ashli
Bayan Üye
İyonya: Thales, Anaximander, Anaximenes, Herakleitos, Leukippos, Demokritos, Anaxagoras, Giritli Diogenes.
İtalya: Pisagoras, Xenofanes, Parmenides, Zeno, Empedokles
1) İyonyalılar: Thales, Anaximander, Anaximenes. Evrenseli doğal belirlenim biçiminde kavradılar (hava ve su);
2) Pisagoras ve izleyicileri; duyusal-düşünsel Sayı şeylerin özüdür.
3) Eleatikler: Xenofanes, Parmenides, Zenon; duyusaldan özgürleşmiş arı kavram, Varlık. Belirli tikeli olumsuzlayan Eytişimsel Düşüncenin ilk edimi. Çokluk yanılsamadır (oluş yoktur, özneldir), yalnızca Bir gerçektir (yalnızca varlık vardır, nesneldir).
4) Herakleitos; Eleatiklerin öznel oluş sürecini nesnelleştirir.
5) Empedokles, Leukippos, Demokritos; yalın, özdeksel, durağan ilke.
6) Anaxagoras. Kendini belirleyen Nous, arı düşünce gerçek varlıktır.
İyonya
Thales varlığın gerçeğini duyusal bir tasarım biçiminde, özdeksel su biçiminde aldı.
Anaximander to apeiron tasarımını arke olarak ileri sürdü.
Anaximenes için ilke hava idi.
Pisagoras felsefesi Kavramı arılığı içinde değil ama Sayı olarak kavradı.
Mitoloji
Felsefeden Önce. Mitolji imgesel usun bir yaratısıdır. Mitoloji de olgusallığı nesnesi olarak alır, ama gerçekliği yeniden üretirken gereç olarak arı kavramları değil, tersine duyusal imgeleri kullanır. Tanrılar insan biçimlerinde belirlenirler.
Gene de Mitolojinin asıl belirlenimi gerecinin duyusal olmasına bağlıdır. Mitolojik tanrılar tıpkı onları oluşturan gereçler gibi sonludurlar, doğarlar ve doğan herşey gibi ölümlüdürler. Duyusallık belirlenimi durumunda kaçınılmaz olduğu gibi, çokludurlar. İmgelem, salt kendi doğası gereği, Sonsuzu üretmeye yeteneksizdir. Mitoloji kökensel gerecinden ötürü sonludur, ve yiter. Tinselliğin başlıca belirlenimini sağlaması, varoluşu tılsımlı, güzel, anlamlı ve değerli yapması ne yazık ki Tinin eksik açınımına bağlıdır. Onu ortadan kaldıran inanç kıpısının varoluşu daha anlamlı kılması, yaşama sonsuz değerini kazandırması beklenir. Tarihsel olarak, gerçekte olan tam tersidir. Mitoloji gerçek evrensel ya da Bir kavramı ortaya çıkar çıkmaz sona ermiştir. İnsan usu yanılgısını görür görmez onu yadsır ve daha gerçek olanı doğrulamaması olanaksızdır. Salt bu özsel doğası nedeniyle yanılsamalarını onlardan özgürleşinceye dek yadsımaya belirlenmiştir.
Homeros’un Yunan imgeleminde yarattığı dünyada kara sürekli bir okyanus akıntısı tarafından kuşatılı olan düz, dairesel bir disk biçimindedir. Bu yorumda dünya bir dağın tepesindeki bir plato gibidir. İçersinde, yüzeyin yakınında Ölüler ülkesi olan Hades’in Evi, altında sürekli karanlık olan Tartarus bulunur. Yeryüzü platosu bir dünya ırmağı olan Okyanus tarafından kuşatılıdır ve bunun çeperinden göğün durağan kubbesi başlar. Güneş, Ay ve Yıldızlar kubbenin kıyıtındaki sulardan doğarlar, yukarıda bir yay boyunca ilerleyip sonra yollarını tamamlar ve bir kez daha Okyanus’un altında batarlar. Yeryüzünün dağının üzerinde atmosfer bulut ve nemle yoğundur. Ama daha yukarılarda yıldızlı tavanı ile duru Ether bulunur.
Ön-Kavram
Kavram ve Tasarım. Kavramı düşünmek için tüm tasarımı soyutlamalıyız. Başka bir deyişle, kavramı kendisinden başka birşeye gönderme yaparak ya da ona tasarımsal içerik yükleyerek kavrayamayız. Bunun tam tersine yapmalı, bir kavramı ona dışsal tüm ilişki, içerik, biçim vb. gibi öğelerden özgürleştirmeliyiz. Ancak bu dışsal gereçten soyutlanmış olan kavram kendi eytişimini sergileyebilir.
Doğal Bilinç. Bilinç Us değildir. İçeriği olarak kavram ve düşünceleri, duygu ve duyumları, imge ve tasarımları, genel olarak "bildiğimizi" söyleyebildiğimiz her türden gereci alır. Belirlenimi olumsaldır, zaman ve yer koşullarına, bilinçsiz öğelere, ve dışsal etkilere açıktır: Herşey olabilir. Üstlenemeyeceği biçim yoktur.
"Doğal" sıfatı onu herşeyden önce kurgul olmayan biçiminden ayırdetmemize yarar. "Kendini bil"meyen ego budur. Bu olumsal biçimi anlatmak için pekala "sıradan," "gündelik," "görgül" vb. gibi sıfatları da kullanabiliriz. Bu bilinç düşündüğü zaman, anlama ve uslamlama etkinliklerine girdiği zaman davranışı analitiktir, diyalektik değil. Kurgul düşünce konusunda, karşıtların birliği konusunda hiçbir kavramı yoktur. Felsefe adı altında bile ürettikleri en çoğundan kişisel görüşlerden, eğilimlerden, yeğlemelerden daha iyi değildir. Evrenselin alanına kendi kaba saba bireyselliği ile girer, dışsal bir tasarım akışına utanmadan bilgelik sevgisi adını verir. Felsefe Tarihinin çabasının değer ve öneminin ayrımında değildir.
Duyum. Duyum özneldir, nesnel değil. Hiç kuşkusuz duyum fiziksel/özdeksel uyarı temelinde doğar. Ama bu nesnel-özdeksel temel duyum ile aynı değildir.
Duyu-Algısı. Duyunun algıya gereç sağladığını varsaysak bile bu gereç ancak kavramsallaştırıldığı düzeye dek gereçtir. Doğal bilinç düzleminde algısal olan kavramsal olanın tam tersini anlatır. Ama bu bilinç olgunun kendisi üzerine bilinçsizdir. Gerçekte kavram yalnızca böyle bir algıya gereksinim duymamakla kalmaz, ama tam tersine kendini böyle her algıdan özgür tutabildiği ölçüde kavramdır.
Bilgide duyusal öğe denilen şeyi kavramın belireniminden soyutlarsak, gerçekten arı duyusal veri denilen şeyi elde etmeyi başarırsak, böyle birşeyin ne olduğunu söylemek bile olanaksızlaşır. Görgücülük bu belirsizliğe sarılarak kavramsal olandan özgürleştiğini sanır.
Kavram ve Olgu (ya da Görüngü, ya da Deneyim, ya da Algı). Felsefede deneyimi değil ama kavramı birincil alırız. Bir deneyim (ki burada olgu, görüngü ya da fenomen, algı, gözlem vb. bu kategori altına düşerler) gerçekliğini ya da varlığını ancak kavramsal olarak tanıtlayabilir. Sinoplu Diogenes yürüyerek devimin varlığını ya da gerçekliğini görgül ya da deneyimsel olarak ‘tanıtladığı’ sanısı içindedir. Permenides ve Eleatikler tam olarak bu sanıyı bilgiden ayırırlar, ve var olanın düşünsel belirlenimle, kavramla birliğinde diretirler. Bir olgunun olgu olması için düşünülmesi gerekir. Düşünülmek ve olmak birdir — yeter ki düşünmeyi tasarımlamadan.
Olgu ancak kavram olarak kendisidir. Kavramsal özünü soyutlayalım, geriye olgudan da hiçbirşey kalmaz. Ya da, kavramsız olgu olsa olsa bilinemeyen bir kendinde-şey olabilir. Ama kendinde-şey ancak belirlenimsiz olduğu düzeye dek bilinemezdir.
Kavram olgunun tözüdür. Sözde kavramlara kaynaklık eden deneyimi çözümlersek, onda kavramsaldan başka hiçbirşeyin olmadığını buluruz. Ve bu kavramların kaynağı duyusal algı değil ama tam tersine duyusal-algı denilen karmaşanın kendisinin kaynağı kavramlardır. Kavramsal yapı kendi iç mantığı ile değişir, ve onun değiştiği düzeye dek duyusal-algı denilen şeyin kendisi de değişir.
Tanıtlama (ya da Çıkarsama). Tanıtlanamayan şey yoktur. Felsefede ilkemiz bu yalın ilke olmalı, ve her kavrama ancak çıkarsadığımız düzeye dek gerçeklik yüklemeliyiz. Eğer o kavramı çıkarsıyamıyorsak bilmiyoruzdur, ya da bilgi dediğimiz şey gerçekte sanıdan daha iyi değildir.
Felsefenin özsel olarak kurgul düşüncenin etkinliği olması ölçüsünde tanıtlamanın da bu etkinlikten başka birşey olmasını beklememeliyiz. Yöntem kurgul düşünceyi üreten ona dışsal bir aygıt değil ama tam olarak kurgul düşüncenin kendisi olmalıdır.
Kavramsal düşüncenin devinmek, açınmak, ilerlemek için dışsal duyusal gerece gereksinmediği açık olmalıdır. Dışsal bağıntı David Hume’un çözümlemesine göre bir alışkanlık yapısıdır: Belirli bir sayıda gözlem sonucunda kurulan bir ilişkidir. Bu ilişki mantıksal değil ama ruhbilimseldir. Doğal bilincin çıkarsama dediği şey en iyisinden bu çağrışımlar arasındaki ilişkidir, ve mantıksal bir zorunluktan ya da özgürlükten yoksun olarak olumsaldır. Bu bilinç düzleminde zorunlu ve evrensel hiçbirşey, hiçbir doğa yasası, hiçbir mantıksallık yoktur. Gene de tüm popüler tanıtlamacılık bu dışsallık düzleminde çalışır çabalar.
Belit. Axiom ya da Belit dediğimiz Gerçekliklerin tanıtlanamadıkları, kendiliğinden açık oldukları varsayılır. Örneğin Öklides'in Öğeler'inin Birinci Kitabında Belitler başlığı altında ilkin şu verilir:
1. Aynı şeye eşit olan şeyler birbirlerine de eşittir.
...
5. Bütün parçadan büyüktür
Farabi bunlar için şunları söyler (Politik Belitler, § 31):
Kurgul us bilimlerin ilkeleri olan evrensel zorunlu öncüllerin pekin bilgisini (örneğin bütünün parçalardan daha büyük olduğu, ya da aynı niceliğe eşit niceliklerin birbirlerine eşit oldukları gibi bilgilerimiz) araştırma yoluyla ya da andırım yoluyla değil ama doğal olarak kazanan bir yetidir. Bu ilkelerdendir ki insan yola çıkar ve insan becerisi olmaksızın varolan kurgul olguların geri kalanının bilgisine ilerler. Bu us kimi zaman gizilliktedir — bu ilk ilkeler ona belirtik olmadığı zaman; ama belirtikleştikleri zaman, edimdeki us olur ve yatkınlığı onun için hazır olanı üretecek denli güçlüdür.
Felsefe hiçbirşeyi tanıtlamadan gerçek olarak almaz. Belitler de tanıtlanmalıdır. Açıktır ki belitlerde eşitlik, büyük ve küçük, parça ve bütün, nicelik gibi kavramlardan yararlanırız. Bunların çıkarsanmaları gerekir. Öklides'in
Tanımlarına örnek olarak Noktanın tanımını alalım:
1. Nokta parçası olmayandır.
Tanım bir nesnenin tanıt ya da çıkarsamasını değil ama yalnızca anlamını bildirir. Burada verilen tanımın kurgul doğası kendiliğinden açıktır. Ama Noktanın Kavramı tanımından oldukça başka birşeydir, ve yalnızca Uzayı ve Olumsuzunu içerir:
Nokta Uzayın Olumsuzlanışıdır.
