SuskunDervis
Kayıtlı Üye
MUHASARA
Kara ve zor açlık yılları Ebu Talibin yurdunda başlar.Beni Haşim ve düşmnalarıyla işbirliği yapan Ebu Leheb hariç,Abdul Muttalib ailesi muhasara altına alınır.Erkekler,kadınlar ve çocuklar bu sıcak,kuru vadiye yerleştirilir. Kureyşin tüm tüm zenginleri adına Ebu Cehil tarafından yazılan bir ilan Kabe duvarına asılır:
Hiç kimse Beni Haşim kabilesi ve Abdul Muttalible ilişki içine girmeyecek.Onlarla tüm ilişkiler kesilecek.Onlardan hiçbir şey satın alınmayacak.Onlara hiçbir şey satılmayacak. Onlardan herhangi biriyle evlenilmeyecek.
Yalnızlık,fakirlik,açlık ve hayatın zorlukları onları,ya putları ya da ölümü seçmeye zorlayana kadar bu taşlarla çevrili hapishaneye yerleştirilirler!Bu yeni dini seçenler ve henüz bu yeni dine girmemiş bazı insanlar,işkencelere dayanmak zorundadır.
Henüz İslamı kabul etmeyen ama özgürlük duygusuna sahip olanlar, Hz.Muhammedin düşüncesinden ayrı olsa ve Tevhid ile henüz karşılaşmasalar bile,düşmana karşı birleşik cephe oluşturdular.Onu savunurlar ve İslamı bilmemelerine ve bundan dolayı iman etmemelerine rağmen Hz.Muhammedi anlarlar.Ondan emin olurlar.kişisel arzusu olmadığını işitirler. İnsanları özgürlüğe kavuşturma konusundaki samimi arzusunu bilirler.
Onlar korkuyla dolu olan entelektüellerden,Ali İbn Umeyye gibi muhafazakar ve ilerici ideolojiyi kabul etmiş olarak reaksiyonerliği reddeden insanlardan ve sınıf ayrılıklarıyla beraber klasik Arap rejimine ve aristokrat sınıf bozukluğuna dayanan sakallı insanlardan daha değerliydiler.Ama aynı zamanda bütün bunları bilerek,babalarının zengeinliğini,ailelerinin lüks yaşamını,sosyal statülerini ve fiziksel sağlıklarını korumak ve herhangi bir baş ağrısını önlemek için,Ebu Cehilin Ebu Lehebin safında kalırlar.Muhalefetlerini ifade etmek için dudaklarını bile kıpırdatmazlar.Bu zor yıllar boyunca,yurttaşlarını ve arkadaşlarını bu küçük yerde yalnız bırakırlar.Kendilerini şehirdeki,pazardaki yaşamlarıyla,aileleri ve evleriyle meşgul olurlar.Zamanlarını putperest liderleriyle geçirirler.Hatta onarlın huzurunda el bile bağlarlar.Bir geleneği geride bırakırlar ve bir çığır açarlar.Yıllar sonra,bu yolun takipçileri ve onların dinleri,Hz.Muhammedin dininin takipçilerinden daha fazla insanı barındırıyordu.
Gerçek Şiiler,Ali,Ebuzer,Fatıma,Hasan,Hüseyin,Zeynep,Selam,Ammar gibi insanlarıdr. Ama Ali İbn Umeyye gibiler Peygamberin yasaklamasına rağmen ikiyüzlülük adetini sürdüren ilk Müslümanlardır.Bunlar bu faydacı prensibe sadık kalırlar ve ölünceye kadar bundan vazgeçmezler.
Yeni bir imanın ateşi ruhlarını aydınlattığında ve kişinin kendisiyle açıkça ve şüpheye düşmeden konuştuğu,deneye,seçime ve zorunlu imtihana dayanan tehlikelerle dolu bir hareket toplumda başladığında,insanların şaşkınlıkları ortaya çıkar.Şan ve şöhrete aşağılık,zillet, zayıflık kadar kuvvet duyguları da eşlik eder.Bütün bunlar ruhlarında çiziliydi ve hepsi kendilerini ifşa ederdi.
