Felsefe ve Eğitim..

уαяєη

ɘƨмɘя
Bayan Üye
Felsefe ve Eğitim…
Felsefesi olmayan bir toplumun mektebi olmaz (N. Topçu).

2006-2007 Eğitim Öğretim yılı açılıyor. Çocuklarımız ve gençlerimiz yeni bir yaz tatiline kadar yaklaşık bir yıl sürecek olan bir maratona yeniden başlıyorlar.
Ancak, okul öncesi eğitimden üniversiteye, 20 milyona yaklaşan öğrenci ve bir milyona yaklaşan eğitimci kadrosuyla eğitim sistemimiz, fiziki imkân, yeterli öğretim kadrosu, fırsat eşitsizliği, öğrenci seçme sistemi, eğitimde nitelik vb konularda birçok sorunla karşı karşıya bulunuyor. Eğitim sistemimiz mevcut haliyle geleceğin bilgi toplumunu kuracak ve dünya ile rekabet edecek kuşakları yetiştirmekten uzak gözükmektedir.
Bu olumsuzlukları elimine edecek bir eğitim nasıl kurgulanabilir? Böyle bir eğitimin temel amaçları ne olmalıdır. Elbette ki bir olgu olarak eğitimin temel hedefleri, toplumun eğitimden felsefi anlamda ne beklediğiyle yakından ilgilidir. Nasıl ki, düşünce olmadan, eylem olmazsa; belirlenmiş bir eğitim felsefesi olmadan da bir eğitim anlayışı ve eğitim sistemi olmaz. N. Topçu, bu gerçeği "Felsefesi olmayan bir milletin mektebi olmaz" sözüyle ifade etmiştir. Eğitim felsefesi, eğitim uygulamalarına yön veren bir disiplindir; eğitim çalışmalarını yönlendirir, insanların hangi amaçlar için nasıl yetiştirileceği konusunda yol gösterir ve eğitim çabalarının coğrafya, tarih, insan, toplum ve kültürel özelliklere uyumlu olarak sürmesini sağlar.
Eğitim açısından felsefenin en önemli görevi, eğitim için bir değerler ve hedefler sistemi geliştirmektir. Felsefe bunu yaparken toplum gerçeğinden yola çıkar; yani toplumun kültürel değerlerini, insan ve toplumsal özelliklerini dikkate alır. Eğitim ise, felsefe tarafından ortaya konulan bu ilke ve hedeflerin nasıl gerçekleştirileceği ve istenilen özelliklerin insanlara nasıl kazandırılacağıyla ilgilenir. Kısacası, eğitimin temel hedefleri, ilgili kişi ya da toplumların, inançları, örf ve gelenekleri, tarihi geçmişi, gelecek tasavvuru, insan ve toplum özellikleri, hatta iklim ve coğrafi durumları dikkate alınarak belirlenir. Aksi taktirde, kaos, toplumsal çözülme ve yabancılaşma kaçınılmazdır.
"Eğitimi; insanı, bedensel, zihinsel, duygusal ve entelektüel yönden geliştirme, bir ilişkiler ağı ortamında toplumsallaştırma, milli kültür ve evrensel değerlerle donatma ve etkin bir yaşam sürmesini sağlayacak bilgi ve beceriler kazandırma çabalarının toplamı" olarak tanımlayabiliriz.
İlk çağlardan beri, eğitimin amaçları konusunda görüşler ileri süren düşünür ve eğitimciler konuyu genel olarak birey ve toplum açısından ele almışlardır. Eğitimin bireysel hedeflerine ağırlık veren düşünür ve eğitimciler bireyi temel alan ve daha özgürlükçü bir eğitim anlayışını savunurken, toplumsal hedeflere ağırlık veren düşünür ve eğitimciler ise, toplumcu ve disiplinci bir eğitim anlayışını öne çıkarmışlardır. Bu ayrışmanın bir sonucu olarak, tarihsel süreçte biri birey, diğeri toplum eksenli olmak üzere iki eğitim anlayışı gelişmiş ve bugünlere taşınmıştır. Bu iki yaklaşım günümüzde "öğrenci merkezli eğitim" ve "öğretmen merkezli eğitim" tanımlamalarında da kendini göstermektedir.
Realizmden İdealizme, Natüralizmden Marksizm'e, Pragmatizmden Varoluşçuluğa eğitim konusunda görüşler ileri süren birçok felsefi akım fert, toplum ve özgürlük gibi olgulara yaklaşımlarıyla birbirlerinden ayrılmıştır.
Yukarıda bahsedilen iki yaklaşım günümüzde de yaygın bir uygulama alanı bulmakta ve günümüz eğitim anlayışlarının temel ayrışma noktasını oluşturmaktadır. Ancak, son zamanlarda çevre, nükleer silahlanma, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı gibi alanlarda yaşanan sorunlar, dünyadaki tüm insanların ve ülkelerin birbirlerine bağımlılıklarının artması vs sebeplerle eğitim bireysel ve toplumsal boyutlarının yanı sıra küresel hedefleri boyutuyla da ele alınır olmuştur.
Din, devlet, vatan, eğitim, eğitim kurumları kısaca her şeyin birey için olduğunu, bireyin baskı altına alınmaması hatta tam tersine özgür bırakılması gerektiğini ileri süren "Bireyci ve özgürlükçü" eğitim anlayışı, Batıda, Rousseau, Ellen Key, Herbart Spencer ve Jean Marie Guyeau gibi düşünürler tarafından savunulurken, ülkemizde ise, Satı Bey ve Prens Sabahattin gibi eğitimci ve sosyal bilimciler tarafından savunulmuştur.
Grup, cemaat ve toplumu, bireyin önüne alan ve tüm bireylerin toplumun çıkarları doğrultusunda şekillendirilebileceği görüşünü savunan "Toplumcu ve disiplinci" yaklaşım ise, batıda Eflatun, Hegel ve Durkheim gibi düşünürler tarafından, ülkemizde ise, Ziya Gökalp, Emrullah Efendi ve İ. H. Baltacıoğlu gibi eğitimciler tarafından savunula gelmiştir. Ancak, ülkemizde son dönemlere kadar uygulanan, temelde toplumcu ve disiplinci bir tona sahip eğitim anlayışı üzerinde bugüne kadar en çok etkili olan iki isim dışarıda Durkheim, içeride ise Z. Gökalp'tir.
Eğitime psikolojik yaklaşım olarak da bilinen "Bireyci ve özgürlükçü" eğitim anlayışının siyasi ve sosyal yansımaları demokratik, âdemi merkeziyetçi ve özgürlükçü toplumsal modeller olarak ortaya çıkarken, eğitime sosyolojik yaklaşım olarak da bilinen "Toplumcu ve disiplinci" eğitim anlayışının siyasi ve sosyal yansımaları ise merkeziyetçi, totaliter ve baskıcı toplumsal modeller olmaktadır.
Birinci anlayış, en ileri uygulamalarını Ivan Illich'in "Okulsuz Toplum" ve A. S. Neil'in "Serbest Okul" kuramlarında, P. Feyerabend gibi düşünürlerin düşüncelerinde ve Varoluşçuluk gibi akımların yaklaşımlarında bulurken, ikinci anlayış en uç ve aşırı uygulamalarını John Dewey ve B. F. Skinner gibi davranışçı düşünürlerin görüşlerinde ve Hitler, Mussoloni ve Stalin gibi liderlerin uygulamalarında bulmuştur.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst