortodoks Bizans’I yeterince kollayamaması anlamına geliyordu. Bu ikiliği gidermek için çaresizlik içinde çırpınan İmparator ve Patrik, 1439’da Floransa Konsili’nde Katolik Kilisesi’ne boyun eğdi. Rum Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesi kavgasında zoraki de olsa bir ittifak dönemi başladı. Böylece yüzyıllardır süren Ortodoks-Katolik çatışması, Osmanlı’nın baskısıyla kısa süreli de olsa donduruldu. Ancak bu anlaşma Konstantinopolis halkı tarafından hiç de hoş karşılanmadı ve Ayasofya’daki resmi kutlama törenleri halkın sert protestolarıyla karşılaştı. Bizans halkı Konstantinopolis’de Avrupalı’yı görmek istemiyor, yeni bir latin dönemi yaşamaktan korkuyordu.

Floransa Konsili’nde sağlanan birleşmeden sonra kurulan güçlü Haçlı Ordusu Rumeli’yi 1443 ve 1444’de istila etti. Fakat 1444’de Osmanlı’nın kazandığı Varna Zaferi ile Haçlıların önünü kesildi.

Bu son savaş Kostantinopolis’in alınyazısını belirledi. Osmanlı’nın Anadoluya ve Rumeliye yayılan genç İmparatorluğu için Kostantinopolisi fethetmek artık tersi düşünülemez bir mecburuyetti. İmparatorluk topraklarını tam kalbindeki yabancı unsur ortadan kaldırılmalıydı; çünkü Anadolu’nun ve Rumeli’nin gerçek anlamda birbirine bağlanması Kostantinopolisin fethiyle mümkündü.



İstanbul’un fetih hazırlıkları bir yıl önceden başlatıldı. Kuşatma için gerekli olan çok büyük toplar döktürüldü. 1452 yılında boğazın kontrolünü sağlamak için Rumeli hisarı inşa edildi. 16 kadırgadan oluşun güçlü bir donanma oluşturuldu. Asker sayısı iki kat arttırıldı. Bizansın yardım almasını engellemek için yardım yolları kontrol altına alındı. Ceneviz’lilerin elinde bulunan Galata’nın da savaş esnasında tarafsız kalması sağlandı. 2 Nisan 1453 tarihinde ilk Osmanlı öncü kuvvetleri İstanbul önlerinde görüldü. Böylece kuşatma başladı. Fetihin kronlojisi şu şekildedir :



6 Nisan 1453: Fatih Sultan Mehmed otağını Konstantinopolis önlerinde, St.Romanüs Kapısı (Şimdiki Topkapı) önüne kuruldu. Aynı gün şehir, Haliç’ten Marmara’ya kadar karadan kuşatıldı.

6-7 Nisan 1453: İlk top atışları başladı. Edirne kapı yakınındaki surların bir kısmı yıkıldı.

9 Nisan 1453: Baltaoğlu Süleyman Bey Haliç’e girmek için ilk saldırıyı yaptı.

9-10 Nisan 1453: Boğazdaki surların bir bölümü ele geçti. Baltaoğlu Süleyman Bey Prens adalarını ele geçirdi.

11 Nisan 1453: Büyük surlar dövülmeye başlandı.Yer yer gedikler açıldı. Sürekli dövülen surlarda tahribat önemli boyutlara ulaştı.

12 Nisan 1453: Donanma Haliç’i koruyan gemilere saldırdı fakat Hristiyan gemilerinin üstün gelmesi Osmanlı ordusunda moral bozukluğuna yolaçtı. Fatih Sultan Mehmed’in emri üzerine havan topları ile Haliç’deki gemiler dövülmeye başlandı ve bir kadırga batırıldı.

18 Nisan 1453, Gece : Padişah, ilk büyük saldırı emrini verdi. Dört saat süren saldırı püskürtüldü.

20 Nisan 1453: Yardıma gelen erzak ve silah yüklü, üçü Papalığın, biri Bizans’ın dört savaş gemisiyle Osmanlı donanması arasında Yenikapı açıklarında bir deniz savaşı meydana geldi. Padişah bizzat kıyıya gelerek Baltaoğlu Süleyman Paşa’ya gemilerini her ne pahasına olursa olsun batırmasını emretti. Osmanlı donanması, sayıca üstünlüğüne rağmen, kendilerinden büyük ve yüksek olan düşman gemilerini engelleyemedi. Bu başarısızlık Osmanlı Ordusunda bir bozgun etkisi gösterdi. Asker orduyu terk etmeye başladı. Hemen sonra bu durumdan istifade etmek isteyen İmparator bir barış önerisinde bulundu.


Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın desteğiyle bu öneri reddedilerek, kuşatmaya ve surların büyük toplarla dövülmesine devam edildi.

Bütün bu bozgun havası içinde Fatih Sultan Mehmet’e hocası Akşemseddin’in fetih müjdesi mektubu geldi.

Hiçbir ümidin kalmamış gibi göründüğü günlerde; gün görmüş, umur görmüş, savaşlara girmiş-çıkmış, sadrazamları, vezirleri, seraskerleri:

"--Aman sultanım, bu İstanbul'la pek oynamayalım! Avrupa'nın bütün düveli karşımıza düşman gelir, her taraftan saldırırlar, başımızı belâdan belâya atarız. Vaz geçelim bu fetihten; şöyle bir kuvvetlice vergiye bağlarsak muhasarayı kaldıralım!" dedikleri zaman, Akşemseddin Hz.leri ısrar ediyor:

"--Hayır! Daha şiddetli olarak muhasaraya devam edilsin!"


Kerâmet gösterip, suya seccade salmışsın;

Rumeli yakasın, dest-i takvâ ile almışsın!


Venedik'ten ikmal geliyor. Gemileri Türk donanması karşılayacak ama, onların gemileri dev gibi, Fatihinkiler ise kayık gibi kalıyor yanında, silah eşitliği yok, sataşması, savaşması mümkün değil; Gemiler geri kaçıyorlar. Fâtih Sultan Mehmed hırsından kendini kaybediyor, denize atını sürüyor! Hemen kaptan-ı deryâsını azlediyor.

Fatih Sultan Mehmet bu manevi desteğin de etkisiyle bir yandan saldırıyı şiddetlendirirken, öte yandan herkesi şaşırtan yeni girişimlerde bulundu: Dolmabahçe’de demirlenen donanma karadan Haliç’e indirilecekti.

22 Nisan 1453: Sabahın erken saatlerinde Hristiyanlar, Fatih Sultan Mehmed’in inanılmaz azminin Haliç sırtlarında, karada seyrettiği gemileri hayret ve korkuyla gördüler. Öküzlerle çekilen 70 kadar gemi yüzlerce gemi tarafından halatlarla dengeleniyor ve kızaklar üzerinde ilerliyordu. Öğleden sonra gemiler artık Haliç’e inmişlerdi.

Türk donanmasının umulmadık biçimde Haliç’de görünmesi Bizans üzerinde büyük bir olumsuzluk tesir yaptı. Bu arada Bizaans kuvvetlerinin bir kısmı Haliç sularını savunmaya başladığı için, karasurlarının savunması zayıfladı.

28 Nisan 1453: Haliç’deki gemi yakma girişimi yoğun top ateşiyle engellendi. Ayvansaray ile Sütlüce arasına köprü kuruldu ve buradan Haliç surlarıda ateş altına alındı. Deniz boyu surlarında tamamı kuşatıldı.


İmparator’a Ceneviz’liler aracılığıyla koşulsuz teslim önerisi iletildi. Eğer teslim olunursa serbetçe istediği yere gidebilecek halkın canı ve malı güvende olacaktı. İmparator bu teklifi kabul etmedi .


12 Mayıs 1453: Tekfur sarayı ile Edirnekapı arasında yapılan büyük saldırı püskürtüldü.

16 Mayıs 1453: Eğrikapı önüne kazılan lağımla Bizans’ın açtığı karşı lağım birleşti ve yeraltında şiddetli bir çarpışma oldu.

Aynı gün Haliç’deki zincire yapılan saldırı da başarılı olamadı. Ertesi gün tekrar saldırıldı, yine sonuca ulaşılamadı.

18 Mayıs 1453: Hareketli ağaçtan bir kule ile Topkapı yönünden saldırıya geçildi. Şiddetli çarpışmalar akşama kadar sürdü. Bizans’lılar gece kuleyi yaktılar, doldurulan hendekleri boşalttılar.

Sonraki günlerde surların yoğun top ateşiyle dövülmesi sürdürüldü.

25 Mayıs 1453: Fatih Sultan Mehmed, İmparator’a İsfendiyar Beyoğlu İsmail Bey’I elçi göndererek son kez teslim olma teklifinde bulundu. Bu teklife göre imparator bütün malları ve hazinesiyle istediği yere gidebilecek, halktan isteyenlerde mallarını alıp gidebilecekler, kalanlar mal ve mülklerini koruyabileceklerdi. Bu teklif de reddedildi.

26 Mayıs 1453: Kuşatmanın kaldırılması, aksi durumda Macaristan’da Bizans lehine harekete geçmek zorunda kalacağı, ayrıca Batı devletlerinin gönderildiği büyük bir donanmanın yaklaşmakta olduğu gibi söylentilerin artması üzerine Fatih Sultan Mehmed Savaş Meclisini topladı. Bu toplantıda, baştan beri kuşatmaya karşı olan Çandarlı Halil Paşa ve taraftarları kuşatmayı kaldırılmasını savundular. Padişah ile birlikte lalası Zağanos Paşa, Hocası Akşemseddin, Molla Gürani ve Molla Hüsrev gibi zatlar buna şiddetle karşı çıktı.

Saldırıya devam etme kararı alındı ve hazırlıkları yapma görevi Zağanos Paşa’ya verildi.

27 Mayıs 1453: Genel saldırı orduya duyuruldu.

28 Mayıs 1453: Ordu, gününü ertesi gün yapılacak saldırılara hazırlanmak ve dinlenmekle geçirildi. Orduda, tam bir sessizlik hakimdi, Fatih Sultan Mehmed safları dolaşarak askeri yüreklendirdi.

İstanbul’da ise bir dini ayin düzenlendi, İstanbul Ayasofya’da herkesi savunmaya davet etti. Bu tören Bizansın son töreni oldu.

29 Mayıs 1453: Birlikler hücum için savaş düzenine girdiler. Fatih Sultan Mehmed sabaha karşı savaş emrine verdi. Konstantinopolis cephesinde askerler savaş düzenini alırken halk kiliselere doluştu.

Osmanlı ordusu karadan ve denizden tekbirlerle ve davul sesleri ile son büyük saldırıya geçtiler. İlk saldırıyı hafif piyade kuvvetleri yaptı, ardından Anadolu askerleri saldırıya geçti. Surdaki gedikten içeriye giren 300 kadar Anadolu askeri şehit olunca, ardından Yeniçeriler saldırıya geçtiler yanlarına kadar gelen Fatih Sultan Mehmed’in yüreklendirmesiyle gögüs göğüse çarpışmalar başladı.

Fâtih Sultan Mehmet Han, fetih gecikince, günler uzayınca her çareye baş vuruyor;

"--Ordunun içinde haram yemiş olanlar, harama bulaşmış olanlar varsa, para vereceğim, lütfen çıksınlar, ayrılsınlar, gitsinler! Darılmayacağım, takibat yapmayacağım." diye yalvarıyor.

Yâni fethin gecikmesi bir şomluktan, bir uğursuzluktan, bir haramlıktan olmuştur endişesiyle, ordusunun içinde böyle kimseler varsa, ayrılmasını istiyor. Daha fazla insan olsun, kuvvet gelsin diye düşünmüyor. "Zafer, zayıf, güçsüz sandığınız, Allah indinde kavî olan Allah erleri sayesindedir, Allah'ın lütfuyladır." Haramdan hayır hasıl olmaz, zalimden hayır hasıl olmaz, haramzâdeden hayır hasıl olmaz diye, ordu içindeki gedikleri uzaklaştırmaya çalışıyor.


Sonunda Akşemseddin Hazretlerine sordurmuş:

"--Ne zaman, nasıl olacak bu? Olmadı, olmuyor..." .

Akşemseddin'in oğlu, rivayete göre, babasının çadırına gidiyor; başka bir rivayete göre Fâtih Sultan Mehmed gitmiş, ama hocaefendi çadırın kapısına nöbetçi koymuş, "Kimseyi içeri almayasın!" demiş. Çelebi içeri girmek isteyince;

"--Babam öyle emretti, alamam!" diyor.