Bu korkutucu yerde,Müslüman olmayan insanlar da vardı.Sabır,sessizlik,üç yıllı bir açlık ve yalnızlıkla zorluklara katlanırlar.Tehlikenin gölgesini paylaşırlar. Ayrıca Allahın büyük insanlık devriminde yer alırlar.İslam tarihinin başlangıcının bu en duyarlı alanında, Hz.Muhammedin,Alinin ve Ehlibeytin durumunu anlayarak acıları paylaşırlar.
Ama cehaletin kara bulutları muhafazkarlık,zıtlık,acısızlık ve hayasızlık ile dolu rahat ve mutlu şehri kaplar.Onlar,güvenlik ve rahatı aramakla meşgüldürler.Acaba onlar bu trajediyi seyredenler midir yoksa rol alanlar mıdır?Sorun,dine inanıyor görünmelerinden dolayı ortaya çıkmaktadır.Dindarları sevmektedirler.Kendilerini aydınlanmış olarak hissederler
Haşimi ve Abdul Muttalib aileleri üç yıl boyunca şehirle,insanlarla,özgürlükle ve hatta yaşamı idame için gerekenlerle ilişkilerini kestiler.Bu muhasara altında yaşadılar.Gecenin ortalarında bu vadiden ayrılmak ve Kureyşli casusların gözlerinden gizlenerek,hapsihanede bekleyen açlar için bir parça yiyecek getirmek mümkün müdür?Onlara bir parça yiyecek getirecek olan liberal bir ailenin üyesi ya da bir arkadaş olabilir mi?Açlık bazı zamanlar kara ölüm noktasına kadar ulaşır.Ama,onlar kendilerini kızıl ölüme hazırladıkalrından sabırlıdırlar.
Diğerleriyle beraber muhasara altında kalan Said İbn Ali Vakkas şöyle derdi:Açlık öyle bir safhaya gelmişti ki,geceleyin hoşumuza gitmese bile yumuşak ve ıslak bir şeyi,ne olduğunu bilmeden,ağzımıza atar ve emerdik.İki yıl sonra,onun ne olduğunu bilmezdik bile.
Bu şartlar altında,tarih hiçbir şey olmadı dese bile,Peygamberin ailesinin ne durumda olduğu görülebilir.Peygamberin hatırı için bu aile açlığın,yalnızlığın ve fakirliğin meşakkatine dayanır.Peygamber kişisel olarak herkes için sorumluluğu üstlenir.Ne zaman bir çocuk açlığından ağlasa;ne zaman hasta bir kişi ilaç ve yiyecek yokluğundan ağlasa;ne zaman yaşlı bir kişi,kadın ya da erkek,üç yıl süren açlık,fiziki işkence ve bu vadinin işkencelerinden acı çektikten sonra zorluklara ve baskılara dayanma sınırlarına ulaşsa,dayandıkları bütün meşakkatleri kendi içlerinde saklarlar.Yüzlerinden nur ve kan süzülürken Peygamberle karşılaştıklarında katlandıkları her türlü eziyeti unuturlar.
Aynı zamanda,tüm zorluklara rağmen,iman ve sevgi konularında soylu ve cömert kalırlar. Bütün bunlar Hz.Peygamberin duyarlı kalbini derinden etkileyen ruhun,imanın ve insan hayatının ifadelerini gösterir.
Gecenin karanlığında yiyecek ulaştığında ve dağıtılmak için Peygambere verildiğinde, hanımının ve kızının paylarının,yaşamlarını sürdürebilmelerine ancak yetecek şekilde herkesinkinden daha az olduğu gerçektir.
Bu küçük yerde Peygamberin ailesinden,hanımı Hatice ve küçük kızları Fatıma,kızkardeş-leri Ümmü Gülsüm ve Rukiye ile Ebu Lehebin gelinleri vardı.Peygamberlik msiyonundan sonra,Ebu Leheb,oğullarına Peygamberi incitmek ve küçük düşürmek için Peygamberin kızlarını boşama emri verir.Ama genç,zengin ve yakışıklı olan Osman,Rukiye ile evlenir ve toplumun adetlerine göre Ebu Lehebin hareketi cevaplandırılır.Rukiyye daha sonra Osmanla Habeşistana hicret eder.Kocasından ayrılan ve babasına inancından dolayı mutluluğunu bir yana bırakan Ümmü Gülsüm,açlığı tercih ederek,kötü niyetli ve muhafazakar kocası Uteybe ile rahat ve konforlu yaşama yerine cömert ve cesur olan babasının yanında kalarak kendisini bu küçük hapishanede bulur.
Bu yerde günler zorlukla geçer.Geceleyin,karanlığın kara çadırı yaşamdan ayrılan bu kayalık yerde yaşayanların üzerine düşer.Haftalar,aylar ve yıllar sıkıntı içinde geçer ama birbirlerine ve Hz.Peygambere sempati duymayı sürdürürler.
Hz.Muhammedin ailesi bu grubun arasında özel bir konuma sahiptir.Ailenin reisi acı kaderlerinin ağır yükünü omuzlarında taşır.Ümmü Gülsüm,mutluluğu yıkılmış olarak, kocasının evini terk ederek babasının evine gelir.Diğer kız kardeşi Fatıma,oniki-on üç yaşlarında genç bir kızdır.Zayıf bir beden yapısına sahip olmasının yanı sıra,duygularla dolu, duyarlı bir ruha sahiptir.Yaşı hayli ilerlemiş olan,belki de yetmiş yaşında olan Hatice, Peygamberin misyonu süresince on sene ve bu hapishanede üç sene yaşadıktan,açlıktan acı çektikten,kocasına ve kızlarına yapılan işkenceleri gördükten ve iki oğlunun ölümünün acısına dayandıktan sonra bile sabrını sürdürdü,ama vücudunun tahammülü sona ermişti.Her an ölüm ona yaklaşmaktaydı.
Bu durumda,Hz.Muhammedin evindeki açlık o kadar had safhaya ulaşmıştı ki,yaşamı zenginlik içinde geçen ve şimdi her şeyini Hz.Muhammedin yoluna adayan,yaşlı ve hasta Hatice suyun içine bir parça deri koyar ve sonra dişlerinin arasına alırdı.
Genç ve duyarlı bir kız olan Fatıma annesi için endişeleniyor ve annesi de,insanlar arasında ortak bir duygu olan anne ve baba sevgisini gönlünde taşıyan bu sonuncu ve çabuk incinebilir kızı için endişe duyuyordu.
Hapishanedeki son günlerinden birinde,ölümünün yaklaştığını anlayan Hatice yatalak olur.Fatıma ve Ümmü Gülsüm onun yanında otururlar.Hz.Muhammed yiyecekleri dağıtmak için dışarıya çıkmıştır.
Yaşlı ve zayıf olan Hatice,yaşamı boyunca karşılaştığı zorlukları hatırlayarak,üzüntü içinde şöyle der:Keşke yaklaşan ölümüm,bu karanlık günler geçene kadar bekleseydi de ümit ve mutluluk içinde ölseydim.Ümmü Gülsüm de ağlayarak,önemi yok anne,üzülme der.Evet benim için,Allah için önemi yok.Kendim için endişelenmiyorum kızım.Kureyşin hiçbir kadını,benim tattığım mutluluğu tatmamıştır.Dünyadaki hiçbir kadın benim karşılaştığım cömertlikle karşılaşmamıştır.Bu hayattaki,bu dünyadaki kaderim;Allahın seçtiği insanın sevgili karısı olmam,benim için yeterlidir.Öteki dünyadaki akıbetim için,Hz.Muhammede ilk inananlar arasında oluşum ve ümmetin annesi diye çağrılmam yeterlidir.Daha sonra fısıldayarak devam eder:Allahım,bana verdiğin mutlulukları ve merhameti sayamam. Kalbim daralmıyor,çünkü sana geliyorum,ama bana verdiğin nimetlere layık olmak isterim.
Ölümün gölgesi evin üzerine düşer.Sessizlik ve derin üzüntü.Hatice,Ümmü Gülsüm ve Fatımayı sarar.Aniden Hz.Muhammedin ümit,iman,kuvvet ve zaferle aydınlanmış bir şekilde görünür.Sanki üç yıllık yalnızlık,açlık ve ağır ruhi çile cesaretini,iradesini ve imanını artırmaktan başka,vücudu ve ruhu üzerinde hiçbir tesir bırakmamıştır.
Ali Şeriati
Kara ve zor açlık yılları Ebu Talibin yurdunda başlar.Beni Haşim ve düşmnalarıyla işbirliği yapan Ebu Leheb hariç,Abdul Muttalib ailesi muhasara altına alınır.Erkekler,kadınlar ve çocuklar bu sıcak,kuru vadiye yerleştirilir. Kureyşin tüm tüm zenginleri adına Ebu Cehil tarafından yazılan bir ilan Kabe duvarına asılır:
Hiç kimse Beni Haşim kabilesi ve Abdul Muttalible ilişki içine girmeyecek.Onlarla tüm ilişkiler kesilecek.Onlardan hiçbir şey satın alınmayacak.Onlara hiçbir şey satılmayacak. Onlardan herhangi biriyle evlenilmeyecek.
Yalnızlık,fakirlik,açlık ve hayatın zorlukları onları,ya putları ya da ölümü seçmeye zorlayana kadar bu taşlarla çevrili hapishaneye yerleştirilirler!Bu yeni dini seçenler ve henüz bu yeni dine girmemiş bazı insanlar,işkencelere dayanmak zorundadır.
Henüz İslamı kabul etmeyen ama özgürlük duygusuna sahip olanlar, Hz.Muhammedin düşüncesinden ayrı olsa ve Tevhid ile henüz karşılaşmasalar bile,düşmana karşı birleşik cephe oluşturdular.Onu savunurlar ve İslamı bilmemelerine ve bundan dolayı iman etmemelerine rağmen Hz.Muhammedi anlarlar.Ondan emin olurlar.kişisel arzusu olmadığını işitirler. İnsanları özgürlüğe kavuşturma konusundaki samimi arzusunu bilirler.
Onlar korkuyla dolu olan entelektüellerden,Ali İbn Umeyye gibi muhafazakar ve ilerici ideolojiyi kabul etmiş olarak reaksiyonerliği reddeden insanlardan ve sınıf ayrılıklarıyla beraber klasik Arap rejimine ve aristokrat sınıf bozukluğuna dayanan sakallı insanlardan daha değerliydiler.Ama aynı zamanda bütün bunları bilerek,babalarının zengeinliğini,ailelerinin lüks yaşamını,sosyal statülerini ve fiziksel sağlıklarını korumak ve herhangi bir baş ağrısını önlemek için,Ebu Cehilin Ebu Lehebin safında kalırlar.Muhalefetlerini ifade etmek için dudaklarını bile kıpırdatmazlar.Bu zor yıllar boyunca,yurttaşlarını ve arkadaşlarını bu küçük yerde yalnız bırakırlar.Kendilerini şehirdeki,pazardaki yaşamlarıyla,aileleri ve evleriyle meşgul olurlar.Zamanlarını putperest liderleriyle geçirirler.Hatta onarlın huzurunda el bile bağlarlar.Bir geleneği geride bırakırlar ve bir çığır açarlar.Yıllar sonra,bu yolun takipçileri ve onların dinleri,Hz.Muhammedin dininin takipçilerinden daha fazla insanı barındırıyordu.
Gerçek Şiiler,Ali,Ebuzer,Fatıma,Hasan,Hüseyin,Zeynep,Selam,Ammar gibi insanlarıdr. Ama Ali İbn Umeyye gibiler Peygamberin yasaklamasına rağmen ikiyüzlülük adetini sürdüren ilk Müslümanlardır.Bunlar bu faydacı prensibe sadık kalırlar ve ölünceye kadar bundan vazgeçmezler.
Yeni bir imanın ateşi ruhlarını aydınlattığında ve kişinin kendisiyle açıkça ve şüpheye düşmeden konuştuğu,deneye,seçime ve zorunlu imtihana dayanan tehlikelerle dolu bir hareket toplumda başladığında,insanların şaşkınlıkları ortaya çıkar.Şan ve şöhrete aşağılık,zillet, zayıflık kadar kuvvet duyguları da eşlik eder.Bütün bunlar ruhlarında çiziliydi ve hepsi kendilerini ifşa ederdi.
Bu korkutucu yerde,Müslüman olmayan insanlar da vardı.Sabır,sessizlik,üç yıllı bir açlık ve yalnızlıkla zorluklara katlanırlar.Tehlikenin gölgesini paylaşırlar. Ayrıca Allahın büyük insanlık devriminde yer alırlar.İslam tarihinin başlangıcının bu en duyarlı alanında, Hz.Muhammedin,Alinin ve Ehlibeytin durumunu anlayarak acıları paylaşırlar.
Ama cehaletin kara bulutları muhafazkarlık,zıtlık,acısızlık ve hayasızlık ile dolu rahat ve mutlu şehri kaplar.Onlar,güvenlik ve rahatı aramakla meşgüldürler.Acaba onlar bu trajediyi seyredenler midir yoksa rol alanlar mıdır?Sorun,dine inanıyor görünmelerinden dolayı ortaya çıkmaktadır.Dindarları sevmektedirler.Kendilerini aydınlanmış olarak hissederler
Haşimi ve Abdul Muttalib aileleri üç yıl boyunca şehirle,insanlarla,özgürlükle ve hatta yaşamı idame için gerekenlerle ilişkilerini kestiler.Bu muhasara altında yaşadılar.Gecenin ortalarında bu vadiden ayrılmak ve Kureyşli casusların gözlerinden gizlenerek,hapsihanede bekleyen açlar için bir parça yiyecek getirmek mümkün müdür?Onlara bir parça yiyecek getirecek olan liberal bir ailenin üyesi ya da bir arkadaş olabilir mi?Açlık bazı zamanlar kara ölüm noktasına kadar ulaşır.Ama,onlar kendilerini kızıl ölüme hazırladıkalrından sabırlıdırlar.
Diğerleriyle beraber muhasara altında kalan Said İbn Ali Vakkas şöyle derdi:Açlık öyle bir safhaya gelmişti ki,geceleyin hoşumuza gitmese bile yumuşak ve ıslak bir şeyi,ne olduğunu bilmeden,ağzımıza atar ve emerdik.İki yıl sonra,onun ne olduğunu bilmezdik bile.
Bu şartlar altında,tarih hiçbir şey olmadı dese bile,Peygamberin ailesinin ne durumda olduğu görülebilir.Peygamberin hatırı için bu aile açlığın,yalnızlığın ve fakirliğin meşakkatine dayanır.Peygamber kişisel olarak herkes için sorumluluğu üstlenir.Ne zaman bir çocuk açlığından ağlasa;ne zaman hasta bir kişi ilaç ve yiyecek yokluğundan ağlasa;ne zaman yaşlı bir kişi,kadın ya da erkek,üç yıl süren açlık,fiziki işkence ve bu vadinin işkencelerinden acı çektikten sonra zorluklara ve baskılara dayanma sınırlarına ulaşsa,dayandıkları bütün meşakkatleri kendi içlerinde saklarlar.Yüzlerinden nur ve kan süzülürken Peygamberle karşılaştıklarında katlandıkları her türlü eziyeti unuturlar.
Aynı zamanda,tüm zorluklara rağmen,iman ve sevgi konularında soylu ve cömert kalırlar. Bütün bunlar Hz.Peygamberin duyarlı kalbini derinden etkileyen ruhun,imanın ve insan hayatının ifadelerini gösterir.
Gecenin karanlığında yiyecek ulaştığında ve dağıtılmak için Peygambere verildiğinde, hanımının ve kızının paylarının,yaşamlarını sürdürebilmelerine ancak yetecek şekilde herkesinkinden daha az olduğu gerçektir.
Bu küçük yerde Peygamberin ailesinden,hanımı Hatice ve küçük kızları Fatıma,kızkardeş-leri Ümmü Gülsüm ve Rukiye ile Ebu Lehebin gelinleri vardı.Peygamberlik msiyonundan sonra,Ebu Leheb,oğullarına Peygamberi incitmek ve küçük düşürmek için Peygamberin kızlarını boşama emri verir.Ama genç,zengin ve yakışıklı olan Osman,Rukiye ile evlenir ve toplumun adetlerine göre Ebu Lehebin hareketi cevaplandırılır.Rukiyye daha sonra Osmanla Habeşistana hicret eder.Kocasından ayrılan ve babasına inancından dolayı mutluluğunu bir yana bırakan Ümmü Gülsüm,açlığı tercih ederek,kötü niyetli ve muhafazakar kocası Uteybe ile rahat ve konforlu yaşama yerine cömert ve cesur olan babasının yanında kalarak kendisini bu küçük hapishanede bulur.
Bu yerde günler zorlukla geçer.Geceleyin,karanlığın kara çadırı yaşamdan ayrılan bu kayalık yerde yaşayanların üzerine düşer.Haftalar,aylar ve yıllar sıkıntı içinde geçer ama birbirlerine ve Hz.Peygambere sempati duymayı sürdürürler.
Hz.Muhammedin ailesi bu grubun arasında özel bir konuma sahiptir.Ailenin reisi acı kaderlerinin ağır yükünü omuzlarında taşır.Ümmü Gülsüm,mutluluğu yıkılmış olarak, kocasının evini terk ederek babasının evine gelir.Diğer kız kardeşi Fatıma,oniki-on üç yaşlarında genç bir kızdır.Zayıf bir beden yapısına sahip olmasının yanı sıra,duygularla dolu, duyarlı bir ruha sahiptir.Yaşı hayli ilerlemiş olan,belki de yetmiş yaşında olan Hatice, Peygamberin misyonu süresince on sene ve bu hapishanede üç sene yaşadıktan,açlıktan acı çektikten,kocasına ve kızlarına yapılan işkenceleri gördükten ve iki oğlunun ölümünün acısına dayandıktan sonra bile sabrını sürdürdü,ama vücudunun tahammülü sona ermişti.Her an ölüm ona yaklaşmaktaydı.
Bu durumda,Hz.Muhammedin evindeki açlık o kadar had safhaya ulaşmıştı ki,yaşamı zenginlik içinde geçen ve şimdi her şeyini Hz.Muhammedin yoluna adayan,yaşlı ve hasta Hatice suyun içine bir parça deri koyar ve sonra dişlerinin arasına alırdı.
Genç ve duyarlı bir kız olan Fatıma annesi için endişeleniyor ve annesi de,insanlar arasında ortak bir duygu olan anne ve baba sevgisini gönlünde taşıyan bu sonuncu ve çabuk incinebilir kızı için endişe duyuyordu.
Hapishanedeki son günlerinden birinde,ölümünün yaklaştığını anlayan Hatice yatalak olur.Fatıma ve Ümmü Gülsüm onun yanında otururlar.Hz.Muhammed yiyecekleri dağıtmak için dışarıya çıkmıştır.
Yaşlı ve zayıf olan Hatice,yaşamı boyunca karşılaştığı zorlukları hatırlayarak,üzüntü içinde şöyle der:Keşke yaklaşan ölümüm,bu karanlık günler geçene kadar bekleseydi de ümit ve mutluluk içinde ölseydim.Ümmü Gülsüm de ağlayarak,önemi yok anne,üzülme der.Evet benim için,Allah için önemi yok.Kendim için endişelenmiyorum kızım.Kureyşin hiçbir kadını,benim tattığım mutluluğu tatmamıştır.Dünyadaki hiçbir kadın benim karşılaştığım cömertlikle karşılaşmamıştır.Bu hayattaki,bu dünyadaki kaderim;Allahın seçtiği insanın sevgili karısı olmam,benim için yeterlidir.Öteki dünyadaki akıbetim için,Hz.Muhammede ilk inananlar arasında oluşum ve ümmetin annesi diye çağrılmam yeterlidir.Daha sonra fısıldayarak devam eder:Allahım,bana verdiğin mutlulukları ve merhameti sayamam. Kalbim daralmıyor,çünkü sana geliyorum,ama bana verdiğin nimetlere layık olmak isterim.
Ölümün gölgesi evin üzerine düşer.Sessizlik ve derin üzüntü.Hatice,Ümmü Gülsüm ve Fatımayı sarar.Aniden Hz.Muhammedin ümit,iman,kuvvet ve zaferle aydınlanmış bir şekilde görünür.Sanki üç yıllık yalnızlık,açlık ve ağır ruhi çile cesaretini,iradesini ve imanını artırmaktan başka,vücudu ve ruhu üzerinde hiçbir tesir bırakmamıştır.
Ali Şeriati