Bu ilişkilendirme Uzay ve Olumszlama kavramlarını içerir ve bunların tanıtlanmaları kurgul dizgenin gelişiminde daha Geometrik çıkarsamalara gelmeden önce üretilir. Felsefede tanıtlama olmaksızın hiçbirşey yalnızca varsayım zemininde alınmaz. Bu yanıyla felsefe uzay, zaman, özdek, devim, erke, kütle vb. gibi kavramları sorgulamadan alıp kullanan doğa biliminden bütünüyle ayrı bir yöntem kullanır.
Gerçeklik. Gerçeklik geçici, değişken, göreli, kuşkulu, öznel olmamalıdır.
US. Us bir veridir. Usu insanın kendisi yaratır, ya da us çevre tarafından belirlenir vb. gibi anlatımlar gerçekliğin bakış açısından yalnızca boşturlar. Böyle bakış açıları usun üzerine insan, çevre, dış dünya vb. gibi tasarımları koyar, usu türevsel, ikincil birşeye indirger, ve böylelikle ayaklarının sağlam bir zeminde durduğu sanısına kapılır.
Doğal Us — bizim doğal usumuz — Kavramın kendiliğinden etkinliğidir, biz onun bilincinde olmaksızın işler. Onu bilmek herşeyden önemli, anlamlı, dirimseldir.
Kurgul us bilimlerin ilkeleri olan evrensel zorunlu öncüllerin pekin bilgisini (örneğin bütünün parçalardan daha büyük olduğu, ya da aynı niceliğe eşit niceliklerin birbirlerine eşit oldukları gibi bilgilerimiz) araştırma yoluyla ya da andırım yoluyla değil ama doğal olarak kazanan bir yetidir. Bu ilkelerdendir ki insan yola çıkar ve insan katkısı olmaksızın varolan kurgul olguların geri kalanının bilgisine ilerler. Bu us kimi zaman gizilliktedir — bu ilk ilkeler ona belirtik olmadığı zaman; ama belirtikleştikleri zaman, edimdeki us olur ve yatkınlığı onun için hazır olanı üretecek denli güçlüdür. (Farabi, Politik Belitler, § 31)
Us değişmez. Bilinç değişir. Us sonsuzdur, Bilinç sonludur. Bilinç içeriği olarak duyum ve duygu, sezgi ve tasarım, kavram ve yargı vb.gibi her öznelliği alır. Us içeriğini kendisi üretir.
Din ve Felsefe. Gerçeklik yalnızca felsefenin sorunu olmamalıdır. Doğal bilincin de gerçeklik hakkı vardır, ve bunu tasarımsal düzeyde bulur. Dinsel gerçeklik doğal bilinçte kavramsal tanıtlamanın ürettiği bir biçim değildir. Usun herkese açık tasarımsal etkinliğinin ürünüdür.
Mantık. Bir kavramı düşünün. Sonra düşüncenizi onu izleyerek sürdürün. Düşünce ilerlesin, devinsin, açınsın. Ama nasıl? Düşünülmesi beklenen bir sonraki kavram ne olabilir? Herhangi bir başka kavram mı? Yoksa ona en yakın olanı mı? Ve burada yakınlığın anlamı nedir? Bir kavramı izleyen en yakın bir başkası onun karşıtıdır. Karşıtı gerçekte ondan ayrılamazdır. Ve düşünmede ilerlemenin olanağıdır. Bu bağıntı dışsal, çağrışımsal, sentetik, alışkısal vb. değil ama mantıksal olanıdır. Aslında MANTIK dediğimiz şeyin kendisidir. Şimdi bu karşıtlığı alın ve onu izleyerek düşünün. Neyi düşünebilirsiniz?
Düşünebileceğiniz en yakın düşünce yine herhangi bir başka kavram değil ama karşıtlığın kendisi, karşıtlığın ayırdedilemez bir birlik oluşturduğu olgusudur. Bu kurgul birlik, bu karşıtların birliği onu oluşturan kıpılardan bütünüyle başka birşeydir, yepyeni bir Kavramdır.
Yeni kavram onu üretenleri kıpılar olarak, ortadan kaldırılmış olarak, olumsuz olarak kendi içinde kapsar. Dolaylıdır. Ama o denli de dolaysızdır çünkü onları ortadan kaldırmıştır.
Kaynak:
Felsefe Tarihi
Prof. Macit Gökberk
Remzi Kitabevi
İtalya: Pisagoras, Xenofanes, Parmenides, Zeno, Empedokles
1) İyonyalılar: Thales, Anaximander, Anaximenes. Evrenseli doğal belirlenim biçiminde kavradılar (hava ve su);
2) Pisagoras ve izleyicileri; duyusal-düşünsel Sayı şeylerin özüdür.
3) Eleatikler: Xenofanes, Parmenides, Zenon; duyusaldan özgürleşmiş arı kavram, Varlık. Belirli tikeli olumsuzlayan Eytişimsel Düşüncenin ilk edimi. Çokluk yanılsamadır (oluş yoktur, özneldir), yalnızca Bir gerçektir (yalnızca varlık vardır, nesneldir).
4) Herakleitos; Eleatiklerin öznel oluş sürecini nesnelleştirir.
5) Empedokles, Leukippos, Demokritos; yalın, özdeksel, durağan ilke.
6) Anaxagoras. Kendini belirleyen Nous, arı düşünce gerçek varlıktır.
İyonya
Thales varlığın gerçeğini duyusal bir tasarım biçiminde, özdeksel su biçiminde aldı.
Anaximander to apeiron tasarımını arke olarak ileri sürdü.
Anaximenes için ilke hava idi.
Pisagoras felsefesi Kavramı arılığı içinde değil ama Sayı olarak kavradı.
Mitoloji
Felsefeden Önce. Mitolji imgesel usun bir yaratısıdır. Mitoloji de olgusallığı nesnesi olarak alır, ama gerçekliği yeniden üretirken gereç olarak arı kavramları değil, tersine duyusal imgeleri kullanır. Tanrılar insan biçimlerinde belirlenirler.
Gene de Mitolojinin asıl belirlenimi gerecinin duyusal olmasına bağlıdır. Mitolojik tanrılar tıpkı onları oluşturan gereçler gibi sonludurlar, doğarlar ve doğan herşey gibi ölümlüdürler. Duyusallık belirlenimi durumunda kaçınılmaz olduğu gibi, çokludurlar. İmgelem, salt kendi doğası gereği, Sonsuzu üretmeye yeteneksizdir. Mitoloji kökensel gerecinden ötürü sonludur, ve yiter. Tinselliğin başlıca belirlenimini sağlaması, varoluşu tılsımlı, güzel, anlamlı ve değerli yapması ne yazık ki Tinin eksik açınımına bağlıdır. Onu ortadan kaldıran inanç kıpısının varoluşu daha anlamlı kılması, yaşama sonsuz değerini kazandırması beklenir. Tarihsel olarak, gerçekte olan tam tersidir. Mitoloji gerçek evrensel ya da Bir kavramı ortaya çıkar çıkmaz sona ermiştir. İnsan usu yanılgısını görür görmez onu yadsır ve daha gerçek olanı doğrulamaması olanaksızdır. Salt bu özsel doğası nedeniyle yanılsamalarını onlardan özgürleşinceye dek yadsımaya belirlenmiştir.
Homeros’un Yunan imgeleminde yarattığı dünyada kara sürekli bir okyanus akıntısı tarafından kuşatılı olan düz, dairesel bir disk biçimindedir. Bu yorumda dünya bir dağın tepesindeki bir plato gibidir. İçersinde, yüzeyin yakınında Ölüler ülkesi olan Hades’in Evi, altında sürekli karanlık olan Tartarus bulunur. Yeryüzü platosu bir dünya ırmağı olan Okyanus tarafından kuşatılıdır ve bunun çeperinden göğün durağan kubbesi başlar. Güneş, Ay ve Yıldızlar kubbenin kıyıtındaki sulardan doğarlar, yukarıda bir yay boyunca ilerleyip sonra yollarını tamamlar ve bir kez daha Okyanus’un altında batarlar. Yeryüzünün dağının üzerinde atmosfer bulut ve nemle yoğundur. Ama daha yukarılarda yıldızlı tavanı ile duru Ether bulunur.
Ön-Kavram
Kavram ve Tasarım. Kavramı düşünmek için tüm tasarımı soyutlamalıyız. Başka bir deyişle, kavramı kendisinden başka birşeye gönderme yaparak ya da ona tasarımsal içerik yükleyerek kavrayamayız. Bunun tam tersine yapmalı, bir kavramı ona dışsal tüm ilişki, içerik, biçim vb. gibi öğelerden özgürleştirmeliyiz. Ancak bu dışsal gereçten soyutlanmış olan kavram kendi eytişimini sergileyebilir.
Doğal Bilinç. Bilinç Us değildir. İçeriği olarak kavram ve düşünceleri, duygu ve duyumları, imge ve tasarımları, genel olarak "bildiğimizi" söyleyebildiğimiz her türden gereci alır. Belirlenimi olumsaldır, zaman ve yer koşullarına, bilinçsiz öğelere, ve dışsal etkilere açıktır: Herşey olabilir. Üstlenemeyeceği biçim yoktur.
"Doğal" sıfatı onu herşeyden önce kurgul olmayan biçiminden ayırdetmemize yarar. "Kendini bil"meyen ego budur. Bu olumsal biçimi anlatmak için pekala "sıradan," "gündelik," "görgül" vb. gibi sıfatları da kullanabiliriz. Bu bilinç düşündüğü zaman, anlama ve uslamlama etkinliklerine girdiği zaman davranışı analitiktir, diyalektik değil. Kurgul düşünce konusunda, karşıtların birliği konusunda hiçbir kavramı yoktur. Felsefe adı altında bile ürettikleri en çoğundan kişisel görüşlerden, eğilimlerden, yeğlemelerden daha iyi değildir. Evrenselin alanına kendi kaba saba bireyselliği ile girer, dışsal bir tasarım akışına utanmadan bilgelik sevgisi adını verir. Felsefe Tarihinin çabasının değer ve öneminin ayrımında değildir.
Duyum. Duyum özneldir, nesnel değil. Hiç kuşkusuz duyum fiziksel/özdeksel uyarı temelinde doğar. Ama bu nesnel-özdeksel temel duyum ile aynı değildir.
Duyu-Algısı. Duyunun algıya gereç sağladığını varsaysak bile bu gereç ancak kavramsallaştırıldığı düzeye dek gereçtir. Doğal bilinç düzleminde algısal olan kavramsal olanın tam tersini anlatır. Ama bu bilinç olgunun kendisi üzerine bilinçsizdir. Gerçekte kavram yalnızca böyle bir algıya gereksinim duymamakla kalmaz, ama tam tersine kendini böyle her algıdan özgür tutabildiği ölçüde kavramdır.
Bilgide duyusal öğe denilen şeyi kavramın belireniminden soyutlarsak, gerçekten arı duyusal veri denilen şeyi elde etmeyi başarırsak, böyle birşeyin ne olduğunu söylemek bile olanaksızlaşır. Görgücülük bu belirsizliğe sarılarak kavramsal olandan özgürleştiğini sanır.
Kavram ve Olgu (ya da Görüngü, ya da Deneyim, ya da Algı). Felsefede deneyimi değil ama kavramı birincil alırız. Bir deneyim (ki burada olgu, görüngü ya da fenomen, algı, gözlem vb. bu kategori altına düşerler) gerçekliğini ya da varlığını ancak kavramsal olarak tanıtlayabilir. Sinoplu Diogenes yürüyerek devimin varlığını ya da gerçekliğini görgül ya da deneyimsel olarak ‘tanıtladığı’ sanısı içindedir. Permenides ve Eleatikler tam olarak bu sanıyı bilgiden ayırırlar, ve var olanın düşünsel belirlenimle, kavramla birliğinde diretirler. Bir olgunun olgu olması için düşünülmesi gerekir. Düşünülmek ve olmak birdir — yeter ki düşünmeyi tasarımlamadan.
Olgu ancak kavram olarak kendisidir. Kavramsal özünü soyutlayalım, geriye olgudan da hiçbirşey kalmaz. Ya da, kavramsız olgu olsa olsa bilinemeyen bir kendinde-şey olabilir. Ama kendinde-şey ancak belirlenimsiz olduğu düzeye dek bilinemezdir.