Çelebi dolaşıp, çadırın örtüsünü kaldırıp, oradan bakmış. (Fâtih'in olduğu rivayette, Fâtih hançerini çekmiş, hışmıyla, bana va'detti de olmayacak bu diye, cart yırtmış çadırı, öyle bakmış.) Kupkuru, tamtakır bir çadır, süssüz, ziynetsiz bir çadır, secdeye kapanmış, secde çevresi göz yaşlarıyla ıslanmış, başından serpuşu düşmüş gitmiş Ak Şemseddin, "Aman yâ Rabbi!.." diye dua ediyor.

Sonra başını secdeden kaldırmış:

"--Elhamdü lillâh, elhamdü lillâh, niyazımız kabul oldu; fetih müyesser oldu." diyor.

O anda da Ulubatlı Hasan'ın ve askerlerinin surlara çıktığını münâdiler bağırmağa başlıyorlar.

Surlara ilk Türk Bayrağını diken Ulubatlı Hasan, vücuduna saplanan sayısız oklar sebebiyle şehit oldu.



29 Mayıs 1453 günü Konstantiniyye önlerindeki İslam ordusunda büyük bir hazırlık göze çarpıyordu. İslam askerleri sabah namazından önce en temiz elbiselerini giymişler, birbirleriyle helalleşmişler, cemaatle namazı kıldıktan sonra ordudaki yerlerini almışlardı. Kainatın Efendisinin müjdelediği "Mesud askerler"den olmak ve Cenab-ı Hakkın huzuruna şehid olarak gitmek için yanıp tutuşuyorlardı. Hele içlerinden birisi vardı ki, heyecandan yerinde duramıyordu. Bir gün önceden komutanlarına yalvarmış en ön saflarda vuruşan birlikte yer almak için çok dil dökmüştü.

Ulubatlı Hasan adlı bu yiğit Bursa Karacabey'deki Ulubat gölünün kuzeybatı kıyısının yakınında bulunan Ulubat köyünde dünyaya gelmişti. Yiğitler yiğidiydi. At yarışlarında, ok atmada, güreşte birinciydi. Daha sırtını yere getiren çıkmamıştı. Öyle ki çoğu defa iki kişiyle birden güreşir, ikisini de yenerdi. Ulubatlı Hasan'ın gönlü Allah için cihad etme aşkıyla yanıp kavrulmaktaydı "İla'yi kelimetullah" uğruna can vermek en büyük emeliydi.

Büyük hücum'un yapılacağı gün en ön safta vuruşacağı için çocuklar gibi seviniyordu. Otuz tane gözüpek yeniçeri seçmişti. Hep birlikte aynı noktaya hücum edeceklerdi.

Nihayet beklenilen an gelip çatmıştı. Mehter "hücum" havası çalınca Ulubatlı Hasan ve arkadaşları "Allah Allah" sesleriyle ileri atılmışlardı. Ulubatlı'nın bir elinde sancak, diğer elinde kalkan vardı. Sura dayanan merdivenlerden süratle tırmanıyordu. Atılan oklara, taşlara, üzerlerine dökülen kızgın yağlara kalkanını siper ediyordu. Nihayet surların üzerine varmayı başarmıştı. O anda kalkanını fırlatıp atmış, uzun palasını çekmiş, arslanlar gibi vuruşmaya başlamıştı. Önüne çıkan düşman askerlerine vuruyor, vuruyordu. Yahya Kemal'in tasvir ettiği gibiydi manzara. Şöyle demektedir şair:
Vur pençe-i Alî'deki şemşîr aşkına
Gülbangi asmanı tutan pîr aşkına

Ey leşker-î müfettihü'l-ebvab vur bugün
Feth-î mübîni zamin o tebşir aşkına

Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-î hilal içün
Gelmiş bu şehsüvar-ı cihangir aşkına


Düşsün çelengi Rum'un eğilsün ser-i Firenk
Vur Türk'ü gönderen yed-i takdir aşkına

Son savletinle vur ki açılsın bu surlar
Fecr-i hücum içindeki Tekbîr aşkına
Ulubatlı'nın şimşek gibi çakan kılıcından ürken düşman askerleri uzaktan ok yağdırmaya başlamışlardı. Oklar peş peşe Hasan'ın vücuduna saplanıyordu. Ayakta duramayacağını anlayan Ulubatlı, sancağı Topkapı'daki surların üzerine dikivermişti. Sancağın surların üzerinde dalgalandığını gören askerler coşmuştu. Tekbir getirerek büyük bir gayretle surlara hücum ediyorlardı. Ulubatlı Hasan da vücudunun oklarla delik deşik olmasına rağmen yaralı arslan gibi sancağın yanına düşman askerlerini yaklaştırmıyordu. Nihayet diğer arkadaşları yanına gelmiş, Hasan'ın etrafına halka olmuşlardı. Sancağın artık emin ellerde olduğunu gören Hasan yüzünde mes'ud bir tebessümle ruhunu Rahman'a teslim etmişti. Kendisiyle birlikte surlara tırmanan arkadaşlarından 18'i de şehid olmuş, kalan 12'si sancağı düşürmemişti.

Çok genç yaşta şehitlik rütbesini kazanan Ulubatlı Hasan'ın vücuduna 27 ok saplanmıştı. Arkadaşları bu okları çıkardılar ve bu mübarek şehidi Fatih'in huzuruna götürdüler. Fatih, İslam'ın bu bahadır evladına dua ettikten sonra şöyle demiştir: "Ulubatlı Hasan'ım! Ne kadar şanlısın. Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim!"


Belgradkapıdan Yeniçerilerin içeri girmesi ve Edirnekapı’daki son direnişçileri ardından çevrilmeleri üzerine Bizans savunması çöktü.

Askerleri tarafından yalnız bırakılan İmparator sokak çatışmaları sırasında öldürüldü. Her yandan kente giren Türkler Bizans savunmasını tümüyle kırdılar. Fatih Sultan Mehmed öğleye doğru Topkapı’dan şehre girdi, askerler kednilerine direniş gösterenler hariç kimseye el sürmediler, yağmalama gibi olaylara tesadüf edilmedi. Bizan halkı büyük bir coşku ile Fatih Sultan Mehmed Han'ı ve ordusunu karşıladı. Şehre atılan güller arasında giren Sultan, doğruca Ayasofya ‘ya girerek burayı camiye çevirdi. Böylece bir çağ açılıp, bir çağ kapandı.


İstanbul’un fethinin Türk, İslam ve dünya açısından önemli ve tarihin akışına yön verecek olan sonuçları vardır. Bu nedenle bir çok tarihçi İstanbul’un fethiyle Ortaçağ’ın sona erdiğini kabul eder.

Fetihle birlikte Osmanlılar, Anadolu’da kurulmuş bulunan çok sayıdaki Türk Beyliğine karşı üstünlüğünü pekiştirmiş bulunuyordu. Bu nedenle İstanbul’un fethi, Anadolu’daki Türk birliğinin sağlanmasında önemli bir etken oldu. Osmanlıların sadece Anadolu’daki Türklerin değil, aynı zamanda bütün İslam ümmetinin lideri olması süreci de fetihten sonra başlar . Böylece Osmanlı Beyliği bir dünya devleti haline gelecektir.

Fetihten sonra, Osmanlı liderliğindeki İslam, dünya politikasının temel dinamiklerinden biri olmuştur. O dönemde Eski Dünya’da yaşanan bütün uluslararası olaylarda Müslümanların belirleyici bir rolü vardır.

Avrupa Hristiyanlığı yaklaşık üç asır boyunca Haçlı Seferleri ile İslamiyeti Ön-Asya’dan çıkarmaya çalışmıştı. Bu mücadelede İstanbul Haçlılar için bir sınır karakolu işlevi görüyordu. İstanbul’un fethinden sonra Ön-Asya’daki İslam egemenliği Hristiyan dünyasınca kesin olarak kabullenilecek ve bir daha bu toprakları kurtarmak için Haçlı seferi düzenlemeyecektir. Aksine İslam Avrupa içlerine yönelecektir. İstanbul’un Fethi Müslümanlar için Avrupa’ya karşı kazanılmış ve uzun yıllar sürecek bir üstünlüğün başlangıç noktasıdır.

