Mr.TyLér ||
Kayıtlı Üye
Edirne’deki sarayında bir beşiğin başında dua eden evliya şöyle konuştu: “İstanbul’un alınışını sen göremeyeceksin Sultanım.. Ben de göremeyeceğim ama bu beşikteki şehzade görecek... Bir de bizim bu Köse görecek...” Konuşan Hacı Bayram-ı Veli hazretleriydi. “Bizim Köse” dediği ise ilerideki yılların en önemli âlimlerinden biri olacak Akşemseddin’di. Beşikteki minik şehzadeyi ise söylemeye herhalde gerek yok.
İnatçı, bildiğinden şaşmayan, deha derecesinde zekaya sahip bir çocuk olduğu bilinen Şehzade Mehmet’in eğitimi ile dönemin en ünlü alimleri özellikle Molla Gürani Hazretleri ilgilenmiştir. Sultan İkinci Murad’ın eğitim konusundaki titizliği ve Molla Gürani’ye gösterdiği büyük hürmetin neticesi olarak 11 yaşında bu kıymetli alimin eline verilmesi, elmas fıtratlı minik Mehmed’in kısa sürede “Fatih” olmasına vesile olmuştur. Ve burada “ciddiyet” en önemli faktördür. Molla Gürani’nin haşarı bir çocuk olan şehzadeyi disipline sokmak için bir keresinde falakaya bile yatırdığı, hadiseyi duyan İkinci Murat’ın da hiçbir müdahalede bulunmadığı bilinmektedir.
Fatihler için Akşemseddinler lazım
Osmanlı döneminde yetişen büyük evliya ve İstanbul’un manevi fatihlerindendir. Asıl ismi, Muhammed bin Hamza’dır. Saçının sakalının ak olması veya sürekli beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin lakaplarıyla meşhur olmuştur. Soyu Hazreti Ebu Bekr-i Sıddık’a (ra) kadar ulaşır. 1390 (Hicri 792) senesinde Şam’da doğdu. 1460 (H. 864) yılında da Bolu’nun Göynük ilçesinde vefat etti.
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Akşemseddin, Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Yedi yaşında babası ile Anadolu’ya gelip, o tarihte Amasya’ya bağlı olan Kavak nahiyesine yerleşti. Âlim ve veli bir zat olan babası vefat edince, tahsiline devam etti. İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Osmancık’a müderris oldu. İlim öğretmekle ve nefsinin terbiyesiyle meşgulken, tasavvufa yönelip, Ankara’da bulunan zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli’ye talebe olmak üzere gitti. Fakat ona talebe olamadı. Halep’te bulunan Şeyh Zeynüddin’e talebe olmak için Halep’e giderken, gördüğü bir rüya üzerine Hacı Bayram-ı Veli’ye talebe olmak üzere Ankara’ya geri döndü. Hacı Bayram-ı Veli tarafından kabul edilip, onun sohbetinde tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram-ı Veli’den icazet (diploma) aldı. Aynı zamanda tıp ilminde de kendini yetiştiren Akşemseddin, bulaşıcı hastalıklar üzerinde çalıştı. Araştırmalar sonunda Maddetü’l-Hayat adlı eserinde; “Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur.” diyerek, bundan beş yüz sene önce mikrobu anlattı.
Fatih Sultan Mehmed Han muhteşem ordusuyla İstanbul’un fethine çıktığında, Akşemseddin, Akbıyık Sultan, Molla Fenari, Molla Gürani, Şeyh Sinan gibi meşhur veliler ve alimler de talebeleriyle birlikte orduya katıldılar. Akşemseddin Hazretleri savaş esnasında Sultan’a gerekli tavsiyelerde bulunarak, yeni müjdeler veriyordu. Kuşatmanın uzaması ve Sultan’ın ısrarı üzerine ve Allahü Teala’nın izni ile fethin ne gün olacağını bildiren Akşemseddin, Sultan şehre girerken yanında yer aldı. Fetih ordusu İstanbul’a girdikten sonra İslamiyet’in harple ilgili hukukunun gözetilmesini genç Padişah’a hatırlattı ve buna göre hareket edilmesini bildirdi. Sultan’ın ashab-ı kiramdan Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabrinin bulunduğu yeri sorması üzerine: “Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nur görüyorum. Orada olmalıdır.” cevabını verdi. Daha sonra orası kazıldı ve Eyyub Sultan’ın (ra) kabri ortaya çıktı. Sultan, Akşemseddin’den İstanbul’da kalmasını istediyse de, O İstanbul’da kalmadı, Fetihten sonra, Göynük’e yerleşti ve vefatına kadar orada kaldı.
* Bulaşıcı hastalıklar konusunda çalıştı, mikrobu tarif eden eserler ortaya koydu.
* Fatih’le birlikte fethe katıldı, Fatih’e yol gösterdi.
* Hz. Eyyub el-Ensari’nin kabrini keşfetti.
* Fetih’ten sonra İstanbul’da kalmadı, Göynük’e yerleşti.
Sultanım, bu şehri sen de ben de göremeyeceğiz. Ama beşikteki şehzade alacak bizim Köse de görecek
Sultanım, bu şehri sen de ben de göremeyeceğiz. Ama beşikteki şehzade alacak bizim Köse de görecek
İkinci Murat, Hacı Bayram-ı Veli’ye şöyle demiş: “Bu şehzademe İstanbul’u bırakmak isterim. Dedem Mehmet Çelebi bir defa, büyük dedem Yıldırım Beyazıt iki defa denedi. Ben de iki kez uğraştım, olmadı. Gönül ver de bu şehri alalım.” demiş... Evliya biraz düşündükten sonra cevap vermiş: “Sultanım, bu şehri sen de ben de göremeyeceğiz. Ama beşikteki şehzade alacak, bizim Köse de görecek..” Beşikteki şehzade Fatih’tir... Evliya’nın “Köse..” diye tarif ettiği de o günlerin genç medrese hocası, fetih yıllarının büyük alimi Akşemseddin’dir. Hacı Bayram-ı Veli’nin kerameti çok değil, yirmi yıl sonra gerçekleşecektir. Genç padişah fethedilen şehre at üstünde “fatih” olarak girerken yanında yürüyen başka bir atın üzerinde de kerametteki “Köse” yani Akşemseddin oturmaktadır.
Fatih’in çocukluğu ile ilgili anekdotlar, İstanbul’un fethi fikrinin küçük şehzadenin dimağına nasıl yerleştiğini anlamamıza yardım eder. Dönemin tarihçilerine göre İkinci Murad bu şehzadesi ile ne zaman sohbet etse, bebekliğinde geçen bu olayı anlatıp adeta onu hedefe doğru kilitlenmesi için şartlandırmış. Fetih aşkı, minik şehzadenin oyunlarına bile yansımış.
2. Mehmed’deki, İstanbul’u fethetme iştiyakını körükleyen “İstanbul, bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutandır.” hadisidir. (“Le-tüftehanne’l Kostantınıyyete fe-le-ni’mel-emîru emîruhâ ve le-ni’mel-ceyşü zâlik’el ceyş”) Ayrıca ecdadının 5 kez deneyip de başaramadığı fetih hadisesi artık onun için bir manevi borç hükmündedir.
Akşemseddin’den öğütler
Her işe besmele ile başla. Temiz ol, daim iyiliği adet edin, tembel olma, namaza önem ver. Nimete şükür, belaya sabret.
Dünyanın mutluluğuna mağrur olma. Ömrüm uzun olsun dersen, kimseye kızma, eziyet etme. Kimsenin nimetine haset etme. Senden üstün olan kimsenin önünden yürüme. Tırnağını asla dişinle kesme.
Çok uyumak kazancın azalmasına sebeb olur.
Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti Kur’an-ı Kerim oku. Zikrin daima Hamd-i Hüda (Allahü tealaya hamd etmek) olsun. Hep cehennem azabından endişeli ol.
Hasedi terk et, kendini başkalarına medh etme.
Namahreme (harama) bakma, harama bakmak gaflet verir. Kimsenin kalbini kırma. Düşen şeyi alıp (temizleyerek) yersen fakirlikten kurtulursun.
Edepli, mütevazı ve cömert ol. Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir.
Yalnız bir evde yatmaktan sakın. Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur.”
Fetih, 857 yıllık bir “ideal” idi
İstanbul’u fethetmek için dile kolay tam 857 yıl boyunca İslam orduları çaba sarf etti. Diğerleri başaramadılar belki; ama hiç olmazsa o yolda yürüdüler. Fethe ve Efendimiz’in kutlu müjdesine nail olmak Osmanoğulları’na ve bizim milletimize nasip oldu. Efendimiz’in müjdesine nail olma duygusu, asırlar boyunca dedelerimizin destanlarında, analarımızın ninnilerinde hep bir “kızıl elma” olarak yer aldı. Osman Gazi’ye ait olduğu kayıtlı olan bir şiirde bu duygu şu şekilde dile getirilir:
Kurt olup, gel gir sürüye
Aslan ol, bakma geriye
Çar edüp, haydi çeriye
Dil geçidini hisar yap
Osman Ertuğrul oğlusun,
Oğuz-Karahan neslisin,
Hakk’ın bir kemter kulusun
İstanbul’u aç gülzar yap!
Fethin maddi boyutu
İstanbul’un fethinin maddi boyutunu anlatmak için ciltlerle kitap yazılmış, yine de yeterli olmamıştır. En başta çok kısa sürede inşa edilen Rumeli Hisarı’nın muhteşemliği, Haliç’e girilemeyince gemilerin Kabataş’tan Kasımpaşa’ya karadan yürütülmesi, o döneme ait en son teknoloji ürünü Şâhî adlı topların döktürülmesi başta gelen konular arasındadır. İstanbul’un fethi sırasında şehir içindeki çatışmalar sırasında şehit olan sekbanlar ve yeniçeriler Fatih’in emriyle bulundukları yere defnedilmiş, bu defin işlemi günlerce sürmüş, bittiğinde İstanbul bir anda bu manevi atmosferle bir İslam şehri haline dönüşüvermiştir. Bugüne kadar varlığını koruyan ve sokak aralarında muhafaza edilen minik şehitlikler ya da kabirler fethin yadigarı olmaya devam ediyor.
İnatçı, bildiğinden şaşmayan, deha derecesinde zekaya sahip bir çocuk olduğu bilinen Şehzade Mehmet’in eğitimi ile dönemin en ünlü alimleri özellikle Molla Gürani Hazretleri ilgilenmiştir. Sultan İkinci Murad’ın eğitim konusundaki titizliği ve Molla Gürani’ye gösterdiği büyük hürmetin neticesi olarak 11 yaşında bu kıymetli alimin eline verilmesi, elmas fıtratlı minik Mehmed’in kısa sürede “Fatih” olmasına vesile olmuştur. Ve burada “ciddiyet” en önemli faktördür. Molla Gürani’nin haşarı bir çocuk olan şehzadeyi disipline sokmak için bir keresinde falakaya bile yatırdığı, hadiseyi duyan İkinci Murat’ın da hiçbir müdahalede bulunmadığı bilinmektedir.
Fatihler için Akşemseddinler lazım
Osmanlı döneminde yetişen büyük evliya ve İstanbul’un manevi fatihlerindendir. Asıl ismi, Muhammed bin Hamza’dır. Saçının sakalının ak olması veya sürekli beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin lakaplarıyla meşhur olmuştur. Soyu Hazreti Ebu Bekr-i Sıddık’a (ra) kadar ulaşır. 1390 (Hicri 792) senesinde Şam’da doğdu. 1460 (H. 864) yılında da Bolu’nun Göynük ilçesinde vefat etti.
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Akşemseddin, Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Yedi yaşında babası ile Anadolu’ya gelip, o tarihte Amasya’ya bağlı olan Kavak nahiyesine yerleşti. Âlim ve veli bir zat olan babası vefat edince, tahsiline devam etti. İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Osmancık’a müderris oldu. İlim öğretmekle ve nefsinin terbiyesiyle meşgulken, tasavvufa yönelip, Ankara’da bulunan zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli’ye talebe olmak üzere gitti. Fakat ona talebe olamadı. Halep’te bulunan Şeyh Zeynüddin’e talebe olmak için Halep’e giderken, gördüğü bir rüya üzerine Hacı Bayram-ı Veli’ye talebe olmak üzere Ankara’ya geri döndü. Hacı Bayram-ı Veli tarafından kabul edilip, onun sohbetinde tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram-ı Veli’den icazet (diploma) aldı. Aynı zamanda tıp ilminde de kendini yetiştiren Akşemseddin, bulaşıcı hastalıklar üzerinde çalıştı. Araştırmalar sonunda Maddetü’l-Hayat adlı eserinde; “Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur.” diyerek, bundan beş yüz sene önce mikrobu anlattı.
Fatih Sultan Mehmed Han muhteşem ordusuyla İstanbul’un fethine çıktığında, Akşemseddin, Akbıyık Sultan, Molla Fenari, Molla Gürani, Şeyh Sinan gibi meşhur veliler ve alimler de talebeleriyle birlikte orduya katıldılar. Akşemseddin Hazretleri savaş esnasında Sultan’a gerekli tavsiyelerde bulunarak, yeni müjdeler veriyordu. Kuşatmanın uzaması ve Sultan’ın ısrarı üzerine ve Allahü Teala’nın izni ile fethin ne gün olacağını bildiren Akşemseddin, Sultan şehre girerken yanında yer aldı. Fetih ordusu İstanbul’a girdikten sonra İslamiyet’in harple ilgili hukukunun gözetilmesini genç Padişah’a hatırlattı ve buna göre hareket edilmesini bildirdi. Sultan’ın ashab-ı kiramdan Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabrinin bulunduğu yeri sorması üzerine: “Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nur görüyorum. Orada olmalıdır.” cevabını verdi. Daha sonra orası kazıldı ve Eyyub Sultan’ın (ra) kabri ortaya çıktı. Sultan, Akşemseddin’den İstanbul’da kalmasını istediyse de, O İstanbul’da kalmadı, Fetihten sonra, Göynük’e yerleşti ve vefatına kadar orada kaldı.
* Bulaşıcı hastalıklar konusunda çalıştı, mikrobu tarif eden eserler ortaya koydu.
* Fatih’le birlikte fethe katıldı, Fatih’e yol gösterdi.
* Hz. Eyyub el-Ensari’nin kabrini keşfetti.
* Fetih’ten sonra İstanbul’da kalmadı, Göynük’e yerleşti.
Sultanım, bu şehri sen de ben de göremeyeceğiz. Ama beşikteki şehzade alacak bizim Köse de görecek
Sultanım, bu şehri sen de ben de göremeyeceğiz. Ama beşikteki şehzade alacak bizim Köse de görecek
İkinci Murat, Hacı Bayram-ı Veli’ye şöyle demiş: “Bu şehzademe İstanbul’u bırakmak isterim. Dedem Mehmet Çelebi bir defa, büyük dedem Yıldırım Beyazıt iki defa denedi. Ben de iki kez uğraştım, olmadı. Gönül ver de bu şehri alalım.” demiş... Evliya biraz düşündükten sonra cevap vermiş: “Sultanım, bu şehri sen de ben de göremeyeceğiz. Ama beşikteki şehzade alacak, bizim Köse de görecek..” Beşikteki şehzade Fatih’tir... Evliya’nın “Köse..” diye tarif ettiği de o günlerin genç medrese hocası, fetih yıllarının büyük alimi Akşemseddin’dir. Hacı Bayram-ı Veli’nin kerameti çok değil, yirmi yıl sonra gerçekleşecektir. Genç padişah fethedilen şehre at üstünde “fatih” olarak girerken yanında yürüyen başka bir atın üzerinde de kerametteki “Köse” yani Akşemseddin oturmaktadır.
Fatih’in çocukluğu ile ilgili anekdotlar, İstanbul’un fethi fikrinin küçük şehzadenin dimağına nasıl yerleştiğini anlamamıza yardım eder. Dönemin tarihçilerine göre İkinci Murad bu şehzadesi ile ne zaman sohbet etse, bebekliğinde geçen bu olayı anlatıp adeta onu hedefe doğru kilitlenmesi için şartlandırmış. Fetih aşkı, minik şehzadenin oyunlarına bile yansımış.
2. Mehmed’deki, İstanbul’u fethetme iştiyakını körükleyen “İstanbul, bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutandır.” hadisidir. (“Le-tüftehanne’l Kostantınıyyete fe-le-ni’mel-emîru emîruhâ ve le-ni’mel-ceyşü zâlik’el ceyş”) Ayrıca ecdadının 5 kez deneyip de başaramadığı fetih hadisesi artık onun için bir manevi borç hükmündedir.
Akşemseddin’den öğütler
Her işe besmele ile başla. Temiz ol, daim iyiliği adet edin, tembel olma, namaza önem ver. Nimete şükür, belaya sabret.
Dünyanın mutluluğuna mağrur olma. Ömrüm uzun olsun dersen, kimseye kızma, eziyet etme. Kimsenin nimetine haset etme. Senden üstün olan kimsenin önünden yürüme. Tırnağını asla dişinle kesme.
Çok uyumak kazancın azalmasına sebeb olur.
Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti Kur’an-ı Kerim oku. Zikrin daima Hamd-i Hüda (Allahü tealaya hamd etmek) olsun. Hep cehennem azabından endişeli ol.
Hasedi terk et, kendini başkalarına medh etme.
Namahreme (harama) bakma, harama bakmak gaflet verir. Kimsenin kalbini kırma. Düşen şeyi alıp (temizleyerek) yersen fakirlikten kurtulursun.
Edepli, mütevazı ve cömert ol. Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir.
Yalnız bir evde yatmaktan sakın. Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur.”
Fetih, 857 yıllık bir “ideal” idi
İstanbul’u fethetmek için dile kolay tam 857 yıl boyunca İslam orduları çaba sarf etti. Diğerleri başaramadılar belki; ama hiç olmazsa o yolda yürüdüler. Fethe ve Efendimiz’in kutlu müjdesine nail olmak Osmanoğulları’na ve bizim milletimize nasip oldu. Efendimiz’in müjdesine nail olma duygusu, asırlar boyunca dedelerimizin destanlarında, analarımızın ninnilerinde hep bir “kızıl elma” olarak yer aldı. Osman Gazi’ye ait olduğu kayıtlı olan bir şiirde bu duygu şu şekilde dile getirilir:
Kurt olup, gel gir sürüye
Aslan ol, bakma geriye
Çar edüp, haydi çeriye
Dil geçidini hisar yap
Osman Ertuğrul oğlusun,
Oğuz-Karahan neslisin,
Hakk’ın bir kemter kulusun
İstanbul’u aç gülzar yap!
Fethin maddi boyutu
İstanbul’un fethinin maddi boyutunu anlatmak için ciltlerle kitap yazılmış, yine de yeterli olmamıştır. En başta çok kısa sürede inşa edilen Rumeli Hisarı’nın muhteşemliği, Haliç’e girilemeyince gemilerin Kabataş’tan Kasımpaşa’ya karadan yürütülmesi, o döneme ait en son teknoloji ürünü Şâhî adlı topların döktürülmesi başta gelen konular arasındadır. İstanbul’un fethi sırasında şehir içindeki çatışmalar sırasında şehit olan sekbanlar ve yeniçeriler Fatih’in emriyle bulundukları yere defnedilmiş, bu defin işlemi günlerce sürmüş, bittiğinde İstanbul bir anda bu manevi atmosferle bir İslam şehri haline dönüşüvermiştir. Bugüne kadar varlığını koruyan ve sokak aralarında muhafaza edilen minik şehitlikler ya da kabirler fethin yadigarı olmaya devam ediyor.