Kavram olgunun tözüdür. Sözde kavramlara kaynaklık eden deneyimi çözümlersek, onda kavramsaldan başka hiçbirşeyin olmadığını buluruz. Ve bu kavramların kaynağı duyusal algı değil ama tam tersine duyusal-algı denilen karmaşanın kendisinin kaynağı kavramlardır. Kavramsal yapı kendi iç mantığı ile değişir, ve onun değiştiği düzeye dek duyusal-algı denilen şeyin kendisi de değişir.
Tanıtlama (ya da Çıkarsama). Tanıtlanamayan şey yoktur. Felsefede ilkemiz bu yalın ilke olmalı, ve her kavrama ancak çıkarsadığımız düzeye dek gerçeklik yüklemeliyiz. Eğer o kavramı çıkarsıyamıyorsak bilmiyoruzdur, ya da bilgi dediğimiz şey gerçekte sanıdan daha iyi değildir.
Felsefenin özsel olarak kurgul düşüncenin etkinliği olması ölçüsünde tanıtlamanın da bu etkinlikten başka birşey olmasını beklememeliyiz. Yöntem kurgul düşünceyi üreten ona dışsal bir aygıt değil ama tam olarak kurgul düşüncenin kendisi olmalıdır.
Kavramsal düşüncenin devinmek, açınmak, ilerlemek için dışsal duyusal gerece gereksinmediği açık olmalıdır. Dışsal bağıntı David Hume’un çözümlemesine göre bir alışkanlık yapısıdır: Belirli bir sayıda gözlem sonucunda kurulan bir ilişkidir. Bu ilişki mantıksal değil ama ruhbilimseldir. Doğal bilincin çıkarsama dediği şey en iyisinden bu çağrışımlar arasındaki ilişkidir, ve mantıksal bir zorunluktan ya da özgürlükten yoksun olarak olumsaldır. Bu bilinç düzleminde zorunlu ve evrensel hiçbirşey, hiçbir doğa yasası, hiçbir mantıksallık yoktur. Gene de tüm popüler tanıtlamacılık bu dışsallık düzleminde çalışır çabalar.
Belit. Axiom ya da Belit dediğimiz Gerçekliklerin tanıtlanamadıkları, kendiliğinden açık oldukları varsayılır. Örneğin Öklides'in Öğeler'inin Birinci Kitabında Belitler başlığı altında ilkin şu verilir:
1. Aynı şeye eşit olan şeyler birbirlerine de eşittir.
...
5. Bütün parçadan büyüktür
Farabi bunlar için şunları söyler (Politik Belitler, § 31):
Kurgul us bilimlerin ilkeleri olan evrensel zorunlu öncüllerin pekin bilgisini (örneğin bütünün parçalardan daha büyük olduğu, ya da aynı niceliğe eşit niceliklerin birbirlerine eşit oldukları gibi bilgilerimiz) araştırma yoluyla ya da andırım yoluyla değil ama doğal olarak kazanan bir yetidir. Bu ilkelerdendir ki insan yola çıkar ve insan becerisi olmaksızın varolan kurgul olguların geri kalanının bilgisine ilerler. Bu us kimi zaman gizilliktedir — bu ilk ilkeler ona belirtik olmadığı zaman; ama belirtikleştikleri zaman, edimdeki us olur ve yatkınlığı onun için hazır olanı üretecek denli güçlüdür.
Felsefe hiçbirşeyi tanıtlamadan gerçek olarak almaz. Belitler de tanıtlanmalıdır. Açıktır ki belitlerde eşitlik, büyük ve küçük, parça ve bütün, nicelik gibi kavramlardan yararlanırız. Bunların çıkarsanmaları gerekir. Öklides'in
Tanımlarına örnek olarak Noktanın tanımını alalım:
1. Nokta parçası olmayandır.
Tanım bir nesnenin tanıt ya da çıkarsamasını değil ama yalnızca anlamını bildirir. Burada verilen tanımın kurgul doğası kendiliğinden açıktır. Ama Noktanın Kavramı tanımından oldukça başka birşeydir, ve yalnızca Uzayı ve Olumsuzunu içerir:
Nokta Uzayın Olumsuzlanışıdır.
Bu ilişkilendirme Uzay ve Olumszlama kavramlarını içerir ve bunların tanıtlanmaları kurgul dizgenin gelişiminde daha Geometrik çıkarsamalara gelmeden önce üretilir. Felsefede tanıtlama olmaksızın hiçbirşey yalnızca varsayım zemininde alınmaz. Bu yanıyla felsefe uzay, zaman, özdek, devim, erke, kütle vb. gibi kavramları sorgulamadan alıp kullanan doğa biliminden bütünüyle ayrı bir yöntem kullanır.
Gerçeklik. Gerçeklik geçici, değişken, göreli, kuşkulu, öznel olmamalıdır.
US. Us bir veridir. Usu insanın kendisi yaratır, ya da us çevre tarafından belirlenir vb. gibi anlatımlar gerçekliğin bakış açısından yalnızca boşturlar. Böyle bakış açıları usun üzerine insan, çevre, dış dünya vb. gibi tasarımları koyar, usu türevsel, ikincil birşeye indirger, ve böylelikle ayaklarının sağlam bir zeminde durduğu sanısına kapılır.
Doğal Us — bizim doğal usumuz — Kavramın kendiliğinden etkinliğidir, biz onun bilincinde olmaksızın işler. Onu bilmek herşeyden önemli, anlamlı, dirimseldir.
Kurgul us bilimlerin ilkeleri olan evrensel zorunlu öncüllerin pekin bilgisini (örneğin bütünün parçalardan daha büyük olduğu, ya da aynı niceliğe eşit niceliklerin birbirlerine eşit oldukları gibi bilgilerimiz) araştırma yoluyla ya da andırım yoluyla değil ama doğal olarak kazanan bir yetidir. Bu ilkelerdendir ki insan yola çıkar ve insan katkısı olmaksızın varolan kurgul olguların geri kalanının bilgisine ilerler. Bu us kimi zaman gizilliktedir — bu ilk ilkeler ona belirtik olmadığı zaman; ama belirtikleştikleri zaman, edimdeki us olur ve yatkınlığı onun için hazır olanı üretecek denli güçlüdür. (Farabi, Politik Belitler, § 31)
Us değişmez. Bilinç değişir. Us sonsuzdur, Bilinç sonludur. Bilinç içeriği olarak duyum ve duygu, sezgi ve tasarım, kavram ve yargı vb.gibi her öznelliği alır. Us içeriğini kendisi üretir.
Din ve Felsefe. Gerçeklik yalnızca felsefenin sorunu olmamalıdır. Doğal bilincin de gerçeklik hakkı vardır, ve bunu tasarımsal düzeyde bulur. Dinsel gerçeklik doğal bilinçte kavramsal tanıtlamanın ürettiği bir biçim değildir. Usun herkese açık tasarımsal etkinliğinin ürünüdür.
Mantık. Bir kavramı düşünün. Sonra düşüncenizi onu izleyerek sürdürün. Düşünce ilerlesin, devinsin, açınsın. Ama nasıl? Düşünülmesi beklenen bir sonraki kavram ne olabilir? Herhangi bir başka kavram mı? Yoksa ona en yakın olanı mı? Ve burada yakınlığın anlamı nedir? Bir kavramı izleyen en yakın bir başkası onun karşıtıdır. Karşıtı gerçekte ondan ayrılamazdır. Ve düşünmede ilerlemenin olanağıdır. Bu bağıntı dışsal, çağrışımsal, sentetik, alışkısal vb. değil ama mantıksal olanıdır. Aslında MANTIK dediğimiz şeyin kendisidir. Şimdi bu karşıtlığı alın ve onu izleyerek düşünün. Neyi düşünebilirsiniz?
Düşünebileceğiniz en yakın düşünce yine herhangi bir başka kavram değil ama karşıtlığın kendisi, karşıtlığın ayırdedilemez bir birlik oluşturduğu olgusudur. Bu kurgul birlik, bu karşıtların birliği onu oluşturan kıpılardan bütünüyle başka birşeydir, yepyeni bir Kavramdır.
Yeni kavram onu üretenleri kıpılar olarak, ortadan kaldırılmış olarak, olumsuz olarak kendi içinde kapsar. Dolaylıdır. Ama o denli de dolaysızdır çünkü onları ortadan kaldırmıştır.
Kaynak:
Felsefe Tarihi
Prof. Macit Gökberk
Remzi Kitabevi