İstanbul’un fethinin dünya tarihi açısından önemli olmasının bir diğer sebebi de Rönensans üzerindeki etkisidir. Fetih’ten sonra bir çok Bizans’lı düşünür ve sanatçı yanlarına çok değerli yazma eserleri de alarak, çoğunlukla Roma’ya göç ettiler. Bu kimseler klasik Yunan kültürüne dönüşte önemli rol oynadılar ve kısa bir süre sonra Avrupa’da Rönensans hareketi başladı.

Ve işte böye fethedildi, dünyanın gözbebeği.Biz de yine o günleri unutmamak, o gün bu günmüş gibi heyecanlarımızı diri tutumak için, İstanbul'da olanlar olarak biz, ilk iş Ebu Eyyup el-Ensari hz.lerini ve çevresinde medfun bulunan diğer kabirleri ziyaretle başlayacağız. Daha sonra yürüyerek Eyüp Sultandan, surların altından Fatih semtine ismini veren Es-sultanül-a'zam, cennet-mekân, firdevs-àşiyân, ab-rûy-i saltanat-ı Osmânî, Es-Sultan, Fatih Muhammed Hàn'ın kabrini dualar ve ayetler okuyarak ziyaret edeceğiz. Ardından surların mümkün olan yerlerini gezerek, fethin en şiddetli çarpışmalarının olduğu bölümlerini keşfetmeye çalışacağız. Kızgın yağlar, ateşli oklarla şehid olanların seslerini duymaya çalışacağız.
Fatih Sultan Muhammed Han'ın gıpta ettiği Ulubatlı Hasan'ın, sancağı surlara diktiği yere gidip o anı gözlerimizde canlandırmaya çalışıp, kanlarını Allah aşkıyla dökenleri hatırlayacağız.Cephede giden ecdadımızın ulvi hislerini anlayabilmek için. Sonra, bulabildiğimiz bütün evliyanın kabirlerini ziyaret edip, onların dualarıyla fetihler kazanan Fatih gibi, biz de hürmette kusur etmeden dularımızla kapılarını çalacağız. Ve çocuklarımıza, attığımız her adımı izah ile, hissettiğimiz her duyguyu onlarla paylaşıp, bizim 20-30 senedir elde etmeye çalıştığımız ruh zenginliğine şimdiden ulaşsınlar diye gayret edeceğiz. Ve İstanbul'da yaşamayanlar, sizler de kendi bulunduğunuz yörenin fatihlerini araştırın lütfen. Tarihi eserlerinizi bir bir tesbit edip, toprağınıza şan ve kan vermiş büyüklerinizi yad edin.

Ya yurt dışında olanlar, onlar da, Amerikada iseniz, Piri Reis'in izlerini arayın doğu sahillerinde, Asyadan göç ettikleri tahmin edilen kızılderililerin aslını esasını arşatırın, yada İnka ve Maya uygarlıklarını, Güney Afrikada iseniz, Ebu Bekir Efendinin kabrini arayın bulun, yüz yıl önce İslam'ın adını taşıdığı bu kızıl topraklarda, Rusyada iseniz, Çarların eteğini öptüğü Hanların fethettiği sonra elden uçup giden beldeleri karışlayın, Japonyada iseniz, eşsiz İslam mimarsinin izlerini sürün ve ibretle açarak gözlerinizi lütfen dünyaya Fatihler gibi bakın.

Ve Fetih gururunu ömrümüz oldukça yaşayalım..
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...


Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...
 
---> Fetih, Fatih ve Ulubatlı Hasan / Fetih, Fatih ve Ulubatlı Hasan Hakkında

Bu dönemde Osmanlı akınlarından ve kuşatmalarından bunalan Bizans’ın önemli sorunu, Hristiyan dünyasındaki örgütlenmenin Ortodoks ve Katolik olarak ikiye ayrılmış olmasıydı. Bu ayrılık hristiyan Avrupa’nın Ortodoks Bizans’I yeterince kollayamaması anlamına geliyordu. Bu ikiliği gidermek için çaresizlik içinde çırpınan İmparator ve Patrik, 1439’da Floransa Konsili’nde Katolik Kilisesi’ne boyun eğdi. Rum Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesi kavgasında zoraki de olsa bir ittifak dönemi başladı. Böylece yüzyıllardır süren Ortodoks-Katolik çatışması, Osmanlı’nın baskısıyla kısa süreli de olsa donduruldu.

tarihçilerin çoğu bu konuyu nedense hep es geciyor
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst